bugün

Bazı anlarda deja vu olmak dışında kayda değer bir anım yok tek işlevim getir götür olmaktı çünkü.
Bir süre oturup etrafı göz gezdirip peynirli börek alıp kenara çekilirdim.
görsel
berberdeyim. adamın teki geldi, "aleyna tilki'nin pornosu çıkmış" dedi. benim berber şey diyor:
- normal abi...

böylesine cool bir adama tıraş olduğum için kendimi şanslı hissediyorum.
bir gün amsterdamdayız moruk. paristen geçmişiz trenle hafif uykusuzluk var. zeeburg diye bir yerde indik.
Hayatımda en çok güldüğüm an neyse sonra anlatırım.
Esenboğa havalimanı‘Da uçak saatimi beklerken pub da biramı yudumluyordum. Birden karşımda şarkıcı kutsi belirdi.Tam yanımda geçerken Kendisine “Kutsi bey steteskobunUz nerede ehehe” Dedim. Bana ters ters bakıp yanımdan uzaklaştı.
Bu kadar eczane/eczacı başlığı açılmışken aklıma gelen anılardır.

"Soğuk bir kış gecesiydi" diyerek bir rus edebiyatı çeşnisiyle tatlandırayım anımı.

Hakikaten soğuk bir kış gecesiydi. Hatta allah sizi inandırsın kar bile yağıyordu. Yerler kar tutacak kadar soğuk olduğuna göre sıfır ya da sıfırın altında eksi derecelerde bir sıcaklık olmalıydı. Neyse Meteorolojik bilgilendirmeyi geçip sadede geliyorum hemen.

Bilen bilir nöbetlerde saat gece 1'den sonra tek tük gelen olur hatta bazen o da olmaz. Bilmeyenler de öğrenmiş oldu bu sayede. Havanın soğuk olduğunu söylemiştim değil mi? Heh işte ben de kombiyi kökleyip "bu saatten sonra pek gelen olmaz. Olsa da yatağı şuraya açayım ki gelen olursa kapı sesini duyar kalkarım" diyerek bankoyla rafların arasına açtım yatağımı.

Planım tilki uykusu tabi. Bankonun hasta tarafındaki ışıkları da söndürüp kendimce loş ve romantik bir ortam da yaratmıştım. Yanıp sönen kırmızı nöbetçi ışığının yatağıma aksetmesi, usul usul ve lapa lapa yağan kar duygusal ve romantik bünyemde kurşun gibi ağır ama pamuk gibi yumuşak bir uyku hali yaratmıştı.

Uykumda nedendir bilmem uyanmam gerektiğini hissettim. kutsal görevimin verdiği aşkla olanca gücümle gözlerimi açtım.

iki çift göz bana bakıyordu. Ana kız olduklarını tahmin ettiğim bu hanımlar, kapıyı açmış, içeri girmiş, belki de dakikalarca ne yapacaklarını düşünmüş, ama belli ki bir karara varamamışlardı.

Hemen şifa vermek gibi kutsal bir sorumluluğum olduğunun farkına varıp yatağımdan doğrulup "buyrun" dedim ve reçeteyi alıp işlemlerini yaptım, ilaçlarını verdim ve kaldığım yerden uykuma devam ettim demek isterdim ama yeteri kadar utanmıştım ve yatağımı toplayıp görevimin başına döndüm.

Sonrasında aklıma gelen deli sorular hala kabuslarıma girer. Ya gelenler, uykulu halimden faydalanıp beni oracıkta iğfal etseler, gözlerimi oyup derimden davul yapsalar, saçlarımı yakıp ağzımdan huniyle kızgın yağ dökselerdi. O zaman gelecek hastalara kim şifa dağıtacak, kafam kadar vajinal fitili yutan teyzelere doğru yolu kim gösterecekti...

Bu olaydan sonra kendime, nöbetlerde bir daha uyumayacağıma dair tutamayacağım bir söz verdim. Bu sözümü tutamadığım güne dair anımı da başka zaman anlatırım artık.

Durumu olup okuyan arkadaşlara müteşekkirim. Durumu olmayan arkadaşlara özet geçecek piçlere de saygılarımı sunuyorum.

Hadi hoçça ğalın giddim ben.
Yoktur.

