bugün
- ellerim bos gonlum hos12
- an itibarıyla yazarların nerede olup ne yaptığı34
- kız kardeşini date'e hazırlayan abi18
- gece dışarıdan gelen hav hav hav sesleri10
- üniversiteye kızlar cinsellik yaşamak için gidiyor9
- chatgpt ile yazarların görselleri14
- yaşı geldiği halde evlenmeyen insan10
- kürdüm 5000 yıllık tarihim var var mı diyeceğin19
- amerika'nın icat ettiği bir şey söyleyin13
- geceye bir şarkı bırak8
- nervio abla20
- rusya nükleer güç kullanılır mı sorusu19
- gecenin şarkısı12
- yazarların çektiği çiçek fotoğrafları14
- insan olmaya ceyrek kala23
- hayatı seviyorum eylemleri14
- en son ne yediniz10
- doktorların hastalara sevgi göstermemesi22
- true'nin iki kadın arasında kalması16
- 200 tl lik banknot17
- hobileriniz10
- yüz yıkama jeli kullanan erkek21
- ak parti'nin gideceğini sanan enayi15
- namaz16
- 20 cm in üzerinde tam 4 saat zıplamak16
- anın görüntüsü11
- escortların tehlikeli olması17
- diana luna hekate8
- abdülkadir selvi21
- bulunduğunuz yerin hava durumu12
- sözlük yazarlarının akşam yemekleri8
- güzel erkek isimleri10
- türk sosyalizmi11
- true yi evlendiriyoruz13
- keçinin yediği ayet9
- hala akp ve mhp'yi savunan güruh10
- 21 kasım 2024 istanbul yağmuru10
- afad'ın başında tasavvufçu mahruki hapiste10
- akp belediyesinin 85 milyon liraya konser vermesi10
- mesajlaşılan kızın 30 yaşında nine çıkması15
- sana şimdi ne mesajlar geliyordur8
- bir kediye verilebilecek en güzel isim16
- kale3112 entry ni beğendi favladı14
- yenidoğan çetesi16
- 20 kasım 2024 nasuh mahruki'nin tutuklanması23
- derdini kimseye anlatamamak13
- yazarların ihtiyacı olan şeyler22
- sözlükteki ruh hastaları13
- seküler yaşamın faşist bakış açısı14
- esnaf enflasyon bahanesiyle vurgun yapıyor23
cannes da iki filmi birden gosterilen ilk yonetmendir, turkiye'deki basarili birkac yonetmenden birtanesidir.
(bkz: nuri bilge ceylan)
(bkz: nuri bilge ceylan)
turkiyenin en buyuk yonetmeni.
zeki demirkubuz filmleri "benim yönetmenim zeki demirkubuz"* diye bağırır. filmlerinde birçok tekrar kullanır. mesela kapı ve pencerelerle sorunu vardır. her filminde mutlaka devamlı açılan kapı ya da pencere öğesini kullanır. her filminde mutlaka televizyondan gelen eski türk filmi replikleri duyulur. müzik kullanmaz, kullanırsa doğal müzik kullanır.* çoğu filminde figürasyonda görünür. isa musa meryem gibi dini isimleri sıkça kullansa da kendisi tanrıya inanmaz. fazla kamera hareketi kullanmaz. ve en önemli özelliklerinde biri de doğal ışıkla çalışmasıdır. bazen hiçbir şey görünmesede yapay ışığı çoğu zaman kullanmaz. ayrıca
"insanın bu dünyada yaşarken fiziksel varlığını en asgari düzeyde hissettirmesi ve en asgari zararla bu dünyadan gitmesi gerek diye düşünüyorum. Böyle olunca da hiçbir standardı yani sinemaya ya da yaşam biçimlerine konulan hiç bir standardı olduğu gibi kabul etmiyorum."
sözleriyle gözümde değeri bir kat daha artmıştır.
ısrarla (bkz: masumiyet) ve (bkz: yazgı)
"insanın bu dünyada yaşarken fiziksel varlığını en asgari düzeyde hissettirmesi ve en asgari zararla bu dünyadan gitmesi gerek diye düşünüyorum. Böyle olunca da hiçbir standardı yani sinemaya ya da yaşam biçimlerine konulan hiç bir standardı olduğu gibi kabul etmiyorum."
sözleriyle gözümde değeri bir kat daha artmıştır.
