bugün

hoş bir turgut uyar şiiri.

Bir Kalır uzun resimlerde anısı sakallarımızın
Urban içinde Üşüyüp Üşüyüp kaldığımızın

Bir Kalır yanık yağlar yataklarda o oteller
Meydanlar heykeller sizin olmadığınız o her yer

O çok yalınç gerçekli gelip gitmeler

Bir Kalır uzun duvarlar ve onların dipleri
Bir Kalır Yılgın Adamların hep "Evet" dedikleri

Çok üşürdük hep üşürdük üşümekti bütün yaşadığımız
Üşürdü ellerimiz aşkımız sonsuz uzun sakallarımız

Tükenir dağınık diriliği kaşıntımızın bir gün
Bir Kalır uzun kitaplarda anısı çok Üşüdüğümüzün
müsebbibi her zaman değildir mevsimler, öyle bir başka kıştır ki, mevsimlere sığmaz..güneyli olduğumdan da değildir..belki de 'dir...neyse asıl anlatmak istemediğim o değil:

üşürken...evet tam da oturmuş,üşümekle meşgulken...hakkını verirken yani üşümenin...yatık ve de inceltilmiş bir karakterle postalanan:
"Çok üşürdük hep üşürdük üşümekti bütün yaşadığımız,, Üşürdü ellerimiz aşkımız sonsuz uzun sakallarımız" mısralarını görünce bir daha üşümekti...
-üşürken ,turgut uyar baba mıydı ruhuna üşüşen ;senin de??-
,,,soru işareti kisvesine bürünmüş bir garip şaşkınlık olurdu işte o meşgul olduğum üşümek..anlatmak istemediğim bu da değil ..

"anısı kalsın çok üşüdüğümüzün" ister uzun ister kısa herhangi bir kitapta...istediğim bu........üşüdüm ve yine ...çok!
çok üşüyorum.

bu kahrolası yaz sıcağında üşüyorum. ateşim çıkmıyor ama. sadece bir titreme var. küresel ısınıyorum sanırım. topak şeylere ilgim vardır benim. o yüzden en sevdiğim hayvanları sayarken fillerden, hipopotamlardan, kutup ayılarından filan bahsederim. işte şimdi kendimi tam da o küçük buz parçası üzerinde yalnız kalan kutup ayısı gibi hissediyorum. beni kameraya alan ya da fotoğrafımı çeken biri var mı bilmiyorum. olmasa daha iyi. çünkü ben hiçbir zaman fotojenik bir insan olamadım. istedim ama olamadım. o yüzden fotoğraflardan haz etmem. ben anı dondurmayı sevmem. ben çilekli dondurma yiyince midesi bulanan bir kızım. ve ece temelkuran'ı hayalkırıklığına uğratmak istemem ama, hiç peçete koleksiyonum da olmadı. ben mektup biriktirmeyi severdim. şimdi tıpkı olduğu gibi. annemin günlüklerini ve babama yazdığı şiirleri okuyarak büyüdüm. onları biriktirdim hayat bilgisi defterimde. annem edebiyat mezunuydu fakat şiirleri hiçbir zaman içimde göğe bakma hissi uyandırmadı bende. yine de içten içe düz yazıyı şiire zilyon kere tercih etmeme rağmen bir gün birilerine şiir yazabilme ihtimalimi düşündüm. tek bir farkla, ben annemden daha güzel yazmalıydım. bir gün benim çocuğuma kalacak olan o his külliyatlarında çocuğum benim arkamdan ''annem de amma saçmalamış'' dememeli. aksine, ''anneme bak, neler yaşamış'' demeli.

çok üşüyorum.

kafamda zilyon tane düşünce ve içime atmaktan şişmanladığım bir sürü üzüntü var. dokunmasını beklemem kimsenin ağlamak için. şu günlerde müstear adıyla müstesna bir insan değilim. adımın sadece ''melankolik'' kısmını görüyor gözlerim. biraz buğulu sanki her şey. kesin değil. ben bu belirsizlik halini hiç sevmem. hayatımda beklemek ve bellirleyememek kadar nefret ettiğim şeyler yoktur. oysa hayat sanki bana beklemekten başka çare vermiyor. inadına hiçbir sorunun, soru ögesi içermeyenlerin bile, cevabını vermiyor. benim bulmama izin vermiyor. hayatımda, hiçbir şeyin bir ''ad''ı yok. oysa benim için çok önemlidir ''ad''lar. çünkü birine ad veremezsem, sıfatlarım onu, nitelerim. işaret parmağımı uzatıp rencide ederim. gözlerimi dikerim, gözümün önünden gitmesin diye. hiçbir şeyi kaçırmak istemem çünkü. her şeyi kontrol altına alıp her daim haklı çıkmak değil derdim. evet, bi ara bunu da deli gibi istemiştim. sonra deli olmayı çok istedim. her şeyi elimin tersiyle itip, gönlümce küfredebilmeyi, bunun için yüzümün kızarmamasını, başıma ne gelirse gelsin hiçbir şeyden sorumlu olmamayı, her şeye yeniden başlayabilme gücünü çok istedim. bana yapılan haksızlıklara inat, yaptığım hiçbir haksız fiilden sorumlu olmayacaktım çünkü o zaman. o zaman belki de ilk defa ''karşılıksızlık'' farklı bir boyut kazanacaktı üçüncü boyuta sık sık giden lakin geri gelmeyi hep reddedip bi kısmını orada bırakarak eksilmeyi tercih eden aklım için.

