bugün

entry'ler (18)

yalanci taniklar kahvesi

vedat türkali'nin mart 2009 tarihiyle yayınlanacak olan son romanı..
70'li yılların çalkantılı dönemini konu alan 90. yaş kitabı...

çok üşümek

turgut uyar'ın üşüyerek yazdığı o güzel şiirin adıdır..
karin karakaşlı'nın radikal ikide yayınlanmış yazısında
bizi ne çok üşüttü...

ece ayhan

hececi değil ececi olabilmenin mümkünatını sağlayabilmiş şair.

malina

zelda nilgün marmara'nın kırmızı kahverengi kitap adlı günlüğünde adı geçen kitaptır.
totalitarizmin yanlızca savaşlarda ve faşizmde aranmaması gerektiğini, totalitarizm denen olgunun iki kişilik ilişkilerde başladığını gözümüze soka soka kanata kanata anlatır. gündüz vassaf'la bir ilişkisi olmalıdır. ve artık 'savaş ve barış' diyemeyen karakterin yanlızca bize bıraktığı acemi bir haykırışın son durak anlatısıdır.
'bir daha asla savaş ve barış demeyeceğim. sadece savaş var çünkü..'

kemalizmi din sanan çılgın insan

-izm'in kaba dogmalarla cilalanmış şekilsiz olan tiplerindendir.
allahın izinden gitmese de en az allah kadar tapılmaya müsait argümanları vardır.
netice itibariyle ikisi de cennet vaadeden yalancı peygamberle sevişme halinde, bir orgazm olamama halidir..

hasan polat

Radikal'de yayımlanan intiharın Çıplak Sureti adlı yazının yazarı..

iNTiHARIN ÇIPLAK SURETi YA DA NiLGÜN MARMARA...Hasan POLAT
"aldırma 128!
intiharın parasız yatılı küçük zabit okullarında
her çocuğun kalbinde
kendinden büyük bir çocuk vardır
bütün sınıf sana çocuk bayramlarında
zarfsız kuşlar gönderecek..." Ece Ayhan
Tarihin öğrettiğidir. Doğumlarından çok ölümleri ilgilendirir bizi yaşama tutunmayı bilmeyenlerin, devrileceklerini bile bile kurulu düzeni devirmek isteyerek, aslolan için yürüyenlerin. Ölümü yüceleştirmek değildir bunun adı, kutsamak da değil. Zira; 'her ölüm erken ölümdür' diyen de, 'ölüm adın kalleş olsun' diyen de onlardır. Yaşamları acıyla sınanmıştır ve çoğu zaman maskeli yüzlerle girdikleri savaşta yenilmişlerdir. Mağlup ve mahcupturlar hayata karşı.
Çünkü onlar, coğrafyasız iklimlerin birer piçidirler.
Çünkü onlar, kanlı izlerde bölünendirler.
Çünkü onlar, her acıda biraz daha büyüyendirler.
Çünkü onlar, içlerinde bir babasız çocuk barındırmaktan hükümlüdürler.
Ne bin yıllık iktidarlara peşkeş çekip kölesi oldular hükümdarların; ne de ses geçirmez, güneş görmez duvarlar arkasında duvarlara benzediler. Kimisi kan görmekten nefret ederken kan çukurlarına gömülen Lorca'nın ispanya'sından geliyordu, kimisi devrimi en çok beklediği anda darbelenen bir şafakta zindanlara kıstırılan düş sahiplerinin istanbul'undan. Soluksuz bir zamana denk geliyordu hüviyetsiz geceler ve ölüm güzel kılıyordu haramilerce teslim alınmış Kaf Dağı yolcularının öyküsünü. Öykülerini yeniden yazıyorlardı.
Doğum gününü hiçbir zaman bilmek istemediğim Nilgün Marmara, ölümüyle herkesi hayrete düşüren, geride bıraktığı şiirleriyle ölümünü anlamlı kılan, ölümünün gerekçesini gösteren bir şair. Nilgün Marmara'yı felsefi bağlamda nihilist olarak mı, stoacı olarak mı yoksa bir varoluşçu olarak mı değerlendirmek gerekiyor sorusu elbette ki tartışılmalıdır. Ancak tüm bunların ötesinde, derin ve kendisine has felsefesi, denenmemiş ve okunduğunda çoğu yerde yüzeysel bir çabayla anlamlandıramayacağımız şiirleri ve yaşamıyla birebir örtüşen imgeleriyle Nilgün Marmara'ya ve şiirine hiçbir tanımlama getirmemek gerekiyor belki de. Tanımlarla boğmak, sınırlamayı beraberinde getirecektir. Oysa Nilgün Marmara, tüm sınırların ötesinde, sınırları mahkûm eden bir yaşamın ve ölümün şiirini yazmıştır.