ısrarla (bkz: masumiyet) ve (bkz: yazgı)
sinemaya zeki öktenin asistanı olarak başlamış, daha önceleri işportacılık yapan, kendine has bir tarzı olan, filmlerinde edebi ögeleri ön plana cıkarmayı seven günümüzün iyi yönetmenlerinden biridir.ayrıca yazgı filmiyle 38.antalya film festivalinde en iyi yönetmen ödülünü almıştır.ayrıca filmleri avrupa festivallerinde de gösterilmiştir ve begenilmiştir..
C Blok (1994)
Masumiyet (1997)
Üçüncü Sayfa (1999)
itiraf (2001)
Yazgı (2001)
Bekleme Odası (2003)
C Blok (1994)
Masumiyet (1997)
Üçüncü Sayfa (1999)
itiraf (2001)
Yazgı (2001)
Bekleme Odası (2003)
itiraf filmini geçen hafta izlemiş biri olarak tabi ki başım göğe ermedi.ancak filmde koptuğum anlar oldu.herşeye rağmen izlense bi şey kaybedilmez türünden bir film olmakla birlikte Başak Köklükaya fan'lığım hat safhalara ermiştir.
(bkz: kader)
sessizlikleriyle insanı buhrandan buhrana sürükleyen çok iyi filmlerin yönetmeni!ayrıca albert camus'un yabancı'sını yeniden yorumlayıp yazgı filminde kullanmıştır,başarılıdır!bir de sevdiği oyuncular vardır bu yönetmen abimizin; (bkz: başak köklükaya)
(bkz: fikret kuşkan)
(bkz: fikret kuşkan)
43. antalya altın portakal film festivalinde "kader" adlı filmiyle en iyi film ödülünü alan usta yönetmen.
radikal 2 de beşiktaşla ilgili müthiş bir yazı kaleme almış yönetmen;
Che ya da Feyyaz
Yıllar önceydi. Bir akşam uzun zamandır görmediğim annemleri ziyarete gittim. Gece, o zaman 12 yaşlarında filan olan kardeşimin odasını paylaştık. Yerimi yadırgadığım için sabah ezanında uyanmışım. Evdekileri uyandırmamak için kalkamadım tabii ve yatağımda, sessizlik içinde beklemeye başladım. Sıkıntıdan yıllar önce benim, artık kardeşimin olan odamızı incelemeye, burada geçmiş yıllarımı, gençliğimi, anılarımı düşünmeye başladım. Benden sonra pek bir şey değişmemişti. Köşede eski bir büfe, üstünde yattığımız karşılıklı iki çekyat, yerde çocukluğumdan beri kullandığımız Isparta halısı ve boyaları dökülmüş duvarda bir benim, bir de Che'nin gençlik fotoğrafları... Tek değişiklik, ikisinin ortasına özenle asılmış büyükçe bir posterden yarısı ayakta, yarısı oturarak bana bakan, üstlerinde siyah beyaz çubuklu formalarıyla Beşiktaşlı futbolculardı... Ben de Beşiktaşlı sayılırdım ama o zamanlar futbolla da, futbolcularla da pek aram yoktu. içlerinden bir tek arada bir üniversitede gördüğüm Metin Tekin'i tanırdım. Tam posteri incelemeye başlamış, futbolculara, formalarına falan dalmıştım ki bir anda içim ürpererek tam karşımda yatan kardeşimi fark ettim. Bana doğru yan yatmış ve gözleri açıktı. Ne bir kıpırtı ne de bir hayat belirtisi olmadan öylece bana, aslında beni de aşıp ötelere bakıyordu. Nasıl korktuğumu anlatamam. Uzun süre hareket edemeden, bir tek kelime söylemeden, aklıma gelen bin bir kötü düşünceyle bekledim. Ve sonunda kendimi toparlayıp usulca "Cemil" diyebildim. Cemil bir ölünün canlanışı gibi yavaşça kıpırdadı ve daldığı yerden sıyrılıp sessizlikle fısıldadı. "Efendim abi". Rahatladım. "Napıyorsun sen, uyumuyor musun...?" "Yok abi." Cemil biraz bekledi ve seslendi. "Abi, Feyyaz napıyodur şimdi?"
