bugün

yahudiler

--spoiler--
Siyonizm ve Irkçılık

BM Genel Kurulu'nun 10 Kasım 1975 tarihinde onayladığı 3379 sayılı kararda aynen şöyle denmektedir:

"Genel Kurul,

Irk Ayrımının Bütün Biçimlerinin Ortadan Kaldırılmasına ilişkin BM Bildirisi'ni ilan eden 1904 (XVIII) sayılı ve 20 Kasım 1963 tarihli kararını anımsayarak,

3151 G (XXVIII) sayılı ve 14 Aralık 1973 tarihli kararında, Genel Kurul'un Güney Afrika ırkçılığı ile Siyonizm arasındaki kutsal olmayan ittifakı kınadığını da anımsayarak,

19 Haziran ve 2 Temmuz 1975 tarihleri arasında Mexico City'de yer alan Uluslararası Kadınlar Yılı Dünya Konferansı'nda ilan edilen ve siyonizm ve apartheidin her türlüsünün ortadan kaldırılmasını öngören Meksika bildirisini de dikkate alarak,

25 ve 30 Ağustos tarihlerinde Lima'da (Peru) yer alan Bağlantısız Ülkeler Dışişleri Bakanları Konferansı'nda kabul edilen ve siyonizmi çok ciddi biçimde dünya barışı ve güvenliği için bir tehdit sayıp bütün ülkeleri bu ırkçı ve emperyalist ideolojiye karşı çağıran Uluslararası Barış ve Güvenliği güçlendirmeye ilişkin bildiriyi de dikkate alarak,

Siyonizm'in bir çeşit ırkçılık ve ırk ayrımı olduğuna karar verir."

BM'in bu kararının belgelerinin ve gerekçelerinin ortaya konması amacıyla ayrıca birçok akademisyen ve bilim adamı tarafından raporlar hazırlandı. Bu raporlarda siyonizmin neden bir tür ırkçılık ve ırk ayrımı politikası olduğu gerek siyonizmin ideolojik yanının irdelenmesi ve gerekse bu ideolojiye dayanan uygulamaların gözler önüne serilmesi suretiyle izah edilmektedir. Bu raporlarProf. Dr. Türkkaya Ataöv'ün tercümesiyle "Siyonizm ve Irkçılık" adını taşıyan bir kitap içinde Türkçe olarak da yayınlanmıştır. (Bkz. Siyonizm ve Irkçılık, Çev.: Türkkaya Ataöv, Birey ve Toplum Yayınları, Ankara, 1985)

Biz bu raporları tafsilatlı bir şekilde vermeye gerek görmüyoruz. Ancak siyonizmin ırkçılık yanının değişmediğini ortaya koyan bazı örnekler sunmak istiyoruz.

Adil Ka'dan adlı bir Filistinlinin yeşil hat içinde kalan bölgede (yani BM kararlarında israil toprağı olarak gösterilen mıntıkada) yahudi mahallesinden ev almasına izin verilmedi. Onun oradan ev almasına engel olunmasına gerekçe olarak Arap asıllı olması gösterildi. Yahudi mahallesinden ev almasının engellenmesi karşısında adeta çarpıldığını ifade eden Ka'dan bu uygulamanın tamamen ırkçı bir anlayışı yansıttığını ifade etti.

Kendisi de israil vatandaşı kimliği taşıyan ve bir israil hastanesinde sağlık görevlisi olarak çalışan Adil Ka'dan olayı şöyle anlattı: "Gazete ilanlarından, yeşil hat içinde kalan şehirlerden Ummu'l-Fahm'ın yakınındaki Ketsir beldesinde yahudi mahallesinde satılık boş daireler olduğunu öğrendim ve bunlardan birini satın almak istedim. Ancak benim Arap olduğumu öğrenince bana: "Sen iyi bir adamsın. Ama Arap asıllı olduğun için biz seni burada aramıza alamayız" dediler."