Boğaziçi Üniversitesi'nde ingiliz Dili ve Edebiyatı okuyan Nilgün Marmara, tanıkların anlatımıyla, fakültenin merdivenlerine tek başına oturmaktan vakit buldukça sınıfın en arka sıralarında derslere giren ve akademik başarıyı yakalayan bir öğrenciydi. Üniversite döneminden tüm yaşamına ve de ölümüne kalan en önemli şey, kuşkusuz ki üniversite bitirme tezini de onun üzerine hazırladığı bir Amerikalı kadın şair olacaktır: Slyvia Plath.
An gelir, bir filmin herhangi bir sahnesi tüm şeylerin özeti olur. An gelir, bir şarkının herhangi bir notasında donakalır adı ben olan tüm ayak izlerimiz, bir yaşamın özeti olur bir çığlık ya da bir fısıltı. Bir fotoğraflar şerididir gözlerimizin önünden geçen: Binilen üç tekerlekli bisikletler, gizliden yenilen toprak, kanın beyaza döküldüğü gecelere karışan inleme sesleri, giden ve daha dönmemiş, belki de hiç dönmeyecek olan, gerekçelerimiz...
Nilgün Marmara, bu fotoğraf şeridinde en çok da kendisine benzettiği Plath'ın fotoğrafında donakalacaktı. Ne geçmiş, ne yarın; o an, bir yüzün tüm anlarının dondurulmuş hüznüyle acıyacaktı.
Amerikalı şair Plath'ın yazgısını, kendi yazgısıyla bir kolaj bütünlüğüne evirebilecek kadar cesurdu Nilgün Marmara. Çalkantılı yaşamı, şiirleri ve intiharıyla Nilgün Marmara için bir imge olan Plath, bir döngüsel ölümün doğurganlığında olduğunun farkında bile değildi.
"Bana fikrimi sormadan, beni var eden bu doğayı ve tanrıyı yok edemediğim için sadece kendimi yok ediyorum." gerekçesinde yalnız ölmüştü Plath ve Marmara yağmurların coştuğu gecelerde Marmara kadar ıslak kalmaya devam ediyordu. Marmara, Plath'ın gerekçesinde şiirler yazıyordu, en az Plath kadar yalnız, en çok Plath kadar cesurdu.
Nilgün Marmara, kendi yazgısını kendisi yazacaktı; nasılsa bir alacağı vereceği yoktu dünyayla...
Elinde kalan son parayla biraz daha yalnızlık alacaktı kendine, biraz da mürekkep. Kelebek ölüleri satan mahalle dükkânlarına hiç girmedi belki de. Yazılmış ve çizilmiş bir ideolojinin yolunda ilerlemiyordu. Kendi manifestosunu kendisi yazmıştı ve birilerini buna inandırma gibi bir derdi de yoktu.

Çoğullanan bir zehrin vücutta yarattığı o ilk dinginlikte cenneti sorgulayıp asmış gibidir yüzü. Bu Adem'e ve Tanrı'ya başkaldırdıktan sonra kirli bırakılan Lilith'in de öcüdür aslında. Fahişeliğin tapusuz ve sorgusuz aykırılığında tensel bir günahın yüzüdür, Colette'nin çağrışımlarıdır. Samuray değerleri için harakiri yaparak ölen Yukio Mişima kadar kanlı bir çocuğun annesi olduğu yüzündeki anlamda saklıdır. Nilgün Marmara, içinde taşıdığı ölü çocuk bedenleriyle şiirin ve yaşamın en haklı duruşundayken 'Düşü Ne Biliyorum' gerçekliğindeydi.