Che kıskanırdı
Cemil'in ne kadar kendine dönük, ne kadar saf bir çocuk olduğunu biliyordum, ama duyduğuma yine de inanamadım. Uzun süre cevap vermeden öylece yüzüne baktım. Sonra başımı kaldırıp duvardaki postere... Önce bu Feyyaz'ın, bu siyah beyaz çubuklu formalının hangisi olduğunu bulmaya, sonra da bir futbolcu parçasının beni, belki Che'yi bile kıskandıracak biçimde bir çocuğun kalbine, düşlerine, hayallerine böylesine nasıl girebildiğini anlamaya çalıştım. Ama bunu anlamak zordu. Hele benim gibi kendini beğenmiş bir solcunun anlaması daha da zordu. Çünkü bunu anlamak için sabahları erkenden ve kalbin ağrıyarak uyanmak gerekiyordu. Sıkıntı içinde, sinirle maç saatini beklemek, çubuklu olmasa bile siyah ya da beyaz bir forma giyip kar demeden, çamur demeden yollara düşmek gerekiyordu. Bunu anlamak için Dolmabahçe'ye yakınlaşıp tezahüratları duyduğunda panik olmak, geç kaldım endişesi ile adımları sıklaştırmak gerekiyordu. Bunu anlamak için yağmurda bilet kuyruğunda beklemek, en acısı yemeden içmeden bütün hafta biriktirdiğin harçlıklarınla açıktan da olsa bir bilet alıp inönü'de mümkünse Kadıköy'de ya da başka bir yer, mesela izmir'de, bir FB maçında Beşiktaşlı bir taraftar olmak gerekiyordu....
Neyse. Cemil şimdi 30'unun üstünde. işsiz. Onun bu Feyyaz sevgisi yetmezmiş gibi üstüne bir de Sergen Yalçın, Tümer Metin, ilhan Mansız ve Pascal Nouma sevgisi de eklenince kaldıramadı çocuk. Kendi de çok çekti, bize de çok çektirdi. Beşiktaş'ta oynayabilmek için çok ter döktü, çok çalıştı, stad kapılarında ömrünü yedi. Ama bu a...na koyduğumun hayatı Fener'e bir gol atma fırsatı vermedi çocuğa. Olsun, hiç önemli değil. iyi, dürüst ve namuslu bir adam oldu Cemil. Hiç yoldan çıkmadı. Bendeniz abisi, arkadaşları ve ailesi onu çok seviyor. Ama bu aralar sabahları pek erken kalmıyormuş. Duyduğuma göre 4 Mayıs sabahını bekliyormuş...
Madem bu hikayeyi anlattım şunu da eklemeden geçemeyeceğim. Biz, Cemil büyüdükten sonra birbirimize ilk kez inönü'de, kapalıda, bir FB maçında Carew gol attığında uzun uzun sarıldık. Ve ikimiz de neredeyse ağlayacaktık.
Büyük Beşiktaşımızın sevgili futbolcularına...
