bugün
- icardi1905 silik olsun kampanyası35
- icardi190516
- icardiyi tokat manyağı yapmak9
- futbolcu ismiyle nick almak12
- türkiyede çok abartılan arabalar21
- bir sözlük kızı ile yakınlaşmak19
- adanada polisin saldırganın ayağına sıkması10
- evlilik15
- erkeğe ne hediye alınır15
- millet açsa neden kafeler tıklım tıklım29
- sırtınızı bir sözlük kızına dayar mısınız13
- 27 nisan 2024 fenerbahçe beşiktaş maçı24
- sözlüğün en ruh hastası yazarı8
- diyanet işleri başkanına audi 6 tahsis edilmesi22
- ideal duş alma sıklığı12
- anın görüntüsü19
- integralin müfredettan kaldırılması15
- patiswiss9
- artificialintelligence11
- ak partiliyi çok fena döven chp belediye başkanı22
- 26 nisan 2024 adana demirspor galatasaray maçı51
- kültürlü entelektüel alçak gönüllü güzel kadın13
- sitede birine sövseniz entry 3 gün kalıyor8
- kekeme olan biri doktor olurmu11
- uzağı göremeyen insan18
- arkadaşlar cumaya neden gelmediniz14
- nickini google da aratınca çıkan ilk görsel16
- seni seviyoruz insan olmaya çeyrek kala8
- ali erbaş12
- bik bik moderatör olsun19
- bik bik moderatör olunca bana kız ayarlar mı10
- kent lokantası niye bedava değil demek24
- antalya'ya abartılmış şehir diyen göt11
- avrupanın yarrağı yemesi yakındır11
- istanbul suriyenin başkentidir12
- nervio'nun ellerinde cenneti koklamak9
- cumaya gidenlerin çok azalması13
- pahalılıktan dolayı suriyeye dönen kadın8
- azerileri çok seviyorum ne yapmalıyım13
- genç kızlıktan teyzeliğe geçiş13
- kanınıza rengini verir misiniz14
- aristoteles'in orta yolu10
- sözlük erkeklerinin bugünkü kombinleri12
- manyak olmaya karar verdim silik olsun kampanyası14
- 22 şubat 2024 sparta prag galatasaray maçı14
- birini donuzlayarak ceza vermek9
- arkadaşlar biri var18
- modern kadinin ucuz ve kolay ulasilabilir olmasi9
- nervio'ya aşık olmak10
- balayını italyada yapmak isteyen nişanlı8
entry'ler (18)
vedat türkali'nin mart 2009 tarihiyle yayınlanacak olan son romanı..
70'li yılların çalkantılı dönemini konu alan 90. yaş kitabı...
70'li yılların çalkantılı dönemini konu alan 90. yaş kitabı...
turgut uyar'ın üşüyerek yazdığı o güzel şiirin adıdır..
karin karakaşlı'nın radikal ikide yayınlanmış yazısında
bizi ne çok üşüttü...
karin karakaşlı'nın radikal ikide yayınlanmış yazısında
bizi ne çok üşüttü...
hececi değil ececi olabilmenin mümkünatını sağlayabilmiş şair.
zelda nilgün marmara'nın kırmızı kahverengi kitap adlı günlüğünde adı geçen kitaptır.
totalitarizmin yanlızca savaşlarda ve faşizmde aranmaması gerektiğini, totalitarizm denen olgunun iki kişilik ilişkilerde başladığını gözümüze soka soka kanata kanata anlatır. gündüz vassaf'la bir ilişkisi olmalıdır. ve artık 'savaş ve barış' diyemeyen karakterin yanlızca bize bıraktığı acemi bir haykırışın son durak anlatısıdır.
'bir daha asla savaş ve barış demeyeceğim. sadece savaş var çünkü..'
totalitarizmin yanlızca savaşlarda ve faşizmde aranmaması gerektiğini, totalitarizm denen olgunun iki kişilik ilişkilerde başladığını gözümüze soka soka kanata kanata anlatır. gündüz vassaf'la bir ilişkisi olmalıdır. ve artık 'savaş ve barış' diyemeyen karakterin yanlızca bize bıraktığı acemi bir haykırışın son durak anlatısıdır.
'bir daha asla savaş ve barış demeyeceğim. sadece savaş var çünkü..'
-izm'in kaba dogmalarla cilalanmış şekilsiz olan tiplerindendir.
allahın izinden gitmese de en az allah kadar tapılmaya müsait argümanları vardır.
netice itibariyle ikisi de cennet vaadeden yalancı peygamberle sevişme halinde, bir orgazm olamama halidir..
allahın izinden gitmese de en az allah kadar tapılmaya müsait argümanları vardır.
netice itibariyle ikisi de cennet vaadeden yalancı peygamberle sevişme halinde, bir orgazm olamama halidir..
Radikal'de yayımlanan intiharın Çıplak Sureti adlı yazının yazarı..
iNTiHARIN ÇIPLAK SURETi YA DA NiLGÜN MARMARA...Hasan POLAT
"aldırma 128!
intiharın parasız yatılı küçük zabit okullarında
her çocuğun kalbinde
kendinden büyük bir çocuk vardır
bütün sınıf sana çocuk bayramlarında
zarfsız kuşlar gönderecek..." Ece Ayhan
Tarihin öğrettiğidir. Doğumlarından çok ölümleri ilgilendirir bizi yaşama tutunmayı bilmeyenlerin, devrileceklerini bile bile kurulu düzeni devirmek isteyerek, aslolan için yürüyenlerin. Ölümü yüceleştirmek değildir bunun adı, kutsamak da değil. Zira; 'her ölüm erken ölümdür' diyen de, 'ölüm adın kalleş olsun' diyen de onlardır. Yaşamları acıyla sınanmıştır ve çoğu zaman maskeli yüzlerle girdikleri savaşta yenilmişlerdir. Mağlup ve mahcupturlar hayata karşı.
Çünkü onlar, coğrafyasız iklimlerin birer piçidirler.
Çünkü onlar, kanlı izlerde bölünendirler.
Çünkü onlar, her acıda biraz daha büyüyendirler.
