bugün

anılar deyince aklıma coşkun sabah'ın oynadığı anılar adlı sakız reklamı geldi.

evet olaya gelelim.

saat 18'in sonu, 19'un başı.
haydarpaşa-gebze trenindeyim. bindiğim vagon hemen hemen boş. nereye oturacağıma bakınırken hiç hazzetmediğim bir manzara ile karşılaştım. zibidinin teki arkadaki beşli koltukların bir ucunda ayaklarını karşısındaki koltuğun üzerine koymuş.
ayakkabısını bile çıkarmadan. yaşı 17-18 dolaylarında. kulağında küpe. daha sakalı neredeyse çıkmamış. giyiminden ne bok olduğu anlaşılıyor. ve beşli koltukların öteki ucunda arkadaşı. yürüdüm ilk bahsettiğim zibidiye doğru:

>ayaklarını indir orada insan oturuyor
<ya abi temizlerim yorgunum mıy mıy mıy (kasede kaydet sonra yavaş hızda dinle o tempoda)
>indir

indirdi. çaprazında bir koltuğa oturdum. tren hareket etti.

dik dik baktım bir süre, aralıklarla hem ona hem de arkadaşına.
arkadaşı onun yanındaki koltuğa geçti.
kendisinden çok arkadaşı ile göz göze geldim.

-bu babası paralı kopuk nesil, gübrelerinin hormonluluğundan ötürü gelişmiş oluyorlar. boy, kilo bunlarda daha çabuk oluşuyor-

arkadaşı bakıp gülüyordu zibidiyle birlikte.

bir daha bakıp da gülerse kalkıp girişeceğim diye düşündüm. gülmesini istedim içimden. beklediğim sırada gülmedi.

sakinleştim, düşündüm kavga durumunda karakolluk olmayı. olayın o boyutu da vardı hakkaten.

ezan okundu. güya heralde oruç tutuyorlardı da o anı bekliyorlardı. oruçlarını ruffles ile açtılar.

zibidinin sırıtık arkadaşı bana doğru yürüdü elinde ruffles ile:

>abi alır mısın?
<almam.

yürüdü yerine.

aradan 5-10 dakika geçti.

zibidi, ayağını koyduğu yeri eliyle temizledi.
bir gün yılmaz hocalarla lokalde oturuyoruz. namık abi nası...
aşağıdaki olay tamamen gerçektir;

öss sınavından çıkmış arkadaşlarla sokakta geziyoruz. herkes; 'acaba kazanır mıyız?'sorusunu sormakta. o anda yanımızdan yaşlı bir amca geçti. bizde izlediğimiz sır kapısı programının etkisinde kalarak 'belki bu adam melektir. biraz sonra yanımıza gelerek bize hangi üniversiteleri kazandığımızı söyleyecek.'dedik ve adam yanımıza geldi. 'hay maşallah allah özene bezene yaratmış.'dedi.

sonuç: her sakallıyı deden sanmican.
geçen hafta sabaha karşı 4.30 da kitap okudum.
gerçi uykum nirvanaya tehlikeli bir biçimde yaklaştığı için maksimum 3 sayfa okuyabilmeyi başarıp dördüncünün ortasında uyuya kaldım ama olsun.
bayram ziyaretindeyiz. kola içermisin diye sordular yok ben almıyim dedim. eleman kola koymaya yeltendi, ben vallahi istemiyorum içmicem dedim. eleman ben zaten kendime doldurcaktım dedi. *
gece saat 3 suları. kuzenimin yatağında uzanıyorum. askere giden sevgilisinden bahsediyor. sus uyuyacağım diyemiyorum bu yüzden. çok özleyeceğim böhüü diye ağlıyor önce biraz. kafamı yastıktan kaldırıp ağlama 460 gün altı üstü diyorum. daha çok ağlıyor. böğürme halam bir şey var sanacak diyorum. ya ben ne diyorum sen ne diyorsun diye bana kızıyor. kafamı tekrar yastıkla buluşturuyorum. bir ara susuyor, ya da ben uyuyorum. tekrar sesini duyduğumda bu adama hastayım ya diyor. kafamı kaldırıp bilgisayar ekranına bakıyorum. basket hocası. facebookdan yazışıyorlar. ya kuzen, basket hocan aslında bana hasta demek geliyor içimden ama demiyorum. kafam tekrar yastıkta. sevgilisinden bahsediyor yine. gittiği yer çok kötüymüş vs. yine ağlıyor. bak sana dünkü buluşmamamızı anlatayım diyor. aşırı ilgili bir sesle olmasada yalandan ilgili gibi davranıp aa evet anlatsana diyorum. kafanı kaldır ama gözlerinide aç nasıl anlatayım böyle uyursun diyor. kaldırıyorum. anlatmaya dalıyor. yavaşça koyuyurorum kafamı tekrar, gözlerim açık ama. ya da ben öyle sanıyorum. arada susuyor, ya da ben yine uyuyorum. tekrar sesini duyuyorum. bu sefer şarkı mırıldanıyor. sevgilim bilmemne askerde şimdi. şarkının güzelliğinden olsa gerek kafamı uzun süre yastıkla buluşturamıyorum. uzun uğraşlar sonucu, şarkının bitmesine yakın, sesini biraz olsun kısmasını sağlıyorum. kafam tekrar yastıkta. ses kesiliyor, ya da kesilmiyor. a aa, bu adamın bu şarkısı yok muydu sende? dur atayım sana, diyor sonra. o gece kuzenimden duyduğum son sözler bunlar oluyor. hangi adamın hangi şarkısı diyemeden uyuyorum.

