bugün

(*)"ak parti türk siyasal yaşamında yeni bir siyaset tarzını, yeni bir anlayışı temsil ediyor. muhafazakar demokrasi olarak ifade ettiğimiz siyasal kimlik altında ortaya koyduğumuz siyaset üslubu, siyaset tarzı ve siyaset kültürü sadece türkiye açısından değil, dünya siyaseti açısından da çok önemli bir açılımdır.

biz ak parti olarak muhafazakar demokrasi anlayışına önem atfediyoruz, çünkü bu çabanın siyasetin yenilenmesi ve güçlenmesi açısından ne anlam ifade ettiğini çok iyi biliyoruz.

dünyanın geleceği medeniyetler çatışmasından değil, medeniyetlerin işbirliğinden geçmektedir. yerel özelliklerin, farklılıkların, milli ve dini değerlerin yani her türlü çeşitliliğin sahiplenilebildiği bir ortam çatışma değil uzlaşma; kavga değil barış getirecektir.

ak parti, yeni muhafazakar demokrat çizgiyi muhafazakarlığın genlerine ve tarihi kodlarına uygun şekilde, ama siyaset yaptığı coğrafyanın toplumsal ve kültürel geleneklerine yaslanarak ortaya koymaktadır.

ak parti kendi düşünce geleneğinden hareketle, yerli ve köklü değerler sistemimizi evrensel standarttaki muhafazakar siyaset çizgisiyle yeniden üretmek amacındadır.

din üzerinden siyaset yapmak, dini araç haline getirmek, din adına dışlayıcı bir siyaset yürütmek hem toplumsal barışa, hem siyasi çoğulculuğa, hem de dine zarar vermektedir.

dini ve dindarları önemsemek, dini değerlerin sosyal fonksiyonlarını kabul eden bir parti olmak ile dini bir ideoloji haline getirerek devlet aygıtı marifetiyle ve zorla toplumu dönüştürmeyi amaçlayan bir parti olmak arasında çok ciddi bir fark vardır.

din adına parti kurmak veya böyle bir imaj vermek topluma ve dine yapılabilecek bir kötülüktür. din mukaddes ve ortak bir değerdir, bunu kimse siyasi tarafgirlik konusu yaparak bölünme ve ayrışmalara sebebiyet vermemelidir.

bu yüzden geleneği, tarihi ve toplumsal kültürü önemseyen muhafazakarlığın dini de önemseyerek demokratik bir formatta kendisini inşa etmesi önemli bir açılım olacaktır."

(*)türkiye cumhuriyeti başbakanı recep tayyip erdoğan'ın bir konuşmasından alıntıdır.
sosyal demokrat sol'un oldukça sağında yer almasına rağmen sosyal demokrat teorilerden daha nitelikli teoriler üretmeyi başaran ve yüzünü avrupa'ya dönmesiyle türk siyasi tarihine damga vuran siyasi duruş. muhafazakar demokratlar yüzünü batıya dönünce türk siyasetinde imtiyazlı sınıf olarak bilinen "kemallistler" ne yapacağını şaşırarak ak parti'nin ilk iktidar günlerinden itibaren tez üretmekte zorlanmıştır.
"80'li yıllarda yeşeren muhafazakârlığı, 1980 darbesinden ayrı düşünmek çok yanlış olur. darbenin türkiye toplumuna maliyeti, örgütlü solu ortadan kaldırmak, ciddi bir beyin göçüne yol açmak ve abd'nin 'yeşil kuşak' doktrinine uygun olarak ılımlı islamı desteklemek oldu. zorunlu din derslerinin darbe döneminin ürünü olduğu unutulmamalı, muhafazakâr ve sağ ideolojilerin karşısında hiçbir toplumsal muhalefet kalmaması, darbe sonrasındaki gelişmeleri de belirledi. tek boyutiu bir toplumsallığa itilen türkiye'de muhafazakârlığın yegâne alternatifi serbest piyasa ideolojisiyle aşılanan özenti tüketicilik oldu. ikinci kırılma noktası tam da burada kanımca. ekonominin sert bir virajla önce serbest piyasanın, sonra da küresel ekonominin ellerine bırakılması sadece türkiye'de değil, dünyanın birçok ülkesinde muhafazakârlığı ve tepkici milliyetçiliği arttırdı. kâr ve maddi kazanç hırsı yüzünden hızla aşınan toplumsal bağların bıraktığı boşluk, aşırı bir maneviyatla doldu. bence 1980 darbesi ve neo-liberalizm, muhafazakârlık zeminini hazırlayan en önemli iki faktör.

