bugün

döl.
intikam.
murat uyurkulak'ın romanı. bir intikam romanıdır, kaybedenlerin acısı romanın üslubunu da sertleştirmiştir, bir 12 eylül öcüdür tol. romanın ilk cümlesi de aynı hızla yüzünüze çarpar;
"devrim vaktiyle bir ihtimaldi ve çok güzeldi."
Tiyatro oyunevi prodüksiyonu. Muratuyurkulak'ın yazdığı oyunun yönetmeni mahir günşiray. Güven ince ve mahir günşiray rol almakta. Cumhuriyet gazetesi yazarı vecdi sayar oyunla ilgili şunları söylemiş:

"50'lerden 90'lara uzanan bir tarihin kirli çamaşırlarını önümüze getirip koyuyor tol... kiriyle, parasıyla, hüznüyle, nostaljisiyle, şiddetiyle, nefreti ve aşklarıyla..."
vay be biletini sattığım, afişini astığım, dekoruna yardım ettiğim oyun. mahir günşiray ve güven incenin mükemmel oyunculuklarını izleme fırsatını bulduğum oyun.
bitiminden sonra mahir günşiray'ın ofisinde oturmak zorunda kalıp heyecandan konuşamayarak hayatımın unutamayacağım rezilliğini yaşadığım oyun
tol, son yılların en iyi kitabı. yüksek volumele başlıyor roman; 'devrim vaktiyle bir ihtimaldi ve çok güzeldi' bundan sonrasının pek sönük, tutarsız olacağını düşünüyorsunuz, böyle bir cümleyle başlayıp kitabın sonuna kadar o atmosferi korumak her babayiğitin harcı olması gerek ama o harç murat uyurkulak'ta var, sözünün altında hiç kalmadan sürdürüyor kitabını. Diyaloglar dahiyane, ajitasyonsuz, duygu sömürüsü yapmadan bir siyasi roman yok yok bir intikam romanı nasıl yazılır tol'da. 'Bir ihtimal olduğunda devrim, ne kadar da güzel' diye şak diye bir tokat yanağınıza, kitap bitiyor. Sahi devrim ihtimali bile güzel değil mi?
Uyurkulak, Atay'a, Tanpınar' Atılgan'a şık bir göz kırpıyor. ivedilikle edinin vesselam
(bkz: tool)
Son yıllarda okuduğum en sağlam kurgulardan bir tanesi. Hangi tarafta olduğunuza değil bulunduğunuz tarafı adaletle ve hakkıyla savunup savunamadığınıza önem verenlerdenseniz eğer kesinlikle edinmeniz gereken bir eser.

Hani şiirle dile getirilemeyecek kadar detaylı ve tematik bir şeyler anlatmak arzusundaysanız ama şiirsellikten ve zekanızdan da taviz veremeyecek kadar idealistseniz işte böyle bir roman yazmak düşer size de.

Roman dedim gerçi ama romandan ziyade uzun bir hikaye tadında olmuş, en büyük eksiği de bu zaten, takribi 250 sayfa kadar.Yani bir oturumluk diyebiliriz. Gerçi bu, bir taraftan eleştiri konusuyken diğer yandan bir yazar için kesinlikle söylenebilecek en büyük iltifatlardan bir tanesi.

Geriye kalan tek soru şu: böyle bir romanı, içeriğini ve akıcılığını koruyarak 600,700 sayfaya yayabilir mi? eğer ki bunu başarabilirse gerçekten de türk edebiyatı büyük bir kalemi bünyesine kattı diyebiliriz.

