bugün

van da yapılan katliam için kullanılan sembollesmis ad.

van ın saray ilcesinde tek sucları calınan hayvanlarını geri almak için sınır ihlali yapmak olan 33 kisi sorgusuz sualsiz orgeneral mustafa muglalı nın emriyle kursuna dizilmislerdir.
ahmet arif in aynı konuyu isleyen, cem karaca nın ve bircok sanatcının da seslendirdigi olaganustu guzellikte siir.
orgeneral mustafa muğlalının 1943 yılında vanın özalp ilçesinde yaptığı katiliamdır. demokrat partinin iktidara gelişiyle olay detaylı bir şekilde incelenmiş ve muğlalı ve suça iştirak eden diğer kişiler hakkında dava açılmıştır. muğlalı suçunu kabul etse de dava devam ederken ölmüştür. sonradan tsk muğlalıya iade-i itibarda bulunmuş vanda bir karargaha adı verilmiş ve büstü genelkurmayın bahçesine dikilmiştir.
sözlükte görene kadar, şiirin sözlerinin sözü geçen katliamla ilişikisini bilmediğim, müthiş tasvirlerle bezenmiş ahmet arif şiiri. her okuduğumda ayrı duygulandırır. ahmed arifin kendi sesinden mutlaka dinlenmelidir. betimlemeler yaşar kemal'in betimlemelerine çok benzer. cem karaca şiirin son kısmını enfes yorumlamıştır.

33 kurşun

bu dağ mengene dağıdır
tanyeri atanda van'da
bu dağ nemrut yavrusudur
tanyeri atanda nemruda karşı
bir yanın çığ tutar, kafkas ufkudur
bir yanın seccade acem mülküdür
doruklarda buzulların salkımı
firari guvercinler su başlarında
ve karaca sürüsü,
keklik takımı...

yiğitlik inkar gelinmez
tek'e - tek doğüşte yenilmediler
bin yıllardan bu yan, bura uşağı
gel haberi nerden verek
turna sürüsü değil bu
gökte yıldız burcu değil
otuzüç kurşunlu yürek
otuzuç kan pınarı
akmaz,
göl olmuş bu dağda...

yokuşun dibinden bir tavşan kalktı
sırtı alacakır
karnı sütbeyaz
garip, ikicanlı, bir dağ tavşanı
yüreği ağzında öyle zavallı
tövbeye getirir insanı
tenhaydı, tenhaydı vakitler
kusursuz, çırılçıplak bir şafaktı

baktı otuzüçten biri
karnında açlığın ağır boşluğu
saç, sakal bir karış
yakasında bit,
baktı kolları vurulu,
cehennem yurekli bir yiğit,
bir garip tavşana,
bir gerilere.

düştü nazlı filintası aklına,
yastığı altında küsmüş,
düştü, harran ovasından getirdiği tay
perçemi mavi boncuklu,
alnında akıtma
üç topuğu ak,
eşkini hovarda, kıvrak,
doru, seglavi kısrağı.
nasıl uçmuşlardı hozat önünde!

şimdi, böyle çaresiz ve bağlı,
böyle arkasında bir soğuk namlu
bulunmayaydı,
sığınabilirdi yuceltilere...
bu dağlar, kardeş dağlar, kadrini bilir,
evvel allah bu eller utandırmaz adamı,
yanan cıgaranın külünü,
güneşlerde çatal kıvılcımlanan
engereğin dilini,
ilk atımda uçuran
usta elleri...

bu gözler, bir kere bile faka basmadı
çığ bekleyen boğazların kıyametini
karlı, yumuşacık hıyanetini
uçurumların,
önceden bilen gözleri...
çaresiz
vurulacaktı,
buyruk kesindi,
gayrı gözlerini kör sürüngenler
yüreğini leş kuşları yesindi...

vurulmuşum
dağların kuytuluk bir boğazında
vakitlerden bir sabah namazında
yatarım
kanlı,
upuzun...

vurulmuşum
düşüm, gecelerden kara
bir hayra yoranım çıkmaz
canım alırlar ecelsiz
sığdıramam kitaplara
şifre buyurmuş bir paşa
vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız

kirvem, hallarımı aynı böyle yaz
rivayet sanılır belki
gül memeler değil
domdom kurşunu
paramparça ağzımdaki...