sabah oluyor uyanıyorum. saat 10 civarı. kuzenim kalkmış kahvaltıyı hazırlamış akşamdan kalan bulaşıkları makinaya yerleştiriyor. hamaratız diyorum. tembeliz diyor. senin evin burası sus ve işine devam et diyorum. gidip yüzümü yıkıyorum. masaya oturuyorum. bu kadar erken kahvaltı edemem ben diye naz yapıyorum. anan değilim yavrum et kalk diyor kuzenim. çayımla birlikte şekeri uzatıyor. peki diyip usul usul çayımı alıp şeker atıyor. oysa şekerli içmem ben. ama şekerli içmiyorum diyemiyorum. küçükken üstüne çay döktüm diye az dövmemişti beni. çay mevzularında ağzımı açmıyorum o günden beri. çay dersem dövecekmiş gibi geliyor. düşün artık ne kadar etkisinde kalmışım.

kuzenim oldukça gergin. neyin var bebek diyorum en sevimli halimle. çarpmıyım ağzının üstüne diyor. usulca ben artık evime gideyim diyorum ben de. gidince ara merak ederim diyor. küçükkende döver sonra yaralarımı temizlerdi bu dengesiz. ararım diyorum ben de. halamı öpüyorum. kuzenime hoşçakal diyip çıkıyorum evden.

otobüs bekliyorum. evimle halamın evinin arasındaki yol hep şehirlerarası gibiymiş gibi geliyor bana. gelince de böyle 1 hafta kalışım bu yüzden. gitmeye üşeniyorum. otobüs geliyor. boş bulduğum bir koltuğa oturuyorum. güneş tarafa oturmuşum. lanet ediyor fakat kalkmıyorum. huysuz yaşlı kadınlar gibi seyrediyorum etrafı. sonra tdk nın deyimiyle yüyürçalarıma gidiyor elim. yürümüyorum ben oysa. ama koskoca tdk nın bir bildiği vardır deyip, takıyorum kulaklıklarımı. diliyorum ki elfida çalsın. onu dinlemek geliyor içimden. basıyorum play tuşuna. önce çalmıyor. sonra başlıyor şarkı. hoşgeldin yar yüreğime diyor. bakıyorum ekrana. fatih ürek-hadi hadi yazıyor. ulan kuzen diyorum yükleye yükleye bunu mu yğkledin. ulan diyince döverdi beni küçükken. her ihtimali göze alıp ulan kuzen diyorum. sinirleniyorum. ilk aşkım eski sevgilimle benim şarkım bu. uzaklara dalıyorum şarkıyı dinlerken. yüzümdeki o huysuz yaşlı kadın ifadesi kayboluyor. hadi hadi diye söylüyorum içimden. yol bitmiyor. şarkı hiç bitmiyor.

uyanıyorum sonra. kuzenim aptalmışım gibi bakıyor yüzüme. ayakta uyuyorsun git yüzünü yıka diyor. ben otobüste değil miyim diyorum. hıı evet ben de şoförüm diyor. git yüzünü yıka gel, bulaşıkları makineye yerleştir kahvaltıyı hazırla ben markete gideceğim diyor. peki diyorum ama şunu bil. ben çayı şekersiz içerim.

buda böyle bir anımda sözlük. * sonuna kadar okuyan yazarcanları tebrik ediyorum.
bu sabah kalkıp mutfağa gittiğimde babam balıkları lavaboya atmış, bir de üstüne su dökmüş. balıklara bakarken, bir tanesinin ağzıyla garip hareketler yaptığını gördüm. "baba bu balık hare...!!!" balık birden sıçradı. aman yarabbi ödüm bir tarafıma karıştı yemin ediyorum. balığın sıçrattığı su sol göz kapağıma geldi falan. balıktan nefret ederim zaten, bu balık iyice beni balık piyasasından soğuttu.
(bkz: bu da böyle bir anımdır)
yalan, bir halay ürünü beyanatı. öyle mi acaba? hayal mi? ama hayat tuhaf, nerden geldiği belli olmayan ve yalan olmayan bazı şeyler de yaşıyor insan. düş mü, gerçek mi ayırt edemediğim şeyler. gelin size geçtiğimiz hafta sonu başımdan geçen ilginç bir olayı anlatayım.

