bugün

yalnız değiliz

Sanırım Hüsnü arkan'dan dinlediğim en güzel şarkılardan biri. Her şarkı ya da şiirin vurucu bir cümlesi vardır; bu şarkıda hangisinin vurucu olduğuna bir türlü karar veremedim. Keza kendisi baştan başa vurucu cümleler çokluğu ile bulanmış. nedense ne zaman kendisini dinlesem, hep o can yücel'in küskün şiirleri aklıma gelir. Tıpkı "dargın mıyız"da[hem şarkı hem şiir de] olduğu gibi. Sanırım bu şiir-şarkı'nın da en küskün cümlesi bu olsa gerek;

"Siz hiç eksilmediniz mi? Biz çok eksildik".

Sanırım bu şarkı yorumlanması basit görünse de oldukça zor olsa gerek. Her şeyi bir düzende kavrayan rasyonalist ve analitik bir kafanın "tam-aksine-işleyen" bir düzeni vardır her şiirin. çünkü kökeni duygulardır. Burada temel mesele "zaman sorunu" olsa gerek; fakat her ne kadar ilişki açısından bireysel olarak yorumlansa da "biri[lerinin] kaybedildiği çok ihtilal zamanı olmuştur[bir eylül akşamı ve birini kaybetmişiz-80 darbesi ve arıdında bıraktığı kan-denizi].

Kimsenin gülmediği zamanlarda yazılan bir şarkıdır bu; ve yazıldığı zaman üzerinden yılların geçtiği zamandır, hafıza belli yaşanmışlıkları puslandırır. Bir izlenim olmaktan çıkar; geçmişi hatırladığımızda kendimiz de bu pusun içinde kayboluruz. Ve bu bir fotoğraftır bu şarkının her satırını yazdıran. Yaralı bir hafızadır; istemdışı bellektir; ki Proust'un Madleni yediğinde bir anılar çığı ile altında kalınandır. Ve her resim ya da görsel imge hafızadaki bir yara ile açımlanır; beraberinde mezkur çığı getirir. o resim yaşanan kötü bir ayrılığın ya da anının pusu ile glögelenmiştir. O resim bellli anıların hatırlandığı çağrışımlar dizisinin en kalın halkası tarafından belirlenir ve bir resme sadece iki kere bakarız; ilki herhangi bir olay yaşanmadan önceki durumu ve o olay[ayrılık ya da kayıp] yaşandıktan sonraki durum. Aslında iki resim arasında hiçbir farklılık yoktur; fakat resmi bize yorumlatan zaman ve mekandaki devamlılık içine resmi yerleştirmemizdir. "Bu deniz neden kırmızı kimse bilmiyor" bu denizin kırmızılığı zorunlu olarak yaşanan olaya bağlanmıştır; ve o kişinin kaybedildiği zaman en güçlü çağrışımdır. 5 dakika önce kötü olaylar gerçekleştirmiştir. Fakat resim çektirildiğinde çektiren kişinin haberi yoktur; resme yıllar sonra yaşanan olayın etkisi ile tekrar bakılır, o hafıza yarasının etkisi ile farklı yorumlanır, resimde yaşananlar hiçbir şekilde o durumda olmamasına rağmen.

"bir yelken, bir dümen, bir de sen.. deniz başlıyor.."

Munch'ün ünlü tablosu olan çığlık temel özelliğini bedenin kesin sınırları ile kaygılı figürü çevreleyen muhitin arasındaki alanın ayırt edilemez bir duruma geldiği bir mizansenden alır. birisi uğurlanmıştır; ve onun son göründüğü zaman gemiden el salladığı ya da ufukta yavaş yavaş giderek yittiği andır. kolay kolay unutulamayan bir insanın son kayboluşu belki de kendine dair en güçlü alamet-i farikadır. ve o mekansallık ile o kişi arasında ister istemez bir bağlantı kuraruz. Gemi bizim için bir hüzne döner, deniz gördüğümüzde üzülmeye başlarız. Bu minvalde o kişiyi içerdiği uzamsallık dışında algılamamaız zor olur; tabi ki bahsedilen öznenin o kaybedilişten sonra uzun süre hiç görülmemiş olduğu temeline dayalı bir düşüncedir. bu nedenle, bir yelken, bir deniz, ve bir de sen.. deniz başlıyor.. Ve o kaybedişin yaşandığı mekan kızıl bir denize dönüşür. Belli filmlerde aşıklar kendilerine belli semboller inşa ederler; Bir ağaç üzerine kazanan kalp işaretleri ya da dilek ağacına bağlanan çapıtlar. Artık o nesne bir gösterge değeri kazanır. Bir aşk söyleminin parçasını ifade eder. Almodavar'ın filmindeki bir mobilya reklamı gibi "seni seviyorum xxx"e dönüşür ve bu kaybedişin farkında olan 3 nesne vardır, "biri", "öteki" ve "gösterge-değeri-kazanan-nesne".

biri ile öteki arasındaki ilişki sanırım bu minvalde olsa gerek; biri hep eksildiğini düşünür öteki ise tam ve ideal bir imge niteliğini kazanmıştır. hiç görünmeyen birisi yıllar sonra zihnimizdeki varolan özelliklerini mükemmelleştirmeye başlar; bu bizim zihnimizin belirli anları kendi zamansallığı ve uzamsallığı içindedefalarca yaşayarak her seferinde buna temiz bir cila çekmesi neticesinde meydana gelir. bu nedenle hep eksilen bizizdir; karşı taraf biteviye mükemmelleşir. Sanırım 10 sene sonra sevdiği kadını gören insanı hayal kırıklığı da bu olsa gerek.

"siz hiç eksilmediniz mi.. biz çok eksildik..."

Ve resim renklidir belki de; düalist yapısı gereği insan da birini sevdiği vakit nesneleri siyah ve beyaz algılamaya başlar. göstergeye bağlı olanlar ve olmayanlar. herhangi bir şey aşkı imleyip imlememesine göre sınıflandırılır. PArçasıdır ya da değildir. sevmek bir renk sevmemek ya da nefret öteki renktir. kavuşmak bir renk kaybetmek bir başka renktir.

"kimse sormuyor neden siyah sus gibiyiz"