bugün

1908-1986 yılları arasında yaşamış kadın filozof.
zamanında jean paul sartre'la yaşadıkları beraberlikle de oldukça ses getirmişlerdir.
gayet feministti kendisi,şöyleki:
"evlilik geleneksel olarak kadinlara sunulmus yegane gelecektir.kadınların çoğunluğu ya evlidir, ya da bir zamanlar evlilik yapmış,ya boşanmış ya da duldur, veyahutta evli olmadigi için aci çekiyordur."
bile demişti.
(bkz: doğru ama)..
1908 Paris doğumlu kadın yazardır..Sorbonne Üniversitesi'nde okuduğu yılarda jean paul sartre ile tanışmıştır..Bir süre felsefe öğretmenliği yapmış, 1943'te yayınlanan Konuk Kız adlı romanı ile yazarlığa başlamış;çeşitli roman,deneme ve inceleme kitapları yazmıştır..Dünyanın pek çok yerini gezmiş,1954'te Mandarinler romanı ile Goncourt Ödülü'nü,1975'te Uluslararası Kudüs Ödülü'nü almıştır..Kadın bağımsızlığı ve insan hakları için savaşmış,feminist ve hümansit bir yazar olarak tanınmıştır..14 Nisan 1986'da Paris'te yaşamını yitirmiştir..
yasaklanmış bir balzac metninde okuduğu bir yasak ilişki sonra dünyevi zevklerden kendisini hiçbir şeyin mahrum edemeyeceğini anlayan fransız yazar. hatta şöyle de bir önemli lafı var: "dünyaya kadın olarak gelinmez, sonradan kadın olunur"
"kadın tarih boyunca erkeğin nesnesi durumuna düşmüştür. erkeğin ötekisi olarak inşa edilen kadının özne olma ve kendi eylemlerinin sorumluluğunu yüklenme hakkı elinden alınmıştır. ataerkil ideolojiye göre erkek ölçü, standart ve örnek; kadın, aşağı, eksik ve ötekidir." * *
'' kadın doğulmaz, kadın olunur '' sözü ile sosyal bilim alanına toplumsal cinsiyet tartışmalarını taşımış olan kişidir.
en önemli kitabı ikinci cins** olan filozof.
http://www.ideefixe.com/K...p/urun_liste.asp?kid=1827
yapıtları genel olarak varoluşçuluk anlayışındaki temel ilkeye dayanır. somut yaklaşımları, felsefi yaklaşımdan uzak, kuramsal ifadeler olmadan deneyimleri dolaysız ve kesintisiz değerlendirmiştir. jean-paul sartre ile yaşadığı ilişki onun yazılarına etki etmemiş kendi özgün yazı tarzıyla bazen sarte'nin düşüncelerine ters bile düştüğü olmuşutur.
başlıca yapıtları:
konuk kız
başkalarının kanı
tous les hommes sont morteles( bütün insanlar ölümlüdür)
mandarinler
güzel görüntüler
yıkılmış kadın
http://www.radikal.com.tr...hp?ek=r2&haberno=8033
sartre ile bir ömür nikahsız yaşadı.farklı bir birliktelikti yaşadıkları ayrı evlerde,sahiplenme olmadan..
fakat bir yıl sonrasına randevu vererek sadakatin evlilikle, şununla bununla ilgisi olmadığını da kanıtlamışlardır.

sartre ile montparnasse' de aynı mezarı paylaştıklarını biliyor muydunuz peki?

ya en büyük aşkının bir ömrü geçirdiği sartre değil de amerikalı bir yazar olan (bkz: nelson algren)olduğunu...
En önemli eseri 1949'da yazdığı, kadınların gördüğü baskıların bilimsel incelenmesini yaptığı ve modern feminizmin temellerini kurduğu ikinci Cins (Le Deuxième Sexe) adlı eser olan Roman, felsefe politik ve sosyal deneme, biyografi ve otobiyografi yazarı, gazeteci.
gayet baskıcı ve koyu bir katolik olan annesi tarafından yetiştirilmiş dili sivri yazar.
aşık oldugu zaman butun femınıstlıgını kaybeden fransız feminist yazar. ayrica "mutlu insanların öyküsü olmaz" diyerek kafamiza kafamiza vuruyor sanki.
"mutlu insanlarin oykusu olmaz"
simone de beauvoir.