Çünkü onlar, içlerinde bir babasız çocuk barındırmaktan hükümlüdürler.
Ne bin yıllık iktidarlara peşkeş çekip kölesi oldular hükümdarların; ne de ses geçirmez, güneş görmez duvarlar arkasında duvarlara benzediler. Kimisi kan görmekten nefret ederken kan çukurlarına gömülen Lorca'nın ispanya'sından geliyordu, kimisi devrimi en çok beklediği anda darbelenen bir şafakta zindanlara kıstırılan düş sahiplerinin istanbul'undan. Soluksuz bir zamana denk geliyordu hüviyetsiz geceler ve ölüm güzel kılıyordu haramilerce teslim alınmış Kaf Dağı yolcularının öyküsünü. Öykülerini yeniden yazıyorlardı.
Doğum gününü hiçbir zaman bilmek istemediğim Nilgün Marmara, ölümüyle herkesi hayrete düşüren, geride bıraktığı şiirleriyle ölümünü anlamlı kılan, ölümünün gerekçesini gösteren bir şair. Nilgün Marmara'yı felsefi bağlamda nihilist olarak mı, stoacı olarak mı yoksa bir varoluşçu olarak mı değerlendirmek gerekiyor sorusu elbette ki tartışılmalıdır. Ancak tüm bunların ötesinde, derin ve kendisine has felsefesi, denenmemiş ve okunduğunda çoğu yerde yüzeysel bir çabayla anlamlandıramayacağımız şiirleri ve yaşamıyla birebir örtüşen imgeleriyle Nilgün Marmara'ya ve şiirine hiçbir tanımlama getirmemek gerekiyor belki de. Tanımlarla boğmak, sınırlamayı beraberinde getirecektir. Oysa Nilgün Marmara, tüm sınırların ötesinde, sınırları mahkûm eden bir yaşamın ve ölümün şiirini yazmıştır.
Boğaziçi Üniversitesi'nde ingiliz Dili ve Edebiyatı okuyan Nilgün Marmara, tanıkların anlatımıyla, fakültenin merdivenlerine tek başına oturmaktan vakit buldukça sınıfın en arka sıralarında derslere giren ve akademik başarıyı yakalayan bir öğrenciydi. Üniversite döneminden tüm yaşamına ve de ölümüne kalan en önemli şey, kuşkusuz ki üniversite bitirme tezini de onun üzerine hazırladığı bir Amerikalı kadın şair olacaktır: Slyvia Plath.
An gelir, bir filmin herhangi bir sahnesi tüm şeylerin özeti olur. An gelir, bir şarkının herhangi bir notasında donakalır adı ben olan tüm ayak izlerimiz, bir yaşamın özeti olur bir çığlık ya da bir fısıltı. Bir fotoğraflar şerididir gözlerimizin önünden geçen: Binilen üç tekerlekli bisikletler, gizliden yenilen toprak, kanın beyaza döküldüğü gecelere karışan inleme sesleri, giden ve daha dönmemiş, belki de hiç dönmeyecek olan, gerekçelerimiz...
Nilgün Marmara, bu fotoğraf şeridinde en çok da kendisine benzettiği Plath'ın fotoğrafında donakalacaktı. Ne geçmiş, ne yarın; o an, bir yüzün tüm anlarının dondurulmuş hüznüyle acıyacaktı.
Amerikalı şair Plath'ın yazgısını, kendi yazgısıyla bir kolaj bütünlüğüne evirebilecek kadar cesurdu Nilgün Marmara. Çalkantılı yaşamı, şiirleri ve intiharıyla Nilgün Marmara için bir imge olan Plath, bir döngüsel ölümün doğurganlığında olduğunun farkında bile değildi.
"Bana fikrimi sormadan, beni var eden bu doğayı ve tanrıyı yok edemediğim için sadece kendimi yok ediyorum." gerekçesinde yalnız ölmüştü Plath ve Marmara yağmurların coştuğu gecelerde Marmara kadar ıslak kalmaya devam ediyordu. Marmara, Plath'ın gerekçesinde şiirler yazıyordu, en az Plath kadar yalnız, en çok Plath kadar cesurdu.
Nilgün Marmara, kendi yazgısını kendisi yazacaktı; nasılsa bir alacağı vereceği yoktu dünyayla...
Elinde kalan son parayla biraz daha yalnızlık alacaktı kendine, biraz da mürekkep. Kelebek ölüleri satan mahalle dükkânlarına hiç girmedi belki de. Yazılmış ve çizilmiş bir ideolojinin yolunda ilerlemiyordu. Kendi manifestosunu kendisi yazmıştı ve birilerini buna inandırma gibi bir derdi de yoktu.
Çoğullanan bir zehrin vücutta yarattığı o ilk dinginlikte cenneti sorgulayıp asmış gibidir yüzü. Bu Adem'e ve Tanrı'ya başkaldırdıktan sonra kirli bırakılan Lilith'in de öcüdür aslında. Fahişeliğin tapusuz ve sorgusuz aykırılığında tensel bir günahın yüzüdür, Colette'nin çağrışımlarıdır. Samuray değerleri için harakiri yaparak ölen Yukio Mişima kadar kanlı bir çocuğun annesi olduğu yüzündeki anlamda saklıdır. Nilgün Marmara, içinde taşıdığı ölü çocuk bedenleriyle şiirin ve yaşamın en haklı duruşundayken 'Düşü Ne Biliyorum' gerçekliğindeydi.
'Düşü/ne/biliyordu, o halde vardı.' Tarzı klişe söylemlerin ötesinde, Nilgün Marmara'da düşüncenin bir eylem tarzı olduğunu da göz önüne alırsak varacağımız sonuç da farklılaşacaktır. Kuşkusuz ki Nilgün Marmara, düşün bazında bilge bir konumdaydı ve bu bilgece duruş, varoluş-yokoluş arasındaki çelişkiyi perçinleştiriyor, yaşamla arasındaki uçurumu derinleştiriyordu. Çünkü Nilgün Marmara yalnızlığı kadar yalnızlık şiirleri, kirli yaşamlar kadar kirliliği yazıyordu. Bir kurgu değildir yaşam ve ölüm arasındaki o ince sınır. Onun şiirlerini farklı kılan durum da bundan kaynaklıdır: Yaşadığını yazmak, yazdığını yaşamak.