Blok evrende yaşıyorum. Geçmiş ve gelecek şimdi kadar aynı anda var ve gerçek. O yüzden hiçbir olaya anı diyemiyorum. Üzücü.
+Abi katlı otoparkın altında kart merkezi varmış? Neresi orası?
-... (Ses yok. Bir kadının poposuna bakıyor.)
+Abi bakar mısın, katlı otopark diyorum.
-(Birkaç saniye daha popo.) Düz ilerle, solda.

Arkadaş: Adam sana bakınca neden yüzünü kapattın?
Ben: Çünkü kadının poposuna bakıyordu görmedin mi?
Arkadaş: E baksın, ne olmuş?
Ben: iyi de popodan hemen sonra bakınca benim yüzümde bir süre daha popo görmeye devam edecek.
Arkadaş: !?!??!!!????..... !
Çocukken elektronik dükkanınız vardı. Oradan el koyduğum malzemelerden birisi de fm mikrofondu. iki pil ile çalışan bu mikrofonun altında sik kadar teleskopik anten mevcuttu. Ben bu anten yerine sanırım telsiz vericilerinde kullanılan kocaman antenlerden takmıştım. Maksat ise fm yayınını daha uzaklara verebilmekti.

mikrofonu müzik, ses kaynağının önüne koyuyordum. Baska odalara da gidip ilgili frekansa bağlanıp kendi radyomu dinliyordum. Ciddi ciddi radyocu gibi hissediyordum kendimi. Maldım ama mutluydum. Aslında pek mal değilmişim. O yaşlarda bu tarz şeylerle uğraşmak mal insan işi değildir diye düşünüyorum. işin aslını söylemek gerekirse gün geçtikçe mallaşıyorum.
(bkz: #37682999)
"Necati abi sen yarın benim dükkana uğra abi, enine boyuna konuşuruz. Merak etme hallederisss abi hallederissss..."

Arkamdaki masada oturan bir adam telefonda Necati abisine bunları söylüyor. Evet, oldukça basit cümleler ama bu cümleler benim için büyük bir kabusa, kasvete, felakete yol açıyordu. Çünkü arkamda konuşan kişi...

görsel

Evet, gollum'du. Yüzüklerin efendisi filminin gollum'u gelmiş, izmir'deki bir cafede telefonla konuşuyor. Sırtım ona dönük olduğundan kendisini göremiyordum. Muhtemelen sadece kilot vardı üzerinde. Filmden fırlayıp gelmiş olmalıydı; çünkü gollum, başka şekilde düşünülemezdi.

Arkadaşımı beklemek için bu Cafeyi seçmiştim. Cafede benimle birlikte sadece 5 kişi vardı. Hepimiz yalnız başımıza birer masaya oturmuştuk. 3 kişi benim görüş açımdaydı. Sadece gollum'u göremiyordum.

masalarda tek kişi oturduğu için cafede hiç ses yok. Fakat dakikalar ilerledikçe bir hareket de olmadığını fark ettim. Cafe sahibi herhangi bir sipariş de almıyordu, içerde bir müzik de açılmıyordu. Herkes ve her şey gollum'un Sesine hapsolmuştuk. Onu dinlemek zorundaydık. Sanki o Ne Zaman telefonu kapatırsa tüm dünya normale dönecek, dünyanın bütün canlıları kaldıkları yerden yaşamlarını sürdürmeye devam edecekti.

Ben de bu duruma alışmak zorundaydım. Arada bir cafe sahibine seslenip içecek bir şey isteyecek oluyorum ama çok geçmeden vazgeçiyorum. Görüş açımdaki 3 kişiyi gözlemlemeye çalıştım. Bunlardan ikisi erkek, biri kadındı. Sadece kadının yüzünü görebiliyordum. Erkeklerden biri bulmaca çözüyor, diğeri telefonda oyun oynuyordu. Kadın sadece düşünüyordu. Kendisini düşünmeye öyle vermiş ki bu dünyadaki işi düşünmekti sanki. Tüm varlığıyla düşünüyordu. Hayatımda ilk kez o an istemiştim bir insanın düşüncelerini tüm çıplaklığıyla okuyabilmeyi.

