bugün

bugün felaket gününün yıl dönümü. çok boktandı çok. yeniden böyle şeyler yaşamayalım, bütün kalbimle temenni ederim.
ders alınmayan, çabuk unutulan, içimizde büyük bir acı olarak kalan.

istanbul eski valisi muammer güler'in deprem tedbiri olarak açıkladığı hadise ise daha üzücü.

"önlemlerimiz tamam 1 milyon ceset torbası aldık" illa birilerinin ölmesi gerekiyor.
sesimi duyan var mıı? çağrılarının, hala kulağımda yankılanmasıdır.
allah, birdaha böyle bir acı tattırmasın demeyi de bir görev bildim sözlük.
il genel meclisi kararıyla depremde iki bin beş yüz kişinin öldüğü, vatandaşların ölüm ovası adını verdikleri Hacı Mehmet Ovası’na "yoğunluk artışı kararı" ile bölgede inşa edilen binalara 4 kata kadar izin sağlanmış oldu...
ülke olarak bu tarz büyük bir afet'e ne kadar hazırlıksız olduğumuzu ve arama kurtarma konusunda ne kadar zayıf kaldığımızı gördüğüm hadisedir.

depremi bizzat kocaeli'de yaşamış biri olarak, o dönem de o dandik yapılara izin veren ve adam gibi denetlemeyen dandik yöneticiler yüzünden bir sürü insan ölmüştür.

ayrıca millete yaşatılan korku ve panik, insanların ölülerin üzerinden ziynet eşyalarını çalmaları, gelen yardımların saçma sapan şekilde gelişi güzel dağıtılması, yardımlar dağıtılırken milletin biribirini ezmesi, tüpraş patlıyacak diye milletin ölülerini bile enkaz altında bırakıp deep impact filmi'ni aratmayacak şekilde dağlara doğru, konvoylar halinde kaçısı (sanki tüpraş patlasa orda bişey olmayacak, bi dünya boru geçiyo o dağlardan ya neyse) hafızam'dan asla çıkmayacak şeylerdi.

allah bir daha yaşatmasın büyük afet'ti. rahmetle anıyorum deprem şehitlerini.
ne kadar uzak... ne kadar yakın. şimdi bakıyorum da ne çok acı çekilmiş... sabah sabah bir de video izledim. ne tuhaf... karnım ağrıdı.

sevdiğim insanları kaybetme korkusu sarıyor böyle şeyleri her hatırladığımda. onları ne kadar çok sevdiğimi yeniden hatırlıyorum. söylenmemiş tek bir söz içimde yankılanıyor.

seni seviyorum, seni seviyorum, seni seviyorum...

unutmayın...

yeniden aynı şeyleri yaşamamak, yeniden bir çok insanı kaybetmeden... daha dikkatli, daha özenli...

http://www.youtube.com/wa...p;feature=player_embedded
üzerinden 12 yıl geçmiş felakettir... ancak 12 yılda hiç birşeyin değişmemiş olması, zihniyetlerin aynı kalması en az o deprem kadar sarsıcı ve üzücü.
12 sene önce bugün, bu sabahı göremeyenler oldu. kardeşler, anneler, babalar, dayılar, amcalar, halalar, teyzeler, anneanneler, babaanneler... sevgililer asla bilmedi son öpücükleri olduğunu.
Bundan on iki yıl önceydi;
On iki yıl önce, tarih; 17.08.1999

Yaz tatili; sevinç içinde tüm çocuklar, kimisi üzüntülü ama, okul değiştirecek olanlar, mezun olanlar. Arkadaşlarından ayrı kalacakları için üzüntülü olanlar, tatil için bir yerden başka bir yere gidenler de var aramızda. Sancılı günlerin geleceğini önceden kestiremeyenler var. Acılı günler yaşayacak insanlar var aramızda, mutluluğun kapkara bir bulut gibi insanların içine hüzünle dolacağı günler.