Velhasıl öyle bi yazar ki; okuyup bitirdiğimiz vakit kendisiyle beraber; (bkz: oğuz atay)ı, (bkz: adalet ağaoğlu)nu ve (bkz: yılmaz odabaşı)nı da yad edebiliyoruz aynı anda ve bu kesinlikle tüm kitapseverlerin
ihtiyaç duyduğu bir şey.
68 kuşağı Şair, 12 Eylül kuşağı Yusuf'u Türkiye'nin yakın siyasi tarihinden hikayelerle sanki bir zaman tüneline sokarak 50'lerden 90'lara kadar geçen sürece doğru bir yolculuğa çıkarır. Tol, acıklı olduğu kadar komik, eleştirel olduğu kadar yandaş, hüzünlü olduğu kadar ümitli olmayı hissetiğimiz bir dünyanın oyunu.

kaymak: * http://www.tiyatrooyunevi.com/anasayfa.html
murat uyurkulak'ın ilk ve taş gibi sert romanı. sosyalist devrim uğruna hayatlarının baharında solan yüzlerce genç için yakılmış, anlatım dili ağır fakat sürükleyici bir ağıt olan bu romanın hazmedilmesi gerçekten kolay değil. o yüzden, "vakit geçirmek" için okuyacaklara pek tavsiye etmem.
türkçe yazılmış en güzel roman. açıktan söylemek lazım: bu romanı okumayanlar çok şey kaçırıyor, çok.

Murat Uyurkulak'ın kaleminden tol'un doğuş öyküsü:

"Şahsiyetten yana siliktim, görüntüden yana vasattım, derslerden yana tembeldim, hayattan yana muhaliftim, ben yazmayacaktım da kim yazacaktı? ilkin şiir yazdım elbette, hem de en acılısından, en sertinden... iki-üç yıl şiirle boğuştum, umutsuzca, deli gibi. Şiir bana geldi mi, çapağı bol, pelerini uçuşmalı, şapkası bin renkli, sesi on oktavlı, yani kat kat esvabıyla geliyordu. Onu torna tesfiyeden geçirip, kıymıklarından arındırıp, çırçıplak yatağıma almam lazımdı; hiçbir şey bilmiyorsam bunu biliyordum.
Lakin sabırsızdım, çok sabırsız. Ortaya çıkan şiirler, iyi yıkanmamış ıspanaktan yapılan yemeğe benziyordu; dizeler adeta Vita yağında gezinen kayır misali dişler arasında çatır çutur ses çıkarıyordu. Fazla serttiler. Cevher vardı, ama şiir yoktu ortada. O yüzden bir süre sert bildiriler yazmaya vakfettim kendimi. Sonra olan oldu. Hesapsız kitapsız ilk gençlik seyahatlerinde fazlaca tokatlanıp, sevda kapılarından kışlanıp, bavul elde, çıktığım mezara döndüm, eve. Elimde sadece kötü şiirler ve nadir bir Rus salatası tarifi vardı. Evin balkonu güzeldi, annem bira ve sigara paramı hiç esirgemedi benden, sağ olsun, başladım yazmaya.
Cümleleri alt alta değil, art arda yazmak hakikaten de rahatlatmıştı beni. Annemin balkonu da serindi, karşı apartmanda yaramaz üniversiteliler vardı, caddeden geçen renolar fiatlardan fazlaydı, yazdığım her iki cümlede bir Kürt, her beş cümlede bir asker ölüyordu... Öyle de bir delirtici zamandı...
Sonra, çok lazımmış gibi, iş buldum, âşık oldum... Annemin balkonundan kalkıp, Küçük Yamanlar'ın eteğindeki bir sitedeki bir apartmanın balkonuna yerleştim... Site emekli astsubaylar için inşa edilmişti ve karşıdaki tepe her mimli gecede kalaşnikof mermileriyle aydınlanıyordu...
Bu arada komşum Diyarbakırlı Nejat, esmer bir kadınla yasak aşk yaşıyor, her Karşıyaka'ya inişinde birilerini dövüyor, birilerini dövmediği zamanlarda da mangal yakıp bira içiyordu... Tuhaf bir kardeşi vardı Nejat'ın, ismini hatırlamıyorum... Elektrikçiydi, bir mucitti, Tol'un ilk halini o da okudu, sonra Adana'ya bir arkadaşını ziyarete gitti, arkadaş evinin çatısı çöktü, öldü... Allah ona rahmet eylesin...
Tol'un ilk halini orada bitirdim, bilen biliyor, şarap ve makarnayla... Tat ketçaplara ve Calve mayonezlere de müteşekkirim... Nereye göndereceğim çoktan belliydi... Metis, Defter, zira oradakiler bizim için okuldu...
Bekir Tarık o sıra izmir'i terk etmiş, istanbul'a göç etmiş, beni öksüz bırakmıştı... Elden teslim etti dosyayı ipek Sokak'a... Bekir Tarık hep umut veriyordu bana, "Çok iyi, çok iyi" diye... Benimse umudum yoktu... Ama Metis beni çağırdı... 'Basmayacağız, ama beğendik' dediler... Kaya ve Müge, bloknotlar dolusu not almışlardı... Tek tek saydılar... Hem dinledim hem öfkelendim... Çıktım oradan, izmir'e döndüm, rakıya dadandım... Sevgilim beni terk etti...
Tekrar yazabileceğimi sanmıyordum Tol'u... Zaten herhangi bir şey yazabileceğimi sanmıyordum... Cümleler ve kalemler boktu... Alt alta veya art arda olması fark etmiyordu...
Bu işten çakmıyordum...
işsiz kaldım, okulu bitiremedim, askerlik şubesi yoklama kâğıdı gönderdi, Apo yakalandı... Bekir dedi ki, gel lan artık istanbul'a, ne işin var oralarda? Geldim...
Tepebaşında, dört azman adam, şarap içip küçük bir odada yaşıyorduk... Bekir, ben, Ertekin... Dördüncünün ismini hatırlamıyorum...
Kör topal bir bilgisayarım vardı... Bir gece, kısık sesle ve yarım ekranla Sylvia Saint izlerken, Tol'un vörd dosyaları gözüme çarptı. O zamanlar ismi Tol değil Barbarlık Kokusu'ydu... Tekrar başladım yazmaya... Nedeni yoktu...
Ceyda beni Radikal Dışhaberlere aldı... Ben yazıyordum... Belgrad'a bombalar yağıyordu, ben yazıyordum... Hafız Esad öldüğü gün güzel bir haber ve güzel bir bölüm yazdım... Yazdıklarımın çıkışını alıyordum arada bir, bu Gülriz'in dikkatini çekiyordu, tatlı tatlı gülüyordu... Ebru'dan, Gülriz'den ve Ceyda'dan çok şey öğrendim... Ben öğrenirken deprem oldu, bu kez Cevdet Tosun öldü, Gölcük'te, Vartolu, Zaza, yoldaşım...
Günün birinde, nasıl olduğunu anlamadan, nihai çıkışını aldım kitabın... ithafı vardı, ismi yoktu... Ali ve kardeşi Özgür'e gidip 'intikam Kürtçe ne demek' diye sordum... Söylediler... Söylediklerini ilk sayfaya yazdım, tekrar gönderdim Müge'ye...
Bu arada gazetecilikten sıkılıp yayıncılığa bulaşmıştım... Mesai arkadaşım eski arkadaşımdı... Dedi ki, gel bu kitabı biz basalım... Çok içiyordum, önce kabul ettim, sonra bir gün Müge'den cevap geldi, müspetti, o akşam daha da çok içtim, mesai arkadaşımı aradım, dedim ki, ben caydım... iyi bir hareket değildi, ama ne yapaydım, sonunda istediğim okula girecektim...
Ama o kadar kolay olmadı... Müge'yle bir yıl daha çalıştık... Uçakların dikliklere çarptığı o bir yıl, aslında bir kitap değil, bir taslak yazmış olduğumu anladım... Sağ olsunlar... Siz şimdi bana yazar diyorsanız ve bunları okuyorsanız, müsebbibi o bir yıldır.
Yine de yazmak, bayraktan önemli değildir, bunu herkes bilsin...
Boş iş yazmak...
Vatanımızı seviyoruz...
Çocukluğumu hatırlıyorum, babam, 'öldürme' derdi 'o karıncaları, niye öldürüyorsun?'
Ne bileyim neden öldürdüğümü?
Otuz bin karınca öldürmüş müyümdür?
Olsun...
Vatan ve karınca...
Alt alta, art arda, karınca...
Kelimeler mühim değil...
Cümleler hele hiç...
Ben de öleceğim değil mi paşam?
Sizden bana hayat kalır mı hiç?
Kimim ki ben?
Yazmaya cüret etmiş bir hayvan...
işte ben Tol'u bir hayvan olarak yazdım..."
--spoiler--
"dünyanın bütün aşıkları birleşin ulaaan!"
--spoiler--
Yazım diliyle, yarattığı dille, oluşturduğu havayla ve konusuyla son dönemde okuduğum en iyi roman. Küfür, sarhoşluk, devrim, fahişeler, şiir, küfür, küfür. Sırf çabuk bitmesin diye azar azar okuyorum, son 25-30 sayfasını bu akşama bıraktım.

