bugün

yeni başlayanlar için caz

fusion (197* - 199*) *
ornette colemanın yarattığı değişikliklerden bir süre sonra caz müziği için artık sakinleşebilir veya tekrar eski yola girebilir demek imkansızdı. ornette sayısız müzisyende yaratıcı düşünceler uyandırmıştı. ilginç bir biçimde avrupadaki etkilenen müzisyen sayısı amerikadakinden daha fazla idi. avrupa her zaman daha entelektüel olana doğru bir eğilimi vardı. bütün dünyada geniş yankı uyandıran bir free cazz akımına rağmen caz müziğinin en fazla çalındığı yer olan amerikada diğer müzik akımlarında da patlamalar oluyordu. amerikan geleneğinde bir tür rythm&blues türevi olan rock&roll mirasını rock müziğine ve onun doğuşuna bırakmıştı. rock müziği önemli yıldız müzisyenlere sahipti ve gittikçe zihinsel yanları gelişen caz müzisyenleri çevrelerindekileri daha derin ve espirili biçimde gözlüyorlardı. bu gelişmiş ve esprili görüş açılarından birine caz müziğinin en büyük kazanma hırsı ve yaratıcılıkla dolu ismi sahipti; miles davis.
67-68 arası, davis yaptığı müzikten sıkılmaya başalmıştı. 10 yılı aşkın bir süredir, cool ve modal caz anlayışını birleştiriyor ve bunları geliştiriyordu. bunlar çok ötesine geçmeyi başardığı bir çok zaman vardı ama davis ne kadar iyiye giderse gitsin yine de caz işte diyerek, yeni bir caz aradığını anlatıyordu. bir süredir, gitarist jimi hendricks, şarkıcı james brown ve sly stoneu dinliyordu. 69da elektrikli piyanoda joe zawinul, herbie hancock, chick corea, elektro gitarda, john mclaughlin ve davulda tony williams ile in a silent way albümü ile ilk caz-rock birleşimini sundu. yalnızca 6 ay sonra caz rock stilinin unutulmaz albümü olan bitches brew geldi ve sayısız yankıları ile önemli bir öneri oldu. bu konuda rockın caza dahil olmasının bir çözüm olabileceğini iddia ediyordu davis ama tek çözüm bu değildi...

caz müziğinin en esnek yanı belkide her etkiyi yorumlayabilmesi idi ve 70lere girerken dünya müziğinde bir çok etki havada uçuşuyordu. bunların ilki ve belkide ilk söz edilmesi gerekeni, müzikteki elektriklenme idi. müzik aletlerinde ciddi bir değişim vardı. yeni geliştirilen elektronik klavye ve rock müziği ile gittikçe gelişen elektro gitar ve elektrikli bas gitar, cazı da yoğun biçimde etkiliyordu. birçok enstrümantalist, tonlarını bu yönde değiştiryordu. daha tam olarak gelişmemiş bu seslerle oldukça deneysel bir genel ses yaklaşımı yakalanıyordu.

basçı dave holland gitarist john mclaughlinle birlikte çalışırken miles davisten bir teklif almıştı. değerlendirmek için gittiği baltimoreda, davulcu tony williamsla karşılaştı ve mclaughline telefon açıp, çok iyi bir davulcu bulduğunu ve onunla çalmak isteyip istemediğini sordu ve ardından, caz-rock geleneğinin ilk avantgarde albümü olan ve tek kelimeyle çılgınlığın sembolü olan orguçu larry young ve bascı jack bruce u da alarak tony williams life time kuruldu.

yalnız tek etki rock veya elektriklenme değildi. birçok eski etki de, freeden beri gelen yeniye tepki şeklindeki eskinin yine baştacı edilmesine yol açtı. birçok yeni yapılmış bebop ve swing kaydı piyasada hızlı ve beklenmedik bir ilgi gördü.
miles davis, bu dönemde önemli bir tavır içindeydi. müziğinin iyi ve yeni olması için iyi ve genç müzisyenleri yani yeni müzisyenleri arayıp bulup, onları grubuna katıyordu. bunun ilk ve en iyi örneği in a silent waydeki tam oturmamış sinyali saymazsak bitches brew idi. miles, daha sonraki bir çok albümde de yapacağı gibi kimi zaman 20 kişiye varan bir ekibi stüdyoya sokuyordu. parça belli idi. artık, kimin parçada söz sahibi olup olmak istemediği kendine kalmıştı. çalmayacaklar bile olsa miles hepsinin orada olmasını isterdi. !!belkide içlerinden geçen en ufak cümle bile müziği değiştirebilirdi.!!

milesın yeni müzisyenlerle çalışması o müzisyenler içinde oldukça önemliydi. çünkü miles capitol orchestra zamanından beri kiminle çalıştıysa, o müzisyenler milestan ayrıldıktan sonra da ünlerine ün katmaya devam ediyorlardı.
caz-rockın en büyüklerinden biri olan chick coreada, milesın grubuna 68de girdi ve 70de ayrıldı.bu dönemden sonraki ilk 2 çalışmaları yılda çeşitli caz stilleri ile ilgilendikten sonra 72de , 80de dağılıncaya kadar caz-rockın en ünlü gruplarından biri olacak olan return to foreverı kurdu. ilk rtf grubunda, basçı stanley clarke, saksafoncu joe farrel, davulcu airto moreira ve şarkıcı flora purim vardı ve bu beşlinin müziği, inanılmaz derecede hafif bir caz ve brezilya müziği karışımı idi. ilerde artan bir rock etkisi ile değişik zamanlarda gitarist al dimeola ve bill connors, davulcu lenny white ve steve gadd ve şarkıcı gayle moran ın da katılımı ile bir çok büyük başarıya imza attı...