Vakit ilerliyor... Korku beni ele geçiriyordu. Oysa ben yıllar önce yaşadığım şiddetli böbrek ağrılarından sonra ölüm dahil tüm korkularımı yendiğimi düşünüyordum. Kalkıp gitmek, bu lanetli yerden kurtulmak istiyordum ama kalksam cafedeki herkes üzerime gelip beni orijinal yöntemlerle öldürecekmiş gibi hissediyordum. Dünyanın tüm düzenini bozmaya hakkım yoktu. Cafeye giren biri yok, cafeden çıkan biri de yoktu. Küçücük bir hareket olsa kalkıp hızlıca koşarak çıkardım belki.

Çocukluk yıllarımda tarladan karpuz çalarken yakalandığımı ve yaşlı bekçinin tüfeğin namlusunu başıma dayadığını, karşı mahallemizde oturan çingenelerle birlikte ateşin etrafında şıkır şıkır oynadığımızı, tuhaf otostop maceralarımı, bisikletle gezerken kaybolup bir köyde yaşamaya karar verdiğimi; ama polislerin gelip beni o köyden aldığını düşünürken bir polis girdi cafeye. "Tüm bu gerginliğin üzerine polis de nerden çıktı tanrılar aşkına?" diyordum kendi kendime. Yine de bir hareket gerçekleşmişti. Polis kimseye bir şey demeden cafenin lavabosuna girdi, çıktı. Yine tek kelime konuşmadan cafeden çıktı gitti.

Artık bir oyunun içinde olduğumu düşündüm. Galiba beklediğim arkadaş bana şaka yapıyor; ama bu kadar da güçlü bir şaka olamaz ki. Hadi şaka için diğerlerini ayarladı, polisi de ayarlayacak değil. Bir de o gün çocuğu hastaydı, şaka düşünecek halde değildir tabii. Yine de etrafıma bakıyorum kamera falan var mı diye. Yok.

evet, belki biraz da ben abartıyorum ama şu zincir çok ilginç: herkes masada tek oturuyor, gollum'un sesi dışında çıt yok, polis olayı, cafeye giren yok, cafeden çıkan yok, cafe sahibinden içecek falan isteyen yok !

arkadaşı arayamıyorum; çünkü konuşursam dikkat çekeceğim. bu yüzden mesaj yazıyorum ama görmüyor yazdıklarımı. dakikalar geçiyor... çişim geliyor ama işemeye de gidemiyorum.

artık karar vermiştim: 1 dakika daha bekleyeceğim, arkadaş gelmezse bir anda kalkıp koşarak çıkacaktım cafeden. Biraz komik bir görüntü olacaktı ama Olsun. 1 dakika geçti, ayağa kalkamadım.

ben o sırada ne yaptım, neler oldu tam olarak hatırlamıyorum. vücudum tuhaf tepkiler mi verdi ne oldu bilmiyorum. çaprazımda oturan o kadın geldi yanıma, su uzattı bana. "iyi misin?" diye sordu. o sırada arkadaş geldi. arkadaş gelince kadın tekrar kendi masasına geçip düşünmeye devam etti.

Yıllar sonra ayağa kalktım. arkadaş "otur biraz, bir kahve içeyim öyle gideriz." dedi.

sesimi biraz yükseltip "saçmalama" dedim, "hemen gidelim bu korkunç yerden."
Bugün sizlere bir bulbasaur tasosu için yediğim dayağı anlatacağım.

18 yıl önce tarihte bugün. işte 10 yaşına bastık ya amk tüm
işler bize kakalanıyor. Elektrik faturası su faturası.

Canım anam verdi kredi kartını. "Al dedi 20 lira çekeceksin,
fişiylen beraber getireceksin."

Çıktım neyse çarsıya gidiyorum. Bir baktım ezeli düşmanım Taner Fatih Cesur.
Biliyorum onda bulbasaur var. Kapışmam lazım. Kekecem. Bizde kekilirdi.

2000-2001 senesinden bahsediyoruz. Taso/futbolcu kartı savaşlarının rus ruletinden
daha tehlikeli olduğu dönemler.

Puşt israfil vardi bizim. bilerek küçük taşların üzerine yerleştirip
tek vuruşta kekiyormus küçük çocukları. A. koyduk onun.

Neyse rekabet büyük. Uzun sürüyor oyun haliyle. Anam meraklanmış olacak
çıkmış evden. Şans eseri yokuştan inerken gördüm.