ölüm buyruğunu uyguladılar,
mavi dağ dumanını
ve uyur-uyanık seher yelini
kanlara buladılar.
sonra oracıkta tüfek çattılar
koynumuzu usul-usul yoklayıp
aradılar.
didik-didik ettiler
kirmanşah dokuması al kuşağımı
tespihimi, tabakamı alıp gittiler
hepsi de armağandı acemelinden...

kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız
karşıyaka köyleri, obalarıyla
kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu,
komşuyuz yaka yakaya
birbirine karışır tavuklarımız
bilmezlikten değil,
fıkaralıktan
pasaporta ısınmamış içimiz
budur katlimize sebep suçumuz,
gayrı eşkiyaya çıkar adımız
kaçakçıya
soyguncuya
hayına...

kirvem hallarımı aynı böyle yaz
rivayet sanılır belki
gül memeler değil
domdom kurşunu
paramparça ağzımdaki...

vurun ulan,
vurun,
ben kolay ölmem.
ocakta küllenmiş közüm,
karnımda sözüm var
haldan bilene.
babam gözlerini verdi urfa önünde
üç de kardaşını
üç nazlı selvi,
ömrüne doymamış üç dağ parçası.
burçlardan, tepelerden, minarelerden
kirve, hısım, dağların çocukları
fransız kuşatmasına karşı koyanda

bıyıkları yeni terlemiş daha
benim küçük dayım nazif
yakışıklı,
hafif,
iyi süvari
vurun kardaş demiş
namus günüdür
ve şaha kaldırmış atını.

kirvem hallarımı aynı böyle yaz
rivayet sanılır belki
gül memeler değil
domdom kurşunu
paramparça ağzımdaki...
ciwan haco nun aynı adı taşıan bir albümü vardır.
(bkz: si u se gule)
(bkz: muglali olayi)
ahmet arif üstadın yürek titreten destanımsı eseri.
barışa ve halkların kardeşliğine adanan en güzel dizelerdir:

kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız
karşıyaka köyleri, obalarıyla
kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu,
komşuyuz yaka yakaya
birbirine karışır tavuklarımız
bilmezlikten değil,
fıkaralıktan
pasaporta ısınmamış içimiz
budur katlimize sebep suçumuz,
gayrı eşkiyaya çıkar adımız
kaçakçıya
soyguncuya
hayına...
başbağlar katliamı için de kullanılan söz.
1943 yılında 3. ordu komutanı mustafa muğlalı'nın kurşuna dizdirdiği 33 mahsum insan için ahmet arif'in yazdığı dokunaklı şiir.

yapılan katliamla ilgili gerçek bilgiler edinmek isteyenler ismail beşikçi'nin orgeneral muğlalı olayı kitabını okuyabilirler.

(bkz: si u se gule)
(bkz: yas tutan tarih)
cem karaca'nın seslendirdiği şiir.
28 temmuz 1943 yılında türkiyenin iran sınırında sınır ticareti ile uğraşan 33 masum kürt köylusunun, mustafa muğlalı emrindeki askerler tarafından sefo deresi'nde topluca öldürülmesidir. katliam 3 sene boyunca chp hukumeti tarafından örtbas edilerek unuturulmaya çalıştırıldı. demokrat partinin iktidara gelmesi ile yapılan yargılamalar sonucu mustafa muğlalı idama mahkum edilmesine ragmen yargıtay kararı bozarak cezayı 20 seneye indirdi. mustafa muğlalı 1951 senesinde cezaevinde yaşamını yitirdi. olayın yaşandığı van'ın özalp ilçesindeki kışlanın adı yakın zamanda, mustafa muğlalı olarak değiştirilerek iade- i itibarı verilmekte gecikilmedi... oldürülenler köylülerse destanlarımızda, şiirlerimizde, ağıtlarımızda bizimle beraber, kısaca unutmadık...