Sabaha karşı, herkes uykuda iken yerin altından gelen korkunç bir gürültü ile doğruldu insanlar yerlerinden, kimisi rüyasında sallandığını düşündü önce, daha önce deprem ile tanışamayan insanlarımız vardı bizim. Bilinçsiz, eğitimsiz, daha önceden olacağı uyarısı olmadan yaşayan insanlarımız. Gerçi nerden bilecektik ki bu kadar büyük bir felaket olacağını.

işte o gün ve gecesi yaşananların ufak bir yansıması;

ilköğretim çağındaydık o zaman, yaz tatiline girmeden önce birbirimize yazdığımız hatıra defterlerimiz mevcuttu. Herkes birbirine güzel dileklerde bulunuyordu. Kimisi kendi elleriyle resimler yapıp arkadaşlarına veriyor, kimisi kompozisyon gibi uzun uzun yazıyor, kimisi kısa kesiyor ve sadece şunları yazıyordu; beni sakın unutma! Çünkü ben seni unutmayacağım.

Kimse kimseyi unutmadı ki zaten.

O gece rüyamda bir bilgisayar oyunu oynuyordum, ne kadar büyük bir zevkle oynuyordum hem de. Ekran birden sallanmaya başladı önce, kardeşimin yaptığını düşünüp, sinirlendim. 'yapma şunu, bırak şu bilgisayarı' diyerek kızdım. Gücü gittikçe artıyordu sallanmanın, sallanmanın yanı sıra, güçlü ve yerin altından geldiğini düşündüğüm bir ses ile beni uyandırdı uykumdan. Ağzımdan çıkan ilk söz "anne" oldu. Kardeşimin çığlıkları, ağlaması ile ne yapacağını bilemez bir halde, kardeşimi ranzadan indirdim. Babam bizi ve annemi çok hızlı bir şekilde dışarı çıkardı. ilk katta olmamız bir yandan avantaj olmuştu. Uzunca bir süre sallandık, çok uzun bir süre. Bütün bir ömrümün sallanacağı kadar uzun, anne ve babamla geçirdiğim sürenin kısa olduğunu düşünecek kadar acılı sürdü. insanların acı ve endişe dolu bağrışlarını ifade edemeyecek kadar uzundu. Sanki benim kısacık süren ömrüm kadar uzun sürmüştü.

Boş ve büyük bir alana toplandı, dışarıya kendini atan sağ salim çıkabilen insanlar. Dışarı çıktığımızda fark ettim ki, insanların hepsi hep bir ağızdan çığlık atıyordu. sonradan daha kötü bir şey olduğunu fark ettim. iskambil kağıdı gibi yıkılmıştı binalar. O an sağlıklı bir şekilde ayırt edemediğim için farkında değildim, etraftaki insanların çığlıkları, hengame, toz bulutları, tek bir yerden sadece benim kulağıma doluyordu sanki. Üstüne üstlük, o yerin altından gelen ses hala kulaklarımı tırmalıyordu.

Sabahın ilk ışıkları yıkılan binaların üzerine vuruyordu, babam yanımızda değildi o an, yardım için kurtarma çalışmalarına katılmıştı. Bizim oturduğumuz yerde fazla bir kayıp olmamıştı. Yapı olarak eski bir binaydı ama sağlamlığını kanıtlamıştı. yıkılmamış olmasına rağmen yıkılma durumu olabilir dediler. ama yan tarafımızda bulunan site ve orda bulunan binlerce tanıdığımız zarar görmüş, birçoğu hayatını kaybetmişti. Arkadaşlarım da vardı. Beni unutma diyen arkadaşım mesela. Asla unutamayacağım arkadaşım.

Uzunca bir süre konuşamadım, gözlerimi karnıma doğru çektiğim dizlerime odakladım. Annem konuşmadığım için endişelenmeye başlamıştı. Ama bir yandan da, O koşturmanın içinde, acılı annelerin çığlığı altında, yaşıyor olmamızın sevincini saklamaya çalışıyordu. Mütemadiyen ağlıyordu, günü yarılamıştık. tanıdıkları isimleri çağırdı annem bir süre. Sık sık "siz buradan bir yere ayrılmayın, kızım kardeşine sahip ol, elini bırakma" diyerek telkinlerde bulunarak bırakıp gidiyordu. Çoğu zamanda ağlayarak geliyordu. Başı öne eğik, bulamadığı arkadaşlarının acısı, hıçkırmalarını saklamaya çalışması hala aklımda. Kardeşimin soruları fazlaydı, ufacıktı. Okula bile gitmiyordu. Merak ediyordu ama, Abla hep böyle mi kalacak burası artık? abla arkadaşlarımız neden gelmiyor? Abla ben acıktım, sen acıkmadın mı? Abla evimize gitmeyecek miyiz? Bu ve bunun gibi binlercesi.