Che ya da Feyyaz
Yıllar önceydi. Bir akşam uzun zamandır görmediğim annemleri ziyarete gittim. Gece, o zaman 12 yaşlarında filan olan kardeşimin odasını paylaştık. Yerimi yadırgadığım için sabah ezanında uyanmışım. Evdekileri uyandırmamak için kalkamadım tabii ve yatağımda, sessizlik içinde beklemeye başladım. Sıkıntıdan yıllar önce benim, artık kardeşimin olan odamızı incelemeye, burada geçmiş yıllarımı, gençliğimi, anılarımı düşünmeye başladım. Benden sonra pek bir şey değişmemişti. Köşede eski bir büfe, üstünde yattığımız karşılıklı iki çekyat, yerde çocukluğumdan beri kullandığımız Isparta halısı ve boyaları dökülmüş duvarda bir benim, bir de Che'nin gençlik fotoğrafları... Tek değişiklik, ikisinin ortasına özenle asılmış büyükçe bir posterden yarısı ayakta, yarısı oturarak bana bakan, üstlerinde siyah beyaz çubuklu formalarıyla Beşiktaşlı futbolculardı... Ben de Beşiktaşlı sayılırdım ama o zamanlar futbolla da, futbolcularla da pek aram yoktu. içlerinden bir tek arada bir üniversitede gördüğüm Metin Tekin'i tanırdım. Tam posteri incelemeye başlamış, futbolculara, formalarına falan dalmıştım ki bir anda içim ürpererek tam karşımda yatan kardeşimi fark ettim. Bana doğru yan yatmış ve gözleri açıktı. Ne bir kıpırtı ne de bir hayat belirtisi olmadan öylece bana, aslında beni de aşıp ötelere bakıyordu. Nasıl korktuğumu anlatamam. Uzun süre hareket edemeden, bir tek kelime söylemeden, aklıma gelen bin bir kötü düşünceyle bekledim. Ve sonunda kendimi toparlayıp usulca "Cemil" diyebildim. Cemil bir ölünün canlanışı gibi yavaşça kıpırdadı ve daldığı yerden sıyrılıp sessizlikle fısıldadı. "Efendim abi". Rahatladım. "Napıyorsun sen, uyumuyor musun...?" "Yok abi." Cemil biraz bekledi ve seslendi. "Abi, Feyyaz napıyodur şimdi?"
Che kıskanırdı
Cemil'in ne kadar kendine dönük, ne kadar saf bir çocuk olduğunu biliyordum, ama duyduğuma yine de inanamadım. Uzun süre cevap vermeden öylece yüzüne baktım. Sonra başımı kaldırıp duvardaki postere... Önce bu Feyyaz'ın, bu siyah beyaz çubuklu formalının hangisi olduğunu bulmaya, sonra da bir futbolcu parçasının beni, belki Che'yi bile kıskandıracak biçimde bir çocuğun kalbine, düşlerine, hayallerine böylesine nasıl girebildiğini anlamaya çalıştım. Ama bunu anlamak zordu. Hele benim gibi kendini beğenmiş bir solcunun anlaması daha da zordu. Çünkü bunu anlamak için sabahları erkenden ve kalbin ağrıyarak uyanmak gerekiyordu. Sıkıntı içinde, sinirle maç saatini beklemek, çubuklu olmasa bile siyah ya da beyaz bir forma giyip kar demeden, çamur demeden yollara düşmek gerekiyordu. Bunu anlamak için Dolmabahçe'ye yakınlaşıp tezahüratları duyduğunda panik olmak, geç kaldım endişesi ile adımları sıklaştırmak gerekiyordu. Bunu anlamak için yağmurda bilet kuyruğunda beklemek, en acısı yemeden içmeden bütün hafta biriktirdiğin harçlıklarınla açıktan da olsa bir bilet alıp inönü'de mümkünse Kadıköy'de ya da başka bir yer, mesela izmir'de, bir FB maçında Beşiktaşlı bir taraftar olmak gerekiyordu....
Neyse. Cemil şimdi 30'unun üstünde. işsiz. Onun bu Feyyaz sevgisi yetmezmiş gibi üstüne bir de Sergen Yalçın, Tümer Metin, ilhan Mansız ve Pascal Nouma sevgisi de eklenince kaldıramadı çocuk. Kendi de çok çekti, bize de çok çektirdi. Beşiktaş'ta oynayabilmek için çok ter döktü, çok çalıştı, stad kapılarında ömrünü yedi. Ama bu a...na koyduğumun hayatı Fener'e bir gol atma fırsatı vermedi çocuğa. Olsun, hiç önemli değil. iyi, dürüst ve namuslu bir adam oldu Cemil. Hiç yoldan çıkmadı. Bendeniz abisi, arkadaşları ve ailesi onu çok seviyor. Ama bu aralar sabahları pek erken kalmıyormuş. Duyduğuma göre 4 Mayıs sabahını bekliyormuş...
Madem bu hikayeyi anlattım şunu da eklemeden geçemeyeceğim. Biz, Cemil büyüdükten sonra birbirimize ilk kez inönü'de, kapalıda, bir FB maçında Carew gol attığında uzun uzun sarıldık. Ve ikimiz de neredeyse ağlayacaktık.
