bugün

Yılın öğretmeni zan altında
Diyarbakır'da kız çocuklarının okula gönderilmesi için internet üzerinden başlattığı yardım çağrısı nedeniyle yılın öğretmeni seçilen Rıdvan Sadık'ın, yapılan soruşturmada toplanan paralardan 30 bin YTL'yi nereye kullandığını belgeleyemedi. Diyarbakır Milli Eğitim Müdürlüğü, kademe cezası verilen Sadık hakkında, savcılığa suç duyurusunda bulundu.

Merkeze bağlı Yiğityolu Mehmetçik ilköğretim Okulunda görev yapan Sadık, ekonomik durumu iyi olmayan ailelerin çocukları ile kız çocukların okutulması için internet üzerinden yardım çağrısı yaptı. Bu girişimi ile Diyarbakır'da yılın öğretmeni seçilen Sadık, hakkında ihbar üzerine müfettişler 4 ay önce soruşturma başlattı.

Yapılan incelemede yardım paralarının yatması için Sadık'ın kişisel hesap numarasını verdiğini ortaya çıkaran müfettişler, hesabında 1 milyon YTL'ye yakın paranın biriktiği ve bu paradan 30 bin YTL'nin nereye harcandığının tespit edilemediğini ortaya çıkardılar.

Soruşturma devam ederken, Sadık'ın internet üzerinden belirttiği tüm hesap numaralarına el konuldu. Ancak soruşturma sürerken Sadık, ikinci bir hesap açarak, bu hesap numarasını da yine internet üzerinden yayınlatıp yardımların buraya yatırılmasını sağladı. Yapılan soruşturmada ikinci hesap numarası da bloke edildi.
(http://www.internethaber..../news_detail.php?id=38369)

vaaaaah denilesi durum vaaaaah hatta eyvaaaaah
Kaçak elektrik çekiyordu
Serinevler Mahallesi"nde ikamet eden Mehmet Balta, yüksek gerilim hattından evine kaçak elektrik bağlamak için evinin önündeki TEDAŞ"a ait direğe çıktı. Mehmet Balta, elindeki kabloyu pense yardımıyla yüksek gerilim hattına bağlamaya çalıştığı sırada, elektrik akımına kapılarak telde asılı kaldı. Balta"nın ailesi ve polis ekiplerinin cesedi direkten indirememesi üzerine TEDAŞ"tan yardım istendi. Olay yerine giden TEDAŞ"a ait vinç, Mehmet Balta"nın cesedini asılı kaldığı yerden indirdi. Balta"nın cesedi, asri mezarlığa ait cenaze aracıyla otopsi yapılmak üzere Gaziantep Cengiz Gökçek Devlet Hastanesi morguna kaldırıldı.
(http://www.internethaber..../news_detail.php?id=37640)
nazım hikmet in bursa cezaevinde 1941'de yazmaya başladığı en baba eserlerinden biridir.
(bkz: donla denize girmek)
Haydarpaşa garında
1941 baharında
saat on beş.
Merdivenlerin üstünde güneş
yorgunluk ve telâş
Bir adam
merdivenlerde duruyor
bir şeyler düşünerek.
Zayıf.
Korkak.
Burnu sivri ve uzun
yanaklarının üstü çopur.
Merdivenlerdeki adam
-Galip Usta-
tuhaf şeyler düşünmekle
meşhurdur:
"Kâat helvası yesem her gün" diye düşündü
5 yaşında.
"Mektebe gitsem" diye düşündü
10 yaşında.
"Babamın bıçakçı dükkânından
Akşam ezanından önce çıksam" diye düşündü
11 yaşında.
"Sarı iskarpinlerim olsa
kızlar bana baksalar" diye düşündü
15 yaşında.
"Babam neden kapattı dükkânını?"
Ve fabrika benzemiyor babamın dükkânına"
diye düşündü
16 yaşında.
"Gündeliğim artar mı?" diye düşündü
20 yaşında.
"Babam ellisinde öldü,
ben de böyle tez mi öleceğim?"
diye düşündü
21 yaşındayken.
"işsiz kalırsam" diye düşündü
22 yaşında.
"işsiz kalırsam" diye düşündü
23 yaşında.
"işsiz kalırsam" diye düşündü
24 yaşında.
Ve zaman zaman işsiz kalarak
"işsiz kalırsam" diye düşündü
50 yaşına kadar.
51 yaşında "ihtiyarladım" dedi,
"babamdan bir yıl fazla yaşadım."
Şimdi 52 yaşındadır.
işsizdir.
Şimdi merdivenlerde durup
kaptırmış kafasını
düşüncelerin en tuhafına:
"Kaç yaşında öleceğim?
Ölürken üzerimde yorganım olacak mı?"
diye düşünüyor.
Burnu sivri ve uzun.
Yanaklarının üstü çopur.