caz-rockın en büyük ve sarsıcı figürlerinden biri de, tony williams lifetime ile ilk adımların atılmasında büyük rölü olan john mclaughlinin mahavishnu orchestra sı idi. grubun müziği, yoğun bir biçimde, caz, rock, blues, ve hindistan altyapılarını içeriyordu ve bunlar arasında bu güne kadar görülenden çok daha başarılı bir birleşme bir fusion sağlamıştı. karmaşık zamanlamalar, yapılar, yoğun elektriklenme, gelişmiş ve yeni bir grup içi iletişim ve çalım sezgisi ve müzikal bir eleman olarak değiştirilmiş sesler ve kayıtlarla mahavishnu orchestra, 70lerin politik tavrından etkilenip, grup içi kavgalarla 73de dağıldı. 74 daha gelimiş bir mahavishnu orchestra toplayan mclaughlin, 75te bu gruptan sonra caz-rock ta ana bir figür olma durumunu daha geniş bir alan olan fusionla değiştirdi.
en az mahavishnu kadar başarılı ve etkili olan wheater report, yine miles davis ile birlikte çalışan saksafoncu wayne shorter ve klavyesi joe zawinul tarafından kurulmuştu. 70lerin başından 80lerin ortasına kadar süren birlikteliklerinde caz geleneğine olan derin saygının hep hissedildiği, elektrik sesler üzerinden kurulan teknik altyapıların öne çıktığı bir halden 80lerin kompozisyona bağımlı ve daha karmaşık yapılı düzeneğine doğru değişen unutulmaz bir hayat çizgisi sunarlar. 76da gruba katılan efsanevi basçı jaco pastorius ile caz-rock için her adı anıldığında bir hatırlama melodisine dönüşen birdland in bulunduğu heavy weather albümünü kaydetmişlerdi.
miles davisin belkide en büyük keşiflerinden, öğrencilerinden ve arkadaşlarından biri olan herbie hancock, bitches brew kayıtlarından hemen önce ayrıldığı miles daivsten sonra kurduğu ilk grubu finansal zorluklar nedeniyle dağıldı. 74te kurduğu, saksafonda benny maupin, elektrik basta paul jackson, davulda da harvey mason ın bulunduğu grubu ile ilk büyük albümü olan headhunters ı yayınlamıştı. hancock bu albümde funk kavramını cazda etkin biçimde kullanan ilk kişi olsa da bu tarihten sonraki albümlerini hepsi pop kavramlarını kullanmıştı.
bir diğer yanda da, dünya müziklerinin önlenemez yükselişi ve cazla kaynaşması istemsizce, yeni cazın önerdiği sertliği ve karmaşıklığı reddediyor ve bu yerel müziklerle 20yy klasik müziği arasında daha melodik ve daha davetkâr bir müzik oluşturuyordu. bu müzik, ilginç bir biçimde new age tarzından etkileniyor ama hala daha caz gibi çalınıyordu. böylece, hem cazın düşünsel yoğunluğu genişletilip hafiflemiş bir müzik elde edilmiş oluyordu, hem de, cazda başka müzik etkisi uyandırılmış oluyordu. yani caz, artık tanınan, bilinen, duyulduğunda tanınan bir form değil, bir düşünce haline geliyordu. elbettki bazı müzkal altyapılarından vazgeçilmiyordu ama yansıtımı yada uyandırdığı düşünceler değişiyordu.

ornette colemandan yoğun biçimde etkilenen avrupada entelektüel yanı kuvvetli olan eşliksizce solistlerin lirizmine dayanan romantik bir oda müziği stili gelişti. avrupa, 70lerin başından başlayarak, kendi içinde zaten varolan çağdaş müziğin ustaları olan, stockhausen, berg, boulez gibi isimlerin tekniklerini bilgisini caza taşıdı.
dünya çapındaki etkilerin hepsini deneyen ve kendine göre bir yol üreten avrupa caz-rock etkilerinin öncülüğünü ingiliz soft machine ile tanımıştı. agresif klavyeci, mike ratledge ile soft machine amerikadaki çağdaşlarından daha belirgin bir caz-rock çalıyordu. yine gitarist philipe catrine ve davulcu bill bruford ile ingiliz progressive rock grubu caz-rock müziğinde o dönemde öne çıkıyordu. yes grubunun üyesi olan bill bruford, yine ingiliz gitarist allan holdsworth ve amerikalı basçı jeff berlin ile oldukça önemli albümler kaydetti.

avrupa bu dönemde kendini buldu. avrupa caza karşı olan tavrını netleştirdi. caz, her zaman için yapay bir amerikan etkisi olmaktan, okyanusun diğer tarafından gelen eğlenceli ve düşüncesiz bir müzik olmaktan uzaklaşmış, avrupalıların kafasındaki derinlik anlayışını yakalamış, zihinsel yanı üstün bir müzik için gerekli üretim içgüdüsü olma seviyesine ulaşmış bir müzik olmuştu!
doğu avrupa, caz için her zaman önemli olmuştu. teknik ve duygulu avrupa müziğinin caz ile buluştuğu önemli bir ülke de polonyaydı. polonyalı kemancı michael urbaniak ve zbigniew seifert, ve sesini diğer enstrümanlara benzeterek şarkı söyleyen ursula dudziak doğu avrupadaki önemli yıldızlardı. çok genç yaşta ölen ve ünlü yönetmen roman polanskinin ilk başyapıtlarının film müzikleri ile ünlenen polonyalı besteci krizistof komeda ve o yıllarda dikkati çeken trompetçi tomasz stanko polonyanın parlak müzisyenlerindendi.
norveçli gitarist terje rydal, john mclaughlinin yaklaşımını free caz ve modern klasik müzik ile birleştirerek çalışıyordu. daha çocukluğunda ünlü gitarist django reinhardt ı taklit yeteneğiyle tanınan fransız gitarist bireli lagrene, efsanevi basçı jaco pastorius ile turneler yapıp, albümler kaydetmişti. focus grubunun üyeleri isveçli klavyeci, jacob magnusson ve hollandalı gitarist jan akkerman, yine bu dönemin avrupadaki aktif isimleri idiler.

amerikada cazrock kendi başına bir etki olarak diğer müzikleri tekrardan etkilemiş ve kendi içinde öncelikle hernbie hancockın headhunters albümündeki funk ağırlıklı çalışının popüler etkisi nedeni ile daha yaşarken temelde üç önemli pop temalı hatta kimi zaman da ağırlıklı nesiller doğurmuştu. ilk nesilde gitarist lee ritenour, larry carlton, earl klugh, yellow jackets ın ilk zamanları, seawind, ve shadowfax vardı, 2. ve 3. de ise, klavyeci joe sample ve grubu crusaders, spyro gyra, klavyeci bob james, saksafoncu grover washington jr., gitairst george benson ve saksafoncu kenny garret vardı.
bütün bu etkiler bugün hala daha sürmektedirler. cazın ve rockın yani iki afro-amerikan müziğinin buluşması, birbirilerini etkilemesi veya diğer müzikleri etkilemesi hala daha yoğun biçimde sürmektedir. belki bunların hepsi müzik anlatısında olmuş bitmiş gibi anlatılsa da cazrock hala daha hatta ilginç bir biçimde günümüzün teknik altyapıya önem veren rock gruplarında devam ediyor.