simone de beauvoir ( sdb ) anilarini yazdiginda ,yolun en basindaki simone yi "iyi niyetli ,gayretli ve dindar" olarak tanimlar.annesi koyu katolik , babasi hukukcu , koyu fransiz milliyetcisidir ve annesi kadar dindar degildir.yasaminin ilk donemlerine dair kendisini en cok etkileyenler, okuma askindan kaynaklanan bilgi doygunluguyla ,aile ve cevrenin etkisi ile olusan baski arasindaki celiskilerdir. okul doneminde tanistigi zaza adli arkadasi onun fikirlerinin degismesinde ve hayati sorgulamasinda oldukca onemli bir yer tutar.

"özellikle zaza sayesinde yüceltilmis burjuvazinin nasil nefret edilecek bir sey oldugunu kesfettim. bu kesime karsi her durumda karsi çikabilirdim, ama maneviyatim yanlisti, bogucu bir uyumculugum, kibirliligim ve etkisini sadece yüregimde degil gözyaslarimda da gösteren sikici bir baskiyla yetismisligim vardi. hastalik derecesinde kibirli bir sekilde düsmanca güçlere karsi koyma egilimim vardi. fakat zaza'ya olan hayranligim buna engel oldu. o olmasaydi belki daha 20 yasindayken dostluga ve sevgiye duyarliligi, yani bu duygulari uyandirabilen tek uygun tavri benimsemek yerine, sürekli kusku duyan ve hayati kendisine zehir eden biri olurdum herhalde..." der.
iki kiz arasindaki dostluk ,genc kizliga gectigi donemde evde kendisi uzerinde otorite kurmaya ve secimlerini etkilemeye calisan aile faktorunu dengeleyen tek seydir.
dengelerin bozulmasinin ilk isareti ,kendini ateist olarak tanimlamasiyla baslar. yazar olma fikri ise arkadasi zaza ile sohbetlerinde onun, klasik bir kiz olmayi istemesi ,evlenip coluk cocuk sahibi olmak arzusu etkilidir.
1929 yilinda hayatinin iki buyuk desikligi ile tanisir. ilki tanistigi jean paul sartre oburu ise arkadasi zaza nin olumudur.
sartre ,simone'nin omru boyunca hayatinda olur .yirmili yaslarinda aldiklari kararla asla evlenmezler ,ayni evde yasamazlar ,cocuk sahibi olmazlar yani birbirlerine bagimlilik yaratacak ve burjuva yasantiyi cagristiracak baglar koparilmistir.
sartre ,sdb 'i hayat arkadasidir. bu cumle cok onemlidir.cunku bu niteleme genelde erkekten kadina dogru yapilmaz.
sdb sartre'den ayrilmadan baska iliskilerde de bulunmus hatta amerikali yazar nelson algren'e asik olmustur. hayatindaki ilk orgazmi onunla yasadigini yazar anilarinda ve ona olan tutkusunu yazdigi ask mektuplarinda gosterir..bu askta bile sartre ile baglantilari dikkat cekicidir ..en iyisi siz asagidaki linki okuyun bu konuda ..
http://www.turkdilidergisi.com (site icindeki arama motoruna ismini yazin )

1946'da, yaklasik yirmi yil sonra yeni feminizmin ayak basabilecegi zemini olusturan bir çalismaya baslar. ikinci cinsiyet (le deludeme sexe) adini verdigi ve "bunun üzerinde çalisirken çevremdeki her sey degisiklige ugruyordu," dedigi bir kitap yazar. kirk yasina merdiven dayadigi bu zamana kadar toplumumuzda bir kadin olarak, kendi durumu hakkinda hiç düsünmemistir. meslegi geregi sayginlar arasinda yer alir. kendisini erkekler tarafindan benimsenmis hisseder. ve kendisini istisna bir kadin olarak kabul eder. "buna ragmen bir erkek gibi yetistirilmediniz," der sartre ona; "bunu tam olarak arastirmak gerek."