Gitti bulbasaur falan kalmadı. Korkudan başladım bankaya doğru koşmaya.
kalabalık aylar 1000m engelli koşu. Düşüp yakalanırsam bankaya gidip eve dönene kadar dayak.

Amk ATM si dokunmatikmiş. Yapıştırdım yanlışlıkla 200 milyonu.

Nasıl geri verip 20 milyon alabilirim ki diye düşünürken bir ses geldi ama
yönünü anlayamadım. Bereket annem tek atıp bayıltıyor. Böyle durumlarda acı hissetmiyorsun.

Eve gittik bağırış çağırış. 200 milyon çektim diye bir saat sopa, üstüne taso oynadım diye yine sopa
ama ben hala bulbasaur tasosunu düşünüyorum.

Çok güzeldi abi yeşil yeşil. Oyunda da daima Bulbasaur seçerdim.
aradan geçen onca yıldan sonra gülerek hatırlanan anılardır.
20-21 yaşlarımdayım ilk defa sevgilim olmuş. sevgililik konusunda birlikte dolaşıp, sabah günaydın, gece iyi geceler mesajı atmaktan başka bildiğim bir şey yok. Ne zaman elini tutacağım, ne zaman öpeceğim hiçbir fikrim yok.

neyse yaklaşık 15 gün sonra falan el ele tutuştuk onu da ilk o yaptı bana kalsa nişanlandığımız zaman buna hak kazanacağımı düşünüyorum. elinden tuttuğumun üçünccü günü olmuş henüz. el ele dar bi kaldırımda yürüyoruz, kaldırımın ortasında bi elektrik direği var, tek bi boşluğundan iki kişi yan yana geçmesine ihtimal yok. direğe geldik ben elini bıraktım bi taraftan o bi taraftan ben geçtim. tam elini geri tutmaya çalışırken kız bana bi çemkirdi. “ sen benim elimi nasıl bırakırsın. vermiyorum elimi falan, sen beni yarı yolda bırakırsın kesin” bas bağırıyor yolun ortsında.
Her neyse evlere dağıldık tabi aramız bozuk ilk fırçamı yemişim, şimdi gönlünü almam lazım. nasıl yapsam fiye düşünürken bunun büyük ada’yı sevdiği aklıma geldi. dedim hafta sonu götüreyim hemen bi mesaj attım. kabul etti.
hafta sonu geldi eminönü adalar iskelesinde buluştuk, bi elimde çiçek diğer elimde martılara atılmak için alınmış 10 tane simit. Bütün istanbul’ u doyuracak kadar simiti ne yapacaksam.
Çiçeğini verdim sarıldık, elinden tuttum vapura binmek için akbil turnikesine giriyoruz. Akbilimi önce onun için bastım tam o geçerken ben de daldım içeri. O turnikenin çubuklarından biri onun diğeri benim bacağımın arasına girdi kilitlendik orda. Çıkamıyoruz. Ne ileri gidiyor ne geri geliyor. Baya bi debelendik, imkanı yok çıkmanın. simiti kenara bıraktım elimle zorluyorum. En sonunda güvenlikçi abi geldi, bana bağırıyo, “kardeşim sen önce şu kızın elini bi bıraksana”
frensiz bisiklete binip güzel çarpmıştım küçükken. Ama yılmamaktı tekrar kalkıp yaralarınla sürmekti o bisikleti. Güzel anılarda bugün efenim.
Yazarların başlarından geçen ya da şahit oldukları olay ve durumları anlatmalarıdır.

Bir keresinde ilginç bir olayın parçası oldum; kısa ama entresan bir anımdır. Bundan bi 5 6 sene evvel, Bir gece vakti, ben diyim saat 00:30 siz diyin, 01:30... Pc başında oturmuş takılırken artık uykum gelmiş ve uyumanın arefesindeydim. Aniden telefonuma (facebook uygulamasına) bir mesaj, selam kanka bana 20 tl gönderir misin? Orda mısın? vb...

