bugün

bizim büyük çaresizliğimizden bildiğimiz barış bıçakçı adlı yetenekli genç kalemin yeni kitabı.

http://www.iletisim.com.t...n-m%c3%bcellifi-1768.aspx
barış bıçakçı'nın yeni kitabı...

"kadınlardan ne çok şey istiyoruz: bizi affetsinler, bize memelerini göstersinler ve ölümsüzlük versinler."

"gülmek çoğu zaman rüşvettir." gibi altı çizilecek birçok cümle vardır kitapta.
http://imageshack.us/phot...y-images/17/barisbic.jpg/
meltem gürle'den geliyor:
http://www.birgun.net/wri...1&month=11&day=20
şöyle bir şey de var:
http://www.ntvmsnbc.com/id/25309597
yazının usul usul ruha yağması gibidir barış bıçakçı okumak.
yazar sinek ısırıklarının müellifinde hayatı büyük bir şehrin kıyısında, toplu konutlarda yaşayan, kitabının yayınlamasını beklerken hayaller kuran cemil'in çıkmazlarını, hayat karşısındaki naifliğini anlatıyor. aslında günümüz yazarlarının nasıl bir ortamda varolma çabası verdiklerini ince bir mizahla gözler önüne seriyor cemil'in bekleyişi. benim için ayrı bir önemi de eryaman'da yaşıyor olmam ve kitapta bahsedilen birçok şeye tanık olmam.(banyonun tavanının akıtması gibi) barış bıçakcı'nın buralarda bir yerlerde dolaştığını, yazdığını bilmenin mutluluğu da ayrı tabi. kelemin daim olsun üstad.
--spoiler--
Cemil, genç Cemil’in elinde silah olup olmadığına bakmıştı, çünkü yıllar önce okuduğu René Char’ın Seçme Şiirleri’nin önsözünde geçen şu cümleyi unutamıyordu: “Kırk yaşımızda, yüreğimize yirmimizde sıktığımız bir kurşunla ölüyoruz.”

Böyle bir cümleyi okuyup yıllarca aklınızda tutuyorsanız zaten ölüyorsunuz demektir.

Silaha gerek yok.
--spoiler--
http://bilemiyorumaltan.b...muellifi-ufak-notlar.html
--spoiler--
Kırk yaşımızda yüreğimize, yirmimizde sıktığımız bir kurşunla ölüyoruz.
--spoiler--
barış bıçakçı'dan okuduğum ilk kitap. sanırım diğerlerini de okuyacağım.
kitap nasıl mı?
çok benden, çok kişisel, çok tanıdık, çok yakın, az derin ama yüksek, naif ama sert, detaycı ama makro.

kitaptan buraya yazılacak çok şey var, umarım bi gün yazarım.

edebi yönü mü? umut verici...
“Her şey çok anlamsız! Hayat, kendi kendilerini kopyalayan dev moleküllerden başka bir şey değil. Hayat dediğimiz şey sadece kimyadan ibaret. Periyodik tabloyu ezberlesek yeter. Evrendeki en bol iki elementin, hidrojen ve helyumun, aynı zamanda en hafif iki element olması her şeyi açıklıyor zaten. Böyle hafif bir evrende anlam ne arasın? Anlam ağırdır… Dibe çöker. Falcılar bu nedenle kahvenin telvesine bakarlar.”

“Hayatın bu manasız, bu sinir bozucu zenginliği ve vaatleri karşısında çıldırıp delirmemek için hayal kuruyorum, diye düşünüyor Cemil. O bulanık genişliği, o yankısız boşluğu, hayallerimin görsel yankılarıyla doldurmaya çalışıyorum. Sahip olduğum şeyleri küçümseyen, yaşadığım anı küçümseyen, bana durmadan daha yaşanacak çok şey olduğunu söyleyen haya ile başka türlü nasıl baş ederim? Ya böyle kendi kendini hayallerle avutan biri olacağım ya da gördüğüm her şeye saldıracağım. insan olmak ne zor şey!”

“Küçük burjuvaların kayda değer lükslerinden biri de kendi biyografilerini hayal edebilmeleri ve bazı şeyleri sırf biyografilerinde yer alsın diye yapabilmeleridir.”
okumaya henüz başladığım roman lakin dünyanın en kötü arka kapak tanıtım yazısına sahiptir.
“Her şey bir şeyin etrafında hiç durmadan döner, insanın payına düşen sarhoşluktur.”
barış bıçakçı'nın naif bir kitabıdır.

--spoiler--

dünyamızda alışılmışın dışındaki her şeyin açıklanması gerekir ve bu hiç de masum bir gereklilik değildir. açıklama yaparsınız, neden gösterirsiniz, makul gerekçeler sunarsınız, sonra bir de bakmışsınız tam da sizden açıklama bekleyenlerin dilini kullanıyorsunuz, kendi dilinizi değil. birilerine açıklama borçluysanız borcunuzu daima kendi dilinizi harcayarak ödersiniz.