Elbette ki yazdığı dönem, Türk şiiri açısından yenilikçi bir döneme rastlıyordu. Özellikle 2. Yeni'nin şiire yeni tartışmalar getirdiği 80'li yıllarda Nilgün Marmara da bu tartışmaların içindeydi ve dönemin şairleriyle ilişki içindeydi. Ancak bu bir yere kadar etki bıraksa da, bütünsel bir alan yaratamamıştır Nilgün Marmara şiirinde. Bunun için Nilgün Marmara'nın şiiri, belli bir akımın şiirleri olmanın ötesidir. Çünkü Nilgün Marmara ötenin de ötekisidir.
"Öteki" kavramı üzerinde farklı anlayışlar belirleme mümkünatı olsa da, kadın kimliğiyle şiirler yazan bu şair alışılmışın dışında olduğunu göstermiştir zaten. Şiirin erkekliğini aşan Nilgün Marmara, erkeği dışlayan, erkeği saf dışı bırakan bir yaklaşıma sahip değilse de bir yerlerde erkeğin suçluluğunu da haykırır:'Ben, babamın yuvarladığı çığın altında kaldım.' derken, baba şahsında erkeği de eleştirmektedir.
"ey iki adımlık yerküre! / senin bütün arka bahçelerini gördüm ben." diyecekti bir şiirinde ve yazgısını yazgısıyla yazdığı Plath, hiçbir zaman uzak düşmemişti daha. Yaşamın neresinden dönersen kârdır demenin vakti gelmiştir. Birileri onu çağırıyordu, birileri 'buraya gel' diyordu. Bir kedinin titrek bakışlarıydı tek tanığı. Son şiirini kanıyla yazacaktı; ama haykırmadan, ama suskun. 13 Ekim 1987'de evinin bulunduğu apartmanın altıncı katından yeryüzüne iniyordu. Yerçekimi kuvveti yalan; son bir kez daha bakmak için Marmara'yı arıyordu gözleri. Kararlıydı; gürültülü geldiği dünyadan suskunca gidecekti. Hiçbir çığlık atmadı 6'dan yeryüzüne inerken. intiharın tarihini bozmuştu; bu sefer suskundu.
Nejat Bayramoğlu ise "Bizim hiçbirimizin yapamadığı şeyi yaptı kız" demişti. Ece Ayhan, onu birazdan tabiattan tahtaya kalkacak bir çocukmuş gibi seviyor, ona sınıfça zarfsız kuşlar göndermemizi tembihliyordu.
Nilgün Marmara alışamadığından gidiyordu. Kırmızı Kahverengi Defter'den armağan Daktiloya Çekilmiş Şiirler'i yok saymadan yeni bir şiir yazmak adına meydan okuyordu dünyaya. Biliyordu bir şiirinin eksik olduğunu. Şiiri intiharıydı, utansın tüm maskeli yalancılar, şiirini kanıyla yazıyordu.
intiharı son şiiriydi, şiir toprak kokuyordu.
iyi baksın Lorca, ölüler de kan kaybediyordu...
iNTiHARIN ÇIPLAK SURETi YA DA NiLGÜN MARMARA...Hasan POLAT
"aldırma 128!
intiharın parasız yatılı küçük zabit okullarında
her çocuğun kalbinde
kendinden büyük bir çocuk vardır
bütün sınıf sana çocuk bayramlarında
zarfsız kuşlar gönderecek..." Ece Ayhan
Tarihin öğrettiğidir. Doğumlarından çok ölümleri ilgilendirir bizi yaşama tutunmayı bilmeyenlerin, devrileceklerini bile bile kurulu düzeni devirmek isteyerek, aslolan için yürüyenlerin. Ölümü yüceleştirmek değildir bunun adı, kutsamak da değil. Zira; 'her ölüm erken ölümdür' diyen de, 'ölüm adın kalleş olsun' diyen de onlardır. Yaşamları acıyla sınanmıştır ve çoğu zaman maskeli yüzlerle girdikleri savaşta yenilmişlerdir. Mağlup ve mahcupturlar hayata karşı.
Çünkü onlar, coğrafyasız iklimlerin birer piçidirler.
Çünkü onlar, kanlı izlerde bölünendirler.
Çünkü onlar, her acıda biraz daha büyüyendirler.
Çünkü onlar, içlerinde bir babasız çocuk barındırmaktan hükümlüdürler.
Ne bin yıllık iktidarlara peşkeş çekip kölesi oldular hükümdarların; ne de ses geçirmez, güneş görmez duvarlar arkasında duvarlara benzediler. Kimisi kan görmekten nefret ederken kan çukurlarına gömülen Lorca'nın ispanya'sından geliyordu, kimisi devrimi en çok beklediği anda darbelenen bir şafakta zindanlara kıstırılan düş sahiplerinin istanbul'undan. Soluksuz bir zamana denk geliyordu hüviyetsiz geceler ve ölüm güzel kılıyordu haramilerce teslim alınmış Kaf Dağı yolcularının öyküsünü. Öykülerini yeniden yazıyorlardı.
Doğum gününü hiçbir zaman bilmek istemediğim Nilgün Marmara, ölümüyle herkesi hayrete düşüren, geride bıraktığı şiirleriyle ölümünü anlamlı kılan, ölümünün gerekçesini gösteren bir şair. Nilgün Marmara'yı felsefi bağlamda nihilist olarak mı, stoacı olarak mı yoksa bir varoluşçu olarak mı değerlendirmek gerekiyor sorusu elbette ki tartışılmalıdır. Ancak tüm bunların ötesinde, derin ve kendisine has felsefesi, denenmemiş ve okunduğunda çoğu yerde yüzeysel bir çabayla anlamlandıramayacağımız şiirleri ve yaşamıyla birebir örtüşen imgeleriyle Nilgün Marmara'ya ve şiirine hiçbir tanımlama getirmemek gerekiyor belki de. Tanımlarla boğmak, sınırlamayı beraberinde getirecektir. Oysa Nilgün Marmara, tüm sınırların ötesinde, sınırları mahkûm eden bir yaşamın ve ölümün şiirini yazmıştır.