israil parlamentosu Knesset'in Arap asıllı üyelerinden Salih Selim de olayla ilgili bir açıklama yaparak: "Bu olay yahudi toplumunda Araplara karşı açık bir ırkçı anlayışın hakim olduğunu göstermektedir. Bu topraklar asıl itibariyle Arap toprağıdır. Buralarda ikamet etmek bizim hakkımızdır. Çünkü buralar bizim babalarımızın ve dedelerimizin toprağıdır. Ka'dan'a daire satılmasının reddedilmesi devam eden barış çabalarına rağmen yahudi toplumunun Araplar karşısındaki düşüncelerinin ve eğitim tarzının değişmediğini, onlarla bir arada yaşamalarının mümkün olmadığını göstermektedir" dedi.

Siyonizmin bir tür ırkçılık olduğunu belgeleyen gelişmelerden biri de israil'in Afrika'dan getirtilen ve kendilerine Falaşalar denen siyah tenli yahudilere karşı sergilediği tutumdur. 1995 yılında israil yönetiminin söz konusu yahudilerden alınan kanları tedavide kullanmayıp imha ettiği ortaya çıktı. Bu olay Falaşaların isyan etmelerine yol açtı. Bunun üzerine israil onların kanlarının aralarında AIDS oranının yüksek olması sebebiyle imha edildiğini ileri sürdü. Oysa bu gerekçe sadece bir kılıftan öte bir şey değildi. Her şeyden önce bu yahudilerin önemli bir kısmı daha AIDS hastalığının ortaya çıkmasından önce nakledilmişti. ikinci olarak bu insanlara yönelik tecrit ve tahkir uygulamaları sadece bağışladıkları kanların imha edilmesinden ibaret değildi. Bunun ortaya çıkması bardağı taşıran son damla oldu. Onlar işgal altındaki Filistin topraklarına nakledildikleri ilk günden itibaren bu tür uygulamalarla karşı karşıya gelmeye başlamışlardı. Hatta onlara yönelik tecrit politikasının arkasında daha nakil işleminin başlamasından önce gün yüzüne çıkan tartışmalar vardı. israil'in Falaşalara karşı ayrımcı politika izlemesinin tek sebebi ise onların aslen yahudi kökünden gelmeyip sonradan yahudiliği benimsemiş Afrika kökenli bir kavim oldukları iddiasıydı. Bu yüzden onların işgal altındaki topraklara nakilleri işlemi başlatılmadan önce yahudilikleri uzun uzun tartışılmış, daha sonra israil'in Avrupa yahudilerinin geri göçünden kaynaklanan insan potansiyeli kaybını telafi ihtiyacından dolayı yahudi olduklarına dair bir "fetva" çıkarılmıştı. Başhahamın "Falaşalar da yahudi soyundan gelmektedirler" fetvası 1974'te çıktı ve nakil işlemi de o tarihten sonra başladı. Ama başhahamın bu fetvasına rağmen tartışmalar bitmedi. Her şeyden önce fanatik yahudiler başhahamın söz konusu fetvasının dini değil siyâsi olduğunu düşünüyorlardı. Çünkü Falaşalar israil rejimi açısından ucuz işgücü olarak düşünülmüş ve bu insanların naklinin ciddi ekonomik yararlar sağlayabileceği hesaba katılarak böyle bir fetva uydurulmuştu. israil, kendilerine özel bir kültüre sahip Falaşaları, diğer yahudiler arasında eritebileceğini ve onlardan hizmet sektöründe yararlanabileceğini umuyordu. israil, Falaşalardan askeri amaçlarla da yararlanmak istiyordu. Çünkü diğer yahudiler askerliğin riskinden korkuyor ve orduda görev almak istemiyorlardı. Falaşaların açlığı ve fakirliği onların askeri alanlarda istihdam edilmelerine imkân sağlayabilecekti. Ama diğer yahudilerin bu insanlarla kaynaşmak istememeleri israil'in Falaşaları yahudi toplumu içinde eritme planının gerçekleşmesini engelledi. Öte yandan devlet kademelerinde görev alanlara hâkim olan yahudi ırkçılığı da bu insanların tecrit edilmelerine yol açtı. Çünkü fanatik yahudilerin geneli hâlâ Falaşaların yahudi soyundan gelmediklerine dolayısıyla gerçek yahudi olamayacaklarına inanmaktadırlar. Kısacası Falaşaların israil rejimi ve yahudi toplumu tarafından tecrit edilmeleri, sürekli farklı muameleyle karşı karşıya kalmaları, hakarete uğramaları, bağışladıkları kanlarının bile kabul edilmeyip çöpe atılması deri renklerinden değil yahudi soyundan gelmedikleri inancından kaynaklanmaktadır. Yani kimse "biz beyaz ırktanız, siyonistler bize karşı ırkçı bir anlayışla yaklaşmazlar" diye düşünmesin. Siyonistlerin ırkçılığı bir renk ırkçılığı değil soy ırkçılığıdır.