simone de beauvoir her seyi dikkatle arastirir ve bir kesifte bulunur: "dünya bir erkekler dünyasi. gençligim efsanelerle, erkekler tarafindan yaratilmis efsanelerle beslenmis. ve ben sanki bir erkekmisim gibi, buna hiçbir sekilde karsi çikmamisim."

ilgisi öylesine büyüktür ki, kadin cinsiyle ilgili efsaneleri daha yakindan incelemeye karar verir. 1946 ekim'inden 1949 haziran'ina kadar bu kitap üzerinde çalisir, "insanin kirk yasinda birdenbire daha önce görmedigi ve gözüne çarpmadigi bir dünya görüsünü kesfetmesi tuhaf ve heyecan verici. kitabin açikliga kavusturdugu yanlis anlamalardan biri, benim kadinla erkek arasindaki her türlü farki inkâr ettigime inanilmasidir. tam aksine. yazarken cinsiyetleri neyin ayirdigini anladim. bu farkliligin dogal kosullardan degil, kültürel kosullardan kaynaklandigini savunuyorum."

simone de beauvoir'in çalismalari sirasinda gördügü gerçek bir cümleyle açiklanabilir: "kadin olarak dünyaya gelinmez, kadin olunur." simone de beauvoir ikinci cinsiyet" kesinlikle bir iddiali yapit olarak yayinlamamistir. bu çalisma aslinda tamamen entelektüel ve kuramsal bir çalismadir. kitabin yayinlanmasindan sonraki sert tepkiler ve bayagi suçlamalar onu daha da fazla sasirtir.
tatminsiz, frijit, erkek düsmani, sevici oldugu, yüz defa kürtaj yaptirdigi, hatta sakladigi bir çocugu oldugu gibi suçlamalara maruz kalir. ilerici olarak bilinen bir üniversite profesörü kitabi okurken firlatip atar.kitap ilk hafta 20 000 adet satarak bir rekor kirmistir. vatikan ve papalik kitaba karsi tavir alarak de beauvoir'i afaroz etmistir. bu kitapla feminizmin sembolu haline gelen de beauvoir, kadini ikinci sinif pozisyonda tutan toplumsal kosullari analiz ettigi bu bas yapitinda ; kadinlarin konumunu mitolojiler, uygarliklar, dinler, gelenekler ve anatomiyi inceleyerek ortaya koymutur. özellikle analik ve kürtaji ele aldigi bölüm, bu yillarda kürtaj cinayetle es anlamli görüldügünden tam bir skandala dönüstürülmüstür. evlilik ise bir burjuva kurumu olarak kadin açisindan en az fahiselik kadar asagilik bir pozisyon ifade etmekte olup kadinin kocasinin boyundurugundan kaçamayacagi bir durum olarak ele almistir. de beauvoir, 2 dünya savasinin yükü altinda ezilen kapitalist avrupada kadinin ekonomik hayatta etkinliklerini zorunlu olarak artmasina neden olan kosullarda, iyi bir gözlemci olarak kadinin kosullarini çok çarpici ve yalin olarak ortaya koydugundan, yeni bir dönemi baslatmis ve onun fikirleri farkli biçimlerde farkli tarihlerde ve cografyalarda yanki bulmustur.