Boğaziçi Üniversitesi'nde ingiliz Dili ve Edebiyatı okuyan Nilgün Marmara, tanıkların anlatımıyla, fakültenin merdivenlerine tek başına oturmaktan vakit buldukça sınıfın en arka sıralarında derslere giren ve akademik başarıyı yakalayan bir öğrenciydi. Üniversite döneminden tüm yaşamına ve de ölümüne kalan en önemli şey, kuşkusuz ki üniversite bitirme tezini de onun üzerine hazırladığı bir Amerikalı kadın şair olacaktır: Slyvia Plath.
An gelir, bir filmin herhangi bir sahnesi tüm şeylerin özeti olur. An gelir, bir şarkının herhangi bir notasında donakalır adı ben olan tüm ayak izlerimiz, bir yaşamın özeti olur bir çığlık ya da bir fısıltı. Bir fotoğraflar şerididir gözlerimizin önünden geçen: Binilen üç tekerlekli bisikletler, gizliden yenilen toprak, kanın beyaza döküldüğü gecelere karışan inleme sesleri, giden ve daha dönmemiş, belki de hiç dönmeyecek olan, gerekçelerimiz...
Nilgün Marmara, bu fotoğraf şeridinde en çok da kendisine benzettiği Plath'ın fotoğrafında donakalacaktı. Ne geçmiş, ne yarın; o an, bir yüzün tüm anlarının dondurulmuş hüznüyle acıyacaktı.
Amerikalı şair Plath'ın yazgısını, kendi yazgısıyla bir kolaj bütünlüğüne evirebilecek kadar cesurdu Nilgün Marmara. Çalkantılı yaşamı, şiirleri ve intiharıyla Nilgün Marmara için bir imge olan Plath, bir döngüsel ölümün doğurganlığında olduğunun farkında bile değildi.
"Bana fikrimi sormadan, beni var eden bu doğayı ve tanrıyı yok edemediğim için sadece kendimi yok ediyorum." gerekçesinde yalnız ölmüştü Plath ve Marmara yağmurların coştuğu gecelerde Marmara kadar ıslak kalmaya devam ediyordu. Marmara, Plath'ın gerekçesinde şiirler yazıyordu, en az Plath kadar yalnız, en çok Plath kadar cesurdu.
Nilgün Marmara, kendi yazgısını kendisi yazacaktı; nasılsa bir alacağı vereceği yoktu dünyayla...
Elinde kalan son parayla biraz daha yalnızlık alacaktı kendine, biraz da mürekkep. Kelebek ölüleri satan mahalle dükkânlarına hiç girmedi belki de. Yazılmış ve çizilmiş bir ideolojinin yolunda ilerlemiyordu. Kendi manifestosunu kendisi yazmıştı ve birilerini buna inandırma gibi bir derdi de yoktu.
Çoğullanan bir zehrin vücutta yarattığı o ilk dinginlikte cenneti sorgulayıp asmış gibidir yüzü. Bu Adem'e ve Tanrı'ya başkaldırdıktan sonra kirli bırakılan Lilith'in de öcüdür aslında. Fahişeliğin tapusuz ve sorgusuz aykırılığında tensel bir günahın yüzüdür, Colette'nin çağrışımlarıdır. Samuray değerleri için harakiri yaparak ölen Yukio Mişima kadar kanlı bir çocuğun annesi olduğu yüzündeki anlamda saklıdır. Nilgün Marmara, içinde taşıdığı ölü çocuk bedenleriyle şiirin ve yaşamın en haklı duruşundayken 'Düşü Ne Biliyorum' gerçekliğindeydi.
'Düşü/ne/biliyordu, o halde vardı.' Tarzı klişe söylemlerin ötesinde, Nilgün Marmara'da düşüncenin bir eylem tarzı olduğunu da göz önüne alırsak varacağımız sonuç da farklılaşacaktır. Kuşkusuz ki Nilgün Marmara, düşün bazında bilge bir konumdaydı ve bu bilgece duruş, varoluş-yokoluş arasındaki çelişkiyi perçinleştiriyor, yaşamla arasındaki uçurumu derinleştiriyordu. Çünkü Nilgün Marmara yalnızlığı kadar yalnızlık şiirleri, kirli yaşamlar kadar kirliliği yazıyordu. Bir kurgu değildir yaşam ve ölüm arasındaki o ince sınır. Onun şiirlerini farklı kılan durum da bundan kaynaklıdır: Yaşadığını yazmak, yazdığını yaşamak.
Elbette ki yazdığı dönem, Türk şiiri açısından yenilikçi bir döneme rastlıyordu. Özellikle 2. Yeni'nin şiire yeni tartışmalar getirdiği 80'li yıllarda Nilgün Marmara da bu tartışmaların içindeydi ve dönemin şairleriyle ilişki içindeydi. Ancak bu bir yere kadar etki bıraksa da, bütünsel bir alan yaratamamıştır Nilgün Marmara şiirinde. Bunun için Nilgün Marmara'nın şiiri, belli bir akımın şiirleri olmanın ötesidir. Çünkü Nilgün Marmara ötenin de ötekisidir.
"Öteki" kavramı üzerinde farklı anlayışlar belirleme mümkünatı olsa da, kadın kimliğiyle şiirler yazan bu şair alışılmışın dışında olduğunu göstermiştir zaten. Şiirin erkekliğini aşan Nilgün Marmara, erkeği dışlayan, erkeği saf dışı bırakan bir yaklaşıma sahip değilse de bir yerlerde erkeğin suçluluğunu da haykırır:'Ben, babamın yuvarladığı çığın altında kaldım.' derken, baba şahsında erkeği de eleştirmektedir.