'Düşü/ne/biliyordu, o halde vardı.' Tarzı klişe söylemlerin ötesinde, Nilgün Marmara'da düşüncenin bir eylem tarzı olduğunu da göz önüne alırsak varacağımız sonuç da farklılaşacaktır. Kuşkusuz ki Nilgün Marmara, düşün bazında bilge bir konumdaydı ve bu bilgece duruş, varoluş-yokoluş arasındaki çelişkiyi perçinleştiriyor, yaşamla arasındaki uçurumu derinleştiriyordu. Çünkü Nilgün Marmara yalnızlığı kadar yalnızlık şiirleri, kirli yaşamlar kadar kirliliği yazıyordu. Bir kurgu değildir yaşam ve ölüm arasındaki o ince sınır. Onun şiirlerini farklı kılan durum da bundan kaynaklıdır: Yaşadığını yazmak, yazdığını yaşamak.
Elbette ki yazdığı dönem, Türk şiiri açısından yenilikçi bir döneme rastlıyordu. Özellikle 2. Yeni'nin şiire yeni tartışmalar getirdiği 80'li yıllarda Nilgün Marmara da bu tartışmaların içindeydi ve dönemin şairleriyle ilişki içindeydi. Ancak bu bir yere kadar etki bıraksa da, bütünsel bir alan yaratamamıştır Nilgün Marmara şiirinde. Bunun için Nilgün Marmara'nın şiiri, belli bir akımın şiirleri olmanın ötesidir. Çünkü Nilgün Marmara ötenin de ötekisidir.

"Öteki" kavramı üzerinde farklı anlayışlar belirleme mümkünatı olsa da, kadın kimliğiyle şiirler yazan bu şair alışılmışın dışında olduğunu göstermiştir zaten. Şiirin erkekliğini aşan Nilgün Marmara, erkeği dışlayan, erkeği saf dışı bırakan bir yaklaşıma sahip değilse de bir yerlerde erkeğin suçluluğunu da haykırır:'Ben, babamın yuvarladığı çığın altında kaldım.' derken, baba şahsında erkeği de eleştirmektedir.

"ey iki adımlık yerküre! / senin bütün arka bahçelerini gördüm ben." diyecekti bir şiirinde ve yazgısını yazgısıyla yazdığı Plath, hiçbir zaman uzak düşmemişti daha. Yaşamın neresinden dönersen kârdır demenin vakti gelmiştir. Birileri onu çağırıyordu, birileri 'buraya gel' diyordu. Bir kedinin titrek bakışlarıydı tek tanığı. Son şiirini kanıyla yazacaktı; ama haykırmadan, ama suskun. 13 Ekim 1987'de evinin bulunduğu apartmanın altıncı katından yeryüzüne iniyordu. Yerçekimi kuvveti yalan; son bir kez daha bakmak için Marmara'yı arıyordu gözleri. Kararlıydı; gürültülü geldiği dünyadan suskunca gidecekti. Hiçbir çığlık atmadı 6'dan yeryüzüne inerken. intiharın tarihini bozmuştu; bu sefer suskundu.

Nejat Bayramoğlu ise "Bizim hiçbirimizin yapamadığı şeyi yaptı kız" demişti. Ece Ayhan, onu birazdan tabiattan tahtaya kalkacak bir çocukmuş gibi seviyor, ona sınıfça zarfsız kuşlar göndermemizi tembihliyordu.
Nilgün Marmara alışamadığından gidiyordu. Kırmızı Kahverengi Defter'den armağan Daktiloya Çekilmiş Şiirler'i yok saymadan yeni bir şiir yazmak adına meydan okuyordu dünyaya. Biliyordu bir şiirinin eksik olduğunu. Şiiri intiharıydı, utansın tüm maskeli yalancılar, şiirini kanıyla yazıyordu.

intiharı son şiiriydi, şiir toprak kokuyordu.
iyi baksın Lorca, ölüler de kan kaybediyordu...

metin altıok

felsefe öğretmenliğini yaptığı bingöl şiirlerinin dönüm noktasıdır..
bir çok şiiri bu küçük şehrin kaldırımlarında, rakı içmiş vaziyette kurgulanmış ve yazılmıştır..