çok üşüyorum.

kendime yasakladığım zilyonlarca şarkıdan sadece biri çınlıyor şu an kulağımda. ''ısınamazsın ağlarken'' diyor deniz. ben deniz adını çok severim. denizleri çok severim. deniz'leri çok severim. belki ece temelkuran bilmez, belki de en bi çok yaptığı bir şeydi, ben isim biriktiririm defterimin arasında. doğmamış ve doğmayacak olan yüzlerce çocuğum vardır. hepsinin de bir adı. onları ''sıradanlık''tan kurtarmayı bahşeden adları. hepsi hazır. her gün bir yenisi ekleniyor onlara. ben her gün, içimdeki çocuğu öldürmek istedikçe, başka çocuklar doğuruyorum. belki çok sevdiğim halde tutmaktan- dokunmaktan deli gibi korktuğum kediler doğuramıyorum, yollayamıyorum çay fincanlarının kenarında ece temelkuran gibi. ya da o'nun ''zira''ları yerine, benim ''ama''larım daha baskın. ben hep içine kapanık ve çözülmeyi beklenen ''taraf'' olmayı isterken, baskın olmak zorunda bırakılıyorum. ya da kendimi bu konuma düşürüyorum. benim için çok zamandır haklı olmanın ya da hata yapmanın bir anlamı yok. yaptığım şeylerden pişman olmayı yapmadıklarıma tercih ettiğim filan da yok. sadece bir gün, gelişine vurduğum ortanın ağlarla buluşmasını istiyorum. doksana girmek zorunda değil. çocukken oynadığım dokuz aylık, yirmi bir aylık, doksan dakikalık maçlar şu an hiçbir şey ifade etmiyor. ben yeni başladım çünkü her şeye.

çok üşüyorum.

içimde sonuna ''meli - malı'' eklediğim zilyon tane cümle var. attığım ve atmak zorunda olduğum adımların her nefeste yenilendiğini hissettikçe nabzımla birlikte artıyor gerekliliklerim. çünkü ben her nefeste biraz daha büyüyorum. her nefeste biraz daha yaşlanıyorum. benim derin nefeslerim büyük beklentilerim. sabrım yok pek evrimi beklemeye. belki de bu yüzden kalbim hiç kenarlarından alınmasına müsait değil. bu yüzden belki de direk kırılmayı tercih ediyor. sanırım bu victor hugo'yu hiç dinlemediğim anlamına da geliyor. o'na söylemeyi çok isterdim bir değirmenin arkasında dinin mucizelerini görüp hayata bağlanmanın sadece o'nun kitaplarında olduğunu ve insanlığın hiçbir zaman sert olmak varken yumuşak olmayı tercih etmediğini. bu yüzden herhalükarda kırılıp incindiklerini. unutmadan bir de eklemek isterdim, içimdeki mutfaktaayaksesleri bandosunun mucize beklemeyi artık huzurdan saymadığını. kalbimi ya da bedenim çıldırmasına rağmen hiçbir zaman gidemediği vekaleten yerine seyahate yolladığı beynimi kullanmıyorum artık. hangisi boştaysa. çünkü bence insanlar bireysel olmak yerine takım oyununa önem vermeli. boşta biri varsa, ona pas atmalı. ve bilmeli tek kişinin sorumluluğunun her zaman bölünmüş sorumluluktan daha ağır olduğunu.

çok üşüyorum.

ben sahip olduğum zilyonlarca hayali ve kurduğum binlerce ''meli- malı'' cümlesini gerçekleştiremeyecek olmaktan korkuyorum. ölümün engel teşkil etmesi değil sorun. önümdeki tek engel kendimken ölümün lafı bile olmaz. önemli bir şey için ölmek istiyor olmam da mesela bunun önünde engel değil. bana göre, ben en büyük engeli nefes alırken içime çektiğim havanın genzimi yakmasına alışmakla yendim. ben daha ilk nefesimle yendim hayatı. bir an duruşu gibi. yeterli. her zaman büyük beklentilerimin olmasından zarar gördüm. çünkü onların hiçbiri yakın vadede gerçek olmadı. uzak vadede gerçekleşmesini ise ben istemedim, o an lazımdı bana çünkü. o an, hani ''sevdiğine kavuşamazsa ölür'' hastalığına yakalandığım an, eğer yanımda olmuyorsa gerisi teferruattır. hayat ayrıntılarda gizli olsa bile. benim artık o ayrıntıları bulmaya takaatim yok. ben ''yanıtla beni'' dediğimde derdime derman olacak bir kurum kuruluş istiyorum. sevmesem de sagopa kajmer'in ''kendime sarılır, donarım'' sözünden etkilenmek istemiyorum. geç kalmış olmak istemiyorum! bir sabah uyandığımda her şeyin çok bittiğini ve benim bitiş merasimine bile yetişemediğimi anlamaktan korkuyorum!