"De de ce; Devrimci Deliler Cephesi. Adamın götünden kan alır".
türkçe'nin muhteşem dans gösterisini siyaset gibi aşağılık bir olgunun dar kalıplarına hapseden eser. oysa gönül isterdi ki bir varoluş sancısı anlatılsın bu eserde.

yazık. bu kadar müthiş bir tükçe kullanılan bu eserin siyaset denen sikiklikle başlayıp siyaset denen orospulukla bitmesine.

çok yazık hem de.
Şiirli gerçekli Keskin bir üslupla yazılmış taş gibi soğuk bir öfkenin romanı, tol.

Bir şah eseri olup arşa yükselecekmiş gibi başlayıp ilerleyen sayfalarda ümitleri mat eden bir roman. Karakterleri bir yerden sonra karıştırmaya, olay örgüsünü takip edememeye başladım, asıl anlatılmak istenenden uzaklaşıldığını fark ettim. Daha akıcı ve sade bir "0" bölümü yazılabilirmiş. Başlangıçtaki ve sondaki kıvam, tat, bütüne yayılsa canavar gibi bir kitap olurmuş.

Murat uyurkulak bu satırları okursa patlatır bi küfür. Patlatsın. (şşh, hocam ayıp oluyor haa!) Bize böyle öfkeler gerek. Böyle kallavi küfürler. Böyle deruni sevgiler. Böyle kral yoldaşlıklar. Böyle upuzun şiirler. Böyle gerçek aşklar. Hikayeler. kavgalar. Böyle gerçek yalanlar gerek...

Yolculuğunu merakla takip ediyorum zatıalilerinin. Saygı benden.
behzat ç. de eda nın elinde bulunan ve "devrim vaktiyle bir ihtimaldi ve çok güzeldi" diye başladığını öğrendiğim murat uyurkulak ın kitabı.ilk işim alıp okumak olacaktır.
behzat ç.nin 16. bölümünde gözümüze gözümüze sokulan kitap.
televizyon izlemem fazla.
bu kitabı almaya niyetliydim, geçen hafta almıştım. başladım okumaya.
tanıdığım insanlar 'dizide mi gördün lan? ' ehzhe gibi muhabbetlere giriyor.
kimi görsem herkes bu soruyu soruyor.
hayır ulan hayır.

müthiş bir kitaptır.
deliler, şairler ve devrim !
içinde böyle güzel bir kısmın yer aldığı kitap;