'ah kavaklar
ardımsıra ıslık çalar..'

ah kavaklar

bir metinaltıok şiiri..
sezen aksu bestelemiştir..

son bakış

erdal eren'in idam edilmeden önceki son fotoğrafa bakılarak yazıldığı iddia adilen bir aysel gürel bestesi..
sezen söylüyor..

pınar selek

sürüne sürüne erkek olmak adlı kitabı son dönemde iletişim yayınlarınca basılmıştır.
militarizme köklü bir eleştiri..

hicri izgören

'orda bir köy yok uzakta
köz küllendi evvel zaman içinde
alev yuttu dilini..'

kızların bacaklarına bakan sapık öğretmen modeli

sade'ın hocalığında acemidirler çoğu zaman..

ece ayhan

katır melahati bırakmaması gerektiğini enis batura fısıldamış abimizmidir..
değildir.. abilerden nefret edendir..

sezai sarioglu

gündem gazetesinin ardılı günlük gazetesinde 'kavimler kapısı' adlı köşesi olan sakaldan yapılmış adam...

yıldız tilbe

küçük iskender'in medusa'nın makası kitabında kendine yer edinmiş şarkıcı..

haydi hanımlar çocuk yapın

ataerkilliğin kasaımpaşa versiyonlu söylemi...

turgut cansever

uyarsız turgut, edipsiz cansever... bence hiç de fena olmasa gerek..

nilgün marmara

Hasan Polat'ın Nilgün Marmara'ya ilişkin Radikal'de yayınlanmış yazısı...

iNTiHARIN ÇIPLAK SURETi YA DA NiLGÜN MARMARA ... Hasan POLAT
"aldırma 128!
intiharın parasız yatılı küçük zabit okullarında
her çocuğun kalbinde
kendinden büyük bir çocuk vardır
bütün sınıf sana çocuk bayramlarında
zarfsız kuşlar gönderecek..." Ece Ayhan
Tarihin öğrettiğidir. Doğumlarından çok ölümleri ilgilendirir bizi yaşama tutunmayı bilmeyenlerin, devrileceklerini bile bile kurulu düzeni devirmek isteyerek, aslolan için yürüyenlerin. Ölümü yüceleştirmek değildir bunun adı, kutsamak da değil. Zira; 'her ölüm erken ölümdür' diyen de, 'ölüm adın kalleş olsun' diyen de onlardır. Yaşamları acıyla sınanmıştır ve çoğu zaman maskeli yüzlerle girdikleri savaşta yenilmişlerdir. Mağlup ve mahcupturlar hayata karşı.
Çünkü onlar, coğrafyasız iklimlerin birer piçidirler.
Çünkü onlar, kanlı izlerde bölünendirler.
Çünkü onlar, her acıda biraz daha büyüyendirler.
Çünkü onlar, içlerinde bir babasız çocuk barındırmaktan hükümlüdürler.
Ne bin yıllık iktidarlara peşkeş çekip kölesi oldular hükümdarların; ne de ses geçirmez, güneş görmez duvarlar arkasında duvarlara benzediler. Kimisi kan görmekten nefret ederken kan çukurlarına gömülen Lorca'nın ispanya'sından geliyordu, kimisi devrimi en çok beklediği anda darbelenen bir şafakta zindanlara kıstırılan düş sahiplerinin istanbul'undan. Soluksuz bir zamana denk geliyordu hüviyetsiz geceler ve ölüm güzel kılıyordu haramilerce teslim alınmış Kaf Dağı yolcularının öyküsünü. Öykülerini yeniden yazıyorlardı.
Doğum gününü hiçbir zaman bilmek istemediğim Nilgün Marmara, ölümüyle herkesi hayrete düşüren, geride bıraktığı şiirleriyle ölümünü anlamlı kılan, ölümünün gerekçesini gösteren bir şair. Nilgün Marmara'yı felsefi bağlamda nihilist olarak mı, stoacı olarak mı yoksa bir varoluşçu olarak mı değerlendirmek gerekiyor sorusu elbette ki tartışılmalıdır. Ancak tüm bunların ötesinde, derin ve kendisine has felsefesi, denenmemiş ve okunduğunda çoğu yerde yüzeysel bir çabayla anlamlandıramayacağımız şiirleri ve yaşamıyla birebir örtüşen imgeleriyle Nilgün Marmara'ya ve şiirine hiçbir tanımlama getirmemek gerekiyor belki de. Tanımlarla boğmak, sınırlamayı beraberinde getirecektir. Oysa Nilgün Marmara, tüm sınırların ötesinde, sınırları mahkûm eden bir yaşamın ve ölümün şiirini yazmıştır.

