bugün

sevdiği entry'ler

ümitcan uygun

sema esen adlı kızcağız çok para kazanma isteği uğruna kırşehir'in kaman ilçesi gibi yemyeşil bir cenneti bırakıp ankara pavyonlarında çalışmaya başladığında aleyna çakır olmuş. bu kızcağızın en büyük talihsizliklerinden biri de ümitcan uygun denen aha bu serseri mayınla tanışmak olmuş. sema şu an kaman'da ceviz ağaçlarının arasına hamak kurup sallanarak kitap okuyor olabilirdi.

genç hanımlar, o pavyon denen ortam ve eskortluk o şaşaalı hayata değecek bir şey değildir. bir erkek kardeşiniz olarak söylüyorum. ananız babanız, ciğeri beş para etmez orospu çocukları içki içip sizin oranızı buranızı sıkıştırsın diye dünyaya getirmedi sizi. az kazanın ama huzurunuz olsun, kimse size parasını verip sahip olamasın. kendinize bu kötülüğü yapmayın.

ümitcan uygun denen herifle yolda karşılaşsam karşı kaldırıma geçerim. ki gerekirse kavga edebilen ve kenar mahalleden çıkmış bir adam olduğum halde ben bu herifle oturup konuşsam bile başıma bir bok geleceğini bilirim. herifin kolları pazularına kadar façalı, madde bağımlısı, kadın satıcısı, katil. daha ne olsun?

nasa nın mars tan çektiği görüntü

Nasa'nın çektiği bir görüntü. Evet.

Mars'tan ilk görüntüler gelmeye devam ediyor:
görsel

15 şubat 1999 abdullah öcalan ın yakalanışı

bugün 22. yıldönümü olan, apocu, pkk'lı, hdp'li kansızları kudurtan olay...

bir zamanlar türkiye'de...

buzdolabı yoktu(!), ambulansları köpekler çekiyordu(!), hatta bardak bile yoktu(!)...

ama terörle mücadele vardı.
kararlı mücadele...

devlet "baba" vardı.
devlet=hükümet değildi.

hükümet bu devlette zurnanın son deliğiydi.

ve devlet şov yapmaz, şov peşinde koşmazdı...

devlet baba bekası için gerekeni yapardı.

hain teröristbaşı suriye'deydi.
şanlı ordumuz suriye sınırında en üst düzey komutanının ağzıyla net bir mesaj verdi.
"haini saklamayın..."

ve yılan deliğinden çıktı.
çıkmak zorunda kaldı.

ardından apo dolaşmaya başladı.
rusya'ya gitti, italya'ya gitti...

rahat vermedik.
zira devletimiz devlet gibi devletti.
teröristbaşını besleyen her ülkeye, herkese postasını koyuyordu.

nihayet yunanistan sahip çıktı haine.
apo o sırada kenya'daydı. yunanistan büyükelçiliğinde saklanıyordu.
ama türkiye'nin baskısı sonuç vermişti, yunanistan'ın artık teröristbaşını kendi büyükelçiliğinde saklamaya yüzü kalmamıştı...

ve yunanistan, apo'yu kenya'dan almak için hollanda'dan uçak kiraladı...

mit devreye girdi.
"milli istihbarat teşkilatı..."

o zamanlar mit'te görev yapanlar, fem dershanesinin en üst katında fethullah gülen'e kimliğini okutmuyordu. yerli ve milliydiler.

mit bu istihbaratı almıştı.
yunanistan'ın apo'yu almak için kiraladığı uçağın aynısını buldular.

o uçak cavit çağlar'da vardı.

cavit çağlar'dan uçağı istendi. çağlar ikiletmedi bile. uçak türk devletinin hizmetindeydi...

cavit çağlar'ın uçağı, sivil havacılık genel müdürlüğü personeli tarafından boyandı.
yunanistan'ın hollanda'dan kiraladığı uçağın aynısı birkaç saat içinde uçuşa hazırdı.

devletin organizasyonuna bakar mısınız arkadaşlar?
sene 1999.

buzdolabı yok(!) ya hani.

ama mitçisinden tut, sivil havacılık personelinin yer hizmeti ekbine kadar herkes liyakatli ve herkes görevinin bilincinde...

ve hazır edilen uçak içinde "muz tüccarı iş adamı" görünümlü 5 mit personeli ve bordo berelimizle havalandı...

muz tüccarları(!), bir maymunu kafeslemeye gidiyorlardı...

tıpkı 1911'de gazeteci şerif bey ve kuyumcu hamdi kılığında trablus'a giden kahramanlar gibi öncelikle mısır'a gittiler, ardından uganda'ya indiler.
burada dikkatleri dağıtmak için 10 gün beklenildi.

bu sırada yunanistan'ın hollanda'dan kiraladığı uçak havalanmış, kenya'ya geliyordu.

hollanda'dan gelen uçak havadayken, bizim muz tüccarları uganda'dan havalandı.
ve ardından nairobi havalimanına indiler...