hala çok utanıyorum. kimselere ne anlattım ne de yetkili mercilere şikayet edebildim. hem ne diyecektim ki, eşkali; mini etekli ve üstelik yırtmaçlı, siyah parizyen çoraplı bir avukat kadının tacizine mi uğradım diyecektim. bir nevi burada ruhumu arındırmak istiyorum. allah cezasını versin o kadının kaç defa söyledim, istemiyorum dedim, olmaz dedim, direndim ama nerden bilebilirdim böyle alçakça bir oyun oynayacağını. şimdi ben biricik sevgilimin yüzüne nasıl bakarım, kızıl saçlarını bu kirlenmiş ellerim ile nasıl okşarım, ne derim ona. affet beni sevgilim. bedenim onun oldu ama ruhum hala senin ve hep seninle kalacak.

geçen hafta sonu, günlerden cumartesi, öğlen vakti idi. cumartesini bir arkadaşla beraber geçirmek için cumadan sözleşmiştik. her zamanki gibi taksim cumhuriyet anıtının önünde buluşacak, ordan da eve geçecektik. benim öncesinde, yapmam gereken birkaç işim olduğu için erkenden çıktım yola. eminönü vapuruna bindiğimde saat daha 11'i göstermiyordu bile. güneşli günlerden biri idi istanbul için. dalgaları yara yara sultanahmet semalarına doğru yol alıyorduk. motordan indiğimde ara sokaklardan yokuş yukarı, galataya doğru tırmanmaya başladım. zürafa sokak'a açılan arnavut kaldırımlı yolun yanından geçerken şöyle bir baktım sağa doğru. kapıda bekleşen bıyıkları daha yeni terleyen gençler, apaçiler ve bıyıkları sigara dumanından artık sararmış amcalar kümeleşmişti. aç kurtlar gibi içerdeki etleri düşünüyorlardı. yolun kıyısında ise iki genç zürafadan geri dönüyordu. orta boylu olan, zayıf olanına "abi madem korkacaktın, yapamayacaktın niye getirdin beni." diye sitem etti. diğeri "ne bilim abi ya, yapamadım işte" diye karşılık verdi başı önüne eğerken.

kan revan içinde yokuşu tırmanmaya devam ettim. hava çok sıcaktı. önümde alman, ingiliz, rus karışık bir turist kafilesi yürümekteydi. ağır ağır merdivenleri çıkıyorlardı. kafiledeki kızlar kısacık şortlar giymişler, ayaklarına bezden babetlerini geçirmiş, omuzlarında turist çantaları ile etrafa meraklı fakat sakin bir şekilde baka baka yürüyorlardı. hemen önümdeki altın sarısı kız birden durdu merdivenlerde. dolayısıyla ben de.
kıza baştan aşağı süzdüm. uzunca bacaklarında bi gram fazlalık yoktu. zaten kısa olan şortunu iyice kıvırmış, pembe şortu şorttan çok artık mayo haline gelmişti. poposunun hatları, turkish delight kıvrımları, basamaklardan çıkarken bir sağa bir sola yumuşak yumuşak sallanıyordu. sanki fashion tv de mayobikini 2010 yaz kreasyonunu izliyordum. manken gibi kızdı allah için.

evet kız durmuştu ve tam önümde eğildi. içim anında kımıl kımıl oldu. bağcıkları çözülmüş olan ayakkabısına doğru uzandı. kavisli popo çatalı olabildiğince güzelliği ile karşımda duruyordu. ayakkabısı ile uğraşırken, bir sağ bir sola kımıldayan kalçası neticesinde; şortu tam poposunun arasına girdi. o an şehvet duygusu tüm bünyemi kapladı. artık dayanamıyordum. şortumu sıyırdım. o sıkı kalçalarının arasına erkekliğimi usulca yerleştirdim. yavaş fakat hızlanan hareketler ile uyum içinde öne gelgitler yapmaya başladım. evet bir an böyle yapmak istedim ama tuttum kendimi. sevgili bihter aklıma geldi. kendine gel ömer dedi iç sesim. bırak şu rusun sıkı kalçalarını yoluna devam et. erkek arkadaşı (nasıl erkek arkadaşsa o öyle) yanına doğru geldi kızın, rusça konuşmaya başladılar, kız ise "da da da" dedi durmadan. herhalde benden konuşuyorlardı. sonrasında çocuk benim eblekleşmiş yüzümü gösterdi kıza. kız kafasını arkayı doğru çevirdi. başı arkaya dönerken, at gibi saçları havalandı. yeşil gözleri ile gözlerimin içine baktı, tatlı bir şekilde gülümsedi. sonrada erekte olmuşcasına kahkaha attı. tam bu esnada adam kızın kıçına bir şaplak attı. "ayyy" diyerek doğruldu kız. eleman bana baktı, kızın poposunu işaret ederek, "how? good ass?" diye gülümsedi, başparmağı ile refah işareti yaparken. bir an gel git arasında kaldım muhafazakar bir godoş ile karşı karşıya kalınca şaşırdım işin açıkçası. ben de su altında "okey" anlamına gelen topsun olum sen işaretini yaparak "cool" diye karşılık verdim. yanlarına geldim sağ elimi adamın omzuna koydum, sol elimle de kızın kıçına, bi de ben şaplak attım. "good ass my bro" dedikten sonra gülüştük. aman allahım nasıl bir kalçadır o öyle, yumuşacık, pambuk gibi. ama bihter, sevgilim... her neyse tüm bu alengirli işlerin sonunda istikalin tünel çıkışına varabildim nihayetinde. günüm güzel başlamıştı. gerisinin de öyle süreceğini zannediyordum ama yanılmışım.

