bugün

israille ilgili en ufak bişey veya filistin için güzel bişeyler söylediğinizde dünyayı başınıza yıkmaya hazır yaratıklar,çirkefleşiyorlar muntazaman...
dunyada ticaret yapanların buyuk bolumu yahudidir.
(bkz: ticaret kafalılar)
zamanin da adolf hitler in gazabina ugrayan yaratiklardir.
musevi sözcüğüyle anılmalarının daha yerinde olduğunu düşündüğüm, beko,soli,sili gibi komik isimleri olabilen,ticaretten çok iyi anlayan inananlar grubu.*
musevilik dinine mensup olan insanlar topluluğu..
ayrıca la vita e bella yı 5 kere izletsen beşindede hüngür hüngür ağlarlar...
çok cimridirler.
dunyadan olan her olayın nedeninin onlara bağlandığı ve hala ülkemizde de çoğu insanın ırkçı olarak yaklastığı musevi olan insan topluluğu.
türkiye'de yaşayanları çok çok iyi insanlardır. kıymetleri bilinmesi gerekir. ramazanda sırf siz oruç tutuyosunuz diye başka yerde yemek yerler. bayramınızı en içten şekilde kutlarlar. sanıldığının aksine hiç bencil değildirler. ya da benim tanıdığım aile öyle.
adolf hitler'in gazabına; bizzat kendi büyükleri tarafından atılan halk.
176 nobel ödülü almışlardır.

--spoiler--

çeşitli ülkelerde yaşayan yahudi nufusu:

abd: 5.700 bin
israil: 5.025 bin
fransa: 519 bin
kanada: 364 bin
ingiltere: 273.500
rusya: 265 bin
almanya: 220 bin
arjantin: 195 bin
ukrayna: 100 bin
avustralya: 99 bin
brazilya: 97.300
güney afrika: 78.000
macaristan: 51.300
mexiko: 40.400
belçika: 31.300

--spoiler-
içlerinde kesinlikle çok iyileri de olan millet. misal: (bkz: fidel castro) (bkz: jean paul sartre) birbirlerine bağlılıkları takdir edilesidir ayrıca.
içlerinde kendilerini seçilmiş üstün insanlar diğer insanlarıda kendilerine hizmet için yaratılmış insanlar olarak gören sapık zihniyetli varlıklarında bulunduğu yahudilik dininin mensupları.
meşhur yahudilerden bazıları;