70lerde herşeyi etkisi altına alan caz-rock, caz adına en büyük yenilik olarak 70lerin sonunda olgunluğunu kanıtlamış ve önemli bir yeni nesil doğurmuştu. bu yeni caz, yani caz-rock, ilginç bir etkiye sahipti. sanki caz ve rockın birlikte aynı düşüncede erimesi, fusionı değilde, yeni bir müzikmiş hissi yaratıyordu ve bu yüzden de, kendine özgü yeni bir nesil yaratmıştı. herşeyi yeniden düşünen, sanki eskiden caz diye bir müzik varmış diyerek ondan müzikal olarak birçok şey öğrenip, bunlardan yeni ve daha kendilerine göre bir müzik yaratan bir nesildi bu. ama garip bir biçimde caz adlı o eski efsaneyi herşeyin önüne geçirmeyi unutmuyorlardı. nasıl düşünürlerse düşünsünler çaldıkları cazdı.

caz-rockın caza göz ardı edilemez biçimde kazandırdığı elektrikli müzik enstrümanları, 70lerin sonunda oldukça gelişmiş ve onların üzerinde virtüözite sahibi müzisyenler artmıştı. bu o müzisyenlerin ve müziklerinin tanınmasını ve geçerliliğini de artırıyordu. avrupada düşünülenin çok üzerinde virtüöz ve besteci vardı. müziğe yatırılan düşünce gücü meyvelerini 70lerin ortasına yakına bir dönemde vermişti. caz-rockın hırçın ve anlatımcı etkisine rağmen, oldukça yumuşak başlı, romantik, hatta izlenimci ve dünya müziklerinin etkisindeki bir elektronik gelecekçilik içinde gelişen avrupa müziği 70lerin ortasından itibaren hala daha yaşayan çok büyük müzisyenler yetiştirmişti.
80lerin ilk önemli hali yine amerikada ve miles davis te idi. jimi hendricksin ölümünden sonra miles, yorgun ve bıkkın bir hale düşümüştü. 80lerin başına kadar rap dahil bir çok önemli güncel akımı değerlendiren ve onları caza taşıyan miles, 60ların başında yine canlanan ve 70lerdeki etkinlikleri ile caz için onemli derecede bir gerilim nedeni olan neo-bop, neo-swing yada daha sonraki adları ile ikinci chicago okulu ürünlerine karşı ciddi bir hoşnutsuzluk içinde idi. yine yeni bir şeylerin zamanının geldiğine inanıyordu. bu konudaki görüşünü oldukça ileride ölmeden kısa süre önceki bir röportajda bana ne yaptığımı soruyorlar ve ben de onlara hayatım boyunca dört kere müziğimi değiştirdim diyorum diyerek vurgulayacaktı.

miles, 80lerde tutucu caz çevrelerinin desteklerini artırıp öne çıkardıkları ve eski dönemlerle ilgili genel bir tavra sahip olan neo-klasikçilerin bulandırdığı ortama karşı 81de we want miles albümü ile caz-rocka ciddi ve yeni bir yöne vererek karşılık verdi. miles yine genç müzisyenlerle çalışıyorlardu. çalıştığı bütün müzisyenlerde geleceğin yıldızları olma yolundaydılar. bu dönemde miles, gitarist mike stern, gitarist john scofield, saksafoncu bill evans, basçı marcus miller, davulcu al foster, perküsyoncu mino cinelu, saksafoncu kenny garret, ve daha bir çok genç yıldızı keşfetmiş ve caz müziğinde kendi ayaklarının üzerine bırakmıştı.
artık dünyada da yeni bir dönem vardı en önemlisi, politik olarak bir çok şey tersine dönmüştü ve gittikçe sayıları artan beyaz müzisyenler de dahil olmak üzere müzisyenler müziği politikadan ayrı tutmaya başlamışlardı. bu eğilim, caz-rocktan etkilenip ama ortamın politik geriliminde varolmak istemeyen bir çok müzisyeni ortaya çıkarmıştı. elektrikli müzik aletlerinin varlığı bile bir politikliktir diyen eleştirmenler, sentetik ses eldesinin rock kolundaki büyük bir kısır-döngü içinde olmasından dolayı bu söylemlerden vaz geçmişler. böylece lirizmi yüksek, anlatımcılığı duyarlı, izlenimleri etkileyici, enstrümantasyonu yüksek ve seçilebilirliği üst seviyelerde müzisyenler ve müzikleri yayıldı.

