bugün

yeni hayat ile birlikte türk edebiyatının en zor kitaplarından biridir. oğuz atay' ın tutunamayanlar ile giriştiği işte nirvanaya ulaşmıştır orhan pamuk. kimilerine göre yeni hayat bu kitaptan daha zordur, ancak içinde benim de yer aldığım diğer grup ise bu kitabın yeni hayat' tan daha zor olduğunu, çünkü yeni hayat' ın tek bir anlatıcı tarafından aktarıldığını bu kitapta ise anlatıcının da değiştiğini savunur.
Orhan Pamuk' un seviye atladığı romanı. Yatarak, devirerek okunmaz. Bayağı ders çalışır gibi okunması gerekir. Buna rağmen ikinci, üçüncü okuyuşunuzda daha iyi anlaşılacaktır. Gazeteci Celal' in kaleminden okuduğumuz hikayeleri de enfestir. Adını, kitabın geneline işlemiş kasvet, esrar ve karanlıktan alır. Ansiklopedi gibi bir kitaptır.
Hurufilikten divan edebiyatına, yakın geçmişten istanbul Boğazının geleceğine,üstkurmaca, hınzır bir mizah,karanlık bir hafıza, double identity, sefil bir söz dağarcığı, hormonlu bir sentaks,kapkaranlık kasvetli bir istanbul, enformal yazarlık dersleri, anti-edebiyat, Şeyh Galip ten Dante ye, Mevlana dan Attar a yüzlerce gönderme, "Boğazın Suları Çekildiği Zaman" "Cellat ve Ağlayan Yüz" "Şehzadenin Hikayesi" gibi edebiyat zirvesi pasajlar bulunduran harika kitap.
saçma günlük hayat meşgaleleri yüzünden, okurken gayet keyif aldığım halde bir şekilde yarım bıraktığım nadir kataplardan biri. üzerinden oldukça zaman ve başka başka kitaplar geçti. belli aralıklarla galip'in; karısının, kıvrımlarına ışıklar vuran mavi yorgan altında yatışını anlatmasını anımsıyorum.
keyif vermeyen, hikayeciklere boğulmuş ve ana konudan okuyucuyu kendi sıkıntılarına daldırmaktan kurtaramayıp sapan bir kitap.
Postmodern(!) Bir hüsn-ü aşk mesnevisi uyarlamasıdır. Şeyh galip'e burun kıvıran bazı entellerin(!) Yere göğe sığdıramadığı romandır. Ancak adamlar öyle bir kafada ki "şeyh galip" deyince gerici, yobaz bir adamla karşılaşmayı bekliyorlar. Halbuki bilseniz bir galip'i, bir tanısanız onu... onun içinde yanan ve tüm âlemi kuşatan aşk alevinden bir haberdar olsanız...
Ama siz de haklısınız be canlar, size medeniyet=batı diye öğretip batıya özenmeyi erdem olarak sayanlar utansın.
--spoiler--
" birlikte gittiğimiz bir misafirlikte, ağır havası sigara dumanlarıyla mavileşmiş bir odada, senden üç adım ötede oturan bir anlatıcının hikayesini dinlerken, geceyarısı o 'ben burada değilim' ifadesi ağır ağır yüzünde belirdiğinde severdim seni; tembellikle geçen bir haftadan sonra, gömleklerinin, yeşil kazaklarının ve bir türlü atmaya kıyamadığın eski geceliklerinin arasında bir kemeri istemeye istemeye ararken, açık kapısından içerisi gözüken dolaptaki inanılmaz karışıklığı farkettiğinde yüzünde beliren yılgınlık ifadesini severdim; bir heves ressam olmaya karar verdiğin çocukluk günlerinde, dedeyle birlikte masaya oturup ağaç çizmeyi öğrenmeye koyulduğunda, dedenin konu dışına çıkan takılmalarına öfkelenmeden güldüğünde seni severdim; dolmuşun kapısını ucu dışarıda kalan mor paltonun üzerine kapandığında ve şimdi elinde tuttuğun 5 liranın, şimdi yere düşüp kaldırım kenarındaki ızgaraya doğru kusursuz bir yay çizerek ne güzel yuvarlandığını gördüğünde yüzünde beliren oyuncu şaşkınlığı severdim; severdm seni, pırıl pırıl bir nisan günü küçük balkonumuza çıkıp sabah astığın mendilin hala kurumadığını, demek ki güneşin seni aldattığını anladığında ve hemen sonra, arka arsadan gelen çocuk cıvıltılarına hüzünle kulak kabarttığında seni severdim; birlikte gittiğimiz bir filmi bir üçüncü kişiye hikaye ederken belleğinin ve hatırladıklarının benimkinden ne kadar farklı olduğunu korkuyla anladığımda seni severdim; severdim seni; aile içi izdivaçlar ve akrabalar arası evlilikler üzerine bol resimli bir gazetede makale döktüren profesörün incilerini bir köşeye çekilip bana sezdirmeden okuduğunu gördüğümde ve ne okuduğunu değil, ama okurken yalnızca üst dudağının tolstoy kahramanları gibi hafifçe