sonunda yokuşu arşınlamış, tünel girişine varmıştım. istiklal bu vakitte tenha sayılırdı. tramvayın çınlayan sesi kulaklarımda vücud bulurken, tünelden çıkan orta yaşlarda ama yaşından genç gösteren buna rağmen orta yaşta olduğu yine de anlaşılan, fark edilmemesi imkânsız türden bir kadına gözlerim odaklandı. evet tam anlamı ile baştan aşağı bir kadındı. kadın sıfatını hak eden bir varlık.

elindeki dikdörtgen siyah deri çantası, güneşte parlayan parlak siyah ince çorapları ve giyiminden kuşamı ile bir iş kadını olduğu anlaşılıyordu. siyah bir mini etek giymişti, buna keza bir de arkadan seksi bi yırtmaç bırakmıştı. tüm herkesin gözleri ister istemez bu dişi yaratığın üzerine çevrildi. her bir adım atışında yırtmacından gözüken siyah baldırları çevredeki ahalinin, gelip geçenlerin ilgisini çekiyordu. hatta bir ara flütü ile aynı teraneyi çalmaktan bıkıp usanmayan uzun saçlı avrupa yakasındaki şesu'ya benzeyen kör dilenci bile sustu. topuk seslerinin geldiği yöne doğru kulağını çevirdi. kadının seksi siyah sivri topuklu ayakkabısının, ince bileği eşliğinde çıkardığı sesleri dinledi. buna rağmen "kadın", işini titizlikle yapan bir manken edasında kedi yürüyüşüne devam etti. gözüne taktığı kalın siyah kemik dikdörtgen çerçeveli gözlüğü ona daha da seksi bir hava katıyordu. banu güven modeli bir kadın, hem ciddi hem seksi hem güzel. yürürken o pürüssüz dar eteğinin içindeki kavisli kalçaları bir o yana bir bu yana sallanıyordu. iç çamaşırının ince zarif izi belli oluyordu. bir elf gibi düz siyah uzun saçlarını omuzlarına düşüyor, hafif kavruk teninin parıltısı cazibesini iyice arttırıyordu. vişne rengindeki dudaklarının sol yanında küçük bir ben vardı ve bu fitili ateşleyen son damla oldu. gözlerimi iyice diktim üzerine; ısrarla ona bakıyordum ki;

tam yanımdan geçerken durdu, yaklaştı, "ateşiniz var mı acaba" diye sordu.

ağzım açık bir halde; "-ee evet var." diyebildim. şuh ses tonu ciğerlerimi işledi, titreyen ellerim ile çakmağımı çıkardım uzattım. titrek alevinde ince uzun sigarasını yaktı. "-mersi" dedi. gözümün içine gözlerini dikerek; "-vaktin varsa bir yerlerde oturalım mı?" diye sordu kara gözleri gözlerimin içine çakılıyken. bi nefes aldı sigarasından, sonra temel içgüdüdeki sharon stone edası ile dudaklarını seksi bir şekilde büzerek yüzüme doğru üfledi. iyice büyülenmiştim. "-taaa ta tabi."dedim hiçbir itirazda bulunamayarak.

mısır apartmanı'nın arka tarafındaki sokakta ofisinin bulunduğu apartmana vardık. 2 kişilik küçük asansöre bindiğimizde, vücutlarımız buluşur gibi oldu. mecburen birbirimize pek yakın duruyorduk, bu eski küçük asansörde. aynaya doğru kafamı çevirdim. ceketinin üzerinden siyah sütyeni gözüküyordu. ve göğüslerinin dolgun hatları. sırtını iyice doğrulttu, dipdiri göğüslerini bana doğru yasladı, sanki farkında değilmiişcesine. "-çok sıcak burası deyip ceketini çıkardı aniden. off tüm ihtişamı ile sarkastik meme uçları dantelli sütyeninden fırlayacak gibiydi. lafı hiç uzatmayarak direk sordu: "-emmek ister misin?" şaşkın ördek yavrusu misali ne yapacağımı şaşırdım o an. elimle yavaşça 90 60 90 ölçülerindeki memelerine dokundum ve geri çektim. "-hayır olmaz, benim bir sevgilim var." kadın bu lafım üzerine daha da alevlendi. siyah saçını arkaya attı. ellerimden tuttu, avuçlarımı göğüslerine bastırdı. dudaklarıma vantuz gibi yapıştı, bir krem brule yermiş gibi dilini ağzımın içine sokarak yavaş yavaş öpüyordu dudaklarımı. ince dolgun sağ bacağını belime attı. ellerim ile kavradım pürüssüz kaymak gibi çoraplarını. zımparalanmış gibi akıyordu bacakları. aynada ikimize bakınca mini eteğinin yırtmacından jartiyerinin kopçasını gördüm. çok seksi. kadın tam anlamı ile kadın, ilik gibi.