neo-liberalizm beraberinde yeni muhafazakârlığı da getirdi. 1980'lerde beri abd'de reagan'la, ingiltere'de thatcher'la, türkiye'de ise özal'la yüceltilen değerler arasında serbest piyasa olduğu gibi, gelenekler, aile ve din de var. 1990'ların ortasından itibaren yeni muhafazakârlık güvenlik söylemine eklemlendi. vatanseverlik, hak ve özgürlüklerin üstünde bir değer olarak görülmeye başlandı. bunu destekleyen korku politikaları sayesinde farklı olandan korunma isteği ve radikal alternatifleri tehdit olarak algılama refleksi oluştu. demokrasi ve eşitlik, çoğulculuk ve toplumsal adalet bir değer olmaktan çıktı. bunun türkiye'deki izdüşümü tsk'nın 2005'ten itibaren siyasetteki ağırlığını arttırması ve kimi zaman islamcıları, kimi zaman kürtleri kullanarak kriz çıkarmasıdır. bizde tsk'nın bu saikle hareket ettiğini sanmamakla birlikte, nihai olarak muhafazakârlığı körükleyen bir aktör olduğu kuşku götürmez. tüm bunların birleşimi, yapısal çarpıklıkları, gelir eşitsizliğini, artan yoksulluğu ve piyasanın pençesine itilmiş kesimlerin çaresizliğini görünmez kılmaya yarıyor. gündem sürekli olarak sembolik itiş-kakış ve militarist söylemle meşgul ediliyor. taban örgütlenmesini hiçbir zaman elden bırakmamış olan islamcı kesimlerin ekmeğine bal sürüyor. yeşil sermaye, akp'li hükümet ve belediyeler de elbette ki bu ortamdan faydalanarak muhafazakârlığı körüklüyorlar. bu fırsat onlara altın tepsiyle sunuluyor çünkü.

türkiye toplumunda laik olsun, asker olsun, serbest piyasacı olsun, dinci ve hatta solcu olsun, tüm kesimler artık muhafazakâr kategorisine giriyor. ilerici ve eleştirel olmayı beceren bir avuç insan ise 301 yüzünden, ülkücü-dinci ittifak yüzünden, tsk yüzünden ve hatta azılı cumhuriyetçiler yüzünden her tür baskıya maruz kalıyor.

eğer sol oluşumlar aşırı sembolizmden ve sekterlikten kurtulamaz, taban örgütlenmesinin meydanlarda boy göstermekten çok daha karmaşık bir süreç olduğunu anlamaz ve bahsettiğim tüm gerici güçleri altedecek alternatif pratikler üretemezse, türkiye'de muhafazakârlığın geleceği gayet parlak bence, muhafazakârlığın zaferi, kısmen de olsa, solun hataları sayesinde elde edilmiştir."

(bkz: zeynep gambetti)
"türkiye'de ve dünyada muhafazakârlığın yayılmasında yeni liberal politikaların sistematik dayatması belirleyici bir rol oynadı. bu dayatma, yeni ekonomik ilişkilerle, sosyal inşalarla ve bazı ülkelerde darbelerle gelişti. solun yaşadığı krizi değerlendiren sistem dünya çapında yenilenmiş bir muhafazakârlık anlayışını çeşitli mekanizmalarla işledi ve geliştirdi. devlet, aile, sermaye ve klasik cinsiyet ilişkileri yeniden kutsandı. binyıllardır biriken iktidar zihniyetinden hiç de kopuk olmayan, yeniliğini mekanizmalarının çeşitliliğinden alan 'yeni muhafazakârlığın' saltanatı başladı. yeni muhafazakârlık, yeni liberalizmin bir başka adıdır. 80'li yıllarla beraber sol çıta aşağı düşünce, yeni liberal ve yeni muhafazakâr politikalar eskisinden çok daha sistematik olarak işlemeye başladı. üstelik 'yenilik' ve 'değişim' etiketiyle... bir kapma aygıtı gibi işleyen sistem çeşitli üslupları kendi içinde eriterek 'değişim' adına toplumsal ve siyasal yapıların varlığını güçlendirdi.