"ey iki adımlık yerküre! / senin bütün arka bahçelerini gördüm ben." diyecekti bir şiirinde ve yazgısını yazgısıyla yazdığı Plath, hiçbir zaman uzak düşmemişti daha. Yaşamın neresinden dönersen kârdır demenin vakti gelmiştir. Birileri onu çağırıyordu, birileri 'buraya gel' diyordu. Bir kedinin titrek bakışlarıydı tek tanığı. Son şiirini kanıyla yazacaktı; ama haykırmadan, ama suskun. 13 Ekim 1987'de evinin bulunduğu apartmanın altıncı katından yeryüzüne iniyordu. Yerçekimi kuvveti yalan; son bir kez daha bakmak için Marmara'yı arıyordu gözleri. Kararlıydı; gürültülü geldiği dünyadan suskunca gidecekti. Hiçbir çığlık atmadı 6'dan yeryüzüne inerken. intiharın tarihini bozmuştu; bu sefer suskundu.
Nejat Bayramoğlu ise "Bizim hiçbirimizin yapamadığı şeyi yaptı kız" demişti. Ece Ayhan, onu birazdan tabiattan tahtaya kalkacak bir çocukmuş gibi seviyor, ona sınıfça zarfsız kuşlar göndermemizi tembihliyordu.
Nilgün Marmara alışamadığından gidiyordu. Kırmızı Kahverengi Defter'den armağan Daktiloya Çekilmiş Şiirler'i yok saymadan yeni bir şiir yazmak adına meydan okuyordu dünyaya. Biliyordu bir şiirinin eksik olduğunu. Şiiri intiharıydı, utansın tüm maskeli yalancılar, şiirini kanıyla yazıyordu.
intiharı son şiiriydi, şiir toprak kokuyordu.
iyi baksın Lorca, ölüler de kan kaybediyordu...
felsefe öğretmenliğini yaptığı bingöl şiirlerinin dönüm noktasıdır..
bir çok şiiri bu küçük şehrin kaldırımlarında, rakı içmiş vaziyette kurgulanmış ve yazılmıştır..
'ah kavaklar
ardımsıra ıslık çalar..'
bir çok şiiri bu küçük şehrin kaldırımlarında, rakı içmiş vaziyette kurgulanmış ve yazılmıştır..
'ah kavaklar
ardımsıra ıslık çalar..'
bir metinaltıok şiiri..
sezen aksu bestelemiştir..
sezen aksu bestelemiştir..
erdal eren'in idam edilmeden önceki son fotoğrafa bakılarak yazıldığı iddia adilen bir aysel gürel bestesi..
sezen söylüyor..
sezen söylüyor..
sürüne sürüne erkek olmak adlı kitabı son dönemde iletişim yayınlarınca basılmıştır.
militarizme köklü bir eleştiri..
militarizme köklü bir eleştiri..
'orda bir köy yok uzakta
köz küllendi evvel zaman içinde
alev yuttu dilini..'
köz küllendi evvel zaman içinde
alev yuttu dilini..'
sade'ın hocalığında acemidirler çoğu zaman..
katır melahati bırakmaması gerektiğini enis batura fısıldamış abimizmidir..
değildir.. abilerden nefret edendir..
değildir.. abilerden nefret edendir..
gündem gazetesinin ardılı günlük gazetesinde 'kavimler kapısı' adlı köşesi olan sakaldan yapılmış adam...
küçük iskender'in medusa'nın makası kitabında kendine yer edinmiş şarkıcı..
ataerkilliğin kasaımpaşa versiyonlu söylemi...
uyarsız turgut, edipsiz cansever... bence hiç de fena olmasa gerek..
Hasan Polat'ın Nilgün Marmara'ya ilişkin Radikal'de yayınlanmış yazısı...
iNTiHARIN ÇIPLAK SURETi YA DA NiLGÜN MARMARA ... Hasan POLAT
"aldırma 128!
intiharın parasız yatılı küçük zabit okullarında
her çocuğun kalbinde
kendinden büyük bir çocuk vardır
bütün sınıf sana çocuk bayramlarında
zarfsız kuşlar gönderecek..." Ece Ayhan
Tarihin öğrettiğidir. Doğumlarından çok ölümleri ilgilendirir bizi yaşama tutunmayı bilmeyenlerin, devrileceklerini bile bile kurulu düzeni devirmek isteyerek, aslolan için yürüyenlerin. Ölümü yüceleştirmek değildir bunun adı, kutsamak da değil. Zira; 'her ölüm erken ölümdür' diyen de, 'ölüm adın kalleş olsun' diyen de onlardır. Yaşamları acıyla sınanmıştır ve çoğu zaman maskeli yüzlerle girdikleri savaşta yenilmişlerdir. Mağlup ve mahcupturlar hayata karşı.
Çünkü onlar, coğrafyasız iklimlerin birer piçidirler.
Çünkü onlar, kanlı izlerde bölünendirler.
Çünkü onlar, her acıda biraz daha büyüyendirler.
Çünkü onlar, içlerinde bir babasız çocuk barındırmaktan hükümlüdürler.
Ne bin yıllık iktidarlara peşkeş çekip kölesi oldular hükümdarların; ne de ses geçirmez, güneş görmez duvarlar arkasında duvarlara benzediler. Kimisi kan görmekten nefret ederken kan çukurlarına gömülen Lorca'nın ispanya'sından geliyordu, kimisi devrimi en çok beklediği anda darbelenen bir şafakta zindanlara kıstırılan düş sahiplerinin istanbul'undan. Soluksuz bir zamana denk geliyordu hüviyetsiz geceler ve ölüm güzel kılıyordu haramilerce teslim alınmış Kaf Dağı yolcularının öyküsünü. Öykülerini yeniden yazıyorlardı.
Doğum gününü hiçbir zaman bilmek istemediğim Nilgün Marmara, ölümüyle herkesi hayrete düşüren, geride bıraktığı şiirleriyle ölümünü anlamlı kılan, ölümünün gerekçesini gösteren bir şair. Nilgün Marmara'yı felsefi bağlamda nihilist olarak mı, stoacı olarak mı yoksa bir varoluşçu olarak mı değerlendirmek gerekiyor sorusu elbette ki tartışılmalıdır. Ancak tüm bunların ötesinde, derin ve kendisine has felsefesi, denenmemiş ve okunduğunda çoğu yerde yüzeysel bir çabayla anlamlandıramayacağımız şiirleri ve yaşamıyla birebir örtüşen imgeleriyle Nilgün Marmara'ya ve şiirine hiçbir tanımlama getirmemek gerekiyor belki de. Tanımlarla boğmak, sınırlamayı beraberinde getirecektir. Oysa Nilgün Marmara, tüm sınırların ötesinde, sınırları mahkûm eden bir yaşamın ve ölümün şiirini yazmıştır.