Tabi faceten gelen bu mesaj kafamı karıştırdı gece gece ne ayak filan diyorum içimden. Kim yazıyor peki? Lisede 3 alt devrem ama artık lise biteli 5-6 yıl olmuş, biz de lise sondan beri yakın arkadaş olmuşuz; takım arkadaşım, basketbolda saha içi partnerim, benchte ve saha dışında makara yaptığım dostum. Hemen bi güvenlik sorusu sordum dolandırıcı filan mı acaba diye. Dedim "sen ve ben hangi basketbolculara özeniyoruz?" Bu cevapladı kg ve nash * * Sonra neden istiyorsun hayırdır filan derken, "abi yolla ya acil" dedi bi yandan da gülme ifadesi filan yapıyor. Attım parayı bir yolla, hesaptan hesaba aktarım mıydı neydi tam hatırlamıyorum ama eft değil hani o saatte olmaz. Neyse, parayı verdik ve olayın iç yüzünü sabah öğrendim.

Bizim eleman taksiye binmiş istanbul'da, havalimanına gitmiş, öyle cok uzak da değil buna havalimanı ama ulaşım o saatte olmadığından taksi çağırmış. Sonra bi bakmış cüzdanda tek kuruş para yok. Hay aksi... Taksiciye demiş ki abi beni aldığın yerde evim zaten yalan söylicek değilim, haftaya döncem durağa gelip sana vereyim beni tanırsın demiş. Taksici de olmaz ille de paramı istiyorum diye tutturmuş (elbette hakkı tabi). Bizim ki napsam ne etsem derken, taksiciye "abi hesap numaranı ver sana havale yapayım" demiş. şans işte arkadaşın hesapta para var ama adamın hesap başka bankada. Arkadaşın taksici ile aynı bankadan hesabı da var ama o hesapta parası yok. O an aklına ben geliyorum beni de online görünce yazıyor, filanca hesaba gönder, dekontu da yolla. Ben de diyorum arkadaşıma neden dekont yolluyorum ne alaka. Meğer ben parayı gönderdikten sonra, arkadaşım da dekontu taksiciye göstermiş ve taksici de "tamam şimdi inebilirsin" demiş arkadaşı bırakmış. Sonra bizim ki inmiş zar zor vaktinde yetişmiş. Olaya bak ya... Gece gece ne ekşın ama.
masaja gitmiştim. masör kadın sırtıma on saniye falan parmaklarıyla bir şeyler yaptıktan sonra 'ay ben masaj yapmayı bilmem ki' demişti.
Dershane hocamız Sıska kısa boylu bi adamdı. cok konustugumuzdan yakınıp duruyordu. Bi gün cok sinirlendi 'bak cok kötü olacak' dedi eli de ayakkabısına dogru gitti sanki fırlatacakmış gibi.tam da o an cok kötü olacak lafına 'tükürüp kaçacak herhalde' dedim.Allah affetsin Cok gülmüstük.
böyle anı olmaz olsun. hoş çok anı da sayılmaz daha bir kaç gün oldu bence anı olması için en az bir kaç yılı devirmesi lazım ki anarken süsleyebilesin. neyse.
salı günü işe gidiş güzergahımda bulunan bir benzinliğe girip bıcı bıcı denen tüylü makinada arabamı yıkatmaya karar verdim. benzinliğe girip bıcı bıcının metal çubuklarla sınırlandırılmış ray sisteminde olması gerektiği noktaya arabamı park ettim. tam makinaya para atacağım baktım hemen yanda köpük de var. iyi dedim bir de köpük atalım parlasın zalım. köpüğe başlayınca yanıma şivesiyle doğulu olduğunu düşnüdüğüm bir pompacı geldi ve yardım edeyim mi abi dedi. bende güleryüzle teşekkür edip ben hallederim dedim. sen bilirsin o zaman deyip alaturka tuvalet oturuşu pozisyonuyla 2 metre öteye mevzilendi. köpük bittikten sonra bıcı bıcıya parayı attım ve geri çekildim. eleman ayağa kalkıp arabayı yanlış yere park ettin oraya kadar gelmiyor deyip sırıttı. hakikaten de dediği gibi oldu. makine arabamın önünde çalıştı ama arabayı yıkamadı. dönüp sen sadist misin? neden daha önce söylemedin dedim. ben sana en başta yardım edeyim dedim yok istemem demeseydin demez mi. hey allahım. ben kızdım buna falan derken yetkili geldi yeniden yıkattık arabayı da çıktım. ne insanlar var arkadaş.
Sene 2007. Teletexten şampiyonlar ligi sonuçlarına bakıyorum. Gördüğüm manzara şu;