kenya'daki yunan istihbaratı kandırılmıştı.
bizim uçağı, kendi uçakları zannettiler.

o zamanlar biz kandırılan değil, kandıran, ne istedilerse veren değil, ne istediysek alan taraftık.

ama buzdolabı yoktu yani. vallahi bak...tuvalet de 1 milyondu...

uçağın indiği bilgisini alan yunanlar, apo'yu saklandıkları delikten, yani kendi büyükelçiliklerinden çıkarıp havalimanına getirmeye başladılar.

ve nairobi havalimanında bekleyen mit görevlilerine, yunan istihbaratına teslim eder gibi teslim ettiler apo'yu.
kendi elleriyle...

apo'da ne olduğunun farkında değildi.
hollanda'dan gelen uçağa bindirilip yunanistan'a götürüleceğini zannediyordu.

bu hissiyatla uçağa adımını attı.
hala her şey normaldi. uçak kalkışa hazırdı, motorları çalışıyordu.

apo kendisine gösterilen koltuğa oturdu.

ismi bizde saklı olan mit mensubu apo'nun karşısına geçti elini omzuna koydu ve gayet temiz bir istanbul şivesiyle konuşmaya başladı;

"memlekete hoş geldin abdullah öcalan..."

işte o an her şeyin bittiği, zamanın durduğu bir andı abdullah öcalan için.

türk devletinin varlığı, türk devletinin büyüklüğü bir nefes uzağındaydı sadece...
görsel

gerilir zorlu bir yay
oku fırlatmak için;
gece gökte doğar ay
yükselip batmak için.
insan büyür beşikte
mezarda yatmak için.
kahramanlar can verir
yurdu yaşatmak için...

#tarih

sevgilinin terk etme bahaneleri

Seni sevemedim bir türlü der gider. Başkasını seviyorum der gider. Ben seni hiç sevmedim der gider. Sen beni sevmedin ki der gider. Sen beni sevdiğini sandın der gider. Seni sevmeye çalıştım ama başaramadım der gider. Seni seviyorum ama yürümüyor der gider. Seni seviyorum ama yürütemiyoruz der gider. Seni seviyorum ama senin beni sevdiğinden emin değilim der gider. Bazen hiç bir şey söylemeden çekip gider. Bazen öyle sessiz gider ki sen kurarsın ardından cümleleri. Takıntı olur sana, neden gitti dersin ama bulur bir bahane çekip gitmek isteyen.

galiba bu sene de evlenemeyecek olmak

inceden inceye hissettiren durum. bu sene de o sene degil.

artık seninle biz düşman bile değiliz

şiirdeki asıl "etkileyicilik" bu sözde değil şundadır:

"kanlı bıçaklı düşmanım bile olsa,
insanın
bu rütbe alçalabilmesinden korkuyorum.."

zaten başlıktaki sözün ortaya çıkışının da nedenidir bu yazdığım kısım. asıl üzen asıl can sıkan bu rütbe alçalabilmektir yoksa biz senle düşman olsak ne olur? olmasak ne olur? bu sözü söyleyecek raddeye geldikten sonra sözün ne mahiyeti var? ama senin bu derece alçalabilmen? işte asıl mevzu bu yeğen asıl mevzu bu! *

yani yeğen "benim artık sezar olmayışım ve senin de brütüs olmayışın" güzel bir şiirin güzel bir dizesine denk gelir, ancak senin bu derece alçalman hayatın neresine denk gelir? düşün yeğen düşün! :)

üşengeçlikten yapılan şeyler

Tv Kumandasını kalkıp almak zor gelince telefona uygulama yükleyerek zaplamaya devam etmek.

cilt alt tonu

Size çok kolay bir yöntem söyleyeceğim. Pastel daylong 9 numara kırmızı bir ruj var. Onu sürüp kendinize bakın. Muhteşem görünüyorsa soğuk, palyaço gibi görünüyorsanız sıcak alt tonlusunuz. Sıcak alt tonlu kardeşlerim 9’a veda ettikten sonra 36 numara ile hayatınıza devam edin.

Edit: bu linkte 9 numara var. Yandaki renk seçeneklerinde ise 36 var. Aynı gibi duruyorlar fotoğrafta ama aralarında alt ton farkı var.

https://www.gratis.com/pa...n/Pastel1004?sku=10019582

ne zaman mutlu oluruz

Belki bir zaman. Ama emin değilim. Olmayabiliriz de. Garantisi yok.

seninle şöyle olabilirdik

görsel

7 aydır evden çalışmak

alışkın olmayanlar için travmatik sonuçları olan çalışma tarzıdır.