O sırada Ağlayan ufak bir erkek çocuğu geliyor yanıma doğru, üstünde bir atlet var, bir şort. Üstü başı toz içinde. Panikliyorum onu görünce. Etrafımda binlerce kişi var belki, ama sadece bana bakarak ağlıyor. Göz yaşları kırmızı yanaklarından süzülüyor. içli içli ağlıyor, Derdini anlatabilecek yaşta, ilkokul iki bilemedin üçüncü sınıf öğrencisi. kalkıyorum kardeşimin yanından, onun yanına gidiyorum. Önünde eğilip ellerini tutuyorum, hıçkırık dolu sesinin arasından "annemi götürdüler" diyor. "beni de buraya gönderdiler", "şu giden abi yanınıza oturmamı söyledi" diyor. Göz yaşlarımı tutamıyorum. Sarılıyor bana. incecik bedeni titriyor yaprak gibi, kollarımın arasında. "abla" diyor kulağıma doğru ağlaya ağlaya, "annem geri gelecek mi abla? Ben annemi istiyorum" o sözleri yüreğime işleniyor adeta. diyecek bir sözüm yok. Bilemiyorum annesine ne olduğunu çünkü. Ağlayan gözlerle bilmiyorum diyerek başımı sallıyorum. Boğazım düğüm düğüm oldu lafını o an anlıyorum. Çaresizliğin ne demek olduğunu, bir şey yapamamanı kahreden yükünü o an anlıyorum. Kardeşimin yanına oturuyor. Ellerini yüzüne kapatıyor, gizlenerek ağlamaya başlıyor. Babası nerde acaba diyorum kendi kendime, sorular soruyorum. Komşularımız sakinleştirmeye çalışıyor çocuğu. Ben de bir yandan göz yaşlarımı silerek, hıçkırıklarımı yutmaya çalışıyorum. Başımıza ne geldiğini bilemiyorum hala. Bu deprem dedikleri afetin ilk yıkıcı etkisini bu ufak çocuk anlatıyor bana.
Aradan geçen zamanlar, günler, kızılayı bekleyen insanlar, gönüllü olarak yardım eden insanlar var. Sitemliler hem de çok fazla. Kızılay gelmedi henüz afet alanına çünkü. Yemekler azar azar dağıtılıyor. Annem yanımızda, babam hala enkaz yardım çalışmalarında bulunuyor. Babam bitkin, babam çaresiz, o da ağlıyor çoğu zaman. Bir ton değişik hikaye anlatıyor. O anlattıkça Biz de onunla birlikte ağlıyoruz. bizi de susturmaya çalışıyor.

Orda bulunanlar bizim kadar şanslı değil. Onlar annelerini kaybetti, onlar kardeşlerini kaybetti o enkazda, babalarını, arkadaşlarını, tanıdıklarını kaybetti. Çocuğuz diye uzak tutuyorlar enkaz yerinden bizi. Ah bir gidebilsem oraya, tüm binaların altındaki insanları tek elimle çıkarırım diyorum, öyle güçlü hissediyorum kendimi, bir yandan da bir şey yapamamanın verdiği vicdan sızlamasıyla içim eziliyor. Annem ile babam gidiyor oraya. Hiçbir şeyi geri çeviremeyeceklerini biliyorlar, içli içli nefes alabiliyorlar sadece. Ellerinden geldiğince hızlı olmaya özen gösteriyorlar. Her an bir canı daha kurtarabilme derdindeler. Birçok kişiyi yanımıza getirdiler sonra, ağlayan ağıtlar yakan, can acıtan, her duyduğumda binlerce enkazın altında kalmış kadar canımı benden alan. Canlı çıkarılan her insanda bir coşku yaşanıyor. Seviniyor insanlar, umutlar çoğalıyor. insanlar birbirine sarılmak için afet bekliyormuş, bunu da öğreniyorum o zaman.