isa peygamber

leonardo da vinci

bertolt brecht

nostradamus

karl marx

albert einstein

lenin

trotzki

rosa luxenburg

abraham lincoln

franklin roosevelt

sigmund freud

robert oppenheimer

theodor lessing

felix mendelssohn bartholdy

arthur schnitzler

spinoza

lion feuchtwanger

henri bergson

karl zuckmayer

franz kafka

stefan zweig

boris pasternak

lorenzo di ponte

heinrich heine

marc chagal

m. amschel rothschild

robert adler

leonard bernstein

scholl kardeşler

harrison ford

elisabeth taylor

barbara streisand

sylvester stallone

goldie hawn

kirk deuglas

david copperfield

dustin hoffman

george gerswin

zino davidoff

a.g. rubinstein

johann strauss

levi strauss

roman polanski

paul newman

mark spitz

hanry kissinger

benyamin david ''benny'' goodman

arthur miller

michael douglas

gwyneth paltrow

garri kasparow
diğer insanların kendi ırklarına hizmet için varedildiği saçmalığını düşünen ırk.
yahudi olmayan her insanın yahudilere hizmet ettiğini kutsal kitaplarından öğrenmiş kavim.
(bkz: eski ahid)
(bkz: talmud)
(bkz: yahudi)
(bkz: kabbala)
lanetlenmiş ırk değildir, içinden her millet gibi iyi insanlar da çıkar kötüleri de. vakti zamanında tüm kavim, peygamberlerine ve dolayısıyla allah a baş kaldırınca kırk yıl boyunca lanetlenmiş bir şekilde çölde dolaşmışlardır, bu demek değildir ki her doğan çocukları lanetlidir.
hz. musa onları her bırakışında bir buzağıya tapmışlardır. museviliğin sadece kendilerine geldiği inancı müslümanlığa terstir. tüm tırnaklı hayvanlar kendileri haram edilmiştir. (Yanlış hatırlamıyorsam kur'an-ı kerim'de böyle yazıyordu.)
milli tanrı inancına sahiptirler. eğer yahudi soyundan gelmiyorsanız musevi olmanız imkansızdır. çünkü Allah (yanı onlara göre yehova ) en yüce varlık olarak onları yaratmış, diğer ırkları ise sırf onlara hizmet etsin, itaat etsin diye yaratmıştır. görüldüğü üzere çok megaloman gibi görünen bu inanış aslen faşizmin kökenidir. dünya üzerinde lanetli muamelesi görülmelerinin yegane sebebi de budur.
bir din değil bir ırktır. musevilik dinine bağlı ırklardan biridir. museviliğe bağlı yahudi olmayan bir sürü millet vardır. ama yahudi değillerdir. ve yahudi de olamazlar. ama musevi olabilirler.
bir kişinin gerçek bir yahudi olabilmesi için hâlen yürürlükte olan yahudi ilkelerine göre en azından anasının yahudi soyundan gelmesi gerekir. aksi halde ikinci sınıf insan, zenci muamelesi görürler.
bunun en güzel örneği ;
"israil'in Afrika'dan getirtilen ve kendilerine Falaşalar denen siyah tenli yahudilere karşı sergilediği tutumdur. 1995 yılında israil yönetiminin söz konusu yahudilerden alınan kanları tedavide kullanmayıp imha ettiği ortaya çıktı. Bu olay Falaşaların isyan etmelerine yol açtı. Bunun üzerine israil onların kanlarının aralarında AIDS oranının yüksek olması sebebiyle imha edildiğini ileri sürdü. Oysa bu gerekçe sadece bir kılıftan öte bir şey değildi."

"israil'in Falaşalara karşı ayrımcı politika izlemesinin tek sebebi ise onların aslen yahudi kökünden gelmeyip sonradan yahudiliği benimsemiş Afrika kökenli bir kavim oldukları iddiasıydı. Bu yüzden onların işgal altındaki topraklara nakilleri işlemi başlatılmadan önce yahudilikleri uzun uzun tartışılmış, daha sonra israil'in Avrupa yahudilerinin geri göçünden kaynaklanan insan potansiyeli kaybını telafi ihtiyacından dolayı yahudi olduklarına dair bir "fetva" çıkarılmıştı. Başhahamın "Falaşalar da yahudi soyundan gelmektedirler" fetvası 1974'te çıktı ve nakil işlemi de o tarihten sonra başladı. Ama başhahamın bu fetvasına rağmen tartışmalar bitmedi. Her şeyden önce fanatik yahudiler başhahamın söz konusu fetvasının dini değil siyâsi olduğunu düşünüyorlardı. Çünkü Falaşalar israil rejimi açısından ucuz işgücü olarak düşünülmüş ve bu insanların naklinin ciddi ekonomik yararlar sağlayabileceği hesaba katılarak böyle bir fetva uydurulmuştu. israil, kendilerine özel bir kültüre sahip Falaşaları, diğer yahudiler arasında eritebileceğini ve onlardan hizmet sektöründe yararlanabileceğini umuyordu. israil, Falaşalardan askeri amaçlarla da yararlanmak istiyordu. Çünkü diğer yahudiler askerliğin riskinden korkuyor ve orduda görev almak istemiyorlardı. Falaşaların açlığı ve fakirliği onların askeri alanlarda istihdam edilmelerine imkân sağlayabilecekti. Ama diğer yahudilerin bu insanlarla kaynaşmak istememeleri israil'in Falaşaları yahudi toplumu içinde eritme planının gerçekleşmesini engelledi. Öte yandan devlet kademelerinde görev alanlara hâkim olan yahudi ırkçılığı da bu insanların tecrit edilmelerine yol açtı. Çünkü fanatik yahudilerin geneli hâlâ Falaşaların yahudi soyundan gelmediklerine dolayısıyla gerçek yahudi olamayacaklarına inanmaktadırlar. Kısacası Falaşaların israil rejimi ve yahudi toplumu tarafından tecrit edilmeleri, sürekli farklı muameleyle karşı karşıya kalmaları, hakarete uğramaları, bağışladıkları kanlarının bile kabul edilmeyip çöpe atılması deri renklerinden değil yahudi soyundan gelmedikleri inancından kaynaklanmaktadır. Yani kimse "biz beyaz ırktanız, siyonistler bize karşı ırkçı bir anlayışla yaklaşmazlar" diye düşünmesin. Siyonistlerin ırkçılığı bir renk ırkçılığı değil soy ırkçılığıdır."
--spoiler--
Falaşaların isyanı