Boğaziçi Üniversitesi'nde ingiliz Dili ve Edebiyatı okuyan Nilgün Marmara, tanıkların anlatımıyla, fakültenin merdivenlerine tek başına oturmaktan vakit buldukça sınıfın en arka sıralarında derslere giren ve akademik başarıyı yakalayan bir öğrenciydi. Üniversite döneminden tüm yaşamına ve de ölümüne kalan en önemli şey, kuşkusuz ki üniversite bitirme tezini de onun üzerine hazırladığı bir Amerikalı kadın şair olacaktır: Slyvia Plath.
An gelir, bir filmin herhangi bir sahnesi tüm şeylerin özeti olur. An gelir, bir şarkının herhangi bir notasında donakalır adı ben olan tüm ayak izlerimiz, bir yaşamın özeti olur bir çığlık ya da bir fısıltı. Bir fotoğraflar şerididir gözlerimizin önünden geçen: Binilen üç tekerlekli bisikletler, gizliden yenilen toprak, kanın beyaza döküldüğü gecelere karışan inleme sesleri, giden ve daha dönmemiş, belki de hiç dönmeyecek olan, gerekçelerimiz...
Nilgün Marmara, bu fotoğraf şeridinde en çok da kendisine benzettiği Plath'ın fotoğrafında donakalacaktı. Ne geçmiş, ne yarın; o an, bir yüzün tüm anlarının dondurulmuş hüznüyle acıyacaktı.
Amerikalı şair Plath'ın yazgısını, kendi yazgısıyla bir kolaj bütünlüğüne evirebilecek kadar cesurdu Nilgün Marmara. Çalkantılı yaşamı, şiirleri ve intiharıyla Nilgün Marmara için bir imge olan Plath, bir döngüsel ölümün doğurganlığında olduğunun farkında bile değildi.
"Bana fikrimi sormadan, beni var eden bu doğayı ve tanrıyı yok edemediğim için sadece kendimi yok ediyorum." gerekçesinde yalnız ölmüştü Plath ve Marmara yağmurların coştuğu gecelerde Marmara kadar ıslak kalmaya devam ediyordu. Marmara, Plath'ın gerekçesinde şiirler yazıyordu, en az Plath kadar yalnız, en çok Plath kadar cesurdu.
Nilgün Marmara, kendi yazgısını kendisi yazacaktı; nasılsa bir alacağı vereceği yoktu dünyayla...
Elinde kalan son parayla biraz daha yalnızlık alacaktı kendine, biraz da mürekkep. Kelebek ölüleri satan mahalle dükkânlarına hiç girmedi belki de. Yazılmış ve çizilmiş bir ideolojinin yolunda ilerlemiyordu. Kendi manifestosunu kendisi yazmıştı ve birilerini buna inandırma gibi bir derdi de yoktu.
Çoğullanan bir zehrin vücutta yarattığı o ilk dinginlikte cenneti sorgulayıp asmış gibidir yüzü. Bu Adem'e ve Tanrı'ya başkaldırdıktan sonra kirli bırakılan Lilith'in de öcüdür aslında. Fahişeliğin tapusuz ve sorgusuz aykırılığında tensel bir günahın yüzüdür, Colette'nin çağrışımlarıdır. Samuray değerleri için harakiri yaparak ölen Yukio Mişima kadar kanlı bir çocuğun annesi olduğu yüzündeki anlamda saklıdır. Nilgün Marmara, içinde taşıdığı ölü çocuk bedenleriyle şiirin ve yaşamın en haklı duruşundayken 'Düşü Ne Biliyorum' gerçekliğindeydi.
'Düşü/ne/biliyordu, o halde vardı.' Tarzı klişe söylemlerin ötesinde, Nilgün Marmara'da düşüncenin bir eylem tarzı olduğunu da göz önüne alırsak varacağımız sonuç da farklılaşacaktır. Kuşkusuz ki Nilgün Marmara, düşün bazında bilge bir konumdaydı ve bu bilgece duruş, varoluş-yokoluş arasındaki çelişkiyi perçinleştiriyor, yaşamla arasındaki uçurumu derinleştiriyordu. Çünkü Nilgün Marmara yalnızlığı kadar yalnızlık şiirleri, kirli yaşamlar kadar kirliliği yazıyordu. Bir kurgu değildir yaşam ve ölüm arasındaki o ince sınır. Onun şiirlerini farklı kılan durum da bundan kaynaklıdır: Yaşadığını yazmak, yazdığını yaşamak.
Elbette ki yazdığı dönem, Türk şiiri açısından yenilikçi bir döneme rastlıyordu. Özellikle 2. Yeni'nin şiire yeni tartışmalar getirdiği 80'li yıllarda Nilgün Marmara da bu tartışmaların içindeydi ve dönemin şairleriyle ilişki içindeydi. Ancak bu bir yere kadar etki bıraksa da, bütünsel bir alan yaratamamıştır Nilgün Marmara şiirinde. Bunun için Nilgün Marmara'nın şiiri, belli bir akımın şiirleri olmanın ötesidir. Çünkü Nilgün Marmara ötenin de ötekisidir.
"Öteki" kavramı üzerinde farklı anlayışlar belirleme mümkünatı olsa da, kadın kimliğiyle şiirler yazan bu şair alışılmışın dışında olduğunu göstermiştir zaten. Şiirin erkekliğini aşan Nilgün Marmara, erkeği dışlayan, erkeği saf dışı bırakan bir yaklaşıma sahip değilse de bir yerlerde erkeğin suçluluğunu da haykırır:
'Ben, babamın yuvarladığı çığın altında kaldım.' derken, baba şahsında erkeği de eleştirmektedir.