dahi piyanist keith jarrett, 75 yılındaki, efsanevi köln konserinden sonra dünya çevresinde solo doğaçlama konser turnesiyle, miles davisle çaldığı caz-rocktan ne kadar serbestleştiğini göstermişti. norveçli genç saksafoncu jan garbarek ise, norveçe gelen cazgruplarına katılarak başladığı ve başlarda free caz ağırlıklı müzik hayatına oldukça rafine, yoğun biçimde norveç folkloruna dayanan ve kuzey ülkelerine has olan durgun ve minimalist* çizgi ile devam etti. başlangıçta çeşitli trio formlarını denesede sonraları kendi liderliğinde olan grubunda, basta bir ekol olan eberhard weber, perküsyon ustası marylin mazur gibi isimlere yer verdi. dünya çapında yayılan pop müzik etkisi cazada geliyordu. herbie hancockın headhunters albümünün ardından cazda kaliteli pop-caz yapıtları doğuyordu. crusaders, yellowjackets, ardından pop ve hip-hop etkilerini yoğun biçimde taşıyan müziğiyle saksafoncu kirk whalum, gitarist george benson gibi isimler cazda gittikçe kolaylaşan ve yüzeyselliği yüksek bir müzik anlayışını tercih edenlerdi.
hiç şüpesiz, 80ler bütün dünya için ciddi bir popülerleşme yaratıyordu, ama bu, caz için ne yapılıyor diye bir iç sorgulama nedeniydi daha çok. o nedenle, caz 80lerde ciddi bir iç hoşgörüyü yine kazanmıştı. hiç kuşkusuz, amerikada gittikçe büyüyen pop etkisi ve parçalanan caza karşılık, avrupa her zaman kendi kişiliğini koruma yoluna gidiyordu, böylece daha etkileyici ve saygın bir duruş kazanıyordu.
her şekilde, 70lerden gelen elektrikli ses yaklaşımının dönüşümü oldukça önemliydi ve 70lerin bu konuda çıkarabildiği en önemli sanatçı gitarist pat metheny(!)* idi. pat metheny, biraz ruhani, buğulu ve izlenimci bir ton yaratmıştı. öncelikli müzikal arayışı melodi üstüneydi. 70lerin başında 19 yaşındayken vibrafon ustası gary burtonın grubuna katılan metheny, seksenlerin başında o tarihten sonra günümüze kadar birlikte çalışacağı grubu topladı. ilk albümlerinde kendine ve grubuna ilerisi için gerekli olan gelişmişliği yakalıyabilmek için özellikle oldukça ileri görüşlü kayıtlarla ün yapan avrupalı ecm şirketini seçen metheny, sonrasında amerikaya döndü ve 80lerin parçalı ortamında grubun 90lara gelinceye kadar ki her turne ve programında her parçası ile çalınması konusunda yoğun ilgiler yaratan oldukça önemli albümler kaydetti. yaptığı çalışmalar metheny nin kendi deyimiyle gittikçe yoğunlaşıyordu. 80lerin sonuna yaklaştığımızda, metheny, caz tarihine geçmiş bir çok albümün, the falcon and the snowman ve as falls wichita so falls wichita falls filmlerinin müziklerinin ve 4 grammy ödülünün sahibiyidi.

artik, her şey parçalı olma eğilimi içinde idi. melodiler, düzenlemeler, eşlikler, beste parçaları müzisyenlerin elinde birer oyuncak gibi yeni bir dizilişe kavuşuyorlardı ve bu, eklemlenme, fragmanlaşma post modern cazdı. post modern caz bir stil değildi. o 80lerde başlayan, herşeyin birbirinin içinde parça parça kullanılmasının yarattığı izlenime verilen eleştriel bir isimdi. postmodern caz, dünya müziğiyle birleşmiş bir fusiondan, funkla temalı free caza, elektronik gürültülerle süslenmiş çağdaş orkestrasyonlarla çalan avant-garde müzisyenler kadar dev bir yelpazeyi kapsıyordu.

yine de, 60ların başından bu yana, cazda hiç olmadığı kadar tutucu bir çevre de gelişmişti. bu çevrenin çaldığı müzik neo klasik caz olarak anılmaktaydı. ilginç olan ise, cazın eskiden getirdiği klişelerden, sürekli ustalıkmışçasına yinelen cümlelerden kaçamaya çalışırken bazı benzeri durumlara düşen free caza karşın, yinelemekten büyük zevk aldığı klişelerden yeni şeyler çıkarmayı başaran neo-klasik cazın, başarılı olmuş olmasıydı. free cazda serbest tepkiler halinde çalınan vurmalı entrümanlar, başta davul olmak üzere, yine standart zamanlara dönmeye başlamış, geçmişi öykünmek önemsenmiş ve ona birşeyler katarak onu notalara dökmek başarılı görülmeye başlanmıştı. evet, hiç kuşkusuz neo-klasik başarılıydı, ama bu başarı, yeni birşeyin aranması pahasına elde edilmişti. bu cool cazın, cazın sıcaklığını ve swnigini bir kenara bırakmasina benzese de, bu sefer de, bazı enstrümantalist grup liderleri, alto saksofoncu john zorn(!), gitarist fred firth ve elliot sharp, klavyeci wayne horvitz ve basçı bill laswell gibi müzisyenler ciddi bir uğraşla no wave yada noise music adını verdikleri bir çok etkiden oluşmuş ve ana olarak toplu doğaçlamanın bir türü diyebileceğimiz bir araya gelmiş bir müzik ile özel arayışlarını ifade ettiler.

no wave, free cazın mirasını geliştirmeyi kendine birincil iş edinmiş tek stildi. no vawe bu eğilime bazı temel bakış açıları geliştirmişti. ilki, free cazın klişeleri kırmaya çalışırken yaptığı toplu bir uyumsuzluk görüntüsünü incelemekti. free caz, istemsizce birbirinin üzerine akan yapılar kurarken, no wave, bilerek sesleri yalıtıp kırıklıklar yaratıyordu. bir diğer yandansa, gittikçe virtüözite anlayışının değiştiği 80lerde tempoyu olduğundan daha hızlı çalıp parçayı olduğundan daha çabuk bitiriyorlardı. bu, müzik üzerindeki hakimiyeti ve en önemlisi o kısa süre boyunca çalınan melodinin veya melodilerin yapısının derinliğini öne çıkarıyordu. bu ilginç bir noktaydı, çünkü, no wave virtüöziteyi bir kenara itmiş ve sıradan çalımları öne çıkarmıştı. buna rağmen, no wave çalanların neredeyse hepsi üst düzey bir vitüöziteye sahiptiler. son olarak, no wave müzisyenleri , politik bir hırs taşımayı kenara itmişlerdi. onlar, 90lara da taşıcak olan kentsel verilerin sosyal yanları ile müzik yapıyorlardı. no wave zamanla ilk adını aldığı nitelikleri bıraktı ve ileriki tarihlerde deneysel eğlimlere dahil olarak çağdaş müzikteki büyük bir uğraş yelpazesine dahil oldu.
bütün bu eğilimlerin içinde, yumuşak başlılığı ve yerel bir sıcaklığın çekiciliği ile nerdeyse hepsine bir derece sızmayı başaran world music olmuştu. world music, dünya üzerindeki yerel müziklerin caz tadı verircesine çalımı olarak adlandırılmıştı. bu adlandırma elbetteki, çalımdaki caz havasını veya kibar bir deyişle ne kadar caz olup olmadığını belirlemiyordu. bu nedenle world music olanın da her yönüyle veya hiç bir yönüyle caz olmasına da gerek yoktu. avrupada yaşamaya başlayan ürdünlü ud sanatçısı rabih abou-khalil, yine bir diğer ud sanatçısı anour brahem, davulcu, mark nausef, çellist david darling, perküsyoncu ve davulcu trilok gurtu, kemancı shankar, world musici çeşitli şekillerde çalan önemli müzisyenlerdi. davulcu trilok gurtu, gitarist john mclaughlin ile uzun yıllar akustik bir ekipte fusion-world music denilebilecek bir müzik yapmıştı. bu dönemde world music de pop etkisine uğrayıp, özellikle new age, adult alternative gibi isimlerle dünya çapında yankı bulmuştu.