Boğaziçi Üniversitesi'nde ingiliz Dili ve Edebiyatı okuyan Nilgün Marmara, tanıkların anlatımıyla, fakültenin merdivenlerine tek başına oturmaktan vakit buldukça sınıfın en arka sıralarında derslere giren ve akademik başarıyı yakalayan bir öğrenciydi. Üniversite döneminden tüm yaşamına ve de ölümüne kalan en önemli şey, kuşkusuz ki üniversite bitirme tezini de onun üzerine hazırladığı bir Amerikalı kadın şair olacaktır: Slyvia Plath.
An gelir, bir filmin herhangi bir sahnesi tüm şeylerin özeti olur. An gelir, bir şarkının herhangi bir notasında donakalır adı ben olan tüm ayak izlerimiz, bir yaşamın özeti olur bir çığlık ya da bir fısıltı. Bir fotoğraflar şerididir gözlerimizin önünden geçen: Binilen üç tekerlekli bisikletler, gizliden yenilen toprak, kanın beyaza döküldüğü gecelere karışan inleme sesleri, giden ve daha dönmemiş, belki de hiç dönmeyecek olan, gerekçelerimiz...
Nilgün Marmara, bu fotoğraf şeridinde en çok da kendisine benzettiği Plath'ın fotoğrafında donakalacaktı. Ne geçmiş, ne yarın; o an, bir yüzün tüm anlarının dondurulmuş hüznüyle acıyacaktı.
Amerikalı şair Plath'ın yazgısını, kendi yazgısıyla bir kolaj bütünlüğüne evirebilecek kadar cesurdu Nilgün Marmara. Çalkantılı yaşamı, şiirleri ve intiharıyla Nilgün Marmara için bir imge olan Plath, bir döngüsel ölümün doğurganlığında olduğunun farkında bile değildi.
"Bana fikrimi sormadan, beni var eden bu doğayı ve tanrıyı yok edemediğim için sadece kendimi yok ediyorum." gerekçesinde yalnız ölmüştü Plath ve Marmara yağmurların coştuğu gecelerde Marmara kadar ıslak kalmaya devam ediyordu. Marmara, Plath'ın gerekçesinde şiirler yazıyordu, en az Plath kadar yalnız, en çok Plath kadar cesurdu.
Nilgün Marmara, kendi yazgısını kendisi yazacaktı; nasılsa bir alacağı vereceği yoktu dünyayla...
Elinde kalan son parayla biraz daha yalnızlık alacaktı kendine, biraz da mürekkep. Kelebek ölüleri satan mahalle dükkânlarına hiç girmedi belki de. Yazılmış ve çizilmiş bir ideolojinin yolunda ilerlemiyordu. Kendi manifestosunu kendisi yazmıştı ve birilerini buna inandırma gibi bir derdi de yoktu.
Çoğullanan bir zehrin vücutta yarattığı o ilk dinginlikte cenneti sorgulayıp asmış gibidir yüzü. Bu Adem'e ve Tanrı'ya başkaldırdıktan sonra kirli bırakılan Lilith'in de öcüdür aslında. Fahişeliğin tapusuz ve sorgusuz aykırılığında tensel bir günahın yüzüdür, Colette'nin çağrışımlarıdır. Samuray değerleri için harakiri yaparak ölen Yukio Mişima kadar kanlı bir çocuğun annesi olduğu yüzündeki anlamda saklıdır. Nilgün Marmara, içinde taşıdığı ölü çocuk bedenleriyle şiirin ve yaşamın en haklı duruşundayken 'Düşü Ne Biliyorum' gerçekliğindeydi.