Büyük Beşiktaşımızın sevgili futbolcularına...
türkiyenin en iyi yönetmenlerinden biri ve çok çirkin bir adam.
Kimilerine göre dehşet sıkıcı ve sanatsal filmlerin,kimilerine göre ise derin ve sanatsal filmlerin yönetmeni.
itiraf isimli filmine bir türlü ısınamadığım yönetmendir.
yazgı filmiyle iyi bir yönetmen olduğunu kanıtlamış kişidir.
insan neden sanat yapar, film çeker?
birinci ve saf yanıtı; kalıcı olma isteğidir. bu isteğin sebebinin; film çeken insanın unutulmuş, yok olmuş, hiçlenmiş hayatının, anılarının arasında saklandığını düşünür zeki demirkubuz.
ona göre bu; varlığını ispatlamaya, yaşadığını diğerlerine inandırmaya çalışan insanın dramıdır!
bilinçli ya da bilinçsiz, insanı; öldükten sonra yok olma, unutulma korkusu sarar.
hikayelerinin öneminden çok,
"ben vardım, yaşadım" olgusunu anlatma
içgüdüsüne dönüşür. böyle bakınca dilsiz ve hayvanımsı bir yaratığın, nasıl van gogh a, dostoyevski ye, tarkovski ye dönüşebildiğini, zaman denilen unutma öğtücüsüne direnebildiğini daha iyi anlar.
ancak bu "kalıcı olma hakkı" nın, sadece onu isteyenlere, bunu sorun edenlere! verildiği de bir gerçektir.
demirkubuz un film yapmasının bir başka sebebi de özgürleşme çabası ve isteğidir.
ona göre; insanın en kötü kader!lerinden birisi de; getirildiği ve orta yerine bırakıldığı dünya nın yasaları yapılırken o! na söz hakkı verilmeyişidir.
kısa hayatı boyunca önüne konulan "ya sev ya terket" seçeneğinin çilesini çeker o.
peki nedir o na düşen?
kurulmuş, kabullenilmesi gerekenin tutsağı olmayı mı kabul edecek ya da gördüğünün, anladığının, düşündüğünün ve hayal edebildiğinin peşine mi düşecek?
işte bu vicdani duruştur!
yaşamak; yapılması emredilen bir görev gibi durur önümüzde. ta ki, bir gün içimiz sızlayana "öteki" itiraz edene değin.
vicdan kıpırdayıp, "heyy, ben burdayım" deyince çile ve yalnızlık başlamıştır artık. herkesin ak dediğine kara demenin bedeli ödenir.
sanatçının popüler, kabul gören, uzlaşan değil; reddeden, bozguncu, düzen karşıtı, cezalandırıcı, muhalif yanı burdan gelir.
"biz" dururken ben demek, olanın değil, olması gerekenin peşine düşmek, gerçekler dururken hayal etmeye kalkmak, resmi olanın karşısında sivil olmak; muhalefettir.
ondan sonra gelsin tuhaf, sıkıcı şüpheli öyküler, zihni saran garip düşünceler, sıkışmış kalbin fırçaya, kaleme vizöre uzanma isteği...
minicik ve çaresiz bedenimizin yıkmaya gücünün yetmediği "kurulu gerçek" hayallerde yıkılmaya başlanır.
zeki demirkubuz; film çekmenin, sanat yapmanın bütün anlamının; bu bir tür kişilik bölünmesi gibi görünen sayıklamaların, "davranış bozukluğu" ve "irrasyonel eylem" olduğunu düşünür.
ya da alp zeki heper in dediği gibi;
" sinema aşktır, düştür, gerçeği bozup, yeniden kurmaktır"
birinci ve saf yanıtı; kalıcı olma isteğidir. bu isteğin sebebinin; film çeken insanın unutulmuş, yok olmuş, hiçlenmiş hayatının, anılarının arasında saklandığını düşünür zeki demirkubuz.
ona göre bu; varlığını ispatlamaya, yaşadığını diğerlerine inandırmaya çalışan insanın dramıdır!
bilinçli ya da bilinçsiz, insanı; öldükten sonra yok olma, unutulma korkusu sarar.