öne çıktığını gördüğümde seni severdim; asansör aynasında kendine bir başkasına bakar gibi bakışını ve nedense bu bakıştan sonra hatırladığın şeyi telaşla çantanın içinde arayışının severdim; biri yan yatmış ince bir yelkenli, kambur durmuş bir kedi gibi yanyana durarak saatlerce seni bekleyen topuklu ayakkabılarının içine aceleyle girişini ve saatler sonra, eve döndüğünde ayakkabıları gene aynı çamurlu ve asimetrik yalnızlığa terketmeden önce kalçalarının, bacaklarının ve ayaklarının kendi kendilerine yaptıkları hünerli hareketleri seyretmeyi severdim; sigara küllüğünü tepeleme dolduran izmaritlere ve kara başlarını umutsuzca bükmüş yanık kibritlere bakarken kederli düşüncelerin kimbilir nereye gittiğinde seni severdim; severdim seni her zaman yürüdüğümüz sokaklarda, bir an sanki o sabah güneş batıdan doğmuş gibi yepyeni bir ışık ve yepyeni bir köşeyle karşılaştığımızda, sokakları değil, seni severdim; birden çıkan lodosla karların eridiği ve istanbul'un üzerindeki kir bulutlarının temizlendiği kış gününde, antenlerin, minarelerin ve adaların arkasından bana gösterdiğin uludağ'ı değil, başını omuzlarının içine çekerek ürperen seni severdim; çinko tenekelerle yüklü ağır arabayı çeken sucunun yorgun ve yaşlı atına kederle baktığında severdim seni; dilencilere para vermeyin, onlar aslında çok zengin diyenlerle alay ettiğinde ve herkes labirentimsi merdivenlerden kıvrılarak sinemadan yeryüzüne ağır ağır çıkarken, bir kestirme bulup bizi herkesten önce kaldırıma çıkardığın zamanki mutlu gülüşünü gördüğümde seni severdim; saatli maarif takviminden bizi birlikte ölüme yaklaştıran yaprağı koparttıktan sonra, en altta günün yemeği olarak önerilen etli nohut, pşlav, turşu ve karışık kompostoyu, yaklaştığımız ölümün bir işaretini okur gibi ağırbaşlı ve hüzünlü bir sesle okumanı ve kartal marka ançuvez tüpünün önce rondelayı çıkartıp, sonra kapağı sonuna kadar çevrilip açılacağını bana sabırla öğrettikten sonra, üretici mösyö trellidis'in saygılarıyla, demeni severdim; kış sabahları yüzünün renginin şehrin üzerindeki soluk beyaz göğün renginde olduğunu gördüğümde, çocukluğumuzda, caddenin ırmağından akan arabalar arasından, bir kaldırımdan öteki kaldırıma bir koşu çılgın ve neşeli geçişini seyrettiğim zamanki gibi, seni endişeyle severdim; severdim seni, cami avlusunda, musalla taşında yatan tabuta konan kargaya dikkatle ve gülümseyerek baktığında, radyo tiyatrosu taklidi sesinle annenle babanın kavgalarını oynadığında seni severdim; ellerimin arasına dikkatle başını alıp gözlerinde hayatımızın gittiği yeri korkuyla gördüğümde seni severdim; vazonun yanında, neden orada bıraktığını anlayamadığım yüzüğünü günler sonra gene orada gördüğümde seni severdim; dikine değil yanlamasına kesitiğin elmanın içindeki kusursuz yıldızı bana gösterdiğinde seni severdim; öğle vakti, yazı masamın üzerinde oraya kadar nasıl geldiğini anlayamadığım bir tel saçını gördüğümde ve birlikte çıktığımız bir yolculukta, tıkış tıkış belediye otobüsünün tutunma demirlerine sarılan öbür eller arasından yan yana duran ellerimizin birbirine ne kadar az benzediğini kederle gördüğümde, seni kendi gövdemi tanır gibi, beni terk eden ruhumu arar gibi, bir başka kişi olduğumu acı ve sevinçle anlar gibi severdim, severdim seni; nereye gittiğini bilmediğimiz bir trene bakarken yüzünde beliren esrarlı ifadeyi ve bu kederli bakışının tıpatıp aynısını, bir akşamüstü sürülerle kargaların çığlıklar atarak çılgın gibi uçtuğu bir saatte, elektrikler birden kesildiğinde evimizin karanlığı ve dışarısının aydınlığı yavaş yavaş yer değiştirirken gene esrarlı ve hüzünlü yüzünde ben gördüğümde kapıldığım o çaresizlik acı ve kıskançlıkla severdim seni. "
--spoiler--
herhangi bir yazarda epub olarak olmadığını merak ettiğim roman. epub, pdf değil.
nasıl yazılmamış hayret. 2006 yapımı, 2. dünya savaşı konulu bir filmdir. http://www.imdb.com/title/tt0389557/