toplumsal dayatmalar, ataerki, heteroseksizm, milliyetçilik gibi toplumsal iktidar sistemleriyle gerçekleşirken, toplumsal iktidar güçleri ile ezilenler arasında bir mücadele zaten yürüyor. ancak ekonomik, siyasal ve sosyal düzenlemelerle ezilenlerin örgütsüzleştirilmesi, iktidarın muhafazakâr politikalarına karşı toplumsal direnci de zayıflatıyor. tabii bu dayatmaları, tercihlerden soyutlamak zor. insan belirlenen bir nesne değildir yalnızca. bilinçli bir öznedir. itaat edimi bile, tercihi barındırır. tercih ettiğimiz ekonomik sistemler, yaşam biçimleri ve politikalara göre bir 'mahalle baskısı' geliştiriyoruz, sonra ona tabi oluyor, karşı çıkamıyoruz.

bazı insanlar nasıl ki özgürlük için, demokrasi için, eşitlik için mücadele ediyorlarsa, iktidar sistemlerinin ayakta kalması için, birilerinin de muhafazakâr politikaları örgütlemesi gerekir. öyle de oluyor. alışkanlıklarla, geleneklerle, toplumsal bilincin içine sızmış anlayışlara dayanarak çeşitli ideolojik merkezler yeni liberal politikaları ve yeni muhafazakârlık anlayışını sistematik olarak yayıyorlar. 12 eylül harekâtı demokratik dönüşüm hareketlerine karşı muhafazakâr bir harekât değil miydi? din derslerinin zorunlu kılınması, yök'ün kuruluşu ya da travestilere ekran yasağı getirilmesi tesadüf müydü?

günümüzde de dört koldan muhafazakâr politikalar yayılıyor, muhafazakârlığa karşı veriliyormuş gibi görülen mücadelenin, başka bir yerden muhafazakârlığı nasıl geliştirdiğini hepimiz görüyoruz. başörtüsü ekseninde ya da din ekseninde verilen mücadeleye bakalım. iki tarafta da aynı ekonomik ilişkiler, aynı aile ve devlet anlayışı var. erdoğan ne kadar muhafazakârsa baykal da o kadar muhafazakâr. sürekli bir çalkantı var ama muhafazakârlığın kendisi, sistemin var olma biçimi sorgulanmıyor, ona karşı köklü, radikal bir mücadele gelişmiyor.

iktidar sistemlerinin köklü bir gelenek yarattığı toplumsal yapımızda zaten muhafazakâr özellikler güçlüydü. şimdi yeni mekanizmalarla beslenerek kendini tazeliyor. sosyal alanların daralması, herkesi evine ya da işine kapattı. çocuklar da artık kapalı ortamlarla büyüyorlar. insanlar, eskisinden çok daha fazla daraltılmış bir yaşama gömüldüler. üstelik bu yaşam iletişim sistemleriyle kuşatılıyor ve bir tüketim alanına dönüştürülüyor. gayet postmodern öznelerle işleyen, çelişkilerle dolu bir magma yığını içindeyiz. semra özal ya da bülent ersoy gibi figürlerin üsluplarından dökülen aile-millet-din-devlet söylemlerine iyice alıştık. çelişkilerle, tutarsızlıklarla dolu, hafızası olmayan, kutsallıklarla ve tüketim enerjisiyle ayakta tutulan, değişimi hayal edemeyecek kadar iradesiz bir yığına dönüşüyoruz hızla.

muhafazakârlık modernlik karşısında, modernlik öncesi yapılarla özdeşleşecek bir anlayış değildir. özellikle yeni muhafazakârlık, çok modern bir durumdur. modern devletin, modern ailenin, modern sömürü biçimlerinin, modern yaşam biçimlerinin savunuşudur. bunların dışında olanın deli, terörist, çağdışı, sapık ilan edilmesidir, muhafazakârlığa karşı verilen mücadelenin başarısızlığında muhafazakârlığın tanımlanması ya da tanımlanamaması önemli bir rol oynar, muhafazakârlığa karşı verilen mücadele modernlik mücadelesi değildir. modern sorunlar içinde, muhafazakâr anlayışlara karşı bütünlüklü ve tutarlı bir özgürlük anlayışına ihtiyaç vardır."