Bir süre sonra ev, işyeri haline gelir. mesai saatleri ortadan kalkar. Öğlen paydos olsun çıkıp kafamı dağıtayım, akşam mesai bitsin huzura ereyim, iş stresini kafamdan çıkarayım denilemez. 7/24 ofiste kalmak ve çalışmak gibidir.

freelance ile karıştırılmamalıdır. bahsi geçen durum maaşlı olarak bir iş yerinde mesaili olarak çalışanlar açısından anlatılmıştır.

satürn ün içinden geçmek

https://youtu.be/TGaW-c7T4f8

Bırakın bizim gibi canlı yaşamı, bildiğimiz anlamda maddenin parçalanmadan icinden çıkması imkansızdır, her gazi oksijen mi zannettin koçum

sözlük yazarlarının söylemek istedikleri

benim değil, bir başka canın söylemek istediğine elçilik benimkisi. her nasıl onun yaptığı bizden çok uzak olmayan duygulara elçilik gibiyse bile.

''Ne olur geri dönme!
Önce Taksim'deydi. Beyoğlu'nda, istiklal Caddesi'nde pek de ortalıkta olmayan duvarlarda gördüm:
"Ne olur geri dönme!"
Sonra Nişantaşı'nda gördüm aynısını. En afilli duvarı bile acısıyla tarumar edecek kadar acayip bir cümle gibiydi:
"Ne olur geri dönme!"
Büyük harflerle, şehre sığamayan büyüklükte.
"Buralarda bir çocuk herhalde" dedim. "Kendi kendine çekmek istiyor acısını ve söylüyor bunu şehirde yürümekte olan sevgilisine."
Sonra işler değişti. Maslak'ta, ki uzaktır Nişantaşı'na, oto sanayiinin duvarında gördüm aynı yazıyı, aynı harfler, aynı yazımla:
"Ne olur geri dönme!"
Ne oluyor? Biri, bir genç adam muhakkak, şehrin duvarlarına kaydetmeye mi karar verdi acısını? Şehrin duvarlarını çize çize mi katlanıyor yalnızlığa? Çünkü sadece Avrupa yakasında değil, Anadolu yakasında da:
"Ne olur geri dönme!"
Büyük harflerle, kendine sığmayan büyüklükte...
Alışır insan. Alıştığı, alışmaya başladığı anı da bilir üstelik. Gidenin yokluğuna alışmaya başladığını, bir hastalığın nekahet dönemine girdiğini bildiğin gibi bilirsin. Ve ondan sonra esecek bir rüzgâr, çalacak bir telefon, gecenin bir yarısı pişman olmuş biri beliriverdiğinde kapıda... En baştan, ta en baştan başlamak zorunda kalırsın hummaya. O yüzden işte, bir gün bir anda artık istemez olursun, geri gelmesini hiç istemez olursun. Giden bir kere gitmiştir çünkü. Bir kere giden ne kadar geri gelse gelmez. Gelişi bir türlü dikiş tutturamaz. Bu yüzden içinden, çok içinden yalvarmaya başlarsın:
"Ne olur geri dönme!"
Artık geri dönme...
italo Calvino'nun bir hikâyesidir. Âşık olduğu sevgilisinin her anını fotoğraflamaya karar verir adam. Giderek bir saplantıya dönüşür bu. O kadar çok fotoğraf çekmeye başlar ki, sonunda kadın bıkar ve gider. Bu kez adam, kadının yokluğunun fotoğrafını çekmeye başlar. Kadın "her yerde olmadığı" için her şeyin ve her yerin fotoğrafını çekmeye başlar adam, her anın fotoğrafını. Giderek kadının yokluğu, var olan her şeye yayılmaya başlar böylece. Onun gibi bir şey işte. O yüzden bir genç adam da elinde kara bir boyayla dolaşıyor istanbul'da bugünlerde. Her yere yazıyor:
"Ne olur geri dönme!"
Belki önce kızın geçme ihtimali olan yerlere yazıyor. Sonra biraz düşününce başka yerlere. Sonra geceleri aklına geliyor kızın şehrin herhangi bir yerinde, orasında ya da burasında olabileceği, şuraya ya da buraya işinin düşebileceğini. Gidip oralara da yazıyor:
"Ne olur geri dönme!"
Bunun ne acıklı olduğunu, ne korkunç bir alışmak olduğunu biliyor adam. Peki kadın biliyor mu? Adamın nasıl bir isyan ve inatla ağulu aşkı başından kovmaya çalıştığını? Geri dönse adamın yeniden bütün şehri dolaşacağını... Bütün şehri dolaşıp tek tek o yazıların üzerini daha da kara bir boyayla kapatmaya çalışacağını... Hayatın maskarası olduğunu düşünüp düşünüp enayiliğine ağlayacağını... Şimdi, bugün, hayatın karşısında böyle maskara olmamak için bağıra bağıra yazdığını o cümleyi:
"Ne olur geri dönme!"
Ve bunun dünyanın en güçlü geri dön çağrısı olduğunu...
istanbul'da genç bir erkek, bugün, delirircesine istiyor bir kadının geri dönmesini. Şehir duvarlarının manşetlerine taşıyor bunu. O adama işte, kolay gelsin diyorum...''

aga bee.
görsel