bugün

ahmed arif şiiri..

Bir ufka vardık ki artık
Yalnız değiliz sevgilim.
Gerçi gece uzun,
Gece karanlık
Ama bütün korkulardan uzak.
Bir sevdadır böylesine yaşamak,
Tek başına
Ölüme bir soluk kala,
Tek başına
Zindanda yatarken bile,
Asla yalnız kalmamak.

Şafakları ben balığa çıkarım
Akan akmayan sularda
Benim, bütün tezgahlarda paydosa giden
Bir bahar akşamı dünyada.
Ben dört duvar arasında değilim
Pirinçte, pamukta ve tütündeyim,
Karacadağ, Çukurova ve Cibalide.

Zehirli kör yılanları
Ve sıtmasıyla
Gün yirmidört saat insan avında
Karacadağda çeltikler.
Bir kız çocuğunun gözyaşı gibi
- Ayak bileklerinde bir dizi boncuk,
Sol omzunda nazarlık,
Dağ başında unutulmuş üşümüş,
Minicik bir aşiret kızının -
Damla-damla, berrak olur pirinci.
Kamyonlarla, katır kervanlarıyla
Beyler sofrasına gider...

Çukurovam,
Kundağımız, kefen bezimiz
Kanı esmer, yüzü ak.
Sıcağında sabır taşları çatlar,
Çatlamaz ırgadın yüreği.
Dilerse buluttan ak,
Köpükten yumuşak verir pamuğu.
Külhan, kavgacıdır delikanlısı,
Ünlü mahpusanelerinde Anadolumun
En çok Çukurovalılar mahpustur,
Dostuna yarasını gösterir gibi,
Bir salkım söğüde su verir gibi,
Öyle içten
Öyle derin,
Türkü söylemek, küfretmek,
Çukurova yiğidine mahsustur...

Tütünü bilir misin?
"Kız saçı" demiş zeybekler,
Su içmez her damardan,
Yerini kolay beğenmez,
Üşür
Naz eder,
Darılır
iki parmak arasında kıyılmış,
Bir parçası var kalbimin
incecik, ak kağıtlara sarılır,
Dar vakit yanar da verir kendini.
Dostun susan dudağına...

Sokaklardan,
Kıyılardan,
Gök mavisinden,
Ekmeğinden,
Canevinden ayrı düşmeye
Yani bütün hasretlerin kahrına
Ve zehrine çaresiz kalmaların,
ilk nefesi Hızır gibi yetişir
Cibalide sarılan cıgaranın...

Tütün isçileri yoksul,
Tütün işçileri yorgun,
Ama yiğit
Pırıl - pırıl namuslu.
Namı gitmiş deryaların ardına
Vatanımın bir umudu...
ülkü erakalın imzalı 1964 yapımı türk filmi. oyuncular neriman köksal, ekrem bora, nilüfer aydan, cüneyt arkın, suna pekuysal, semih sezerli bulunmaktadır.
ahmed arif'in yazılışından ziyade okuyuş üslubuyla can kattığı şiiri.
hüsnü arkan'ın 4 mart 2013'de piyasaya çıkan albümüdür. an itibariyle http://www.fizy.com üzerinden albüm dinlenebilmektedir.
harikalı adam hüsnü arkan'ın harikalı son albümü.

- dinle, dinlet!
- müzikse müzik, şiirse şiir, hikayeyse hikaye.
- albüm bu demektir - gerisi hep demo.
"korkma yanımda kal, şarkılar gibi..."
madem yalnız değiliz, bize niye bir şeyler oldu hep hüsnü abi!

mutluluktur bu şarkı, hüsnü arkan'a yeniden kavuşma mutluluğu.
bir yandan da acıdır, hatırlattıklarıyla can yakar bu ses, bu sözler.