Yüce Allah yahudiler hakkında şöyle buyuruyor: "Onların kendi aralarındaki çekişmeleri pek şiddetlidir. Sen onları toplu halde sanırsın, oysa kalpleri dağınıktır. Bu onların akıl etmeyen bir topluluk olmalarından dolayıdır." (Haşr, 59/14) Rabin'in öldürülmesi olayı bu gerçeği ortaya koyan son gelişmelerden biriydi. "Falaşalar" olarak bildiğimiz siyahi yahudilerin isyanı bu gerçeği ortaya çıkaran yeni bir gelişme oldu.

israil yönetiminin söz konusu yahudilerden alınan kanları imha etmesinin ortaya çıkmasıyla başlayan bu isyana, genellikle, israil rejiminin deri rengini esas alan ırk ayrımı politikasının yol açtığı ileri sürülüyor. israil rejimi de bu yahudilerin Etyopya ve Somali bölgesinden taşındığını, o bölgede de AIDS oranının yüksek olduğunu ve siyahi yahudilerin kanlarının bu yüzden imha edildiğini ileri sürerek kendini temize çıkarmaya çalışıyor. Aslında bu olayın arkasında, yahudilerin ve siyonizmin gerçek yüzünü ortaya koyan çok ince birtakım hakikatler var. Biz bu yazımızda bu ince hakikatlere parmak basmak istiyoruz.

Bilindiği üzere yahudilik sadece bir din değil aynı zamanda bir ırktır. Dolayısıyla hâlen yürürlükte olan yahudi ilkelerine göre bir kimsenin yahudi olabilmesi için en azından anasının yahudi soyundan gelmesi gerekir. Yani bir insan: "Ben yahudiliğin doğru olduğuna inandım ve yahudi olmaya karar verdim" demekle yahudi olamaz. Mutlaka yahudi soyundan gelen bir anadan doğmuş olması gerekir. Bu itibarla yahudilik inancı temelde bir ırkçılık unsuru taşımaktadır. Hatta bu kitlede ırkçılık tarafı din tarafına ağır bastığından bir kimse sonradan yahudi olmaya karar verse, yahudiliğin gerektirdiği bütün yükümlülükleri yerine getireceği taahhüdünde bulunsa bile bu kimse yahudiliğe kabul edilmeyeceğinden, öteki tarafta yahudiliğin gereklerini hiçbir şekilde yerine getirmeyen ama o soydan gelen bir kişi ona her bakımdan üstün tutulur. Hatta yahudiler kendilerini yeryüzünün efendileri, diğer insanları da hizmetçileri olarak görürler. Bu itibarla ne kadar berbat bir hayat anlayışına sahip olsa da yahudi soyundan gelen bir kimse, son derece dürüst ve ahlâklı yaşayan ama yahudi soyundan gelmeyen bir insana her bakımdan üstün tutulur. Çünkü onlara göre birincisi efendi diğeri ise hizmetçidir.