90lar

80lerin en parlak albümü olan gitarist pat methenynin 80/81, cazin hükmünün sürdügü iki büyük kitadaki çok iyi müzisyenleri biraraya getirmisti. amerikali saksafoncu michael brecker, avrupali basçi dave holland, üflemeli ustasi kenny wheeler ve davulcu jack dejohnette. bu ve daha birçok caz müzisyeni, cazin ekonomik ve sürekli olarak festivallerin arka arkaya eklenmesiyle gezici bir baskenti olmasi nedeniyle her iki kitanin da yidizlari haline gelmislerdi. 80lerin sonunda new yorkun uzunca bir süreden beri süren caz baskentligi, birçok önemli festival ve asil bu festivalleri önemli kilan büyük müzisyenlerin dünya turneleri ile degisiyordu. küresellesmenin bir diger yani da artik bir baskentin de o kadar gerekli olmadigiydi.

80lerin ortalarinda biri 70lerin yarattigi en önemli gitaristlerden digeri de miles davisin 84 yilindaki you are under arrest albümü ile büyük bir yildiz adayi oldugunu kanitlayan, pat metheny ve john scofield uzunca bir süre birlikte turneler yapmislar ve bu birlikteliklerini piyanist carla bley ile uzun süre çalisan duyarli teknigi ve özenli nota seçimleriyle öne çikan basçi steve swallow ve 90larda ve günümüzde yasayan en büyük davulculardan biri olan bill stewartla 92 yili kaydi i can see your house from here gibi çagdas cazin en önemli kayitlaridan birisi ile noktaladilar. metheny dünya müziklerinden önemli seçkilerle toplayip bir araya getirdigi pat metheny group soundunu 90larda yogun synthesizer ve üst üste katmanlardan olusmus dokulu bir müzik stili ile gelistirdi. 97de çikan imaginery day albümü ile izlenimci bir müzikal öykü anlaticiligi tarzini melodik dehasiyla birlestirip caz müziginde ender görülen renklilikte bir albüm ortaya koydu. ardindan yogun bir trio müzigine yogunlasan metheny önce bir stüdyo albümü ve ardindan bu tironun turne albünleriyle ve son olarak da 2002 yilinda speaking of now adli stüdyo albümüyle çagdas cazin en göze çarpan fügürlerinden birisi oldu.
müzik hayatina ilk defa blues,rock, funk ve cazin kaynastigi albümlerle baslayan john scofield, gençliginden itibaren chet baker, charles mingus, lee konitz, ron carter, gary burton, george duke ve miles davis gibi önemli sanatçilarla çalisan scofield baslardaki post-bop etkisi zamanla yerini olgun, agirbasli, yogunluklu, derin bir lirizm ve sasirtici derecede üstün bir anlatim aldi. scofield, büyük bir ustalikla küçük sayili gruplarla çalisiyor, böylece az sayida ses ve bu azliktan olusan ses toplulugunun ritmik ve melodik kesinligi üzerine gelisiyordu. 90larin sonunda fazlaca ritmik ögeler üstüne egilip, müzigindeki funk etkisini artirdi. son yaptigi bump, a go go ve über-jam gibi albümlerle bu konudaki ustaligini gözler önüne serdi. özellikle de, bu funk agirlili albümler arasinda gelen genç ve üstün yetenekli piyanist brad mehldau, basçi christian mcbride gibi önemli müzisyenleri içeren works for me çalismasi ile scofield, mainstream denen cazin ana temalarinin ve çalinan herseyin caz gibi tinlamasinin öne çiktigi bir albümle çagdas caz için önemli bir konum aldi.

90larda yükselen en büyük egilimlerden biri de, özellikle amerikali müzisyenlerin yerel müziklere bakis ve onlardan aldiklar ilham ve destek açisindan blues ve country e yogun geri bakislari oldu. eskiden beri özellikle de avrupa kökenli çalismalarda kendini gösteren gitarist bill frisell, blues, country ve avantgarde ile süslü yogun bir lirizme dayanan içine kapali, yumusakbasli ve izlenimci bir stile sahiptir. frisell, çagdas caz ustalari ile sayisiz albüm kaydetti ve bunlarin hepsi de oldukça önemli bir stilin temsilindeki basyapitlar oldular.
gençliginde hard bop müzisyeni horace silver ile çalisarak müzige baslayan michael brecker, özellikle new york manhattan kökenli çagdas cazin önemli bestecileri ile çalismaya basladi. kendi adini tasiyan albümünden sonra yine çagdas cazin önemli yüzleri ile çalisarak dinamik, coltraneden etkilendigini gösteren cümlelerle süslü çagdas bestelerin oldugu, tales from the hudson, time is of the essence, two blocks from the edge ve çok önemli bir ekibin ürünü olan albümü the nearness of you adli albümlerle bugüne ulasti. brecker, temelde, melodiye dayanan, yatay cümlelerin olustugu ve taninan temalarini sergiledigi yogun günümüz armonilerini tercih eder.
new york kökenli müzik okullarinda yetisen müzisyenlerin olusturdugu çevrelerde oldukça elit, kendine özgü modelleri olan yaratici müzisyenler vardi. bunlar, her zaman müzik okullarindan gelmeseler de, radikal çözümler arayan çevrelerde olusturyorlardi. kendi aralarinda çapraz stillerde çalabilen çok iyi enstrümantalistler vardi. eubanks kardesler, hem oldukça yeni seyler önerme iddiasindaki, m-base ekolünde hemde son derece çagdas bir stilde basçi dave holland ve grubunda çaliyorlardi. yine bu ekolün bir çok müzisyeni kazandiklari esneklikle bir çok stilde çaliyor ve böylece her zaman için yüksek dozlu bir karisimla dolu müzikler doguyordu.
caz müziginin funk, soul, bluesla olan kaynasmasi, ses renkleri farkli olan bir çok vokalisti ortaya çaikarmisti. caz müziginde hala daha güneyden gelen veya güney eyaletlerden ortaya çikan müzik ve müzisyenlerinden gelen etkiler büyük firtinalar yaratmaktadir. bunlardan en kendine özgüsü ve seçkinlerinden birisi cassandra wilsondir. wilson, inanilmaz derecede belirgin sesi, melodileri kendince yorumlama yeteneginin yüksekligi, blues, folk ve caz arasindaki karisimi kullanmadaki kararliligi ile güneyden gelen bir müzisyen olarak, caz müzigine yeni bir vokal açilimi getirmistir. cassandra wilson, derin ve bugulu sesi ile miles davisin bile müzigini yorumlamis*, milesin büyülü tonuna ve müzigine, yepyeni bir renk getirmistir.