"çünkü sıkıntı öldürür. ve ama sıkıntı öldürüyor. acı ve öfke değil, ama sıkıntı öldürüyor. çok geçici, anlık, masum, makul olabiliyor sıkıntı, ama öldürüyor. sıkıntı eğlence istiyor, tatil istiyor çünkü. tatil çoğulluğa, çoğulluk gövdelere, yeni kelimelere, yeni yüzlere yol açarak öldürüyor. sıkıntı davet ediyor, açıyor. acı ortak olmayanı defediyor, kapatıyor. sıkıntı çözüyor, öfke bağlıyor. sıkıntı plan program demek çünkü. program yazlıklara savuruyor, sayfiyelere, yumuşak içkilere, pahalı yemeklere yol açarak çözüyor. acı kendi yasasını durmadan fısıldıyor, öfke hatırlatıyor oysa: dağılmayın, unutmayın, yetinin, oturun oturduğunuz yerde. ama sıkıntı savuruyor, parçalıyor, gebertiyor. sıkıntı kutlamalar, şenlikler istiyor çünkü. sıkıntı ille de dans diyor, kahkaha diyor, acının da öfkenin de içini boşaltıyor. acı ve öfke korkuyu yeniyor, sıkıntı okşuyor. sıkıntı arzuyu kaşıyor, acı ve öfke terbiye ediyor. acı değil, öfke değil, sıkıntı öldürüyor."

ben gideyim uzun zaman afilifilintalara önyargılı olayım, sonra tüm filintaları ayıla bayıla okuyayım, olcak iş değil.
--spoiler--
devrim bir zamanlar ihtimaldi ve güzeldi
--spoiler--

cümlesiyle başlayıp, insanı alıp farklı dünyalara götüren ve hep bir beklenti ile sürükleyen bir romandır.
insana kendi 68'ini yaşama fırsatını veren bu duyguyu iliklerimize kadar hissetmemizi isteyen murat uyurkulak adlı yazarın mertebesini gösteren metis yayınlarından çıkan ve peşi sıra yaptığı baskılarla başarısını perçinleyen benim de bir adet edindiğim sanat harikası.

şunu da söylemeliyim ki yazarın bundan iyi bir kitap yazması da oldukça zor görünüyor. çıtayı çok yüksekten koymuş.
--spoiler--
Şahsiyetten yana siliktim, görüntüden yana vasattım, derslerden yana tembeldim, hayattan yana muhaliftim, ben yazmayacaktım da kim yazacaktı?
--spoiler--

http://www.radikal.com.tr...06.2011&CategoryID=40
anlaşılmadığını düşünüyorum. burada ve ekşisözlükte yazılan tüm entirileri okudum. pek çoğu yalnız liseli bir aşık edasıyla alıntı yapmış veya -mealen- "çok cici!" demiş. o kadar. romantik devrimci özentiliği böyle bir şey demek ki.

ben bu romanı okurken kendimi cahil hissettim. dedim ki "birileri bu kurgudaki olayları, kişileri, yerleri bilyordur. gerçek hayattaki karşılıklarını yazmıştır". oysa romanda anlatılanlar, -bir hayalin ürünüymüş gibi- hiç ama hiç deşilmemiş. o önceden devrimci sonradan bakan coşkun kimdir, kimin parodisidir, diyarbakır ulu camii devrimciliğin neresindedir, ali güner ara güler midir? ya küçük kara balık?

demek ki diyorum, bu kadar adam bu okudukları kitaba dair yazacak başka şey bulamamış. ya herkes her boku biliyor ve anlatmaya lüzum yok yahut herkes işin romansında ve gerçeğe lüzum yok.
epey güzel ve başarılı bir üslupla kaleme alınmış murat uyurkulak'ın ilk romanı. ve benim de okuduğum ilk eseri ayrıca. kitapta anlatılanlarla ilgili yorum yapmayacağım zira okuyunuz, öğreniniz. emin olacağınız bir şey var ki o da; yazarın ikinci kitabını okumak için içinizde uyanacak olan istektir.
dağ kulübesi.