oysaki sdb kendi varligini bir kadin olarak ele almak istemistir bu yapitta .. "...kadinlar öteki, erkekler ise ben olarak tasarlandigi için, kadinlar kendilerini kendileri baglaminda tanimlayana dek olmadiklari sey baglaminda yani öteki olarak erkek baglaminda tanimlamaya yazgilidirlar" eger kadinlar var olan toplumsal düzende öteki olarak yasamayi kabul edip, bunu içsellestirirlerse; kadinlarin sizofreniye ve ümitsizlige kapilacagini söylemektedir. bu ayni zamanda nesne olmayi da kabul etmek anlamina gelmektedir. yazar diger feminist yazarlar gibi kadinlarin kendilerini gelistirebilmek için akilci özelliklerini ve elestirel yetilerini güçlendirmelerini önermektedir. kadinlar nesne olmayi redderlerse onlari nesne olarak görenleri, onlari özne olarak görmeye zorlayacaklarini söylemektedir.
tam bu noktada cok guzel bir sozunu koymak istiyorum sayin seyirciler .."evlilik geleneksel olarak kadinlara sunulmus tek gelecektir.bir çok kadin ya evlidir, ya bir zamanlar evlilik geçirmistir, ya da evli olmadigi için aci çekiyordur."

yani ;
kadinlarin kendilerini erkek olmadan düsünemediklerini ve düsünülmediklerini öne süren beauvoir a göre, erkegin özne ve mutlak oldugu yerde, kadin yalnizca erkegin eksik ötekisidir. öteki de, kendi bagimsiz özüne sahip bir sey olarak görülemez.

yeniden sartre ve sdb ye donersem eserlerinde ilginc bir isbolumu gorulur.sartre tanritanimaz varolusculugu teorik olarak bicimlendirirken hemen hemen her eserini danistigi( karsilikli) sdb ise bunun romansal izdusumlerini gosterir.felsefe ozun betimini yapsa bile ,varolus gercegini,onun ilk kabugundan cikisini ancak roman canlandirir ...der orneklersem ;

baskalarinin kani romaninda --- (sadece ozgur olanlar kendilerini secer,varolusumu kendim olusturdum,ben yaptim diyenler gercekten varolurlar) romanin kahramani helene bertrand arkadasina ..kendi kendinize yetmeniz,ne kadar guclu yapiyor sizi,sanki bir basiniza yaratilmissiniz)..(s.d.b. burda insanin kendisini secmesinin vurgusunu yapar romanda)
yine ayni romanda esyanin ya da nesnenin varolusumuzla -bizim icin varolmalariyla demek daha dogru iliskimizi aciklar kullanmadigimiz esya bizin icin varolusunu kaybeder. basimevi greve gittiginde icerideki esyalari tanimlarken "butun bu insanlarla iliskisini koparmis esyalara ilgisizce bakan sadece bizler vardik " der
konuk kiz romaninda --(romanin kahramani francoise vasitasiyla varolusun disardan gelmedigini kendimizce yaratildigini fakat tersine disariya dogru acildigini gosterir gece yarisi ortalikta dolasan f. etraftaki nesneleri kendi varoluslarinda gorur ve tanimlar
* bir edimin sinirlari bir cizgi ile cevrilip baglanamaz,yapilan isin sonu onceden kestirilmez...
(baglanma anlaminda)

s.d.b herseyin onune ahlagi koyar,kadin ile erkek arasinda her cesit temelli ayrimin karsisindadir.cinslerin farkliligi yadsinamaz ama nesnel olarak vaolan ,beden-nesne degil ,kisi tarafindan yasanilan bedendir. kadin,kendisini oyle hissettigi olcude disidir.:oysa kadinin kendisi hakkinda tasidigi duygu,kendi fizik kurulusuna degil ,baskalarinin davranisina baglidir; insan kadin olarak dogmaz.biyolojik,ruhsal ,ekonomik hic bir yazgi,toplumun icinde insan disisinin takinmis oldugu cehreyi tanimlamaz; kadinlik olarak adlandirilan igdis ile erkek arasindaki bu ara urunu hazirlayip ortaya cikaran uygarligin butunudur.

son yillarini feminizm hareketlerinin icinde gecirir.