Denizde balık kokusuyla
Döşemelerde tahtakurularıyla gelir
Haydarpaşa garında bahar
Sepetler ve heybeler
merdivenlerden inip
merdivenlerden çıkıp
merdivenlerde duruyorlar.

(bkz: nazım hikmet)
okuduğum en iyi roman.
doğan medya grubu gibi düzenin yayın organlarında bulamayacağımız bir haber. memleketimizin sadece bir kısmından alınan ama her şehirde yaşanan insan manzaraları vol. 1

işçiler, sendikanın yeniden fabrikaya girmesi için direniyor

Özelleştirme sonrası sendikasızlaştırılan Aksu Kağıt Fabrikası işçileri, sendikanın yeniden fabrikaya girmesi için direniyor.
Fabrika önünde çadır kurup nöbetleşerek eylemlerini sürdüren işçileri, Emek Partisi Ordu il Başkanı Coşkun Özbucak ve Tüm Köy-Sen Giresun Temsilcisi Orhan Kara ziyaret etti. Ziyareti memnuniyetle karşılayan işçiler, gerekli desteği alamamaktan yakındılar. işçilerden Mustafa Gözsüz, 'Basın bizi haber yapmıyor. Sesimizin duyulmasını istemiyorlar. Ama biz işçiler mücadelemizde kararlıyız. 200 işçi arkadaş olarak ortak davranıyoruz. Selüloz-iş Sendikası&'na üye olduğumuz için işverenin ücretsiz izni ile karşılaştık. Asgari ücret alıyoruz. Hiç zam alamıyoruz' dedi. Diğer işçiler de kararlı olduklarını ve birliklerini bozmayacaklarını söylediler.
Ordu'da Sagra işçilerinin sendikalaşma mücadelesini aktaran Coşkun Özbucak da işçilere, patronun oyunlarına karşın birliklerini bozmama uyarısında bulundu. Bugün yaşanan sıkıntıların kaynağının özelleştirme olduğunu vurgulayan Özbucak, tüm sendikaların dayanışma içinde olması gerektiğini söyledi.
Tüm Köy-Sen Giresun Temsilcisi Orhan Kara da işçilerin direnişinin başarılı olması için ellerinden geleni yapacaklarını, işçilerin seslerini Türkiye'ye duyurmak için çaba göstereceklerini dile getirdi.(Giresun/EVRENSEL) *
kütüphanemde bulunmayan kitap. aynı zamanda okumayacağım kitap. çünkü nazım hikmet ran denen adam çok mazlum bakar. oturup o fotoğrafa ağlarım ben.
mutlaka izlemeniz gereken bir link yazacağım aşağıya. sokakta yürüyen insanın nekadar cahil olduğunu gösteren..
izlerken güleceğiniz, ama sonra bu kadar da olmaz ki diyerek düşüncelere dalacağınız..