"biz" çok eksildik.
hüsnü arkan...

bir eylül akşamındayız kimse gülmüyor
bir siyah beyaz fotoğrafta pus gibiyiz.
belki biraz önce birini kaybetmişiz..
siz hiç eksilmediniz mi.. biz çok eksildik...

korkma yanımda kal şarkılar gibi
madem yalnız değiliz bize bir şey olmaz.
gitmek dediğin ne? her sabah bir gemi kalkıyor...
bir yelken, bir dümen, bir de sen.. deniz başlıyor..

bu deniz neden kırmızı kimse bilmiyor.
kimse sormuyor neden siyah sus gibiyiz
belki biraz önce birini kaybetmişiz...
bir hikaye bitmiş ansızın ölüm başlamış..

http://www.youtube.com/watch?v=j6jcRMU_zow
Sanırım Hüsnü arkan'dan dinlediğim en güzel şarkılardan biri. Her şarkı ya da şiirin vurucu bir cümlesi vardır; bu şarkıda hangisinin vurucu olduğuna bir türlü karar veremedim. Keza kendisi baştan başa vurucu cümleler çokluğu ile bulanmış. nedense ne zaman kendisini dinlesem, hep o can yücel'in küskün şiirleri aklıma gelir. Tıpkı "dargın mıyız"da[hem şarkı hem şiir de] olduğu gibi. Sanırım bu şiir-şarkı'nın da en küskün cümlesi bu olsa gerek;

"Siz hiç eksilmediniz mi? Biz çok eksildik".

Sanırım bu şarkı yorumlanması basit görünse de oldukça zor olsa gerek. Her şeyi bir düzende kavrayan rasyonalist ve analitik bir kafanın "tam-aksine-işleyen" bir düzeni vardır her şiirin. çünkü kökeni duygulardır. Burada temel mesele "zaman sorunu" olsa gerek; fakat her ne kadar ilişki açısından bireysel olarak yorumlansa da "biri[lerinin] kaybedildiği çok ihtilal zamanı olmuştur[bir eylül akşamı ve birini kaybetmişiz-80 darbesi ve arıdında bıraktığı kan-denizi].

Kimsenin gülmediği zamanlarda yazılan bir şarkıdır bu; ve yazıldığı zaman üzerinden yılların geçtiği zamandır, hafıza belli yaşanmışlıkları puslandırır. Bir izlenim olmaktan çıkar; geçmişi hatırladığımızda kendimiz de bu pusun içinde kayboluruz. Ve bu bir fotoğraftır bu şarkının her satırını yazdıran. Yaralı bir hafızadır; istemdışı bellektir; ki Proust'un Madleni yediğinde bir anılar çığı ile altında kalınandır. Ve her resim ya da görsel imge hafızadaki bir yara ile açımlanır; beraberinde mezkur çığı getirir. o resim yaşanan kötü bir ayrılığın ya da anının pusu ile glögelenmiştir. O resim bellli anıların hatırlandığı çağrışımlar dizisinin en kalın halkası tarafından belirlenir ve bir resme sadece iki kere bakarız; ilki herhangi bir olay yaşanmadan önceki durumu ve o olay[ayrılık ya da kayıp] yaşandıktan sonraki durum. Aslında iki resim arasında hiçbir farklılık yoktur; fakat resmi bize yorumlatan zaman ve mekandaki devamlılık içine resmi yerleştirmemizdir. "Bu deniz neden kırmızı kimse bilmiyor" bu denizin kırmızılığı zorunlu olarak yaşanan olaya bağlanmıştır; ve o kişinin kaybedildiği zaman en güçlü çağrışımdır. 5 dakika önce kötü olaylar gerçekleştirmiştir. Fakat resim çektirildiğinde çektiren kişinin haberi yoktur; resme yıllar sonra yaşanan olayın etkisi ile tekrar bakılır, o hafıza yarasının etkisi ile farklı yorumlanır, resimde yaşananlar hiçbir şekilde o durumda olmamasına rağmen.

"bir yelken, bir dümen, bir de sen.. deniz başlıyor.."

Munch'ün ünlü tablosu olan çığlık temel özelliğini bedenin kesin sınırları ile kaygılı figürü çevreleyen muhitin arasındaki alanın ayırt edilemez bir duruma geldiği bir mizansenden alır. birisi uğurlanmıştır; ve onun son göründüğü zaman gemiden el salladığı ya da ufukta yavaş yavaş giderek yittiği andır. kolay kolay unutulamayan bir insanın son kayboluşu belki de kendine dair en güçlü alamet-i farikadır. ve o mekansallık ile o kişi arasında ister istemez bir bağlantı kuraruz. Gemi bizim için bir hüzne döner, deniz gördüğümüzde üzülmeye başlarız. Bu minvalde o kişiyi içerdiği uzamsallık dışında algılamamaız zor olur; tabi ki bahsedilen öznenin o kaybedilişten sonra uzun süre hiç görülmemiş olduğu temeline dayalı bir düşüncedir. bu nedenle, bir yelken, bir deniz, ve bir de sen.. deniz başlıyor.. Ve o kaybedişin yaşandığı mekan kızıl bir denize dönüşür. Belli filmlerde aşıklar kendilerine belli semboller inşa ederler; Bir ağaç üzerine kazanan kalp işaretleri ya da dilek ağacına bağlanan çapıtlar. Artık o nesne bir gösterge değeri kazanır. Bir aşk söyleminin parçasını ifade eder. Almodavar'ın filmindeki bir mobilya reklamı gibi "seni seviyorum xxx"e dönüşür ve bu kaybedişin farkında olan 3 nesne vardır, "biri", "öteki" ve "gösterge-değeri-kazanan-nesne".