1976'da (alman feminist) alice schwarzer ile yaptigi bir röportajda feministlerden çok sey ögrendigini söyler. "benim birçok görüsümü radikallestirdiler. ben, erkeklerin dünyasinda yasamaya alismistim. olduklari gibi: yani baskici. ben, sahsen bu baskiyi henüz fazla çekmedim saniyorum. çogu kadin için tipik köle isi olan isleri tanimam, asla anne, asla ev kadini olmadim. meslegimde de sayginlar arasindaydim. çünkü benim zamanimda felsefe ögretmenligi yapan kadin azdi. o zaman erkekler tarafindan da benimseniyordu insan. ben istisna bir kadindim ve bunu kabullendim. bugün feministler (erkekler için) bahane olusturacak bir kadin olmak istemiyorlar. haklilar da! savasmak lazim! bana her seyden önce ögrettikleri, uyanik olmak. hiçbir seyi kaçirmamak! en basit seyleri, o alistigimiz günlük seksi bile. bu daha kullandigimiz dille bagliyor."
bir diger yonunden kisaca bahsetmem gerekirse..
de beauvoir fransanin cezayir savasi sirasinda kadinlara yaptiklari iskencenin devlet tarafindan kabul edilmesi ve mahkum edilmesinde tayin edici bir rol oynamistir. gerçek anlamda devletten ve resmi ideolojiden arinabilen bir aydin olarak de beauvoir politik durusu ve fikirlerinden dolayi kadin hareketinin dünya çapindaki bir sembolu haline gelir..
son noktayi koyalim
simone de beauvoir bir oglak burcu kadinidir.
sartre ile aynı mezarda yatmaktadırlar. sartre 1980' de simone ise 1986' da ölmüştür.
'Özgürlüğün özü gözettiği amaçla tanımlanabilseydi, artık özgürlük diye birşey olmazdı.' demiştir , 'denemeler' adlı kitabında.
'kadın doğulmaz kadın olunur.' der simone de beauvoir

Onun için erkek egemenliği genel olarak kabul gördüğü gibi büyük bir bedensel gücün sonucu değil, eylem yapan insan olmasından dolayıdır. Ama bu eylem yapmayan kadına göre, böyledir. Kadınlar bu durumu kabul etmemeli, birisi karşısında öteki olmaktan çıkmalıdır. Çünkü:Dünyaya kadın olarak gelinmez, kadın olunur. Kadının insan özünün, toplumun kucağında aldığı şekil, biyolojik, psikolojik, ekonomik kaderin verdiği bir şekil değildir; uygarlığın bütünüdür, erkeğe ve kadın denen kısırlaştırılmış ara ürüne şekil veren."

Kurtuluşu başkalarında görmek yıkılmanın en güvenli yoludur; der.

kendisi de bu ikilemi yaşamıştır. Kendisi de burjuva bir aileden gelen Simon de Beauvoir, burjuva ideolojisinin kadına yüklediği kadın imgesine sert biçimde karşı çıkar, kadınla özdeşleştirilen evlilikten ve çocuk yapmaktan uzak durur. Sartre'la ilk karşılaştıkları üniversite yıllarında tipik bir kadın davranışı ile daima Sartre'la birlikte yaşama isteğini ön planda tutar. Ama sonraki süreçte bu değişir: Sartre'la karşılaştığım zaman, her şeyi kazandığıma inanmıştım. Onun yanında benim kendimi gerçekleştirmem başarısızlığa uğrayamazdı. Şimdi kendi kendime şunu söylüyorum: Kurtuluşunu bir başkasında görmek, yıkılmanın en güvenli yoludur.