hikayelerinin öneminden çok,
"ben vardım, yaşadım" olgusunu anlatma
içgüdüsüne dönüşür. böyle bakınca dilsiz ve hayvanımsı bir yaratığın, nasıl van gogh a, dostoyevski ye, tarkovski ye dönüşebildiğini, zaman denilen unutma öğtücüsüne direnebildiğini daha iyi anlar.
ancak bu "kalıcı olma hakkı" nın, sadece onu isteyenlere, bunu sorun edenlere! verildiği de bir gerçektir.
demirkubuz un film yapmasının bir başka sebebi de özgürleşme çabası ve isteğidir.
ona göre; insanın en kötü kader!lerinden birisi de; getirildiği ve orta yerine bırakıldığı dünya nın yasaları yapılırken o! na söz hakkı verilmeyişidir.
kısa hayatı boyunca önüne konulan "ya sev ya terket" seçeneğinin çilesini çeker o.
peki nedir o na düşen?
kurulmuş, kabullenilmesi gerekenin tutsağı olmayı mı kabul edecek ya da gördüğünün, anladığının, düşündüğünün ve hayal edebildiğinin peşine mi düşecek?
işte bu vicdani duruştur!
yaşamak; yapılması emredilen bir görev gibi durur önümüzde. ta ki, bir gün içimiz sızlayana "öteki" itiraz edene değin.
vicdan kıpırdayıp, "heyy, ben burdayım" deyince çile ve yalnızlık başlamıştır artık. herkesin ak dediğine kara demenin bedeli ödenir.
sanatçının popüler, kabul gören, uzlaşan değil; reddeden, bozguncu, düzen karşıtı, cezalandırıcı, muhalif yanı burdan gelir.
"biz" dururken ben demek, olanın değil, olması gerekenin peşine düşmek, gerçekler dururken hayal etmeye kalkmak, resmi olanın karşısında sivil olmak; muhalefettir.
ondan sonra gelsin tuhaf, sıkıcı şüpheli öyküler, zihni saran garip düşünceler, sıkışmış kalbin fırçaya, kaleme vizöre uzanma isteği...
minicik ve çaresiz bedenimizin yıkmaya gücünün yetmediği "kurulu gerçek" hayallerde yıkılmaya başlanır.
zeki demirkubuz; film çekmenin, sanat yapmanın bütün anlamının; bu bir tür kişilik bölünmesi gibi görünen sayıklamaların, "davranış bozukluğu" ve "irrasyonel eylem" olduğunu düşünür.
ya da alp zeki heper in dediği gibi;
" sinema aşktır, düştür, gerçeği bozup, yeniden kurmaktır"
kader filmi, 43. antalya altın portkal film festivalinde en iyi film ödülünü almıs yönetmen. nuri bilge ceylan ile birlikte en basarılı buldugum yönetmendir.
"ne pis bir mahluk şeymiş şu insanoğlu" * * *
demirkubuz sinemasın c-blok da dahil bu düşünce merkezli olduğu kanısındayım. onun sinemasında sanki musa nın on günahından hareketle kieslowski nin dekaloglarının yeniden bir çekimini görmek gayet mümkündür. "günah" burada vurguyu en çok hakkeden kavramdır. günah kaçınılmazdır eninde sonunda bulur, yakalar, yavaş yavaş kemirir ve sonun arkasını dayadığı vicdan azabıyla ölüme doğru götürür seni. ya masumiyet teki bakir ve üçüncü sayfadaki isa karakterleri gibi intihar edersin ya da "itiraf"taki harun gibi taşıyamaz ve itiraf edersin.
madem konumuz günah o zaman filmlerindeki karakterlerinden bir inceleme yapalım:
yusuf (masumiyet), isa (üçüncü sayfa), harun (itiraf), musa (yazgı), ahmet(bekleme odası)
bu isimlere baktığımızda hepsinin birer peygamber ismi olduğu ortadır (ahmet muhammet in diğer ismidir aynı zamnda). peygamberlerin en önemli ortak özellikleri günaha en uzak kişiler olmasıdır. aksine peygamberlikleri konusunda şüphe duyulabilir. bu isimlere baktığımızda ise günahın kaçınılmaz karakterleri olarak karşımıza çıkmaktadırlar. günah yüzlerine birer şamar gibi iniyor ve bunun bedelini çok ağır ödüyorlar. çünkü insan ilişkileri öyle bir raddeye gelmiş ki, adeta günah bir köprü vaziyeti görmektedir. her türlü ilişki bu köprü üzerinden mutlak suretle geçecektir. peygamber de olsan kar etmez. çünkü insanoğlu pis bir mahluktur.