kollarını omuzlarıma attı, sıkıca sarıldı boynuma. dolgun vişne dudakları ile öpmeye devam ederken, üzerime sıçradı. ince belinden tutup kucağıma aldım. tam erkekliğimin üzerine geldi, iyice uyarıldım. artık ne olursa olsun derken, asansör aniden durdu. kapıyı yaşlı bir amca açınca hemen toparlanmaya başladık. mahçup bir tavır ile başımı önüme eğerek asansörden çıktım. asansör kapısı bir çift şaşkın göz eşliğinde kapandı.

"-gel hadi ofisime geçelim, avukatım ben."
"- yapamam kusura bakma. yapamam ben."
"-tamam sen bilirsin bu kartım. fikrini değiştirdiğin vakit beni ara, istediğin zaman arayabilirsin."
kartını aldım, teşekkür edip binadan ayrıldım ve son bir haftadır elimde kartı ile hala düşünüyorum. leyla....
10-11 sene evvel arkadaşımla Maçka parkında bir ağacın altında oturuyorduk. yanımıza iki adet resmi polis geldi ve amirlerinin arkadaşımla beni uygunsuz vaziyette gördüğünü bunun sonucu olarak kendilerini cezalandırıp yevmiyelerinden keseceğini söyledi. Ben mal mal suratına bakarken kimliklerimizi istedi ve bizi noktaya götüreceğini söyleyince cebimden 2 lira çıkarıp abi bunu alın yevmiyenizi karşılar dedim. Polisler aldı parayı giderken rahat olun karışan olursa haber verin biz buralardayız dediler. Sorun şu; ulan yanımdaki arkadaşta erkekti noktaya götürmen sorun olmazdı da birde ailemizden ibne muamelesi görmek vardı ondan korkup verdim parayı.
sene 1958 diye başlayan anılardır.
bigün yine deniz otobüsündeyim zaten zar zor yetişmişim.hareket ettiği anda deniz otobüsü bende olmaması gereken anahtarları farkedip sahibine vermek için durdurdum deniz otobüsünü indim.iyiki de durdurmuşum be sözlük.eve gitmek işkence oldu ama yürünen yol pek keyifliydi.
Anım bu kadar teşekkürler.
bir keresinde kabız olmuştum ve abartısız 3 gün sıçamamıştım artık yemek bile yiyemiyordum.. osururken ağladığımı bilirim o derece utanıyorum bir de anneme babama sıçamadığımı söyleyemiyorum.. neyse kabızlığın üçüncü günü liseden çıkıyoruz arkadaşa danışayım dedim cesaretimi toplayıp anlatmaya başladım..

+hacı ya ben şey oldum
-ne oldun?
+şey işte gelmiyor, yapamıyorum
-ne yapamıyorsun olum?
+sıçamıyorum amk
-heee.. aga bana da olmuştu bikeresinde ben de sıçamıyorum ikinci gün dayanamadım tuvalete gittim fırçayı* sokup çıkardım
+fırça mı? *
-he ya fırça sonradan patır patır sıçtım

neyse benim de götüme fırça sokacaklar korkusuyla babama açılmaya karar verdim. çektim adamı bir kenara. "bak peder böyleyken böyle buyken bu sıçamıyorum anla artık yemek yiyemiyorum geçen lahmacunları götürdünüz hidayet dayımla löp löp neden bakakaldım, yok canım istemiyor dedim biliyor musun? işte bu yüzden"..

benim peder de anlayışlı adamdır hemen eczacı arkadaşını aradı ve bana dedi git şu eczaneye sana bir ilaç verecekler.. gittim eczaneye içinde ne olduğuna bakmadan aldım eve geldim.. açtım kutuyu bir baktım tam 12 tane fitil hemen pedere koştum..

+baba baba bunu ben şimdi şeyime mi sokacağım?
-yok eritip içiyorsun hergele, herhalde sokacaksın gurur yapma git sok şunu sıç gel!

sinirden ağlamak üzereyim artık... nasıl olur lan nasıl allaaam yardım et lütfen diyorum artık o gün secdeye kapandığımı bilirim o derece... düşünün o ergen halimle ibne olma korkusu sarmış dört bir yanımı.. cesaretimi topladım tuvalete gittim ve kapıyı kilitledim. malum yere malum şeyi soktum.. çok fazla geçmeden sanırım 5 dakika olsa gerek götte bir yanma hissi cayır cayır.. aniden sıçmaya başladım ve artık mutlu son...

o anlar ergenlik hayatımın önemli dönüm noktalarından biri olmuştur allah düşmanımın başına vermesin.*
öncelikle okuyun, lütfen.

bundan yaklaşık 4-5 ay önce kazakistan'da bir sığır firmasında çalışan 2 adet abim vardı,* onlarla hep sığırları gezerdik, ben yem kamyonunu sürerdim, onlar yem atardı, ben nereye gitsem onlarla giderdik, onlarla içerdik, onlarla güldüm ve onlarla ağladım.. bir gün çok içtik, votka, bira, konyak.. sonu gelmedi. ben o gün otelde kalalım abi sarhoşuz, kaza maza yaparız dedim. tabii o ikisi beni dinlemedi.. ben otel de yattım ve ertesi gün veteriner bir amca geldi kapıya:

-maksat ve nariman öldü!*
-ne ne? ne diyorsun ya.