'Düşü/ne/biliyordu, o halde vardı.' Tarzı klişe söylemlerin ötesinde, Nilgün Marmara'da düşüncenin bir eylem tarzı olduğunu da göz önüne alırsak varacağımız sonuç da farklılaşacaktır. Kuşkusuz ki Nilgün Marmara, düşün bazında bilge bir konumdaydı ve bu bilgece duruş, varoluş-yokoluş arasındaki çelişkiyi perçinleştiriyor, yaşamla arasındaki uçurumu derinleştiriyordu. Çünkü Nilgün Marmara yalnızlığı kadar yalnızlık şiirleri, kirli yaşamlar kadar kirliliği yazıyordu. Bir kurgu değildir yaşam ve ölüm arasındaki o ince sınır. Onun şiirlerini farklı kılan durum da bundan kaynaklıdır: Yaşadığını yazmak, yazdığını yaşamak.
Elbette ki yazdığı dönem, Türk şiiri açısından yenilikçi bir döneme rastlıyordu. Özellikle 2. Yeni'nin şiire yeni tartışmalar getirdiği 80'li yıllarda Nilgün Marmara da bu tartışmaların içindeydi ve dönemin şairleriyle ilişki içindeydi. Ancak bu bir yere kadar etki bıraksa da, bütünsel bir alan yaratamamıştır Nilgün Marmara şiirinde. Bunun için Nilgün Marmara'nın şiiri, belli bir akımın şiirleri olmanın ötesidir. Çünkü Nilgün Marmara ötenin de ötekisidir.
"Öteki" kavramı üzerinde farklı anlayışlar belirleme mümkünatı olsa da, kadın kimliğiyle şiirler yazan bu şair alışılmışın dışında olduğunu göstermiştir zaten. Şiirin erkekliğini aşan Nilgün Marmara, erkeği dışlayan, erkeği saf dışı bırakan bir yaklaşıma sahip değilse de bir yerlerde erkeğin suçluluğunu da haykırır:
'Ben, babamın yuvarladığı çığın altında kaldım.' derken, baba şahsında erkeği de eleştirmektedir.
"ey iki adımlık yerküre! / senin bütün arka bahçelerini gördüm ben." diyecekti bir şiirinde ve yazgısını yazgısıyla yazdığı Plath, hiçbir zaman uzak düşmemişti daha. Yaşamın neresinden dönersen kârdır demenin vakti gelmiştir. Birileri onu çağırıyordu, birileri 'buraya gel' diyordu. Bir kedinin titrek bakışlarıydı tek tanığı. Son şiirini kanıyla yazacaktı; ama haykırmadan, ama suskun. 13 Ekim 1987'de evinin bulunduğu apartmanın altıncı katından yeryüzüne iniyordu. Yerçekimi kuvveti yalan; son bir kez daha bakmak için Marmara'yı arıyordu gözleri. Kararlıydı; gürültülü geldiği dünyadan suskunca gidecekti. Hiçbir çığlık atmadı 6'dan yeryüzüne inerken. intiharın tarihini bozmuştu; bu sefer suskundu.
Nejat Bayramoğlu ise "Bizim hiçbirimizin yapamadığı şeyi yaptı kız" demişti. Ece Ayhan, onu birazdan tabiattan tahtaya kalkacak bir çocukmuş gibi seviyor, ona sınıfça zarfsız kuşlar göndermemizi tembihliyordu.
Nilgün Marmara alışamadığından gidiyordu. Kırmızı Kahverengi Defter'den armağan Daktiloya Çekilmiş Şiirler'i yok saymadan yeni bir şiir yazmak adına meydan okuyordu dünyaya. Biliyordu bir şiirinin eksik olduğunu. Şiiri intiharıydı, utansın tüm maskeli yalancılar, şiirini kanıyla yazıyordu.
intiharı son şiiriydi, şiir toprak kokuyordu.
iyi baksın Lorca, ölüler de kan kaybediyordu..