biri ile öteki arasındaki ilişki sanırım bu minvalde olsa gerek; biri hep eksildiğini düşünür öteki ise tam ve ideal bir imge niteliğini kazanmıştır. hiç görünmeyen birisi yıllar sonra zihnimizdeki varolan özelliklerini mükemmelleştirmeye başlar; bu bizim zihnimizin belirli anları kendi zamansallığı ve uzamsallığı içindedefalarca yaşayarak her seferinde buna temiz bir cila çekmesi neticesinde meydana gelir. bu nedenle hep eksilen bizizdir; karşı taraf biteviye mükemmelleşir. Sanırım 10 sene sonra sevdiği kadını gören insanı hayal kırıklığı da bu olsa gerek.

"siz hiç eksilmediniz mi.. biz çok eksildik..."

Ve resim renklidir belki de; düalist yapısı gereği insan da birini sevdiği vakit nesneleri siyah ve beyaz algılamaya başlar. göstergeye bağlı olanlar ve olmayanlar. herhangi bir şey aşkı imleyip imlememesine göre sınıflandırılır. PArçasıdır ya da değildir. sevmek bir renk sevmemek ya da nefret öteki renktir. kavuşmak bir renk kaybetmek bir başka renktir.

"kimse sormuyor neden siyah sus gibiyiz"
gecikmişlik hissiyle yazıyorum bu cümleleri, geç kalmışlık hissiyle. biraz da göz yaşıyla.
'belki biraz önce birini kaybetmişiz.
siz hiç eksilmediniz mi? biz çok eksildik.'
hayatın tam ortasından bir yerden, 'yalnız değiliz' derken aslında 'yapayalnız ve kırık döküğüz' diye bağıran, ağlayan bir şarkı bu.
Kim demiş yalnız değiliz diye. Herkes kendi dünyasında yalnız. insan düşünüyor ne kaybettim ne kaybettirdim diye.
dünyada 7 milyar insanın yaşadığını baz aldığımızda doğruluğu kanıtlanan teori.
şu an bu yazıyı okuyan yazara hatırlatılmak istenen.

yalnız değiliz. onlar bizi unutsa da biz hep birlikteyiz. sadece bil istedim.
evrende yalnız değiliz evet. ya da ben kendimi öyle inandırdım.

size bir şey söyleyeyim; evrende yalnız olmamız, yaşadığımız hayatta yalnız olmamızdan daha felaket bir senaryodur..

içinde yaşadığımız hayatta yalnızlığınız -siz aksini istemediğiniz müddetçe- bir ömür sürmez. biri yahut birileri hayatınıza mutlaka girecektir.

lakin evrende yalnız olmamız korkunç.. milyarlarca ışık yılı mesafede sadece bizim var olmamız yalnızlığın en gerçek tanımı olurdu bana göre. .. uzayda oradan oraya savrulan bir galaksinin sarmallarından birinde orta boy sarı yıldızın yörüngesindeki soluk mavi noktanın tekliği ve soğuk uzayda başka yaşam formunun olmadığı düşüncesi.. hatta ve hatta bir tanrının bile olmaması.. en korkunç kabusların bile ötesi olurdu..

neyse ki böyle değil. yalnız değiliz. ya da ben kendimi öyle inandırdım.
bir ahmed arif şiiri.

--spoiler--
Bir ufka vardık ki artık
Yalnız değiliz sevgilim.
Gerçi gece uzun,
Gece karanlık
Ama bütün korkulardan uzak.
Bir sevdadır böylesine yaşamak,
Tek başına
Ölüme bir soluk kala,
Tek başına
Zindanda yatarken bile,
Asla yalnız kalmamak.
--spoiler--
Yalnızız.