öte yandan demirkubuz sinemasının, günah kavramından azade vicdan azabı sorunsalı bağlamında, insanın varoluşsal bunalımı dostoyevskiyen açıdan tüm pencereleri açıktır.
aynı zaman da muhsin kanadıkırık ın entry sinde değindiği üzere "kapı metaforu"nun bürokrasi ve devlet yapısı zemininde her daim aralanmasından rahatsız olan kimseler mevcuttur; olmaya devam edecektir.
demirkubuz sinemasın c-blok da dahil bu düşünce merkezli olduğu kanısındayım. onun sinemasında sanki musa nın on günahından hareketle kieslowski nin dekaloglarının yeniden bir çekimini görmek gayet mümkündür. "günah" burada vurguyu en çok hakkeden kavramdır. günah kaçınılmazdır eninde sonunda bulur, yakalar, yavaş yavaş kemirir ve sonun arkasını dayadığı vicdan azabıyla ölüme doğru götürür seni. ya masumiyet teki bakir ve üçüncü sayfadaki isa karakterleri gibi intihar edersin ya da "itiraf"taki harun gibi taşıyamaz ve itiraf edersin.
madem konumuz günah o zaman filmlerindeki karakterlerinden bir inceleme yapalım:
yusuf (masumiyet), isa (üçüncü sayfa), harun (itiraf), musa (yazgı), ahmet(bekleme odası)
bu isimlere baktığımızda hepsinin birer peygamber ismi olduğu ortadır (ahmet muhammet in diğer ismidir aynı zamnda). peygamberlerin en önemli ortak özellikleri günaha en uzak kişiler olmasıdır. aksine peygamberlikleri konusunda şüphe duyulabilir. bu isimlere baktığımızda ise günahın kaçınılmaz karakterleri olarak karşımıza çıkmaktadırlar. günah yüzlerine birer şamar gibi iniyor ve bunun bedelini çok ağır ödüyorlar. çünkü insan ilişkileri öyle bir raddeye gelmiş ki, adeta günah bir köprü vaziyeti görmektedir. her türlü ilişki bu köprü üzerinden mutlak suretle geçecektir. peygamber de olsan kar etmez. çünkü insanoğlu pis bir mahluktur.
öte yandan demirkubuz sinemasının, günah kavramından azade vicdan azabı sorunsalı bağlamında, insanın varoluşsal bunalımı dostoyevskiyen açıdan tüm pencereleri açıktır.
aynı zaman da muhsin kanadıkırık ın entry sinde değindiği üzere "kapı metaforu"nun bürokrasi ve devlet yapısı zemininde her daim aralanmasından rahatsız olan kimseler mevcuttur; olmaya devam edecektir.
aslında sinemayı sevmiyorum ben ne yapayım seinemayı diyen adam. hayatının 12 eylül le birlikte cezaevinde değiştiğini söyler durur. dostoyevski hayranıdır. cezaevinde tanışmış. alt kültür arabesk kültür varoş denilen yeri çok iyi biliyor diliyle felsefesiyle oraya oldukça hakim. zaten bu yüzden filmlerinde hiç iyi adamlar, kahramanlar yoktur. hep antikahramanlaı anlatır.hiçbi filminde özenecek tek bir karakter bulamazsınız. bekleme odasında dahi kendini süper kahraman olarak değil bitik, çelişkili bir yönetmen olarak yansıtır. aslında hayatının da bunda bir etkisi olduğu söylenebilir belki. çünkü kendisi de bir kaybedendir. lise yıllarında okuldan atılmıştır. daha sonra işportacılık vb. işlerle uğraşmış. sonra üniversite ve ardından zeki ökten li günler. ferdi tayfur'un kliplerini de çekmiş. son olarak kendi filmlerine başlıyor. iki filmden sonra yapabildiğimi anladım diyor. her haliyle ilginç izlenilesi bir isan.
iyi yönetmen,iyi senaryo yazarı.
atıfta bulunduğu şeyler,alegoriler,konular. hepsi birer zeka unsuru, hepsi izlenesi, görülesi.
merak ettiğim korku filmi yapsa nasıl olurdu,keşke bir deneme yapsa.
nitekim türk sinemasında korku filmlerinin bu denli içler acısı olmasının sebebi özgünlüğün yoksunluğu. herşey adeta birbirinin kopyası.
bununla beraber o özgünlüğüyle tavan yapmış bir yönetmen,insan merak ediyor.