-yandılar, kül oldular, bitti öldü. gibi şeyler söylüyordu yarım cümleler kuruyordu

ben oracıkta çocuk gibi ağlamaya başladım. hemen morg'a gittim. evet yanmışlardı, arabayı sürerken ufacık bir virajdan uçuruma yuvarlanmışlar ve arabanın patlaması sonucu yanmışlardı. hatta vücutları bile belli olmuyordu.. ufalmışlardı, tanınmaz haldeydiler. oğlu onu saatinden tanımış ve oracıkta bayılmıştı.

allah rahmet eylesin, mekanları cennet olsun. hatırladıkça üzülüyorum sözlük.
ingiltere'de kaldığım zamanlarda iki tane fransıza rastlamıştım. benimle sırf türk olduğum için dalga geçmişlerdi. oysa öyle esmer falan da değilim. ama yine de türk olduğum için dalga geçtiler. sonra onlarla hiç konuşmadım. istanbul'a döndükten birkaç ay sonra beni aradılar. neymiş efendim, istanbul'a gelmişler o kadar, gezdirmemi istediler. yalnız bunu bana çok masum bir şekilde söylediler. ben de salak kafam, tamam dedim gezdirdim biraz. baya eğlendik hatta. daha sonraki yaz benim yolum paris'e düştüğünde o uçuk otel fiyatlarından kazık yememek için bunları aradım* ve çok işleri olduğunu, daha sonra arayabilirsem belki gelebilceğimi söylediler. ben de sinirlendim ve ısrar ettim. bana böyle bir hakkımın olmadığını, bir daha onları aramamam gerektiğini söylediler. sonra ben de iğrenç bir otelde kaldım ve bir daha da onları aramadım. tamam biliyorum, safım biraz* ama öyle işte.
3 sene önce edebiyat yazılısı oluyorduk ve ruh ikizim en yakın dostum damlayla birlikte oturuyorduk. önümdede sınıfımızın ineklerinden buse. destanlar ve kimlere ait olduğu sorulmuştu. birtek gılgamış destanını bulamadım buseye sordum anlamadı. gılgamış dedim yine anlamadı o sırada hoca bizim sıranın yanına geldi ve ben buse gıl gıl gıl gıl gıl diye takıldım gılgamış diyemedim bi türlü halen gıl gıl diye gidiyorum damla gılgamış lan yeter dur diip kahkayı basınca bende dayanamadım ve kahkayı bastım. unutamadığım güzel anılarımdan biridir.
aslında yazmakla bitmez sözlük. hatta şu an güzel bir slow müzik eşliğinde yazıyorum, gözlerim nemli...
o zamanlar eskişehir adalarda oturuyoruz. 50 metre yakınımızda bir çocuk parkı var. o zamanlar ne bilgisayarı ne playstationu hiç birisi yok. tek eğlencemiz park. lunapark lükse kaçıyor. anneme dedim bir akşam beni parka götür diye. hayır olmaz geç oldu dedi. sinirlendim evden kaçtım sessizce. gittim parka, 2 tane kız sallanıyor salıncakta. sıra bekleme vardı o zamanlar, bekledim baya bi hadi inin diye baskı yapmaya başladım sonra. kızlar ben gideyim diye kaçııın köpek geliyor dediler ve ben de kaçtım. sonra kaçarken caddeden karşıya geçmek için dobermanlı bir abinin ( o zaman dobermanı olan nasıl popüler anlatamam) elinden tutup karşıya geçtim. adam da ne hayırsızmış nereye gidiyorsun falan da demedi. siktirip gittim afedersin sözlük nereye gittiğimi bilmeden. sonra istasyonun oraya gelince benim kafa dank etti. geldiğim yoldan geri dönmek istedim ama yolu karıştırdım.
bu sefer yine caddeden karşıya geçmek için tam adımı atıyorum ki adamın teki tuttu. dur yeşil yansın öyle geç dedi.korktum bekledim. geçtim sonra. kavşaktı geçtiğimiz yer, adam karşı tarafa geçti. ben de düz gittim. ama aynı istikamette gidiyorduk. (yanlış hatırlamıyorsam). ben salak salak yürürken adam geldi yanıma. evin nerede senin falan dedi, korkmuştum çünkü babamlar o zaman korkutuyorlardı beni organ mayfası var bak falan diye. kaçmaya çalıştım adam tuttu daha da çok korktum. sonra adama anlattım durumu, adam tamam gel polise gideriz dedi. tam yolda gidiyoruz o zamanlar genel seçim vardı babam da milletvekili adayıydı. direklerde falan afişleri asılıydı. aaa babam dedim adam durumu çaktı, aradı telefonla. babam evi tarif etti, adam eve götürüyordu ki abimler karşıdan koşa koşa geliyorlar adamı dövmeye. adam korktu dur dur ben çocuğu babana getiriyorum görüştük falan dedi. abim çok sinirlidir ama o sıra kaybetmekten korktuğu için kucağına aldı. evin sokağına bir geldim herkes dışarıda beni arıyor. annem ağlıyor, babam telaşlı... adam bir daha kaçarsan seni kulaklarından tavana asarım dedi kaçış o kaçış bir daha kaçmadım.