yaralı bayramlar geçti
mevsimler, bütün anlamlarıyla
yüreğin koyu yerinde birikenler
kendi takvimleriyle gelip geçtiler
gelip geçti şehirler ve ölüler
unutmadık
topraktan çobanyıldızına değin
hey yer
her şey
mümkündü
nazım kadar coşkulu
aragon kadar aşık
lorca kadar yaralıydık
unutmadık
orada bir coğrafya yağmalanıyor
orada gazetelerin ofset baskısı
orada yeniden yazıyorlar 835 satır
ve umudunu kaybetmeyen şehirler
gökyüzünün karanlık kefeniyle örtük
yıldızların delik deşik ettiği ölüleriz
adsız ölüleriz
adları bir coğrafya ile yan yana yazılan
gövdelerinizi unutmadık, unutmadık hiçbirinizi
savaşlar ve pazarlar çağıydı
aynı silahlardı kullandığımız
aynı çarşılar aynı kandı
sevgiye ve kurşuna açılmayan yüreklerden geçtik
pusu yataklarından, dağılmış bahçelerden
viran tarihten
uykuları çevik, namlularını oğulları gibi seven
çocuklar gibi kusup
kırda gelincikler gibi gülümseyen
müsademe çocuklarını gördük
geçip gidiyorlardı
tarihin en uzun gecesinden
pazarlarda aynı kan
aynı paranın değiş tokuşunda
karanlık çarşılar
aynı kanlı tarih her defasında
bir biz kaldık bu kadar içindeyken hayatın
ölüme yakın duran
bir de on binlerin korosunda haykıran
intifada intifada intifada
iki güzelliğimiz vardı bizim
ufkumuzdan inen
ve bir daha geri dönmeyen iki güzelliğimiz
birini kurşunlar, ötekini ofset baskılı resimler aldı

otuz üç kurşun sıkıldı her birimize
kutuplar kadar uzak, baba ocağı kadar yakın
doğunun gündüz ve gecelerinde
otuz üç yıldız
hala ışığını gönderiyor bize
birkaç çakmaktaşı cebimde gezdirdiğim
birkaç karanfil
yol için ipek, uyku için maya
kalbiniz için
kara bir yemin gibi çırılçıplak
kelimeler getirdim
kaybolmuş yüzyılların vatanında
ölümün erken takibe aldığı çocuklar
dağlarda değilim sizinle birlik
yalnızca mataranıza su vermeye geldim
nazım kadar coşkulu
aragon kadar aşık
lorca kadar yaralı
serap ile hakikat arası
çağın aşamadığı uçurumlarda
gider gelirim gider gelirim
efsanelerin çeşitlendigi yol ağızlarindaki büyük kamaşma
anda gizlenen zaman
ateşin avesta dili
bitkiler, otlar, kökler
dağlanmış dil, narın rengi
on binlerin dönüştüğü uğuldarken
doğunun yeni defteri
topraktan çobanyıldızına değin
her yer her şey karanlık bir pusuda
yazının, tekerleğin, tarihin
ilk çocuklarından
ey büyük mezopotamya
iki bin yıllık gece
dön geri bak
kardeşlerim ölüyor kalbimin dogusunda *
demekki zamanında sınırlarımızı koruyabiliyormuşuz diye düşündürten olay.
--spoiler--
Vurun ulan,
Vurun,
Ben kolay ölmem.
Ocakta küllenmiş közüm,
Karnımda sözüm var
Haldan bilene.
Babam gözlerini verdi Urfa önünde
Üç de kardaşını
Üç nazlı selvi,
Ömrüne doymamış üç dağ parçası.
Burçlardan, tepelerden, minarelerden
Kirve, hısım, dağların çocukları
Fransız Kuşatmasına karşı koyanda

Bıyıkları yeni terlemiş daha
Benim küçük dayım Nazif
Yakışıklı,
Hafif,
iyi süvari
Vurun kardaş demiş
Namus günüdür
Ve şaha kaldırmış atını.
--spoiler--

bu şiir ahmed arif'in en güzel şiiriyse, bu da şiirin en güzel kısmıdır. sesimizdir, bizim sesimizdir neşat ertaş'ın sesi gibi, delirtir.
1993 yılında elazığ-bingöl karayolunda otobüslerinden indirilerek kurşuna dizilen 33 Türk askerini simgeleyen söz. Çiçekler, böcekler, insan hakları, özgürlük, ezilmişlik, küçük emrahlık kisvesi altında t.v. lerde boy gösteren kürtçülerin asıl ruh hallerini hatırlamak için unutulmaması gereken olay.