"ey iki adımlık yerküre! / senin bütün arka bahçelerini gördüm ben." diyecekti bir şiirinde ve yazgısını yazgısıyla yazdığı Plath, hiçbir zaman uzak düşmemişti daha. Yaşamın neresinden dönersen kârdır demenin vakti gelmiştir. Birileri onu çağırıyordu, birileri 'buraya gel' diyordu. Bir kedinin titrek bakışlarıydı tek tanığı. Son şiirini kanıyla yazacaktı; ama haykırmadan, ama suskun. 13 Ekim 1987'de evinin bulunduğu apartmanın altıncı katından yeryüzüne iniyordu. Yerçekimi kuvveti yalan; son bir kez daha bakmak için Marmara'yı arıyordu gözleri. Kararlıydı; gürültülü geldiği dünyadan suskunca gidecekti. Hiçbir çığlık atmadı 6'dan yeryüzüne inerken. intiharın tarihini bozmuştu; bu sefer suskundu.
Nejat Bayramoğlu ise "Bizim hiçbirimizin yapamadığı şeyi yaptı kız" demişti. Ece Ayhan, onu birazdan tabiattan tahtaya kalkacak bir çocukmuş gibi seviyor, ona sınıfça zarfsız kuşlar göndermemizi tembihliyordu.
Nilgün Marmara alışamadığından gidiyordu. Kırmızı Kahverengi Defter'den armağan Daktiloya Çekilmiş Şiirler'i yok saymadan yeni bir şiir yazmak adına meydan okuyordu dünyaya. Biliyordu bir şiirinin eksik olduğunu. Şiiri intiharıydı, utansın tüm maskeli yalancılar, şiirini kanıyla yazıyordu.
intiharı son şiiriydi, şiir toprak kokuyordu.
iyi baksın Lorca, ölüler de kan kaybediyordu..
iNTiHARIN ÇIPLAK SURETi YA DA NiLGÜN MARMARA ... Hasan POLAT
"aldırma 128!
intiharın parasız yatılı küçük zabit okullarında
her çocuğun kalbinde
kendinden büyük bir çocuk vardır
bütün sınıf sana çocuk bayramlarında
zarfsız kuşlar gönderecek..." Ece Ayhan
Tarihin öğrettiğidir. Doğumlarından çok ölümleri ilgilendirir bizi yaşama tutunmayı bilmeyenlerin, devrileceklerini bile bile kurulu düzeni devirmek isteyerek, aslolan için yürüyenlerin. Ölümü yüceleştirmek değildir bunun adı, kutsamak da değil. Zira; 'her ölüm erken ölümdür' diyen de, 'ölüm adın kalleş olsun' diyen de onlardır. Yaşamları acıyla sınanmıştır ve çoğu zaman maskeli yüzlerle girdikleri savaşta yenilmişlerdir. Mağlup ve mahcupturlar hayata karşı.
Çünkü onlar, coğrafyasız iklimlerin birer piçidirler.
Çünkü onlar, kanlı izlerde bölünendirler.
Çünkü onlar, her acıda biraz daha büyüyendirler.
Çünkü onlar, içlerinde bir babasız çocuk barındırmaktan hükümlüdürler.
Ne bin yıllık iktidarlara peşkeş çekip kölesi oldular hükümdarların; ne de ses geçirmez, güneş görmez duvarlar arkasında duvarlara benzediler. Kimisi kan görmekten nefret ederken kan çukurlarına gömülen Lorca'nın ispanya'sından geliyordu, kimisi devrimi en çok beklediği anda darbelenen bir şafakta zindanlara kıstırılan düş sahiplerinin istanbul'undan. Soluksuz bir zamana denk geliyordu hüviyetsiz geceler ve ölüm güzel kılıyordu haramilerce teslim alınmış Kaf Dağı yolcularının öyküsünü. Öykülerini yeniden yazıyorlardı.
Doğum gününü hiçbir zaman bilmek istemediğim Nilgün Marmara, ölümüyle herkesi hayrete düşüren, geride bıraktığı şiirleriyle ölümünü anlamlı kılan, ölümünün gerekçesini gösteren bir şair. Nilgün Marmara'yı felsefi bağlamda nihilist olarak mı, stoacı olarak mı yoksa bir varoluşçu olarak mı değerlendirmek gerekiyor sorusu elbette ki tartışılmalıdır. Ancak tüm bunların ötesinde, derin ve kendisine has felsefesi, denenmemiş ve okunduğunda çoğu yerde yüzeysel bir çabayla anlamlandıramayacağımız şiirleri ve yaşamıyla birebir örtüşen imgeleriyle Nilgün Marmara'ya ve şiirine hiçbir tanımlama getirmemek gerekiyor belki de. Tanımlarla boğmak, sınırlamayı beraberinde getirecektir. Oysa Nilgün Marmara, tüm sınırların ötesinde, sınırları mahkûm eden bir yaşamın ve ölümün şiirini yazmıştır.
Boğaziçi Üniversitesi'nde ingiliz Dili ve Edebiyatı okuyan Nilgün Marmara, tanıkların anlatımıyla, fakültenin merdivenlerine tek başına oturmaktan vakit buldukça sınıfın en arka sıralarında derslere giren ve akademik başarıyı yakalayan bir öğrenciydi. Üniversite döneminden tüm yaşamına ve de ölümüne kalan en önemli şey, kuşkusuz ki üniversite bitirme tezini de onun üzerine hazırladığı bir Amerikalı kadın şair olacaktır: Slyvia Plath.
An gelir, bir filmin herhangi bir sahnesi tüm şeylerin özeti olur. An gelir, bir şarkının herhangi bir notasında donakalır adı ben olan tüm ayak izlerimiz, bir yaşamın özeti olur bir çığlık ya da bir fısıltı. Bir fotoğraflar şerididir gözlerimizin önünden geçen: Binilen üç tekerlekli bisikletler, gizliden yenilen toprak, kanın beyaza döküldüğü gecelere karışan inleme sesleri, giden ve daha dönmemiş, belki de hiç dönmeyecek olan, gerekçelerimiz...
Nilgün Marmara, bu fotoğraf şeridinde en çok da kendisine benzettiği Plath'ın fotoğrafında donakalacaktı. Ne geçmiş, ne yarın; o an, bir yüzün tüm anlarının dondurulmuş hüznüyle acıyacaktı.