Anneler geçti gözümüzün önünden, "evladımı kurtarın" diyen, bize bakarken evladının yaşama ihtimalinin artacağını düşünen. Onunla birlikte bizleri de yerin dibine sokan anneler. Yalvaran anneler, "allah benim canımı alsaydı da murat'ımı almasaydı" diye ağlayan anneler, "elif anneciğim ses ver ne olur bebeğim" diye haykıran, dizlerinin üzerine çöküp, yerleri döven anneler.

Babalar gördüm, erkekler ağlamaz lafını hıçkıra hıçkıra ağlayarak yalanlayan babalar. Enkazdaki taşları o anki güç ile bir tarafa atıp insan kurtarma telaşında olan babalar, benim evladım kurtulamadı ama canlı olanların canlarını belki kurtarabiliriz diyen babalar.

Ablalar; gözleri kan çanağı olmuş, ağlamaktan yorulmuş ablalar gördük. "annemi kurtarın Allah aşkına, anne sesimi duyuyor musun anne, kurban olayım ses ver anne" diye haykıran ablalar. "anne ben sensiz ne yapacağım yaa, ne olur ses ver" diyen ablalar. iki kişinin zor zapt ettiği ablalar. Kendilerini yerden yere atan ablalar.

Ağabeyler yürüdü yanımdan, içli içli ağlayan, ağlamalarına dayanamadığım ağabeyler, insanlara arkasını dönüp gözlerini silen, of çekip duvar yumruklayan ağabeyler, yere çaresizce çöküp titreyen ellerle sigaralarını içen ağabeyler.
Bir tanesi yanıma oturdu, çenesi titriyordu ağlarken, üzerindeki şoku atamamıştı herkes gibi. Annem ile babamı sordu önce, yaşadıklarını öğrenince rahatladı. Ben de ona sordum ailesini. "Hepsi yaşıyor" dedi. Canlı ve sapasağlam enkaz altından çıkarttıklarını anlattı bana. O an çocuk yaşıma bakmadan anlattı hem de. insan nasıl da tutunacak bir dal arıyordu o an. Gözlerinden yaşlar süzüldü, ne düşündü acaba diye düşünürken,"ama onu kurtaramadım" dedi. "kimi?" dedim. "arkadaşın mı? Tanıdığın mı? Kimi?" yumruklarını sıkarak cevap verdi. "nazlı'mı" bir ömürden uzun dakikalar geçti aramızdan. Titreyen elindeki sigarasını zorla götürdü ağzına, zorlanarak, derin bir nefes çekti. Nazlı'sını kurtaramamış. Yumruğunu ısırdı, sesini kısmak için. Haykırmasını dindirmek için. Nazlı'sını kurtaramamış işte. Canından bir parçasıymış Nazlı'sı. Sonra tekrar konuşmaya başladı. Kurumayan gözlerim tekrar ağlamaya başladı, bir sevdiğim yoktu ama içim yanmıştı o an. "bir gün önce görüştük, bugün için planımız vardı. Gezecektik, sinemeya götürecektim onu. Nişanlımla zaman geçirecektim, kurtaramadım onu! lanet olsun! nazlı ses ver diye çok bağırdım, kurtaramadım cansız bedenini aldım son kez kollarıma" dedi. işte asıl, o an hayat durdu. En acı şeyin insanın kucağında yatan cansız bedenli sevdiceğiymiş bir şeyi daha kanıksadım.

Enkaz yerinden gelen sesler geliyordu kulağımıza "sesimi duyan var mı?" üzerime o an dünya çökse de şuracıkta ben de ölsem keşke dedim. Onun kadar konuşamıyordum ben. Sadece enkaz yerinden gelen o incecik ışık gözüme çarpıyordu ve o iki soru doluyordu kulağıma "sesimi duyan var mı?" "orada kimse var mı?"

- S e s i m i d u y a n v a r m ı ?
- O r a d a k i m s e v a r m ı ?