(bkz: bingöl katliamı)
"ölüm buyruğunu uyguladılar,
mavi dağ dumanını
ve uyur-uyanık seher yelini
kanlara buladılar.
sonra oracıkta tüfek çattılar
koynumuzu usul-usul yoklayıp
aradılar.
didik-didik ettiler
kirmanşah dokuması al kuşağımı
tespihimi, tabakamı alıp gittiler
hepsi de armağandı acemelinden..."

bu bölümüyle sinan cemgilin de en sevdiği şiirdir.
hayatında sigara içmemiş birisi olarak bana her dinlediğimde sigara içme isteği uyandıran şiir.
o katliamda ölenlerden birisi ahmet arif'in yakın akrabasıdır. bugün muğlada hala daha mustafa muğlalı adı ile başlayan bazı devlet binaları vardır ya enteresan olmayan şey bu.

(bkz: dünyayı kenan evren kurtaracak)
(bkz: Sivas Kampı)
pasaporta ısınmaz içimiz
budur katlimize sebep suçumuz

ve

vurun ulan vurun.ben kolay ölmem.

dizeleriyle beni bayıltma derecesine getiren şiirdir.üstadın sesinden dinlemek ayrı bir zevktir ayrıca.
Anadolu'nun şairinin tanınmış şiirlerindendir. Tamamı ilk kez 1968 yılında soyut dergisinin 36. sayısında yanınlanmıştır.
fena halde 24 mayıs 1993 bingöl katliamını hatırlatan şiir başlığı. orada sıkılan kurşun miktarı 1570 idi gerçi.

(bkz: 24 mayis 1993 bingol katliami/#3439808)
dünyada nice diller var, nice diller, ama hepsinde anlam bir. sen kapları, testileri hele bir kır, sular nasıl bir yol tutar, gider. (anadolumdan yine güzel bi şiir idi)
(bkz: hele birliğe ulaş hır gürü savaşı bırak)
Tarihe "33 kurşun" olarak geçen ve hakkında şiirler yazılan, türküler yakılan olay, 1943 yılında Van'ın Özalp ilçesinde meydana geldi. Casusluk söylentileri üzerine Özalp'e gönderilen Orgeneral Mustafa Muğlalı, mahkemenin serbest bıraktığı 35 kişiyi gözaltına aldırdı. Milan aşiretinden 33 köylü kurşuna dizildi. Olayda 32 köylü hayatını kaybetti, yaralanan bir çocuk iran'da bulundu. infaz emrini veren Muğlalı hakkında askeri savcılık, 1946 yılında soruşturma başlattı. 1949'da askeri mahkemede yargılandı ve idama mahkum edildi. Yargıtay cezayı bozarak 20 sene ağır hapse indirdi. Muğlalı, 1951 yılında cezaevinde öldü. Genelkurmay başkanlığı, 1997 yılında Mustafa Muğlalı için "iade-i itibar" kararı verdi. Olayda ölenlerin mensup olduğu Milan aşireti'nin yaşadığı ilçedeki 3. Hudut tabur Komutanlığı Kışlası'nın ismi 2004 yılında Orgeneral Mustafa Muğlalı Kışlası olarak değiştirildi.

Şimdi düşünüyorum da bu nasıl bir olaydır. Bir adam, bir asker bir yerde mahkemece suçsuz bulunan 33 kişiyi öldürüyor ve yargılanıp suçlu bulunuyor. Bunca sene sonra ne oldu da iade-i itibar yapılıyor ve ismi o insanlara hakaret edercesine o ilçedeki kışla'ya veriliyor. Bu insanların devletine, milletine bağlı olmasını hangi yüzle bekleyebiliriz ki? Şimdi bu kışlanın karşısına da belediye anıt müze yaptıracakmış. Silahlı Kuvvetlerimizin bu kadar hatalı ve kışkırtıcı bir karar aldığını daha önce duymamıştım da görmemiştim de. Acilen düzeltilmesi gereken bir hata. 33 insan öldürülüyor ve bu insanların öldürüldüğü yerdeki kışlaya öldüren adamın ismi veriliyor. Allah akıl versin.