Siyonizmin bir tür ırkçılık olduğunu belgeleyen daha pek çok olaydan söz etmek mümkün. Ancak önemli olan örnekleri çoğaltmak değil işin özünü ortaya koyabilmektedir. Yukarıdaki iki örnek siyonistlerin hem yahudi olmayanlara, hem de yahudi olsa bile yahudi kökenli olmadıkları düşünülenlere karşı ne tür bir ırkçı tutum sergiledikleri konusunda yeterince fikir vermektedir.

Ayrıca şunu da belirtelim ki yahudilik sadece bir din değil aynı zamanda bir ırktır. Dolayısıyla hâlen yürürlükte olan yahudi ilkelerine göre bir kimsenin yahudi olabilmesi için en azından anasının yahudi soyundan gelmesi gerekir. Yani bir insan: "Ben yahudiliğin doğru olduğuna inandım ve yahudi olmaya karar verdim" demekle yahudi olamaz. Mutlaka yahudi soyundan gelen bir anadan doğmuş olması gerekir. Bu itibarla yahudilik inancı temelde bir ırkçılık unsuru taşımaktadır. Hatta bu kitlede ırkçılık tarafı din tarafına ağır bastığından bir kimse sonradan yahudi olmaya karar verse, yahudiliğin gerektirdiği bütün yükümlülükleri yerine getireceği taahhüdünde bulunsa bile bu kimse yahudiliğe kabul edilmeyeceğinden, öteki tarafta yahudiliğin gereklerini hiçbir şekilde yerine getirmeyen ama o soydan gelen bir kişi ona her bakımdan üstün tutulur. Hatta yahudiler kendilerini yeryüzünün efendileri, diğer insanları da hizmetçileri olarak görürler. Bu itibarla ne kadar berbat bir hayat anlayışına sahip olsa da yahudi soyundan gelen bir kimse, son derece dürüst ve ahlâklı yaşayan ama yahudi soyundan gelmeyen bir insana her bakımdan üstün tutulur. Çünkü onlara göre birincisi efendi diğeri ise hizmetçidir.

BM Genel Kurulu'nun siyonizmin bir tür ırkçılık ve ırk ayrımı politikası olduğuna dair 3379 sayılı kararı daha sonra ABD başkanı George Bush'un özel gayretleriyle 1992'de ilga edildi. Bunda merkezi Türkiye'de bulunan 500. Yıl Vakfı'nın yürüttüğü lobi faaliyetlerinin önemli rolü olmuştur. Zaten bu vakfın lobi faaliyetlerinin en büyük başarılarından biri söz konusu kararın geri alınmasını sağlamak oldu. Bu kararın geri alınmasında ABD başkanı Bush'un seçim hesapları dolayısıyla çeşitli ülkelere baskı yapmasının rolünün büyük olduğu inkar edilemese de, 500. Yıl Vakfı'nın böyle bir baskının yapılabilmesi için şartları oluşturduğu da bir gerçektir.

--spoiler--