Şimdi diyeceksiniz ki: "Bunun "Falaşaların isyanı"yla ne ilgisi var? Yahudiler üstün olarak görülüyorsa onlar da yahudi. Tek farklılıkları deri renkleri. Öyleyse tahkir ve tecrit edilmelerinin tek sebebi bu farklılık. Demek ki falaşalara yönelik uygulamalar deri rengiyle ilgili ırk ayrımcılığından kaynaklanıyor. Eğer öyle değilse, israil kurmaylarının ileri sürdüğü gibi bu insanların kanları gerçekten aralarında AIDS oranının fazla olmasından dolayı imha edilmiş olabilir." Hayır öyle değil. Bu olayın arkasında dünya kamuoyundan gizlenen birtakım gerçekler var.

Öncelikle şunu belirtelim ki, falaşaların kanlarının imha edilmesi konusunda israil'in ileri sürdüğü gerekçe bir kılıftan öte bir şey değil. Her şeyden önce bu yahudilerin önemli bir kısmı daha AIDS hastalığının ortaya çıkmasından önce nakledilmişti. ikinci olarak bu insanlara yönelik tecrit ve tahkir uygulamaları sadece bağışladıkları kanların imha edilmesinden ibaret değil. Bunun ortaya çıkması bardağı taşıran son damla oldu. Onlar işgal altındaki Filistin topraklarına nakledildikleri ilk günden itibaren bu tür uygulamalarla karşı karşıya gelmeye başlamışlardı. Hatta onlara yönelik tecrit politikasının arkasında daha nakil işleminin başlamasından önce gün yüzüne çıkan tartışmalar var. Yukarıda işaret ettiğimiz gerçekler de işte bu tartışmalarda serdedilen kanaatlerde gizli.

Bilindiği üzere yahudilere aynı zamanda "israiloğulları" denir. "israil" Hz. ibrahim (a.s.)'ın oğlu ishak (a.s.)'dan olma torunu Yakub (a.s.)'dır. Yakub (a.s.)'dan Kur'an-ı Kerim'in iki yerinde "israil" diye söz edilmektedir. Yakub (a.s.) yani israil beyaz ırktandı. Dolayısıyla yahudi din adamlarının kanaatlerine göre onun soyundan gelenlerin beyaz ırktan olmaları gerekir. Habeş yahudileri olarak bilinen Falaşalar ise siyah ırktandır. Bu yüzden yahudi din adamları arasında onların israil oğulları soyundan gelmedikleri kanaati hâkimdir.

Falaşaların soyları hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Bir görüşe göre bunlar Hz. Süleyman (yahudiler onun bir peygamber değil kral olduğuna inanırlar) ile Sebe kraliçesi arasındaki evlilikten sonra Sebe kraliçesinin Habeşistan'a giderek yahudi yaptığı kimselerin soyundan gelmektedirler. Falaşaların kökenleri hakkında araştırma yapan Prof. Edward Olendorf'a göre ise bunlar tamamen Habeşistan asıllı Agaw ırkından gelmektedirler. Üçüncü görüşe göre ise Falaşalar yahudi göçmenlerin soyundan gelmektedirler. Yahudiler Habeşistan'a göç ettikten sonra oranın yerlileriyle evlenmiş, dolayısıyla ırkları birbirine karışmıştır.