Simon de Baeuvoir'in önemli bir yanı da düşünce sistematiğini oluştururken, teorisini yaşanmış olan deneyimlere dayandırmasıdır. Düşünsel üretiminideki özgünlük, salt felsefi kurgusal olmamasında yatar. Bunun yanı sıra O, bir varoluşçu olarak; varoluşçuların ihmal ettiği eylem kategorisiyle, varoluşçu temel sorunları genişletti. Onun özgürlük kavramı kadınlara yol gösterecek bir çağrıyı içerir. Simon de Baeuvoir'a göre özgürlük, insanın her gün kendisi için yeniden savaşmak zorunda olduğu bir olanaktır. Öteki olmaktan kurtulup, kendisi için özne olma yolunda bir zorunluluk. *

düzeltme:imla
" insan dünyaya kadın olarak gelmez, zamanla kadın olur. "

sözünün sahibi, fransız yazardır.
jean paul sartre' ın sevgilisi. o da sartre gibi yazardır. 1908 paris doğumlu simone feminizmin en sağlam temsilcilerindendir. kadınlığımın hikayesi isimli bir kitabını okumuştum. daha doğrusu kendi otobiyografisinden önemli bölümlerin alınıp özetlenmesi sonucu oluşmuş bir kitap bu, suyunun suyu yani. yine de kadının hayata bakış açısını anlamanızı sağlayacak düzeyde.
sartre ile birlikte olduğu süre içerisinde başka adamlar da girmiştir hayatına ve aşklar yaşamıştır. aynı şekilde sartre de başka kadınlarla birlikte olmuş, ilişkiler yaşamıştır. ve simone' nin kendi ifadesine göre bu üçüncü kişiler her zaman sartre ile aralarındaki ilişkinini kurbanı olmuşlardır.
düşünen, sorgulayan, mücadele eden; kurtuluşu bir başkasında değil kendinde gördüğü için yıkılmayan; her gün kendisi için yeniden savaşarak öteki olmadan kendisi için özne olma yolunda özgürlüğünü her daim yaşayan; aydın bir kadındır.

ayrıca; şiddetle okunması tavsiye edilen şu eserin yazarıdır:
(bkz: sade ı yakmalı mı)

şu cümlesi ve anlamlı tespiti bir çok şeyi açıklamaktadır:

--spoiler--
ana karnındaki yumurtayla ilgilenen toplum, doğan çocukların yüzüne bile bakmaz.
--spoiler--
Beauvoir kadınların kadın doğmadıkları gerçeğini öne sürer. Kadınlar kadın yapılmışlardır. Kadınlar aslında nasıl davranacaklarının belirleyen temel bir tabiata sahip değillerdir ve onlar da farklı bir yaşam seçmeye muktedir olan, kendinde-varlıklardır; istedikleri takdirde maddi açıdan bağımsız, yaratıcı ve entelektüel olmak için “öteki” statülerini bir kenara atabilirler.
Tabii ki de Beauvoir tüm kadınların kendilerini “öteki” rolünden kurtarmak için harekete geçmeyeceğinin farkındadır. Ona göre bir kadın pekâl⠓öteki” rolünden memnun olabilir ve erkeklerin kendisi için yarattığı tanımı benimseyerek kendisine biçilen rolü sanki bu rol için yaratılmışçasına büyük bir hevesle oynayarak kendi özgürlüğünü kendisinden gizleyebilir. Çünkü Sartre’ın da işaret ettiği gibi kadın kazandığı özgürlükle aynı zamanda büyük bir sıkıntı da yaşayacaktır.
simone de beauvoir'da harika olan şey, bir erkeğin zekasına ve bir kadının duygusallığına sahip olması.
jean paul sartre
kadınların kendilerine koruyucu bir çevre yaratmak amacıyla çevresindekileri kullanma konusunda ne kadar ileri gidebileceği konusunda son derece usta bir gözlemcidir.

(bkz: colette dowling)
bugün ölüm yıldönümü olan ünlü düşünür, yazar.
okuduğum yazılarından anladım ki tüm olayı çözmüş. balyoz gibi iniyor insana fakat özel hayatındaki tutumu insanı düşünmeye itiyor. belki de böyle doğru tespitler yapan kişileri mükemmelmiş gibi algılamamızdan kaynaklanıyor bu durum. kısaca üzerinde okuma yapılası yazar.