ön izleme: http://www.youtube.com/watch?v=RJhNQn9dtbo

öneml not: aile ile çekirdek çitlenip, izlenecek filmlerden değildir. *
saatleri ayarlama enstitüsü ile başlayıp tutunamayanlar ile devam eden türk roman ekolünün modern zirvesi. bu ekolün yeni yazarını hevesle bekliyoruz efenim.

cidden sağlam bir eserdir. orhan abi üzerinde 4 yıl çalışmış rivayetlere göre yazarken bol miktarda tarih ve tasavvuf kitabı hatmetmiştir
Mordor'un kara lisanında yazılmış, açıldığı anda dünyayı karanlığa gömen, ancak yazıldığı yer olan hüküm dağı mürekkepleri içinde yok edilebilen kitap.
orhan pamukun şaheseri olarak adlandırılan kitap. bugün okumaya başlayacağım.
kara kitap okunduktan sonra ara vermeden bir de ahmet hamdi tanpınar'ın huzur adlı eseri okunursa lezzeti artacaktır. orhan pamuk'un ahmet hamdi'den etkilenmesi ama bunu taklit ederek değil de edebiyatını geliştirecek biçimde yapmayı başarması gözle görülebilecek hale gelecektir. orhan pamuk'un ustalık eseri.
Şizofrenlerin kesinlikle okumaması gereken kitap. Abartmıyorum o kafayla bu kitap okunursa o ayrıntılardan yazılacak binlerce komplo teorisine dayanamayıp beyin iflası vermesi kuvvetle muhtemel.
Orhan Pamuk’un en güzel eseri olduğunu düşünüyorum. Kitap da ki anlamlı ve uzun cümleler, kitabın manasına daha da yakıştığını düşünmekteyim. Özellikle Celal Bey’in köşe yazılarına diyecek söz yok. Mesela boğaz da suların çekilmesi…Kahramanımız Galip Bey, etrafında ailesi ve bir iki arkadaşları var. Ayrıca da halaoğlu Celal Salik. Ve… Ve Rüya… Rüya’nın peşinde Galip… Galip’in zihnin de esir olmuş duygular, cam kırıkları gibi anılar. Gittikçe kararan bir aşkın hikâyesidir romanımız. Celal Salik’in ipucu olarak kullanıldığı köşe yazıları, Galip’in umut teknesi olmuş, istanbul’un, o zamanlar anlam kokan sokakları, manalı ya da boş bakan insanları, yine Galip için birer ize dönüşmüşken, Galip her yerde yüreğinde bir tutam acıyla dolaştı durdu. Sokakların sonu gibi kararan aşklar, yolların sonuna ve sonun başlangıcına yaklaşmak gibi “Kara Kitap”.
Türk edebiyatının en az otuz yıl üzerine çıkamayacağı kitap. Ayrıca Berna Moran'ın hakkında yazdığı eleştiri kesinlikle okunmalıdır.
25. yaş sayısına sahip olduğum kitap. şanslıyım sözlük.
Sanırım üçüncü sayfada falandı, "boğazın suları çekildiği zaman" kısmını okuyup, o andan itibaren bütün kitabı ağzınız ayrık bir şekilde aşırı hayranlıkla okursunuz. Fakat bu kitaptan hiç bişey anlamayan, sevmeyen bir kesim de vardır. (iyi kötü kitap okuyan bir kesimden bahsediyorum.) Öyle enteresan bir kitap bana göre baş yapıt.
Allah belanı versin galip.
Geberip git celal salik.