Bilindiği üzere Filistin toprakları üzerinde israil işgal yönetimi kurulunca işgalciler bütün dünyadaki yahudileri bu topraklara toplayabilmek için yoğun faaliyetler başlattılar. Falaşaların da daha israil'in kuruluşunun ilk yıllarında işgal altındaki topraklara taşınması planlandı. Ancak israil baş hahamı bunların yahudi soyundan geldiklerine dair fetva vermediğinden bu iş geciktirildi. Baş hahamın "Falaşalar da yahudi soyundan gelmektedirler" fetvası 1974'te çıktı ve nakil işlemi de o tarihten sonra başladı. Ama baş hahamın bu fetvasına rağmen tartışmalar bitmedi. Her şeyden önce fanatik yahudiler baş hahamın söz konusu fetvasının dini değil siyâsi olduğunu düşünüyorlardı. Çünkü onlara göre Falaşalar israil rejimi açısından ucuz işgücü olarak düşünülmüş ve bu insanların naklinin ciddi ekonomik yararlar sağlayabileceği hesaba katılarak böyle bir fetva uydurulmuştu. israil, kendilerine özel bir kültüre sahip Falaşaları, Filistin topraklarına önceden yerleştirilmiş yahudi toplumu arasında eritebileceğini ve bunlardan hizmet sektöründe yararlanabileceğini umuyordu. israil Falaşalardan askeri amaçlarla da yararlanmak istiyordu. Çünkü diğer yahudiler askerliğin riskinden korkuyor ve orduda görev almak istemiyorlardı. Falaşaların açlığı ve fakirliği onların askeri alanlarda istihdam edilmelerine imkân sağlayabilecekti. Ama diğer yahudilerin bu insanlarla kaynaşmak istememeleri israil'in Falaşaları yahudi toplumu içinde eritme planının gerçekleşmesini engelledi. Öte yandan devlet kademelerinde görev alanlara hâkim olan yahudi ırkçılığı da bu insanların tecrit edilmelerine yol açtı. Çünkü fanatik yahudilerin geneli hâlâ Falaşaların yahudi soyundan gelmediklerine dolayısıyla gerçek yahudi olamayacaklarına inanmaktadırlar.

Kısacası Falaşaların israil rejimi ve yahudi toplumu tarafından tecrit edilmeleri, sürekli farklı muameleyle karşı karşıya gelmeleri, hakarete uğramaları, bağışladıkları kanlarının bile kabul edilmeyip çöpe atılması deri renklerinden değil yahudi soyundan gelmedikleri inancından kaynaklanmaktadır. Yani kimse "biz beyaz ırktanız, yahudiler bize karşı ırkçı bir anlayışla yaklaşmazlar" diye düşünmesin. Yahudilerin ırkçılığı bir renk ırkçılığı değil soy ırkçılığıdır.

--spoiler--

http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?id=8022041
http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?id=8346106
http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?id=8685273
http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?id=9329912
http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?id=9862383

http://www.turkish-media....ion/index.php/t11435.html
--spoiler--
Siyonizm ve Irkçılık

BM Genel Kurulu'nun 10 Kasım 1975 tarihinde onayladığı 3379 sayılı kararda aynen şöyle denmektedir:

"Genel Kurul,

Irk Ayrımının Bütün Biçimlerinin Ortadan Kaldırılmasına ilişkin BM Bildirisi'ni ilan eden 1904 (XVIII) sayılı ve 20 Kasım 1963 tarihli kararını anımsayarak,

3151 G (XXVIII) sayılı ve 14 Aralık 1973 tarihli kararında, Genel Kurul'un Güney Afrika ırkçılığı ile Siyonizm arasındaki kutsal olmayan ittifakı kınadığını da anımsayarak,

19 Haziran ve 2 Temmuz 1975 tarihleri arasında Mexico City'de yer alan Uluslararası Kadınlar Yılı Dünya Konferansı'nda ilan edilen ve siyonizm ve apartheidin her türlüsünün ortadan kaldırılmasını öngören Meksika bildirisini de dikkate alarak,

25 ve 30 Ağustos tarihlerinde Lima'da (Peru) yer alan Bağlantısız Ülkeler Dışişleri Bakanları Konferansı'nda kabul edilen ve siyonizmi çok ciddi biçimde dünya barışı ve güvenliği için bir tehdit sayıp bütün ülkeleri bu ırkçı ve emperyalist ideolojiye karşı çağıran Uluslararası Barış ve Güvenliği güçlendirmeye ilişkin bildiriyi de dikkate alarak,

Siyonizm'in bir çeşit ırkçılık ve ırk ayrımı olduğuna karar verir."