hayatımda başımı çevirdiğimde yanımda olacak kişinin mutfaktaki ayak sesini ve sadece ikimizin görebildiğine inandığım o ateşböceklerinin olduğu bahçede kulağımda kirazlar, önümde emek verdiğim domateslerle özgür bir dünyada o adamla başka şeyler için mücadele içinde olmayı kaçırmak istemiyorum! ben doğuştan şanslı değilim. fotojenik hiç değilim. belki de bu yüzden öldüğümde arkamdan gösterebilecekleri hiç fotoğrafım yok dün olması beklenen şimdiki zamana ait. saçlarım kötü. sesim detone çıkıyor. hayattan beklentilerim had safada, aldıklarım sıfırın altında. yazmaktan başka hiçbir şey yapamıyorum. onu da beceremiyorum. hala bir gün tanrı'nın beni çevrimiçi'ne alacağını ve benimle uzun uzun sohbet edeceğine inanıyorum. bir gün, gözlerimi kapatıp açtığımda karşımda tam da içimden geçeni görmek istiyorum. güvercinlerle değil kedilerle yolladığım mektupların sahibini bulmasını ümit ediyorum. sahnede bakanların ''ne kadar cesur ve güzel. umut dolu gözleri söylediği melankolik şarkıları aydınlatıyor'' demesini umuyorum. ama bir mikrofon, o kadar uzak ki. ''sınırlar kalksın'' diye bağırmıyorum, sadece ''uzaklar yakın olsun'' istiyorum. her gün bir balon uçarayım ve uçurduğum o balon göğe bakma durağımın üstündeki yıldıza takılsın istiyorum. deniz ve yıldız hiç uzağıma düşmesin, yalnız kalsam hatta gölgemden bile kopsam onlar hep peşimden gelsin istiyorum.

kapama gözlerini, ben çok üşüyorum.
turgut uyar'ın üşüyerek yazdığı o güzel şiirin adıdır..
karin karakaşlı'nın radikal ikide yayınlanmış yazısında
bizi ne çok üşüttü...
turgut uyar şiirinin ismidir.

Bir Kalır uzun resimlerde anısı sakallarımızın
Urban içinde Üşüyüp Üşüyüp kaldığımızın

Bir Kalır yanık yağlar yataklarda o oteller
Meydanlar heykeller sizin olmadığınız o her yer

O çok yalınç gerçekli gelip gitmeler

Bir Kalır uzun duvarlar ve onların dipleri
Bir Kalır Yılgın Adamların hep "Evet" dedikleri

Çok üşürdük hep üşürdük üşümekti bütün yaşadığımız
Üşürdü ellerimiz aşkımız sonsuz uzun sakallarımız

Tükenir dağınık diriliği kaşıntımızın bir gün
Bir Kalır uzun kitaplarda anısı çok Üşüdüğümüzün ..
Çok üşürdük hep üşürdük üşümekti bütün yaşadığımız
Üşürdü ellerimiz aşkımız sonsuz uzun sakallarımız!
Biliyorum, ikimizde yoktuk bu aşk başladığında ve çok iyi biliyorum, sonsuzluğa mahkum edildi bizim aşkımız. Dedim ya, beni merak etme. Üzülmüyorum. Yalnızca çok üşüyorum.
muhtemelen kansızlık ve çinko eksikliğinin habercisidir.
an itibari ile yaşadığım durumdur.hasta olmam yakın diye düşünmekteyim.
Bütün gün yoğurt bölümünde kısa kollu ile çalışınca başınıza gelebilecek durumdur. Kolay kolay ısınamazsınız.
ruhunuz üşümüyorsa çaresi kolaydır.
çok üşüme durumuma bilimin, ardına rahatlıkla saklanabileceğim bir açıklama getireceğini biliyordum. *
http://t24.com.tr/haber/k...eden-daha-cok-usur/222439
soğuktan götünün ucundaki bokun donmasıdır, burnundan akan sümüğü hissetmemektir.
Arkamı döner dönmez satıyorlar beni. Soğuk bi aşkın kar yağışından geliyorum.
çok çok çok usumektir...
üşümekki öyle böyle usumektir.
ısıtıcak biri olduğunda güzeldir.
Nalet nefret bi durum. Hele bir de kansızlık olanlarda çarpı ikii.
Kalkip dans edin

Ama oyle boyle dans degil yerden yere atin kendinizi muzik esliginde tabii ki

Animallah isinirsiniz...
Kulağına kar topu kaçması demektir hem üşürsün hem canın yanar.
Sabahleyin yataktan kalkınca özellikle çok oluyor. Sıcak yatağımdan kalkmak istemiyorum.
hep bunlar kansızlık.
fakirlik belirtisi de olabilir.
Şapkamla birlikte kapşonumu da takınca üşümem azaldı şimdi.
Hava o kadar da soğuk değil gibi ama ben çok fazla üşüyorum birkaç saattir. Hastalık alameti mi bu nedir böyle. Bu kadar üşümek normal değil sanki.