bu vokal jenerasyonunun diger bir büyük temsilcisi, dianne reeves dir. reeves, yogun bir biçimde afrika etkisi tasir ve bunu daha çok amerikan izlenimci tavri ile birlestirir. stilinde, kimi zaman süslü ve derin bir müzik enstrümantasyonu yatar. böylece sesini bir enstrümangibi kullanirken onu eski scat-singing denen bebop stili sarki söyleme tekniginden küçük cümlelerle süsler. bunu yaparken beste içinde bir çok eslikçisine ve müzisiyene de fikirler verir. grup içine yönelik bir iç-dogaçlamadir, reevesinki. uzun metinlerden kurdugu ve öyküsünün belirgin atmosferini besteye yansittigi müzigi amerikan cazinda siradanlasma riskine karsi yeni bir soluk getirmistir.
bütün dünyada her zaman talep bulabilen romantik büyük orkestra düzenlemeleri üzerine kurulmus yeni bir tür hafif caz da en önemli örneklerinden birini vokal alaninda verir, 90larin sonunda, diana krall. krall, 90larin ortasinda çikisini yapti ama, 96da prodüktör lipuma ile çalismaya basladiktan sonra fark edildi. daha önce duydugumuz sarkilari, hiç duymamisiz gibi seslendirmeyi basaran krall, sesini ustaca kullansa da asil yetenegi piyano üstüne kanitlar. çogunlukla büyük orkestra stili parçalarla ortaya çikar ve o gelenegin usta isimlerinden izler tasiyarak müzigini olusturur.

caz müzigi kendini anlatirken, en uzun süre bahsettigi isimlerden biri 90larin artik hiçbir stilin kesin anlamda kalmadigi, herseyin kisilerle, onlarin yetenekleriyle ve ürettiklerinin yaraticiligiyla tanimlandigi bir zaman diliminde, caz müzigini ve dünyayi terketti. hiçbir müzisyenin ölümü belkide caz müziginde bu kadar derin bir yara ve sorgulama açmamistir. miles davis 1991 yilinda öldü. ölmeden önceki 3 yili dünya turnesinde geçmisti. bu türnede onunla çalisan klavyeci adam holzman ve arkadaslari bu son turnenin seçkilerinden olusan live around the world kaydini çikardilar. miles artik degismistir. oldukça yogun bir fusionla birlikte içiçe geçmis rock-funk ritimleri kullanir. grubundaki herkesten iyi sololar bekler ve sololar ile birlikte melodileri karisik kullanir. böylece akiciligi belirsizlesmis bir bütünü caz müzigi bütünü altinda verir. eskisi gibi melodi melodi üstünde akar gider.
milesla bütün dünya turnesinde birlikte olan saksafoncu kenny garret, kendi stilini milesin uzun sololara yer veren, hatta ondan bu sololari çekip almak için onun omuzlarina müzikal yükler veren bir yapidan almisti. saksafona hakim bir cümlelemesi vardi. garret da bir çok çagdasi gibi izlenimci ve yogun müzik formlarini kullanir. bestelerinde enstrümanin üst perdedeki sesi, hemen sezilebilir ve tonunun hafif titrek, parlak ve metalik etkisi garret in gerek kendi müziginde gerekse standartlar ve coltrane i yorumladigi diger projelerinde etkin bir taninma biçimidir.

amerikan cazi 90larda çaliskan müzisyenleri çokça ödüllendirmisti. bunlardan bir digeri ise, saksafoncu joshua redman idi. redman, yetenekli oldugu kadar, rengi, tonunun baskin parlakligi ve melodik çoklugu ile dikkati çeken bir müzisyen. redman, 90larin basinda kaydettigi albümlerle kendini genis çapli bir biçimde tanitti. bu tanitma bir diger yandan ilginç bir tavri da beraberinde getirdi. dönemin bir çok genç müzisyeni birlikte çaliyor, kendi yetistikleri zaman diliminin anlaticilari olarak birlikte çaliyorlardi. redmanin gittikçe belirginlesen müzikal tavri, ritmik, melodiyi caz kaliplarina girmeye zorlayan, bir çok açidan klasik ögelerle süslü ama hizli ve yenilesme belirtileri gösteren bir müzikte görülür.

herseye ragmen 90lar, müthis bir funk, orta derecedeki bir hiza dayanan bir eglencelilik, ritmik ve enstrüman kombinasyonlarindaki degiskenlik, çalim stillerindeki çesitlilik ve bunlara ters olarak, çalista sadelesme, bestede özlük ve genel ses yaklasiminda yumusakligi da yasatmisti.

amerikan caz sahnesinde eskiden beri çok fazla stüdyoya girmeyen çogunlukla sahne performansina ve sahnedeki dogal akisina birakilmis bir harketliligi öneren müzisyenler vardi. bunlar 90larda ciddi bir biçimde özellikle hip-hop ve rapinde etkisiyle öne çikmis, cazi özgün bir funk temeline yatirip diger müzik akimlarinin etkisine açik bir duruma getirmislerdir. bu hareketlilige ek olarak bir çok müzisyenin katkida bulundugu orta dereceli bir ritim anlayisiyla çalinan bu müzigin en büyük temsilcisi medeski&martin&wood idi. mmw, funktan valse, hip-hop kökenli ritmik deneylerden bop melodilerine, çok genis bir yelpazede çalabilen bir jam-banddir. bu çalisin getirdigi durmaksizin müzik çalimi etkisi bu gruplarin hiç durmadan dogaçlamaya dayanan bir sekilde serbestçe funk ve caz cümleler içinde dolanmasina izin vermektedirler. bu müzisyenler içinde teknik olarak da en gelismis olanlarindan birisi gitarist charlie hunter, bas gitarin en kalin 2 telini özel yapim gitariyla normal bir gitarla birlestirerek 8 telli gitariyla oldukça kendine özgü, funky, melodik ve ritmik bir çalis stili gelistirdi. hunter oldukça belirgin bir figür olarak cazin bugününde önemli bir alani ve yeri belirtmektedir...