BM'in bu kararının belgelerinin ve gerekçelerinin ortaya konması amacıyla ayrıca birçok akademisyen ve bilim adamı tarafından raporlar hazırlandı. Bu raporlarda siyonizmin neden bir tür ırkçılık ve ırk ayrımı politikası olduğu gerek siyonizmin ideolojik yanının irdelenmesi ve gerekse bu ideolojiye dayanan uygulamaların gözler önüne serilmesi suretiyle izah edilmektedir. Bu raporlarProf. Dr. Türkkaya Ataöv'ün tercümesiyle "Siyonizm ve Irkçılık" adını taşıyan bir kitap içinde Türkçe olarak da yayınlanmıştır. (Bkz. Siyonizm ve Irkçılık, Çev.: Türkkaya Ataöv, Birey ve Toplum Yayınları, Ankara, 1985)

Biz bu raporları tafsilatlı bir şekilde vermeye gerek görmüyoruz. Ancak siyonizmin ırkçılık yanının değişmediğini ortaya koyan bazı örnekler sunmak istiyoruz.

Adil Ka'dan adlı bir Filistinlinin yeşil hat içinde kalan bölgede (yani BM kararlarında israil toprağı olarak gösterilen mıntıkada) yahudi mahallesinden ev almasına izin verilmedi. Onun oradan ev almasına engel olunmasına gerekçe olarak Arap asıllı olması gösterildi. Yahudi mahallesinden ev almasının engellenmesi karşısında adeta çarpıldığını ifade eden Ka'dan bu uygulamanın tamamen ırkçı bir anlayışı yansıttığını ifade etti.

Kendisi de israil vatandaşı kimliği taşıyan ve bir israil hastanesinde sağlık görevlisi olarak çalışan Adil Ka'dan olayı şöyle anlattı: "Gazete ilanlarından, yeşil hat içinde kalan şehirlerden Ummu'l-Fahm'ın yakınındaki Ketsir beldesinde yahudi mahallesinde satılık boş daireler olduğunu öğrendim ve bunlardan birini satın almak istedim. Ancak benim Arap olduğumu öğrenince bana: "Sen iyi bir adamsın. Ama Arap asıllı olduğun için biz seni burada aramıza alamayız" dediler."

israil parlamentosu Knesset'in Arap asıllı üyelerinden Salih Selim de olayla ilgili bir açıklama yaparak: "Bu olay yahudi toplumunda Araplara karşı açık bir ırkçı anlayışın hakim olduğunu göstermektedir. Bu topraklar asıl itibariyle Arap toprağıdır. Buralarda ikamet etmek bizim hakkımızdır. Çünkü buralar bizim babalarımızın ve dedelerimizin toprağıdır. Ka'dan'a daire satılmasının reddedilmesi devam eden barış çabalarına rağmen yahudi toplumunun Araplar karşısındaki düşüncelerinin ve eğitim tarzının değişmediğini, onlarla bir arada yaşamalarının mümkün olmadığını göstermektedir" dedi.