--spoiler--

okuyunca aklıma alfred adler'in "Prensipler uğruna savaşmak, onlara uygun yaşamaktan daha kolaydır." sözü geliyor.

bir şeylere karşıyız, olmasını istemiyoruz. bizi kısıtlayanları kısıtlayarak özgür olmak istiyoruz. masum canların intikamı için insan öldürmekten çekinmiyoruz. faşizmi istemiyoruz ama elimizde olsa bizimle aynı düşünmeyen insanları yok ederiz. geldiğimiz nokta bu, nefret ettiğimiz şeye dönüşmeye başlıyoruz. bilerek ya da bilmeyerek.

"ne çok gülmüşümdür keskin pençeleri olmadığı için kendini iyi zanneden zayıflara."
"Fakat birader insan kendini burada matah bir şey sanıyor ya, bir filmin baş rol oyuncusu filan sanıyor. " hepimizin içinde olduğu durumu daha güzel nasıl anlatabilir ki bir yazar kelimelerle...
hayatının geri kalanında hayatını yaşamayı uman, yirmi yaşlarında kafasına silah dayamış ama kırkına gelmiş olmasına rağmen ölememiş bir adamın; yıllar boyunca kaçırdıklarını, yıllar sonra fark edip en azından bir yerden yakalamaya çalıştığı bir kitap.

yirmili yaşlarda kalbe sıkılan bir kurşunun, insanı aslında o gün öldürdüğünü anlatan bir kitap.
Barış Bıçakçı'nın aforizma ve denemelerini, hikayesi olmayan karakterlere yamayarak bize aktardığı kitap. Kesinlikle bir roman değil.Tekniğini oldukça acemice buldum.
"Şiirle uğraşırken, bir yandan da Nazlı'nın içinde kaybolacağı bir roman yazmayı hayal ediyordum çünkü ben de onu içime almak istiyordum. Erkekler de kadınları içlerine almak ister. Nazlı'nın başını ne zaman göğsüme bastırsam, saçını koklasam, isterim bunu.
Editör hanım, yazarak, hikayeler anlatarak bir kadını içinize alabilirsiniz ve başka biri olabilirsiniz. Saygılarımla."
"Böyle hafif bir evrende anlam ne arasın? Anlam ağırdır… Dibe çöker. Falcılar bu nedenle kahvenin telvesine bakarlar."
Sivrisineklerin çıkmaya başlamasıyla( !) hatıramdan serbest çağrışım suretiyle hortlayan barış bıçakçı kitabı. Aşağıdaki paragrafa hasbelkader rastlayınca kitaptan çok şey bekleyip umutlanmıştım sözlük. Anında sipariş edip geleceği günü sabırsızlıkla beklemiştim. Sigaralar, kahveler her şeyi önceden planlamıştım. Açıkçası kitap doyurmadı beni. Belki halet- i ruhiyemden kaynaklıdır bilmem ama sırf şu cümleleri için bile güzelliği yadsınamaz.
"editör hanım, otuz beş yaşında mühendisliği bıraktı ve kendini edebiyata verdi." cümlesinin biyografimde güzel duracağını düşündüğüm için işimden istifa ettim. küçük burjuvaların kayda değer lükslerinden biri de kendi biyografilerini hayal edebilmeleri ve bazı şeyleri sırf biyografilerinde yer alsın diye yapabilmeleridir. ''
insanın o müellif kelimesinin o cümlede ne işi var validesini dansa kaldırdığım diyesi gelmiyor değil.
barış bıçakçı'nın en sevdiğim kitabı.

-her şey anlamını yitirdiğinde, tutarlılık adına, televizyonda yayımlanan la liga ve bundesliga maçları da anlamını yitiriyor. insanların ellerini hiç kullanmayıp sadece ayaklarını kullanmaları cemil’e çok saçma geliyor. dokuz numaranın saçına gösterdiği özen çok saçma geliyor. her pozisyondan sonra, oyuncuların teknik direktörlerin kameranın kendilerini gösterip göstermediğini anlamak için göz ucuyla stadyumdaki dev ekrana bakmaları çok saçma geliyor ve “yapma bunu! yapma bunu!” diye bağırıyor cemil çünkü anlamsızlık ile ancak cazgır bir maç anlatıcısı olarak mücadele edebilir, çivi çiviyi söker.

-cemil, genç cemil’in elinde silah olup olmadığına bakmıştı, çünkü yıllar önce okuduğu rene char’ın seçme şiirleri’nin önsözünde geçen şu cümleyi unutamıyordu:

“kırk yaşımızda, yüreğimize yirmimizde sıktığımız bir kurşunla ölüyoruz.”

böyle bir cümleyi okuyup yıllarca aklınızda tutuyorsanız zaten ölüyorsunuz demektir.
silaha gerek yok.