Zaman çok çabuk geçti; bilançomuz medya tarafından en az şekilde söylendi. Depremin şiddeti yurt dışında 9.6 türkiye de 7.4 olarak geçmiş kayıtlara. Üniversitede Aynı yurtta kaldığım arkadaşım depremde sevdiklerini kaybetmiş. En ufak sarsıntıda uyanıyoruz şimdi korkuyla, tüylerimiz ürpererek. Sabaha kadar da uyuyamıyoruz. Yine aynı dehşet yaşanacak korkusuyla. Ben kaybetmedim ailemi. Şanslıydım belki ama, ben o insanların acısını yaşadım. Hala yaşıyorum. Ve çarpık düzenimize, 1980 sonrası inşa edilen yapılara, 4 katlı bina yerine 14 katlı meşru olmayan şekilde bina diken müteahhitlerimize lanet okuyorum.

Özgedit; Depremin en az hissedildiği bölgede yaşıyorum. O depremi yaşamadım. Çok daha hafif kalmıştı bizim yaşadıklarımız. Ama evet biz de en az ordaki insanlar kadar dehşete kapıldık, biz de en az onlar kadar sarsıldık, manevi olarak. Ben sadece onların yaşadıklarını içimde yaşadığımı anlatmak istedim. Bir daha böyle büyük bir felaket yaşanmaması en büyük temennimiz. En az ordaki insanlar kadar yanmıştı bizim de canımız. Allah hepimizi olası bir felaketten korusun. Depremde vefat eden binlerce insanımıza allah'tan rahmet diliyorum ve yakınlarına binlerce sabır. Mekanları cennetin en sağlam yeri olsun.
hiç unutulmaması gereken çok acı gündür. deprem değil, yalnış yapılaşmalardı o kadar insanımızın canına mal olan. bugün de değişen hiç bir şey yok, can güvenliğimiz yok binalarda, en azından çoğumuzun. hani bir şarkı vardı:

(bkz: bir şey yapmalı).
--spoiler--

17 ağustos depreminde kaybettiklerimize allahtan rahmet kalanlara sabırlar dilerim.allah bir daha böyle acılar yaşatmasın...

--spoiler--
annemin gelip uyandırdığı hissetmediğim depremdir.hayatını kaybedenlere allah rahmet eylesin.
amcamın hayatını kaybettiği deprem, toprağı bol olsun.
evet müteahhit efendi bak bir 17 ağustos günü geldi çattı... fay hatlarına atıyorlar suçu ama yalan! yalan söylediniz! bütün günah senin. merak etme göçük altında kalmadı kimse, ölülerimizi uğurladık biz çoktan dualarla, ama bir tek senin insanlığın kurtulmadı o enkazdan. dilerim ki pıhtılaşmaz o ruhunda kanayan insanlık yaran
tabi biraz olsun kanıyorsan ya da kanadıysan...
(bkz: 17 ağustos 1999 marmara depremi)
--spoiler--
polis nüfus cüzdanımı alıp bir gözünü benden ayırmadan elinde evirip çevirdi, doğum yerime baktı, “depremde bir şey var mı?” diye sordu.

“vardı kalmadı,” dedim. önceden hazırlanmış bir espri.

“geçmiş olsun,” deyip gitti.
--spoiler--
olmayasıca deprem.

(bkz: unutmadık unutmayacağız)
ekşi de o gece ne entryler girildi merak ettiren deprem an itibariyle.
küçük bir depremde neler yazılıyor gördük. yok koltuktan düştüm yok şu yok bu.
acaba o deprem anında neler yaşadı insanlar. koltuktan düştüm diye bir yorum yoktur herhalde.
http://www.youtube.com/watch?v=a7IA95F4R18

bu video sadece bir deprem belgeseli değil...

hıçkıra hıçkıra, ciğerim yanarak izlediğim ve aynı anda da sözlükte paylaştığım bir dönüm noktası...