Siyonizmin bir tür ırkçılık olduğunu belgeleyen gelişmelerden biri de israil'in Afrika'dan getirtilen ve kendilerine Falaşalar denen siyah tenli yahudilere karşı sergilediği tutumdur. 1995 yılında israil yönetiminin söz konusu yahudilerden alınan kanları tedavide kullanmayıp imha ettiği ortaya çıktı. Bu olay Falaşaların isyan etmelerine yol açtı. Bunun üzerine israil onların kanlarının aralarında AIDS oranının yüksek olması sebebiyle imha edildiğini ileri sürdü. Oysa bu gerekçe sadece bir kılıftan öte bir şey değildi. Her şeyden önce bu yahudilerin önemli bir kısmı daha AIDS hastalığının ortaya çıkmasından önce nakledilmişti. ikinci olarak bu insanlara yönelik tecrit ve tahkir uygulamaları sadece bağışladıkları kanların imha edilmesinden ibaret değildi. Bunun ortaya çıkması bardağı taşıran son damla oldu. Onlar işgal altındaki Filistin topraklarına nakledildikleri ilk günden itibaren bu tür uygulamalarla karşı karşıya gelmeye başlamışlardı. Hatta onlara yönelik tecrit politikasının arkasında daha nakil işleminin başlamasından önce gün yüzüne çıkan tartışmalar vardı. israil'in Falaşalara karşı ayrımcı politika izlemesinin tek sebebi ise onların aslen yahudi kökünden gelmeyip sonradan yahudiliği benimsemiş Afrika kökenli bir kavim oldukları iddiasıydı. Bu yüzden onların işgal altındaki topraklara nakilleri işlemi başlatılmadan önce yahudilikleri uzun uzun tartışılmış, daha sonra israil'in Avrupa yahudilerinin geri göçünden kaynaklanan insan potansiyeli kaybını telafi ihtiyacından dolayı yahudi olduklarına dair bir "fetva" çıkarılmıştı. Başhahamın "Falaşalar da yahudi soyundan gelmektedirler" fetvası 1974'te çıktı ve nakil işlemi de o tarihten sonra başladı. Ama başhahamın bu fetvasına rağmen tartışmalar bitmedi. Her şeyden önce fanatik yahudiler başhahamın söz konusu fetvasının dini değil siyâsi olduğunu düşünüyorlardı. Çünkü Falaşalar israil rejimi açısından ucuz işgücü olarak düşünülmüş ve bu insanların naklinin ciddi ekonomik yararlar sağlayabileceği hesaba katılarak böyle bir fetva uydurulmuştu. israil, kendilerine özel bir kültüre sahip Falaşaları, diğer yahudiler arasında eritebileceğini ve onlardan hizmet sektöründe yararlanabileceğini umuyordu. israil, Falaşalardan askeri amaçlarla da yararlanmak istiyordu. Çünkü diğer yahudiler askerliğin riskinden korkuyor ve orduda görev almak istemiyorlardı. Falaşaların açlığı ve fakirliği onların askeri alanlarda istihdam edilmelerine imkân sağlayabilecekti. Ama diğer yahudilerin bu insanlarla kaynaşmak istememeleri israil'in Falaşaları yahudi toplumu içinde eritme planının gerçekleşmesini engelledi. Öte yandan devlet kademelerinde görev alanlara hâkim olan yahudi ırkçılığı da bu insanların tecrit edilmelerine yol açtı. Çünkü fanatik yahudilerin geneli hâlâ Falaşaların yahudi soyundan gelmediklerine dolayısıyla gerçek yahudi olamayacaklarına inanmaktadırlar. Kısacası Falaşaların israil rejimi ve yahudi toplumu tarafından tecrit edilmeleri, sürekli farklı muameleyle karşı karşıya kalmaları, hakarete uğramaları, bağışladıkları kanlarının bile kabul edilmeyip çöpe atılması deri renklerinden değil yahudi soyundan gelmedikleri inancından kaynaklanmaktadır. Yani kimse "biz beyaz ırktanız, siyonistler bize karşı ırkçı bir anlayışla yaklaşmazlar" diye düşünmesin. Siyonistlerin ırkçılığı bir renk ırkçılığı değil soy ırkçılığıdır.

Siyonizmin bir tür ırkçılık olduğunu belgeleyen daha pek çok olaydan söz etmek mümkün. Ancak önemli olan örnekleri çoğaltmak değil işin özünü ortaya koyabilmektedir. Yukarıdaki iki örnek siyonistlerin hem yahudi olmayanlara, hem de yahudi olsa bile yahudi kökenli olmadıkları düşünülenlere karşı ne tür bir ırkçı tutum sergiledikleri konusunda yeterince fikir vermektedir.

Ayrıca şunu da belirtelim ki yahudilik sadece bir din değil aynı zamanda bir ırktır. Dolayısıyla hâlen yürürlükte olan yahudi ilkelerine göre bir kimsenin yahudi olabilmesi için en azından anasının yahudi soyundan gelmesi gerekir. Yani bir insan: "Ben yahudiliğin doğru olduğuna inandım ve yahudi olmaya karar verdim" demekle yahudi olamaz. Mutlaka yahudi soyundan gelen bir anadan doğmuş olması gerekir. Bu itibarla yahudilik inancı temelde bir ırkçılık unsuru taşımaktadır. Hatta bu kitlede ırkçılık tarafı din tarafına ağır bastığından bir kimse sonradan yahudi olmaya karar verse, yahudiliğin gerektirdiği bütün yükümlülükleri yerine getireceği taahhüdünde bulunsa bile bu kimse yahudiliğe kabul edilmeyeceğinden, öteki tarafta yahudiliğin gereklerini hiçbir şekilde yerine getirmeyen ama o soydan gelen bir kişi ona her bakımdan üstün tutulur. Hatta yahudiler kendilerini yeryüzünün efendileri, diğer insanları da hizmetçileri olarak görürler. Bu itibarla ne kadar berbat bir hayat anlayışına sahip olsa da yahudi soyundan gelen bir kimse, son derece dürüst ve ahlâklı yaşayan ama yahudi soyundan gelmeyen bir insana her bakımdan üstün tutulur. Çünkü onlara göre birincisi efendi diğeri ise hizmetçidir.