ama şimdi benim için ağlayacak, benim için telaşlanacak bir annem yok. özledim be...
lise son sınıftayız sözlük. ders osmanlı tarihi ve hoca sözlü yapıyor. hocamız soru soracağı kişileri sınıf listesinden rastgele numara söyleyerek kime denk gelirse kaldırıyor. neyse bir iki derken şans bu ya sınıfın en havlalı, en artist ve gösteriş meraklısı * arkadaşımıza denk geldi. işte o anda başladı herşey, ayağa kalkan arkadaşımıza hocamızın sorular sormaya başlamasıyla arka sırada oturan çakal arkadaşımız yavaşça ve çaktırmadan sırayı çekti. bunu farkeden hoca da soruları zorlaştırarak ve fazla soru sorarak yeterli ortamın ayarlanmasına müsade etti. ve o an geldi hocamız arkadaşımıza yerine oturmasını söyledi ve artık her şey için çok geç . karizma yerlerde. arkadaşımız ne olduğunu ancak kıçının yerle temas etmesiyle idrak edebildi. arkadaşımızla beraber sınıfta yerlerde tabi gülmekten. sonrası, sonrası yok sözlük. o gösteriş meraklısı, o havalı, o artist arkadaşımız sonraki dakikaları ve tenefüsleri kıpkırmızı geçirdi. tabi suratında acı bir gülümsemeyle. * *
(bkz: sineklerin camı bilmemesi)

benim yazdığım entryler arasında çok farklı bir yeri var okursanız kendinizi bulacaksınız.
bundan 50 yıl önceydi... *

edit: ne gördünüz de eksiliyorsunuz?
yanımızdan geçen bir grup apaçi bize laf atmışlardı.bir arkadaşımda * diye karşılık verdi tabi.sonra geçtik gittik aradan 1 saat geçti ben arkadaşlarımdan ayrıldım eve döndüm.arkadaşlarım da eve dönerken laf atan apaçiler takip etmişler ve arkadaşımı tutup kimse bana lan diyemez deyip tokat atmış.bu da böyle bir günümdü sözlük.
(bkz: apaçilerin yeni çıkan sürümü) *