kelimelerin yetersiz olduğu nadir anlardan birini yaşarken anlatmak çok zor elbette. hayatın bir saniyeyle 11 aylık çocuğun dahi gözünün yaşına bakmadığı, birbirini tanımayan bir insanın yüreğindeki ilahî bir takip olan vicdanın devreye girdiği (girmez olasıca) o insanüstü ânı, belki de "anne, baba, ağabey" kavramını ilk kez iliklerinde hisseden bir genç kızın çığlıklarıyla bir geceye uyanan binlerce insanın o ana kadar gerçek anlamda hayat nedir bilemezken, farkında olmadıkları o hayatı kaybettiklerine tanık oldum az önce.

enkaz altında kalan bir gencin "elinde bir şey varsa beni vur abi" diyen çığlıklarını duydum. yan odada yatan ağabeyini 45 saniyede kaybeden bir kıza, bir taraftan "yavrularım" diye bağıran bir babaya tanık oldum. düşünün aile kavramını. her gün birlikte yaşadığınız, canımız ciğerimiz olan o insanları düşünün. gereksiz kavgaların ortasında bile tırnağına zarar gelse kıyamet koptuğunu bir düşünün ve bu videoyu izleyin.

dediğim gibi, 11 aylık bebeğin gözünün yaşına bakmayan hayat için biz kimiz ki? günlük telaş içinde atladığımız onca detaya, kırdığımız yüzlerce kalbe, taşıdığımız onca kine, nefrete değer miydi?

o saniyeden sonra kim gerçekten mutlu olabildi ki? kim gerçekten düşlediği hayatı kurabildi? peki ya o geceyi yaşamayanlar için hayat neydi bilen var mı? gerçekten hayatın anlamını, bize ne verdiğini, bizim hayattan ne beklediğimizi biliyor muyuz?

videoyu izleyin ve bırakın ağzınıza sıçsın. mide krampları eşliğinde bunları yazarken söyleyeceğim son şey herkesin hayatına yeniden yön vermesi gerektiği. o ceset torbalarına girmeden yapacağımız çok şeyler var eminim. kader bize bu fırsatı verirse elbette ki...

allah bir daha böyle bir acı yaşatmaın. hiçbir canlıya...
Acıya uyanmak ya da uyanamamak.

Gidenler gitti de kalanlar için çok daha zor oldu hayat. Karısına bir gül, çocuklarına şekerleme, torununa çikolata alamadılar.

Öksüz, kanatsız kalmak.
hayatta hiçbirşeyin gerçek sahibi olmadığımızı biz insanların yüzüne vuran dehşet günüdür.

o gün öyle bir gündü ki, malım mülküm var sananlar, evim arabam var sananlar, işim gücüm var sananlar, param pulum var sananlar, hatta annem babam çoluğum çocuğum ailem var sananlar 45 saniyede evet sadece 45 saniyede yok olduğunu gördüler.

hayatta sahip olduğumuz hiç bir şey aslında bizim değil, emanetçiyiz sadece, gerçek sahibi geri alana kadar emanetçiyiz, bu yüzden emanete iyi bakalım ama gerçek sahibini de asla unutmayalım, varlığıyla böbürlendiğimiz ve asla yıkılmaz, yok olmaz sandığımız şeylerin, sadece 45 saniyelik hükmü olabileceğini asla unutmayalım.

o gün hayatını kaybeden herkese allah'tan rahmet, yakınlarına da sabır diliyorum.
AKRABALARIMI GÖZÜM ÖNÜNDE YiTiRDiĞiM GÜNDÜR. UNUTMAK iSTENiR, UNUTULMAZ.
5. kattan düşenin halini 5. kattan düşen anlar misali kötü bir gün. yaşayan bilir ancak.
cinayettir.

insanın kendini güven içerisinde hissettiği yerin kendisinin ve sevdiklerinin mezarı olması ne acıdır. deniz kumuyla, çürük demirle adeta iskambilden evler yapan o götüm adamların vicdanlarına osurayım. sesimi duyan var mı? içimi acıtan en ağır cümlelerdendir hayatımda. tarih tekerrür etmez umarım.
felaket sonrası; kaçak ve niteliksiz yapılanmaya sebep verdiği için; hapse mahkum olan: müteahhit, mimar ve mühendislerden çok küçük bir kısmı cezasını ödemiştir. diğerleri; zaman aşımı, para cezasına çevirim, dava düşmesi gibi etmenlerden dolayı; cezalarını çekmemişlerdir.