(bkz: pınar selek)
"20. yüzyılın son çeyreğinde, yeni-sağ'ın ekonomik alanda savunduğu neo-liberalizm ile sosyal alandaki muhafazakârlık, iki ayrı ideolojik konumlanışın bir arada gelişmesine neden oldu. yeni muhafazakârlık neo-liberalizmin ekonomik alandan devlet gücünü ve müdahalesini geri çekme siyasetine karşılık sosyal alanda eksikliğini hissettiği otorite ve sosyal disiplinin, din ve aile gibi ideolojik motiflerin öne çıkartılmasını savundu. yeni muhafazakârlık yalnızca mevcudun korunması ya da değişime karşı gösterdiği direnç ile tarif edilemez. statükonun meşrulaştırılması ve toplumdaki hakim sınıfların ya da seçkin grupların çıkarlarını korumaya yönelik siyaseti ile birlikte ele alınmalıdır.

muhafazakârlık 19. yüzyılda temel aldığı tarımsal ve aristokratik temellerini kaybetti, demokratik oy hakkını, çağdaş demokrasiyi ve ekonomik alanda laissez-faire ilkelerini kabul etti. 20. yüzyıl boyunca, özellikle de soğuk savaş sonrasında muhafazakârlığın ortak paydası, özel mülkiyete saygı ile komünizm karşıtlığı oldu. batı dünyasında, 1970'Ierin ortalarına dek, sol ve sosyal demokrat düşünceler, sosyal haklar çerçevesini genişleten sosyal devlet uygulamaları muhafazakârlık karşısında ağırlık oluşturmayı başarmışken, 1980'lere doğru muhafazakârlık yeniden atağa kalktı.

dünya çapında 11 eylül saldırıları yeni muhafazakârlık açısından önemli bir dönüm noktası oluşturdu. 11 eylül sonrasında, dünya çapında terörist tehdide karşı bir tür korumacı siyaset savunulurken bunun iç siyasal ve toplumsal yaşamda özgürlükleri ortadan kaldırması operasyonu bizzat yeni muhafazakâr kadrolar eliyle yürütüldü. türkiye'nin içinde bulunduğu bölgede yürütülen hegemonya mücadelesi savaş ve işgallere yol açtı. aydınlanmanın insanın geleneklerin baskısından ve geçmişin ağırlıklarından kurtulma istem ve iddiasına karşı, muhafazakâr düşünce cemaatin ve geçmişin, dinin ağırlığını, aklın sınırlarını öne çıkarıyor. sağ ve muhafazakârlık modernizmin krizlerine uyum sağlıyor, ondan besleniyor. bu durum dünyada ve ülkemizde 1970'lerden sonra, 'postmodern zamanlar'da daha da güç kazandı. postmodern dönemin evrenselliği yeren göreceliğe ve yerelliğe vurgu yapması, modernist gelenekten kopuşa işaret ediyor. moderniteye bir tür karşı çıkış olan muhafazakârlığın, kuşkuculuk ve göreceliği, yerel ve özgül olana bağlılığı vurgulayan postmodern çağda yeniden canlanmasını anlamak çok zor olmasa gerek.

muhafazakârlık eşitlik ve özgürlük yanlısı değil. eşitsizliklerin ve yoksulluğun var olduğu, giderek derinleştiği bir toplumda özgürlükten söz edilmesi olanaksız. akp'nin dünyada ve bölgemizde savaştan başka bir şey vermeyen abd ile ittifakı, ülkeyi emperyalist merkezlere bağlama konusundaki gayretleri muhafazakârlığın günümüze uyarlanmış yararcılığının örnekleri olarak değerlendirilebilir.

akp 2002'den bu yana iktidarda, ancak türkiye'nin akp'den de önce, cumhuriyet tarihi boyunca muhafazakâr ve gerçekçi / faydacı siyasetler açısından sanıldığından uzun bir geçmişi, önemli deneyimleri oldu. günümüzde bunca yoksulluk ve savaş varken bölgede ve küresel ölçekte sürdürülen siyasi hattın yurttaşlarını mutlu eden ve refah içinde yaşatan, içinde bulunduğu bölgenin bütün kültürel zenginliklerinin tadını çıkartan, halkları birbirine yakınlaştıran, gerçekten bağımsız ve özgürlükçü yönleri olduğunu ileri sürmek bence zalimce bir aldatmacadan başka bir şey değildir."

(bkz: zeynep güler)
ne yalan söyleyeyim; bana çok sulandırılmış faşizm gibi gelir. bildiğin faşizm, ama çook sulandırılmış. kurumaya başlayınca ortaya çıkan şeyi siz anladınız.
(bkz: solun kürtçülüğe demokrasinin irticaya alet olması/#6126756)
militan demokrasi oluyorsa, bu da olur. akademisyen yalçın akdoğan'ın yazdığı aynı adlı kitaba göre ben öyle algıladım.