Amerikalı şair Plath'ın yazgısını, kendi yazgısıyla bir kolaj bütünlüğüne evirebilecek kadar cesurdu Nilgün Marmara. Çalkantılı yaşamı, şiirleri ve intiharıyla Nilgün Marmara için bir imge olan Plath, bir döngüsel ölümün doğurganlığında olduğunun farkında bile değildi.
"Bana fikrimi sormadan, beni var eden bu doğayı ve tanrıyı yok edemediğim için sadece kendimi yok ediyorum." gerekçesinde yalnız ölmüştü Plath ve Marmara yağmurların coştuğu gecelerde Marmara kadar ıslak kalmaya devam ediyordu. Marmara, Plath'ın gerekçesinde şiirler yazıyordu, en az Plath kadar yalnız, en çok Plath kadar cesurdu.
Nilgün Marmara, kendi yazgısını kendisi yazacaktı; nasılsa bir alacağı vereceği yoktu dünyayla...
Elinde kalan son parayla biraz daha yalnızlık alacaktı kendine, biraz da mürekkep. Kelebek ölüleri satan mahalle dükkânlarına hiç girmedi belki de. Yazılmış ve çizilmiş bir ideolojinin yolunda ilerlemiyordu. Kendi manifestosunu kendisi yazmıştı ve birilerini buna inandırma gibi bir derdi de yoktu.
Çoğullanan bir zehrin vücutta yarattığı o ilk dinginlikte cenneti sorgulayıp asmış gibidir yüzü. Bu Adem'e ve Tanrı'ya başkaldırdıktan sonra kirli bırakılan Lilith'in de öcüdür aslında. Fahişeliğin tapusuz ve sorgusuz aykırılığında tensel bir günahın yüzüdür, Colette'nin çağrışımlarıdır. Samuray değerleri için harakiri yaparak ölen Yukio Mişima kadar kanlı bir çocuğun annesi olduğu yüzündeki anlamda saklıdır. Nilgün Marmara, içinde taşıdığı ölü çocuk bedenleriyle şiirin ve yaşamın en haklı duruşundayken 'Düşü Ne Biliyorum' gerçekliğindeydi.
'Düşü/ne/biliyordu, o halde vardı.' Tarzı klişe söylemlerin ötesinde, Nilgün Marmara'da düşüncenin bir eylem tarzı olduğunu da göz önüne alırsak varacağımız sonuç da farklılaşacaktır. Kuşkusuz ki Nilgün Marmara, düşün bazında bilge bir konumdaydı ve bu bilgece duruş, varoluş-yokoluş arasındaki çelişkiyi perçinleştiriyor, yaşamla arasındaki uçurumu derinleştiriyordu. Çünkü Nilgün Marmara yalnızlığı kadar yalnızlık şiirleri, kirli yaşamlar kadar kirliliği yazıyordu. Bir kurgu değildir yaşam ve ölüm arasındaki o ince sınır. Onun şiirlerini farklı kılan durum da bundan kaynaklıdır: Yaşadığını yazmak, yazdığını yaşamak.
Elbette ki yazdığı dönem, Türk şiiri açısından yenilikçi bir döneme rastlıyordu. Özellikle 2. Yeni'nin şiire yeni tartışmalar getirdiği 80'li yıllarda Nilgün Marmara da bu tartışmaların içindeydi ve dönemin şairleriyle ilişki içindeydi. Ancak bu bir yere kadar etki bıraksa da, bütünsel bir alan yaratamamıştır Nilgün Marmara şiirinde. Bunun için Nilgün Marmara'nın şiiri, belli bir akımın şiirleri olmanın ötesidir. Çünkü Nilgün Marmara ötenin de ötekisidir.
"Öteki" kavramı üzerinde farklı anlayışlar belirleme mümkünatı olsa da, kadın kimliğiyle şiirler yazan bu şair alışılmışın dışında olduğunu göstermiştir zaten. Şiirin erkekliğini aşan Nilgün Marmara, erkeği dışlayan, erkeği saf dışı bırakan bir yaklaşıma sahip değilse de bir yerlerde erkeğin suçluluğunu da haykırır:
'Ben, babamın yuvarladığı çığın altında kaldım.' derken, baba şahsında erkeği de eleştirmektedir.
"ey iki adımlık yerküre! / senin bütün arka bahçelerini gördüm ben." diyecekti bir şiirinde ve yazgısını yazgısıyla yazdığı Plath, hiçbir zaman uzak düşmemişti daha. Yaşamın neresinden dönersen kârdır demenin vakti gelmiştir. Birileri onu çağırıyordu, birileri 'buraya gel' diyordu. Bir kedinin titrek bakışlarıydı tek tanığı. Son şiirini kanıyla yazacaktı; ama haykırmadan, ama suskun. 13 Ekim 1987'de evinin bulunduğu apartmanın altıncı katından yeryüzüne iniyordu. Yerçekimi kuvveti yalan; son bir kez daha bakmak için Marmara'yı arıyordu gözleri. Kararlıydı; gürültülü geldiği dünyadan suskunca gidecekti. Hiçbir çığlık atmadı 6'dan yeryüzüne inerken. intiharın tarihini bozmuştu; bu sefer suskundu.
Nejat Bayramoğlu ise "Bizim hiçbirimizin yapamadığı şeyi yaptı kız" demişti. Ece Ayhan, onu birazdan tabiattan tahtaya kalkacak bir çocukmuş gibi seviyor, ona sınıfça zarfsız kuşlar göndermemizi tembihliyordu.
Nilgün Marmara alışamadığından gidiyordu. Kırmızı Kahverengi Defter'den armağan Daktiloya Çekilmiş Şiirler'i yok saymadan yeni bir şiir yazmak adına meydan okuyordu dünyaya. Biliyordu bir şiirinin eksik olduğunu. Şiiri intiharıydı, utansın tüm maskeli yalancılar, şiirini kanıyla yazıyordu.
intiharı son şiiriydi, şiir toprak kokuyordu.
iyi baksın Lorca, ölüler de kan kaybediyordu..