bugün

On ikinci nesil dişi yazar. Hemen takibe aldım çok güzel yazıyor.
Çaresizliği çok güzel bir şekilde anlatan filmdir.
merak edilen, ama hiç izlenmeyen filmdir.

(bkz: çölde çay)
teomanın iki yabancı şarkısında neden geçtiği merak edilen film.
Bertolucci hayrani birinin en az diger filmleri kadar sevebilecegi sadece kitap uyarlamasi olmasini biraz yadirgayabilecegi muhtesem film. Valla bi colde cay olsa da icsek ya (bkz: yuzeysellikte sınır tanimamak)
the sheltering sky isimli romandan uyarlanan türkçeye çölde çay isminde çevrilen insanın dünyadaki yalnızlığını konu alan amerikalı bir çiftin fas'a gelmesinin anlatıldığı filmdir. başrollerinde John Malkovich(port) Debra Winger (kit)'ın oynadığı filmdir.
paul bowles'in unutulmaz eseri.

kitabını okuduktan hemen sonra filmini izlediğimde üzerimde bıraktığı etkinin kaybolacağından endişelenmiştim ama filminde eksikler olsa da göremediğim birçok detayın farkına varmamı sağladı.

belki olmazsa olmaz değil ama aşkı, insan ilişkilerini ve hayatı yanında ya da içideyken değil ''uzakta ama derinde'' arayan ve yakalayamayanlarca mutlaka okunmalı/izlenmeli.
müziklerinin çogu ryuichi sakamota tarafından yapılan bu filmin, sadece soundtrack'inin dinlenmesi ile, daha önce izlenmiş bir film değilse, kendinizi filmi izlerken bulabileceğiniz harika ve dramatik soundtrack'i şöyledir.
http://www.youtube.com/watch?v=__aJL8i1kL4

ryuichi sakamota bestesini yaptığı bu soundtrack ile golden globe award for best original score and the lafca award for best music ödüllerini almıştır.
ryuichi sakamota bestesini yaptığı bu filmin soundtrack'i ile golden globe award for best original score and the lafca award for best music ödüllerini almıştır.
http://www.youtube.com/watch?v=__aJL8i1kL4
izlemeden geçen seneler için kahreden ender filmlerden.

--spoiler--
+18 içerik sebebiyle bireysel izlemeler önerilir.
--spoiler--
--spoiler--
batı milletinin ezelden beri ne kadar aşmış olduğunu bize gösteren yapıt. sadece filmini izledim. dikkatimi çeken şu oldu: bizde o vakitler esas kız ve oğlan kavuşamaz, hasretinden ince hastalığa yakalanıp geberirken bunlar karı- koca çöl ortasında çatır çatır seviştikten sonra ' birbirimize aşık değiliz alışkınız sadece' deyip ağlaşıyorlardı. yuh yani.
--spoiler--
d&r'da bulamadığım kitap. basımı durduruldu gibilerinden birşeyler söylediler. hangi kitapçılarda bulabileceğim konusunda yardım beklemekteyim.
tamamen dingin bir kafa ile, seyir esnasında her şeyden soyutlanarak, hikayenin içine girmeyi başararak izlendiğinde insanı derinden yakalayan bir film. tükenen bir ilişki ve yer yer zor, yer yer mistik çöl hayatı paralelliği hikayeyi daha da vurucu yapıyor. kadın erkek veya insan ilişkileri üzerine, ya da insana dair mutlaka izlenmesi gerekenlerden. diyalogsuz geçen belki 10-15 dakika kadar sadece çölde kumun içinde gündüz gece geçen sahneler var, sıkılmak değil ama tarifsiz bir şekilde ruhunuzu daraltıyor. belki bertolucinin izleyiciye yaşatmak istediği de buydu diye düşünmeden edemedim. son söz mutlaka izleyin.
--spoiler--
yazdan kalma bir günden
ya da çölde çay filminden
--spoiler--
Adam kadına şöyle der: "Benim için sevmek, seni sevmek demek, biliyorsun"
iki yabancı adlı şarkıya ilham veren , iki hayat arkadaşının zamanla nasıl iki yabancıya dönüşebileceğini anlatan bir başyapıt ders alınası , seyirlik bir film.
Time Dergisi tarafından 1923 yılından beri ingilizce olarak yazılmış en iyi 100 kitap arasında gösterilmiş olan Paul Bowles eseridir.
bernardo bertolucci 'nin the dreamers filmiyle bu film arasında büyük, çok büyük farklar vardır. the dreamers izlediğim en güzel filmlerdendi. Bu ise en kötülerinden.
filmi güzeldir kitabı daha güzeldir ama en güzeli filmin müzikleridir film bittikten sonra müzikler (bkz: requiem for a dream)etkisi yapabilir
çöl toprağı gibi verimsizleşen ilişkinin zamanla çoraklaşması ve bitmesi üzerine kurulu bir bernardo bertolucci filmi. ilişki zamanla biter ve çöl gibi vahşileşmeye başlar her şey. bir yerden sonra da acıtmaz hiçbir şey çünkü çöl toprağında kalan iz gibi bir rüzgar eser ve görünmez yapar her izi.
filmin sonunda yer alan ve davudi bir ses tonu ile fısıldanan;

"ne zaman öleceğimizi bilmediğimiz için, hayat hiç bitmeyecekmiş gibi gelir. ama hiçbir şey çok tekrarlamaz kendini. aslında çok az tekrarlar.