çağan ırmak denedi.
atıfta bulunduğu şeyler,alegoriler,konular. hepsi birer zeka unsuru, hepsi izlenesi, görülesi.
merak ettiğim korku filmi yapsa nasıl olurdu,keşke bir deneme yapsa.
nitekim türk sinemasında korku filmlerinin bu denli içler acısı olmasının sebebi özgünlüğün yoksunluğu. herşey adeta birbirinin kopyası.
bununla beraber o özgünlüğüyle tavan yapmış bir yönetmen,insan merak ediyor.
çağan ırmak denedi.
birkaç tane kısa metrajlı filmi ve birkaç tane de tv dizisi tecrübesi vardır. oyunculukta da iddialıdır. barda filminde mahkumu oynamıştır. 2004 yapımı simbiyotik adlı filmde de o nefis kadroya dahil olmayı başarmıştır.
zorunlu edit: eksi oylanmış bolca.. üzülmedim bile şimndi okuyunca ben bile kendimi zeki demirkubuz düşmanı sandım. bu ne anlatımsızlık.. düzeltilecektir..
zorunlu edit: eksi oylanmış bolca.. üzülmedim bile şimndi okuyunca ben bile kendimi zeki demirkubuz düşmanı sandım. bu ne anlatımsızlık.. düzeltilecektir..
kaliteli yönetmen, kıvrak zekalı ve alçak gönüllü insan. şimdiye kadar çevirdiği filmler ap ayrı konular ve yöntemler kullanılarak çekilmiştir. yükselen türk sinemasının kalıcı değerlerinden olan, başarılı yönetmen.
adı gibi kendide zeki olan insandır.
çok güçlü bir sinema dili oluşturmuş ve daha yolun başında iken auter sıfatı almış sinema yönetmenidir. zeki demirkubuz filmlerinde ne anlatır, ne söylemek ister? gibi soruların cevaplarını o kadar netleştirmiştirki kafasında ve o kadar vurucu anlatır ki bu cevapları sinema salonlarındaki izlekleri birdenbire vurur, beyazperdenin içine alır, ordan kendi içdünyasına götürür izlekleri. acı çekersin demirkubuz filmlerini izlerken , aynı zamanda sıkılırsın belki ama bu hoşuna gider. ne olduğunu, nasıl bir yaratık olduğunu hatırlatır bu durum belkide insana.
kader filminin sonundaki replik, kafamıza boşaltır dolu bir şarjörü dan dan dan dan ....
--spoiler--
bu amına koduğumun dünyasında herkes bir şeye inanır. ben de sana inanıyorum.
--spoiler--
çok güçlü bir sinema dili oluşturmuş ve daha yolun başında iken auter sıfatı almış sinema yönetmenidir. zeki demirkubuz filmlerinde ne anlatır, ne söylemek ister? gibi soruların cevaplarını o kadar netleştirmiştirki kafasında ve o kadar vurucu anlatır ki bu cevapları sinema salonlarındaki izlekleri birdenbire vurur, beyazperdenin içine alır, ordan kendi içdünyasına götürür izlekleri. acı çekersin demirkubuz filmlerini izlerken , aynı zamanda sıkılırsın belki ama bu hoşuna gider. ne olduğunu, nasıl bir yaratık olduğunu hatırlatır bu durum belkide insana.
kader filminin sonundaki replik, kafamıza boşaltır dolu bir şarjörü dan dan dan dan ....
--spoiler--
bu amına koduğumun dünyasında herkes bir şeye inanır. ben de sana inanıyorum.
--spoiler--
güncel Önemli Başlıklar