Liverpool 8-0 Beşiktaş.
Okul çıkışı tek başıma bişeyler alıp evin çevresinde geze geze yemiştim. Yalnız kalmaya ihtiyacım olan bir zamandı. Çok iyi gelmişti.
Yazbaşı gerçekleşmiş olay. Zannedersem nisan ayıydı. Arkadaşlarla sık sık balığa gider olmuştuk ama bende tık yok o kızılırmaktan bacak boyu balıkları istifleyen ben gitmiş yerine parmak kadar kefalin taşak yaptığı ben gelmiş. Hırs yaptım ne demek lan ben balık tutamıyorum. Neyse dedik hadi gidelim bir gece 4 sularında düştük yola düşün parmak kadar kefale bile gece 4te gitmeye razıyım. Mına koyacam o kefallerin. Nato limanı var tekirdap da nato limanı abi çok havalı biri beni arayınca nato limanımdayım deyince bir karizma geliyor böyle ses tonum değişiyor. Vardık limana ama lanet olası nato limanına araçla giriş yolu yokmuş yandex navi bize sürekli rotadan çıktınız diyor benin bir göz kapalı hava soğuk rota hesaplanıyor geri dönüş kavşağı bir başka şehirde falan. Giriş aradığımız sırada arkadaşa dedim sap şurdan sağa yol giriyor ama nereyr giriyor bilmiyorum bende. Girdik abi meğer özel bir siteymiş ilerledik mına koyim yol bitti aşağısı sahil bildiğin plaj geri geri çıkmamız lazımken tak bir araba girdi içeri manevra alamadık araba geçti ilerimizde durdu. Saat sabah 5 arabadan bir hatun indi dedik evi burası galiba neyse yol açıldı geri geri gidecekken bu kez hatun el kol yaptı camı açtık " yaaa yardım eder misiniz arkadaşımız bayıldı" aa yardım sabah 5 in cin top oynuyor abi sanki insanlık ırkı yok olmuş o kadar sakin ortalık tabi diyene kadar bi baktım arabada bir ben kalmışım arkadaşlar zaten yardım etmişler. "Tabi sorun ne" diye sordu şoför arkadaş hatun başladı kahkaha atmaya lan biz nereye düştük ne oluyor falan diye düşünürken hatun bi sallandı. Tamam belli bu öküz gibi sarhoş neyse indik arabadan onun arabasına gittik oha arabanın içinde sanki tekel bayi yağmalamışlar. Arabanın amına koymuşlar başka bir koloni oluşmuş. Arabadan başka bir hatun döküldü önümüze. Evet döküldü çünkü o da zurnaya bağlamış. Bir yuvarlandı toparlandı "yeeaaa sigara var mı? Arkadaş bir karton sigara açtı verdi olaylar çok acayip. Dedik çok sarhoşsunuz. Farkındayız derken kahkahayı bastılar yine dökülen hatun sincanlı gibi çömelmiş sigara içiyorken ananı sikeyim burak" öldü diye hönkürdü burak kim abi şoför bizim arkadaş şoför kapısını açınca burak döküldü oraya da burak kimmiş gördük. Burak baygın alkol komasında. Ama araba kullanarak oraya gelebilmiş olmaları mucize. Çünkü burak yok bedeni orada ama ruh firari. Araba yol bitimindeki merdivene oturmuş burak biraz daha zorlasaymış denizdeydi. Neyse bi telaş yaptık amına koyim neyin içine düştük sabahın 5 inde. Adam ölü taklidi mi yapıyor öldü mü hatunların sikinde değil gülüyorlar lan bize ne amına koyim arkadaş. Neyse burak kusmaya başladı dedik çekelim şunu adam bok çuvalı iki kişi sürükledik kenarıya arkadaş geçti direksiyona el yordamıyla ha ileri ha geri arabayı kurtardık. Ama burak hala yok bir ara arabanın ön tekeri kafasının üstünden geçecek gibi olduysa da korkulacak bir şey olmadı kızlar bira var isterseniz için diyor biri götüm götüm bana yanaşıp sessizce gel biz seninle şehre inelim diyor. Neyse burak uyandı ayağa kalktı. Sendeledi siz kimsiniz lan dedi bize bize dedi. Bizim arkadaşın dibine kadar girdi arkadaşta kıl kıpırdamıyor dikmiş gözleri burak a bakıyor zaten burak basamağın gazabına uğrayıp yuvarlandı plaja. On dakika sonra geri geldi. Biraz ayılır gibi olmuş belli atar yapmadı akıllı olan yapmaz bizden başka kimse yok el frenini indirdik mi kaderin ilerlemesi gereken yol hayat bulur sabah uyandıklarında biz ne yarak yedik gece diye düşünürlerdi. Neyse ki biz pislik insan olmayı beceremedik hiçbir zaman Hatunlara gitmemiz gerektiğini söyleyip uzaklaştık çünkü burak arabaya şoför olarak binmekte ısrar ederken bir yandan da kızlardan biri tamam sakin ol bu gece seninle yatacağım falan diyordu. Onlar arabayı çalıştırmadan çıktık anayola. Kefal falan sikimde değildi. Kafama onlar takılmıştı sonra nato limanındaki iskelenin en ucuna çadır kurup bir şişe şarabı içtim ve uyudum.