son olarak ; avrupa

caz müziği, herşeyden önce yerel bir müzik olarak, daha doğrusu, yerel eğilimlerle başlamış ve ardından büyük kitlelerin beğenisi ve isteğiyle bütün dünyaya yayılmıştı. başlangıçta kendine özgü formu ve ve yaklaşımları ile kesin kalıplara sahip ve katı bir görünüşü vardı ama çok kısa sürede bu yıkıldı ve günümüzde içindeki müzisyenlerin de kişisel yetenekleri ile inanılmaz bir üretkenliğe sahip, üst seviyelerde kaliteli bir müzik haline geldi. caz, aynı bir çok müzik türü gibi kendine özgü bir açıya sahip ama bu açının düşünsel olarak gelişmiş olması ve bu gelişmişliğin müziklere, etkilere, müzisyenlere ve düşüncelere uygulanabilir olması cazı önemli bir yere getirmektedir.
ilginç ki, oldukça seçici, eleştirel ve neredeyse aristokrat yargılara sahip olan avrupanın cazı kabul edişi ve onun kendi bünyesindeki bir üretime dönüştürmesi cazın kendine düşünsel olarak büyük bir yenilik getirdiği dönemde olmuştu. caz, free caz ile kendi sahip olduğu herşeyi gözden geçirmiş ve önemli gelişmeler sağlamıştı.

avrupa ornette colemandan ve free cazından etkilenmişti. free caz, caz müziğinin avrupada konuşulmasını sağlamış, hatta ironik bir biçimde, avrupa, cazı değerlendirmek için onun iyi bir düşünsel gelişme sağlamasını beklemişti. avrupanın ilk caz neslinin neredeyse bütünü free cazdan etkilenmiş veya free caz çalmıştır. eskiden beri bir çok caz müzisyeni avrupada çalmış ve beğeni toplamıştı. bu büyük oranda yalnızca, dinleyici sınırında kalmıştı. ancak cazı müzikal olarak kendi bilgileri içinde yorumlamaya değer gören fransa, danimarka, italya gibi ülkelerde klasik cazın zorlu ve disiplinel bir pratiği vardı. cazın klasik müzik kökenli müzisyenlerce yoğun bir biçimde notaya, forma ve tempoya bağlı biçimde yorumu söz konsuydu. özellikle doğu, orta kuzey ve batı avrupada bölgesel önemli odakların yarattığı etkilerle caz gelişmiş ve bugünkü çağdaş halini almıştır.

avrupa cazının eskiden getirdiği bir çok ortak özelliği vardır. bunlardan ilki kesinlikle derinlikli bir anlatım istenci ve bunun müziğe yayılmış olması. müzisyenin müzik bilgisi iyi olmalı ve müziğinde bu bilginin yansıması ciddi biçimde görülmelidir. bunun temeli aslında avrupanın uzun klasik müzik geçmişinden gelen bir etkendir. avrupa sorumlulukları üst seviyede ve müzikal anlayışı iyi durumda bir müzisyen yapısı talep etmektedir. bir sonraki önemli etken ise, müzikal anlatım olarak gelişmiş ve çoğunlukla da seçtiği stili yorumlamış bir müzik ve müzisyen olma ilkesidir. ama artık, aynı günümüz çağdaş cazının özelliği gibi müzisyen bu niteliklerin üzerinde kişisel eğilimlerini ifadesinde yoğunlaştırarak ve düşünsel olarak serbestlik göstererek çalmaktadır.