BM Genel Kurulu'nun siyonizmin bir tür ırkçılık ve ırk ayrımı politikası olduğuna dair 3379 sayılı kararı daha sonra ABD başkanı George Bush'un özel gayretleriyle 1992'de ilga edildi. Bunda merkezi Türkiye'de bulunan 500. Yıl Vakfı'nın yürüttüğü lobi faaliyetlerinin önemli rolü olmuştur. Zaten bu vakfın lobi faaliyetlerinin en büyük başarılarından biri söz konusu kararın geri alınmasını sağlamak oldu. Bu kararın geri alınmasında ABD başkanı Bush'un seçim hesapları dolayısıyla çeşitli ülkelere baskı yapmasının rolünün büyük olduğu inkar edilemese de, 500. Yıl Vakfı'nın böyle bir baskının yapılabilmesi için şartları oluşturduğu da bir gerçektir.

--spoiler--
üstteki entry nin (bkz: #2017829) onbin milyoncuk karakter sınırlaması üzerine devamı:

--spoiler--

işin gerçeğinde yukarıda verilen bilgilerden de anlaşıldığı üzere 1975 israil'i ile 1992 israil'i arasında ve bu süre içinde siyonizmin amaçlarında herhangi bir değişiklik olmamıştı. israil'de hala "vatandaşlık", "yahudi olmak" olarak tanımlanıyor ve dünyanın hangi ülkesinden gelirse gelsin "yahudi" olan bir kişi "israil vatandaşlığı" hakkına sahip olabiliyordu. Bunun yanı sıra israil yahudi olmayanlara hala hor bakıyor, işgali altındaki topraklarda yaşayanlardan yahudi olmayanlar üzerindeki baskı ve zulüm uygulamalarını aynen sürdürüyordu. Kısaca israil yahudi kökenli olmayanlar için "Korku Devleti" özelliğini aynen koruyordu. Ama değişen hiçbir şeyin olmamasına rağmen israil'in ve siyonizmin birinci derecede koruyuculuğu görevini üstlenen ABD, siyonizmin ırkçılık karakterinin değiştiğine dair hiçbir belge ortaya koyamamasına rağmen siyasi baskı araçlarından yararlanarak BM'in ilgili kararını ilga ettirmeyi başarabildi.

Aslında bu olay BM'in uluslararası statüsüne ciddi şekilde gölge düşürmüştür. Bu ve benzeri gelişmeler BM'in uluslararası bir kuruluş olmaktan çıkıp ABD'nin yan kuruluşu gibi çalıştığını gözler önüne sermektedir. ABD'nin de siyonist ideolojinin savunuculuğunu yapan lobilerin güdümünde olduğu düşünülürse BM'in geçmişte "ırkçı" olarak niteleyip kınadığı siyonist ideolojinin güdümüne girdiği neticesine varılır.
--spoiler--
insandırlar. türkler, çinliler, japonlar, araplar, ruslar ne kadar lanetliyse onlar da ancak o kadar lanetlidirler, daha fazla değil.
türk halkının en nefret ettiği halktır.

dünyada, araplar dahil hiçbir ülkede yahudilerden böylesine nefret edilmez;

ülkemizde ''yahudiler iyidir'' diyenlerin oranı % 15.

ama bir bakarsınız, zengin türk müslümanlarının paraları yahudi finans kurumlarında yatıyordur.