edit:imla
lisedeyken sınavlardan başımızı kaşımaya vakit bulamadığımız zamanlardı. bir anda müdür yardımcısı bizi Kars'a göndereceğini söyledi. sarıkamış'a 3 günlük bir gezi. ilk başta sınavlardan dolayı gitmeyi hiç düşünmemiştik. ama o kadar çok istiyorduk ki 4 yakın dost birlikte ilk defa bir şeyler yapacaktık. sınavları, dertleri bi kenara koyduk ve o geziye gittik. ocak ayıydı ve kars çok soğuktu. şansımıza 4 kişilik bir oda bize verilmişti. tek bir planımız vardı gece uzun uzun sohbet edip sabaha kadar oturmaktı. gece çok eğlenceli geçmişti. güldük,güldük,güldük... olumsuzluklar bir kenarda kalmıştı ve yanımıza çalışmak için getirdiğimiz kitaplar. bir arkadaşım hasta olmuş yataktan katılıyordu eğlencemize. videolar, resimler hepsini bir anda yapıyorduk. ranzalar vardı iki tane. ben üstteydim ve bir arkadaşım da yanımdaydı. gece 2 falan olmuştu sanırım. bir anda hepimiz biz nerdeyiz diye düşünmeye başladık ilk defa ailelerimizden uzaktayız ve başımıza neler gelecek bilmiyoruz. odamızın kapı anahtarı bile yoktu. uyumaktan korktuk bir an için. dönüşte buzlu yollarda başımıza neler gelecek,biz kesin ölecez diyorduk birbirimize. ne yapsak diye düşünürken arkadaşlarımızı arayıp onlardan helallik istemeye karar verdik. bir tek arkadaşımız uyanıktı sanırım bütün gece kahrımızı o çekti onu da uyutmadık ve oda artık akıl sağlığımızdan endişelendi. ağladık bi kaç saat. biri annemi özledim biri babamı özledim diye sayıklıyordu. şimdi düşünüyorum da ben hiç kimseyi özledim dememiş sadece bilinçsizce ağlamıştım. bir ara arkadaşıma telefonumu vermiş ve "benim söyleceklerimi kaydet birgün açıp dinlerler" diyerek video kaydettirmiştim. herkes ağlıyordu fakat ben bir an kendimden geçtim ve olduğum yerde nefes alamayarak bayılıp olduğum yere uzandım. etrafı göremiyordum sadece sesler geliyordu. yanımdaki arkadaş beni öyle görünce şok olmuştu. hasta olan arkadaşım alttan fırladı geldi. karşıdaki arkadaş da ordan fırladı hepsi etrafımdaydı ve ellerime kolonya sürüyorlardı. ağlıyordu bir tanesi "ne olur kalk ne olur..." 10 dakka sonra uyandım ve arkadaşımın kucağına yattım o beni bir anne şefkatiyle teselli etti. aklım kötü şeylere öyle uçmuştuki. ranzanın başına asılı siyah montu bir adam sanıp çığlığı basmıştım. "o geldi o geldi..." ne geldiğini de anlayamadım. sakinleştirilip uyudum. sabaha uyanmak kadar güzel bir şey yoktu mide bulantıları da olmasa. allaha bin kez şükürler olsun dedik. o geceyi yaşamamıza "anne nerdesinn?" diye ağlamaya başlarak sebep olan (bkz: buzluktaki penguen)e çok teşekkür ediyoruz. bu da liseden bize kalan en güzel anılardan bir tanesiydi.
bugün aklıma geldiğinde dakikalarca gülmemi sağladı başıma gelen bu olay. bir arkadaşımla 98 lerde bilgisayarıma ilk defa format atmaya kalkışacağım ama o zamanlar zaten bilgisayarı daha yeni almışız, pek bi bilgisayar bildiğimde söylenemez ama bilgisayarcının bir gün bilgisayara nasıl format attığını gördük ya o gazla geçtik başına...windows 98 kurmaya çalışacağız ama tabii o zamanlar windows kurmaya başlamak için cd yeterli olmuyordu. bir başlangıç disketi denilen lanet bir disket oluşturuyordu önce, onunla bilgisayar başlatılıp daha sonra cd den yüklemeye geçiliyordu.neyse biz windows açıkken msdos dan deltree komutuyla ne varsa sildik* bilgisayarı disketle başlattık bir de ne görelim; ms-dos benzeri komut yazılan bir program çıktı karşımıza. saatlerce içinde yazmadığımız, girmediğimiz yeri kalmadı içinde, yardım dosyalarını okuyoruz falan ama nasıl kuruluma başlanacağını bir türlü öğrenemiyoruz. yaklaşık üç saat sonra artık vazgeçerken kendi aramızda esprilerin dönmeye başladığı zamanda arkadaşıma:"lan kur yazalım o kadar akıllı makineymiş kurar lan belki" diye bir dalga muhabbeti geçti ve kur yazıp ent. tuşuna bastımki ne görelim? windows 98 kur başladı. ondan sonrası zaten çocuk oyuncağıydı artık. asıl olay ms-dos tarzı başlatılan diskette kur.exe dosyasının olması ve kur yazınca kurulumun başlamasıymış. bunuda bu şekilde kendiliğimizden öğrenmiş olduk.
kıvrımlı yollarda gece yolculuğu yapıyoruz. Uyumamak için açmışız radyoyu kopmaktayız. Arkamızda iki tane far bizi takip ediyor. ilerde "s" şeklinde bir viraj olduğunu farkedip yavaşlıyoruz ve sağa dönüyoruz. Bu sırada arkamızdaki farlar yok oluyor. Biz de bu sırada sola dönmeye başlıyoruz ki önümüze beyaz bir range rover düşüyor. Arabayı durdurup iniyoruz ölen var mı diye bakmaya arabadan iki tane apaçi iniyor, direksiyonda olan telefonu açıyor ve "biz kaza yaptık abijim yeni araba yollayın buraya" diyor. Sonradan anlıyoruz ki bu iki sarhoş eleman hızını alamayıp "s" şeklindeki yolu "dolar işareti" şeklinde sanmış.
lise son sınıflarda derse girip yaptığım öğretmenlik stajı sırasında gözetmen öğretmen sınıftan çıkmıştı ve arka taraftan gülüşme sesleri geliyodu. tahtada yazı yazmayı bırakıp döndüm ve "arkadaşlar komik bir şey varsa söyleyin de beraber gülelim" demiştim. tabi sınıfla aramızda öğrenci öğretmen ilişkisinden çok arkadaş ilişkisi gibi bir ilişki olduğundan - üniversite şenliklerinde tam önlerinde eğleniyorduk o derece - hepsi şaşırmış susmuştu. ardından "şaka lan şaka hep bunu söylemek istemişimdir" demiştim.

Öyle de garip bi anı işte.
yazarların hayatlarında başlarından geçen olaylardır.