çocukluğumuzun bir öğleden sonrasını, öyleki, hayatınızı onsuz düşünemediğiniz, sizi derinden etkilemiş bir öğleden sonrayı, daha kaç kez anımsayabiliriz ki ?
belki dört, beş kez daha. belki o kadar bile değil. dolunayın çıkışını daha kaç kez izleyebileceksiniz?
belki yirmi ama yine de her şey sonsuzmuş gibi gelir. "

sözü ile amerikalı genç çiftin (port ve kit) kuzey afrika kentleri ve çöllerindeki acıklı hikayesini anlatmıştır. lakin tifodan ölen "port" mudur özgür olan yoksa hastalıklı bir yaşamın ardından mutsuzluğa teslim olmuş bir ruh olarak "kit" mi?

ve izleyiciye damardan verilmek istenen "acı çekmek özgürlükse özgürüz ikimizde" mottosu mudur?

bence, iki insan arasındaki "o aşılamayan uzaklık"ı aşmaya çalışırken cama çarpıp durma durumudur.

hastalıklı bir aşk'ın tarafları... sözüm size;

"çöl çok büyüktür, ama hiçbir şey gerçek anlamda kaybolmaz orada." (esirgeyen gökyüzü)
beyninizin içine çivi gibi çaktığı cümlelerin sızısını filmi izledikten günler sonra bile duyumsamaya devam edebileceğiniz,benim de şahsen teoman'ın iki yabancı şarkısında bahsi geçiyor diye merak edip izlemiş olduğum film. "hemen afrika'ya gideyim,çöllere düşeyim,ay ne kadar enteller" ve "ay hayatta gitmem o ne be sineklere bak evimde oturayım,hatta gidip dolaptan şöyle serin birşeyler yiyeyim" hissini aynı anda uyandırabilen bir bernardo bertolucci filmi.
mütemadiyen sorgulatıyor,hiç bitmeden,hiç... ama en çok filmin sonundaki cümleler etkiliyor insanı. mutlaka izlenilmesi gerekenlerden.
yer yer fazlaca uzatılan sahneler, abartılı detay kalabalığı ve kötü müzik seçimi yok değil. diğer taraftan çöl görüntüleri eşliğinde debra winger'ın olanca -doğal- şehveti, john malkovich'in donuk bakışlı mutsuzluğu ve aralarındaki gel-git akıllı ilişki filmi izlenir hale getiriyor.

güneşin batışı izlenirken yiyiş yapılan o sahneyi (saha ve zemin şartları müsait olduğu anda aynen john waynen uygulamak maksadıyla) aklıma yazdım.

Şöyle de enfes bir diyalog var o sahnede:

port(malkovich):burda gökyüzü o kadar tuhaf ki, sanki katı gibi, sanki bizi ötelerdeki birşeylerden koruyor. bak?
kit(winger):ötelerde ne var?
port:hiçbir şey...sadece gece...
kit:senin gibi olmak isterdim. ama olamıyorum.
port:belki ikimiz de aynı şeyden korkuyoruz.
kit:hayır öyle değil. sen yalnız kalmaktan korkmuyorsun ve hiçbir şeye ihtiyacın yok. hiç kimseye ihtiyacın yok. bensiz de yaşabilirsin.
port:bak! benim için sevmek, seni sevmek demek, biliyorsun. ne sorunumuz olursa olsun, başka biri olamaz...belki ikimiz de çok sevmekten korkuyoruz.

(sessizlik...)

port, kit'in karnına sokulur. güneş battı batacaktır. kasıklarından tutar, karnından tutar -sanki bi yerlere düşmekten korkar gibi- kokusunu içine çeker. belki o an orada ölseler daha iyi bile olabilir. gün eşsiz görünmektedir. ve artık batmalıdır.

iki yabancı girer...
dingin bir kafa ve dikkatle izlenmesi gerekmektedir. çünkü filmde dialoglardan daha çok öne çıkan, beden dilidir.

insanın en yakınından bile nasıl uzaklaşarak yanlızlaştığını, yüze atılmış bir tokat etkisiyle anlatır.
--azıcık spoiler--
olayın aslı; bahtsız kit'i çölde şanslı bedevinin sikmesidir.

lakin port on numara ölmüştür, o ayrı!
--azıcık spoiler--