avrupanın free caz sonrası nesillerinde bugün dünyanın en önemli müzisyenlerinden bazıları bulunmaktadır. avrupa müziği aslında içerik olarak da yakın tarihte astor piazzola gibi önemli müzisyenleri yetiştirmiştir. böylece kendi nesilleri için önemli hazineleri de içermektedir. cazın temel quartetinin sembolü olan piyanoda dahi piyanist keith jarrett ilk olarak öne çıkar.
keith jarrett, genel bir ortaklık etkeni olarak yine miles davis ile çalmıştı. ilk zamanlarında özellikle elektronik tuşlu çalgıları denemiş ve tuşlu çalgıların mantığı konusunda geliştirdiği doğaçlama stilini milesın serbest tavrı ile o zamanların ilk elektronik çalgılarında test etmişti. keith jarret, her zaman enstrümana bağlı tutumlarla başlardı çalmaya ve doğaçlamaya. jarret, miles davisten ayrıldıktan sonra uzun dünya turnelerine çıktı. bütün bu turneler, doğaçlamaya veya en iyi olasılıkla ise jarrettın diğer gruplarda çaldığı bestelerinden türetilmiş yeni bestelerin uzun ve doğaçlamacı yorumlarına dayanıyordu. jarrett bu yeni doğaçlama düşünceleriyle avrupanın kenine özgü yaklaşımının oluşmasına oldukça yardımcı oldu. bu doğaçlama konserlerin 75 yılında kölnde olanında jarrett, birbirine bağlı dört parçadan gelişen doğaçlasında ritm, performans, melodileme ve genel yaklaşım olarak üst düzey bit lirizm ve romantizm gösterir. albüm bugün hala daha geçilemeyen bir sayıda satmıştı. jarret bu albümle kendini bütün müzik dünyasına kalıcı bir biçimde kabul ettirmişti. ardından jarrett yaratıcılığın sınırlarında bir çok albüm ve proje yapar. 80lerin başında jarrett bir süredir birlikte çaldığı basçı gary peacock, davulcu jack dejohnette ile standarts adı altında bir projeye başlar. jarret, o kadar uzun süre doğaçalama çaldıktan sonra bu projeye girişini şöyle açıklar: bunlar hepimizin bildiği parçalardı ve hata yapma şansı çok daha azdı. bu parçalarda kendimizi geliştirme şansımızda artıyordu. jarrett, standarts projesinde önemli bir teknik kullanır; bu onun doğaçlama stilinde gelir. çalacağı parçanın melodisini parçanın başında yoğun ve armonik bir düzenlemeden geçirdikten sonra hafifçe anıştırır*, ve ardından hızla parçanın eskisinden çok daha gelişmiş bir düzenlemesi içinde doğaçalamaya başlar. jarrett yıllar süren bu projede bir çok kere bu üçlüden oluşmak kaydı ile, bazı doğaçlama projeler yapar. bu projelerden sonra jarrett günümüze çok yakın tarihte caz piyanosunun bütün çağdaş elemanlarını romantizmin ulaştığı en duyarlı lirizmden kompozisyonun iç yapı olarak en karmaşıklaştığı bölümlerdeki teknik üstünlüğe kadar en üst seviyelere ulaştığı solo konserler verdi. bu konserlerin kayıtları son dönem albümlerini oluşturdu keith jarrettın...
avrupadaki dokunaklı caz yaklaşımının oluşmasında diğer bir önemli kişi norveçli saksafoncu jan garbarektir. garbarek, 70lerin başından beri kendine özgü bir stil geliştirmiştir. 60lar boyunca coltrane ve özellikle onun ilahi çalım kavramlarının etkisinde kalmış, böylece folklorik özelliklerin öne sürdüğü dinsel saygı ve kavramları kolaylıkla kavramıştı. garbarek, avrupanın seçkin anlayışının belirgin bir talebi olarak kendine ait stilde bütün bunları özel bir mistisizm içinde yorumlamış, sade, belirgin hatlı, yumuşak, çoğunlukla minimalden daha anlamlı, bilge ve duyarlılığı çok üst seviyelere ulaşmış bir müzik elde etmişti. cazın en uç seviyelerdeki müzisyenleri ile çalıştı ve en ayrı dünyalarla bağkurdu. hindistan, amerika, slovakya, norveç, finlandiya, afrika ve daha bir çok ülkenin folklorunu çaldı**. garbarek, yerel müziklerle olan ilgisini şöyle açıklıyor: cazın kendi başına yapacağı bir şey kaldığına pek inanmıyorum, bu yüzden onu farklı şeylerle birleştirmeliyiz. ancak o zaman ileriye gidebiliriz.
garbarek, kendi grubunda iskandinavyanın en seçkin müzisyenlerine yer verdi. günümüzde özel eğilimlerini açıklayan ortaçağ avrupasından kalan koral eserlere eşlik ettiği the st.hilliard ensemble ile önemli albümler dolduruyor. bütün bu albümlerde çaldığı net, küçük, belirgin ve yoğun anlamlı cümlelerde, teknik, son derece kendine özgü bir üfleme ve mistik bir izlenimci-anlatımcı bir tavur sergiliyor.
avrupa cazı içinde iskandinav cazı önemli bir yerdedir. bir çok önemli temsilcinin yanı sıra, iskandinav eğilimleri cazda önemli bir beğeni kriteri olmuştur. bu kriterlerin süzgecinden son dönemde bir çok ülkeden bir çok cazcı geçmiştir. yine iskandinavyadan, isveçten gelen bir üçlü esbjörn svenson trio*, avrupa cazı için önemli bir göstergedir. doğaçlamalarında lydian modunu öne çıkararak kromatik ses anlayışına dayanan ve isveç yerel etkilerini de kullanan est, üçlü içi çalim ortakliği da diyebileceğimiz interplay(!)* olgusunu yeni boyutlara hatta seyirci ile olan bir ortaklığa taşıyor. est üyeleri hep trio formu ile çalışmış müzisyenlerdi, ve bu nedenle de ,trio formuna konsantre oluyorlar. aslında bir anlamda 4 kişiler çünkü, grubun lideri esbjörn svenson, son dönem bir çok parçasında çağdaş bir eğilim olarak farklı seslerle ilişki kurmayı yeğliyor ve piyanosunun üzerinde kullandığı bir elektronik ses üreticisi ile müzik yapıyor. buna özellikle konserlerde kendisiyle üretim sürecini çeşitlendirmek için üstüste geçmiş bir çok kayıtla özel sololar atan davulcu magnus öström de katılıyor.

avrupa da büyük orkastra geleneği de oldukça ilerlemiş durumdadır. avrupada ulusal çapta neredeyse her ülkede bir büyük orkestra bulunmakla beraber, bir çok önemli başarı kazanmış festival orkestraları ve toplama büyük orkestralar vardır. bunların en önemlilerinden birisi de, orchestre national de jazz dır. ondj, avrupa cazında grup ruhu ve ya daha doğru bir deyimle, ensemble tipi çalışın inanılmaz önemli olduğu bir düşüncenin önemli olduğu bir orkestradır. müziği üreten bir orkstra bile olsa, çalış düşünceleri, temel enstrümanlardan oluşmuş daha basit bir grubun birbiri ile olan ilişkileri gibi tasarlanmış ve ifade tarzı böylece çok enstrümanın bir arada olduğu soylu bir birlikteliğin getirdiği çekingen bir romantizmi açmıştır.

avrupa pop müziği, genelde alıntılara dayanan bir çeşitliliği hep kabul etmiştir. kimi zaman klasik müzik, kimi zaman caz, kimi zamanda dünya müzikleri. bu yüzden pop geçmişine sahip olduğu halde caz müziği çalma eğiliminde olan bir çok müzisyen vardır. özellikle hip-hop ve rapin caza kent hayatını anlatan yeni bir veri olarak girmesiyle kentliliğin önemli bir uygarlık durumu olarak önemsendiği avrupa için bunun caz müziğine girişi postmodern cazdaki gibi diğer müziklerden alıntıları kendi bünyesine alan ve çoğunlukla ritim üzerine dayanan bir müziğin oluşumuyla oldu. bu konuda disko ve funk nesillerinin büyük etkisi vardı. hip-hop, triphop ve ikili birleşimleri ifade eden drumnbass, bassnperc* gibi müzikal etkinliklerin bazı önemli caz yansımaları oldu. fransız trompetçi erik truffaz, kendi deyimiyle drumnbass alıntılarına dayanan bir caz müziği çaldı. bu müzik, avrupanın talep süzgecinden geçen önemli ve eğlenceli bir çalışmaydı. truffaz, sesinde önemli bir değşim göstermeden müziğin ruhuna dayalı bir çalış stili ile çalıyordu. bu onun için çaldıkları müziğin genel ses yaklaşımında önemli bir kavrayış stiliydi...
-- yazarın notu --
bir hatam, unuttugum bir sanatci/grup olduysa affola.
(bkz: el emegi göz nuru)