(#35521212)
orhan pamuk'un nasıl yazdığını bence kendisinin de bilmediği şaheser.
Zaten özel baskısında kitabın yazılış hikayesinde bahsediyor bu durumdan. nasıl birşey ortaya çıkacağını bilmiyordum falan gibi. Bu halis yetenek ve cevherin farkında olmadan yazdığı için bu kadar muhteşem bence.
zaman içinde zaman kitap içinde kitap...efsaneler, istanbul'un bir varlık olarak ele alınışı, doğu edebiyatına ait büyük yolculuk ve karamsar bir atmosferde hiç bitmeyen bir gizem.

Orhan Pamuk yaşayan en büyük türk yazarı ve tek sebebi bu kitap.

Bir örneğide sinemada var mesela bu farkında olmadan ortaya çıkartılan şaheserlerden tabutta rövaşata
her okuyana istenen mesajı veremediği gerçeği ile karşılaşılan kitaptır ne yazık ki gereken kitleye ulaşamamıştır.
köşe yazarının bombastik yazıları ile akılda kalan bir roman.
Orhan Pamuk'un en yetkin kitabı budur ve sanatını bilgisini konuşturduğu bir kitaptır.

Şeyh Galib'in Hüsnü Aşk'ına çok benzeyen bir örgüsü vardır.

Kitabı anlamak da anlamamak da çok normal şeyler. Bu kitabın 3 kere okunma şansı var. ilkinde ya şimdi noldu derken ikinci de " galiba çözdüm" dersiniz. Üçüncüde aldığınız tat bambaşkadır.
Anlatılmaz yaşanır kara kitap. Benim için sevdadan da öte bir eserdir kara kitap. Yeri geldi kendimi galibin yerine koydum, kimi zaman celal salikin. eşi rüyayı arayan galipmi olayım yoksa köşe yazarlığı yaparak milyonları etkileyen celal mi? Bir okuyuşla eserin esrarı çözülemez evet bir kere okuyup çözdüm diyene inanmam bunun için voltaire gibi bir adam olmak lazım.

Eserde en azından kahraman kendisi olmak için çabalıyor ve yazarımız üstüne basa basa okuyuculara sizlerde yalnızca kendiniz olmalısınız diyor. Sehzadenin hikâyesi bölümü kilit bölümdür. Kendileri olamayan toplumlar yok olmaya mahkumdur...
2016nın ocak ayında pek değer verdiğim biri tarafından önerilmişti bu kitap. Okumam gerektiği tembihlenmişti. Olur okurum demiştim, ama geçtiğimiz aylarda bir kitapçıda orhan pamuk gözüme çarpınca okuma ihtiyacı duymuştum. Sanki aradığımı bu kitapta bulacaktım. Üç kitapçı gezdim kalmamıştı, dördüncüsünde bulduğumda eve mutlulukla gelmiş, kapağını açıp okumaya tereddüt etmiştim.
Çünkü aynı zamanda hem kitabın içinde kaybolmak hem de bitmemesini henüz başlamadan istemiştim.

Galip'in rüya'yı aradığı gibi aramak istiyorum bazen seni, o kadar cesaretim ve gücüm var mı bilemiyorum.