Burak ismi temsili olarak kullanıldı.
Sıcak bir yaz günü arkadaşın motorla bi ufak rakı alıp serin bir yerde kafayı çekicektik. Hiç unutmam karpuz zamanıydı. Karpuz sergisine yanaştık arkadaş ben anlarım dedi karpuza vurup arkasına koyuyor karpuzcuda seçilenleri alacazc sanip poşete dolduruyordu. bilerek sesimi çıkarmadım arkadaşım arkasını döndüğünde 3 poşet karpuzu hazırlamıştı bile karpuzcu poşetleri motorun önüne koyup yola koyulduk ama arkadaş direksiyonu kıramadı ve düştük. Arkadasin ayağı kırıldı bende birşey yoktu. Bi karpuz alıp geçmişolsuna gitmistim
olay üniversitenin 1. sınıfında toy olduğum dönemde geçiyor. ankarada okuduğum okulumda sürekli olarak yoklama alındığı için bunalmış memur gibi okula gidip gelmekteyiz. ekonomi dersi var elektrik-elektronik mühendisinin ne işi varsa o dersle. endüstri olsa anlayacağım. neyse hoca devam mevam yok dedi almıyorum yoklama. cuma günü son 3 saat bu dersin olması sebebiyle beni bu sözler yeterince tahrik etmiş ve vizeye kadar dersin geçtiği sınıfın yakınından dahi geçmemişim. kalıncana da bir ekonomi kitabı var fiyatı o zamanın parasıyla 60 tl falan. dedim ben bunu fotokopi çektiririm 30 liraya sonra artan parayı cluba gider orda 2-3 bira içip yerim. neyse son hafta fotokopi çektirdim. tabi içimi de fenalık basmaya başladı. 250 sayfa vizeye kadar nasıl işlemişler anlamadım. bu arada üniversitenin ilk yıllarında anneannemle yaşıyorum. neyse oturdum masaya çalışcam 10-15 dakika oldu böyle sıkıcı bir ders olamaz. neyse motive ediyorum kendimi.bi 10 dakika sonra telefonun çaldı abi "abi nerdesin biz cluba gidiyoruz diye" yavşak arkadaşıma cevabımsa "siz gidin valla yarın vize var" oldu. biraz daha iteledim çalışmaya kendimi imkan yok. hemen üstümü başımı giydim çıkıyorum evden anneannem " nereye ?" dedi. hazırlıksız yakalanmıştım. hemen arkadaşa çalışmaya gidiyorum dedim. aldım kitabımı elime çıktım dışarı giderken ağırlıklardan da kurtuldum tabi kitabı çöpe attım. arkadaşımı da aradım girişte bekleyin diye. sonrası malum sabaha kadar takıldık. okula zor yetiştim hesap makinesi getiriliyormuş sınava onu bile bilmiyordum getirmedim tabi. okulda kural gereği soy adına göre sıra oluşturuluyor. ana ders olmadığı içinde sınav testmiş. neyse sanki ben öğrenci değilim oturdum masaya. baktım iki çaprazımda da dersleri fena olmayan tipler. Allahtan başka ne isterim ki. bir oraya bir buraya baka baka C ile geçtim dersi.
Gelecekten bir kesit.
Büyük yazar asele yolda yürüyormus. Bir hayranı yaklaşmıs yanına. Emin olmak için: 'siz Sinyorita asele misiniz acaba?' Diye sormus.
Sinyorita cevap vermis:
'Bazen'