"milletvekillerimiz yetmiyormuş, yurtdışından ithal milletvekili getirilecekmiş ne düşünüyorsunuz" sorusuna "ayy ne güzel olur vallahi harika fikir" diyen bir gençlik mi istersiniz; "mısır piramitleri türkiye'den kaçırılmış, bu konuda ne düşünüyorsunuz sizce nasıl götürmüş olabilirler" sorusuna "tabi böyle tarihi eserleri yurtdışına götürüp satıyorlar, halbuki bizim kültürümüz, ve bence deniz yoluyla götürmüşlerdir" diye cevaplayan bir """tarih""" öğretmeni mi; "bugünden itibaren ülkemizde kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilecekmiş, sizce iyi bir uygulama mı" sorusuna "bence de artık olmalı zaten, iyi olmuş, kadınlar olarak artık haklarımızı istiyoruz" diyen ve bu hakkı avrupa'da herkesten önce zaten elde ettiğinden bihaber kadınlar mı, "nifak tohumu (!) taban fiyatlarını bu sene tarım bakanlığı dolar üzerinden ayarlamış, bu konuda ne diyeceksiniz" sorusuna "ben çiftçiyim, bi ara mark üzerinden olacağını duymuştuk ama dolar üzerinden olması iyi olmuş bence" diyen çiftçiler mi istersiniz..
peki çevrecilik adına dinozorların koruma altına alınmasını yeterli bir önlem olarak mı gördüler ne dersiniz?

http://www.tiyatrom.com/videolar.htm

röportaj 1996 senesinde yapılmış, ancak bir adım ilerleyebildiğimizi sanmıyorum.

--spoiler--

"80'Li YILLAR VE SONRASI Okumayan, düşünmeyen, temel hak ve hürriyetlere duyarsız, siyasal ve toplumsal bilinçten yoksun, bir kitle yaratıldı. Örnek alınan önder olan yazarların , çizerlerin, sanatçıların yerini radyo DJ'leri, içi boş TV programları ve sahte ilahlar doldurdu. Tıpkı ilkel dönemlerdeki gibi önce sahte ilahlar yaratılıp sonra yaratılan bu sahte ilahlara tapılır oldu. Toplumsal Sanat adeta tarihe terkedilip sanat marjinal yada elit bir çevrenin uğraşısıymış gibi sunuldu. Bugün gelinen noktada Türkiye halkı nerede? Siyasal bilinçten, kültürden, sanattan, toplumsallıktan ve genel kültürden yoksun yığınlara dönüştürüldük. izleyeceğiniz röportajlar 1996 yılında tarafımdan bir TV kanalı için hazırlanmıştır. Bu röportajlarda sokaktaki insanımıza bazı sorular yönelttik ve yanıtlarını aldık."
--spoiler--

not: önce acaba şaka programı mı, yapılanlar tiyatro olabilir mi diye düşündüm. ama sanırım değil.
--spoiler--
http://www.skyturk.tv/news.jsp?c=1&newsId=69732
--spoiler--
hala daha farklı görüşlerin fikirlerini insanca bahsetmedikleri bir ortamı görmek.
(bkz: fikir tartışma manzaraları)
KIRŞEHiR Belediyesi, sanatçı Neşet Ertaş'ın, saz çalan heykelini yaptırıp, kentin meydanına dikmiş. Hayatında Atatürk'ten başka kimsenin heykelini görmemiş olan bir köylü, Kırşehir'in meydanındaki heykele bakmış,

- Ey büyük Atam. Memleketi gavurlardan kurtardın. Cumhuriyeti kurdun, hepimize babalık ettin. Emme saz çaldığını da hiç bilmiyordum. Bir yaşıma daha girdim, demiş.

Yeni Şafak'ta Mehmet Şeker, Neşet Ertaş'tan naklen bu anekdotu anlatırken, o heykelin Ertaş'ın babası Muharrem Ertaş'a ait olduğunu da hatırlatmıştı.

Sonra 2003'te, baba-oğul Ertaşlar'ın heykeli yapılıp, dikilmiş o meydana. 6-7 Eylül 1955'te, istanbul'da Rumlar'a ait dükkanlar yağmalanırken, vitrinine Atatürk büstü koyan esnaf, yağmadan kurtuluyordu. O gece rahmetli sanatçı Necmi Rıza Ahıskan'ın Beyoğlu'ndaki kumaş mağazasının vitrinine telaşla, Atatürk yerine Beethoven büstü koymuş ağabeyi. Ve yağmacılar, mağazaya saldırmamışlar. Necmi Rıza, "Herkesi Atatürk, beni de Beethoven kurtardı" derdi. *
1996'dan bu yana ne kadar şey değişti acaba sorusunu akıllara getiren videolardır.
her video başında yazılan okkalı yorumlar ise; " helal " dedirttirir. buyrun:

http://www.youtube.com/wa...oO8Ng&feature=related
http://www.youtube.com/wa...RwoNc&feature=related
http://www.youtube.com/wa...JdtwA&feature=related
http://www.youtube.com/wa...V95-o&feature=related
http://www.youtube.com/wa...N_79g&feature=related
karsta yolcu minibüsünün kömürlü sobayla ısıtılması.
karşıya geçmek istersiniz yeşil ışık yanar yol sizindir. ancak bu milletin şöförü geçmeye çalışır.
kırmızı ışık yanar ancak bu milletin yayası karşıya geçer. ben bu milleti bu renkte sevdim. benim milletin özü olsun. içi neyse dışı o olsun. birilerinin gözünü boyamak için kurallara uymasın içinden geldiği için uysun. bireysel hakları madem verilmiyor kendi kullanmasını bilsin. yaya yoldan sıkıldı mı kaldırımın hani çiçeklerle birleştiği ama çiçeklere basılmayan yönü varya heh işte ordan yürüsünler ben öyle yapıyorum. gün stresli geçiyor. insanlar beni üzüyor bende yolda giderken herkesin yürüdüğü yerden yürümüyorum. kaldırıma çıkıp herkesten farklı yürüyor ve insanların bakışlarına aldırmıyorum ne yapayım..ben bu milleti böyle sevdim. bu renklerde değişmesin. özenmesinler başkalarına.
bu dünyada yazılmış ve yazılabilecek en iyi kitap, hem roman, hem destan, hem şiir, hem bir o kadar hayal, bir o kadar da gerçek.
bilenler için belirtmeliyim ki amasraya en hakim binaların birinde gün ışığı azalmakta iken rakımı yudumlarken gözüme takılan, belki bahsedeceğim beni veya benim gibi hisseden hissaşlarımı * anlatan bir manzaradır. (bkz: rakımıdır insanı duygusallaştıran yoksa insan mı duygusallaşır rakı içince)
gözüm kumsalda top oynayan çocuklara takıldı birden son dublemi yuvarlarken. derin düşüncelere gark etti birden.. umarsızca futbol maçı yaparlarken akıllarından geçenleri okumak pekte zor değil aslında, çoğumuz yaşamışızdır aynı duyguları..tek düşünceleri yarın olan çocuklarımıza nasıl bir gelecek hazırlayabileceğiz acaba....

(bkz: neyse ya ben bişey demiyorum)
(bkz: alkollü entry girmek)
nazım hikmet'in bu eserinde ankara'da var... ve ankara 9-10 dize ile herhalde ancak bu kadar doğru, bu kadar güzel anlatılabilinirdi. Buyurun:

"...
ıssızdı caddeler:
belki erken
belki geç
belki ölü bir saat,
belki duvarların arasına çekilmiş hayat.
yığın yığın
kat kat
mermer
beton
ve asfalt.
ve heykel
ve heykel
ve heykel,
insan yok fakat.
ve sonra bozkır:
en beklenilmedik yerde
ve her şeye rağmen
şehrin içine kadar giren,
ve sonra derhal toprağın sonsuzluğu..."
dostoyevski'nin romanla yaptığını nazım'ın şiirle yaptığıdır, bir şiir değil bir roman okursunuz adeta, dizelerden oluşmuş bir roman.
izlenilesi bir oyundur ayrıca.
birinci kitap

- birinci bölümden -
baktı bulgaryalı muhacirlere.
yine aynı öfkesiz kederiyle konuşuyordu
kırmızı sakallılardan biri:
"- gider ibrahim peygambere der ki herif
kargalar gördüm
gübreden kalkıp
dallara konup
ezanlar okuyorlar.
bir adam gördüm
oturmuş derenin başına;
yol vermiyor aksın
içiyor tekmil suyunu
geyikler gördüm;
kaçıp gitmezler,
koşarlar peşinden avcının
vur,diye ille bizi...
ibrahim peygamber der ki herife :
o kargalar gördün ki
imamlar,hocalardır.
gübredir mekanları,
okurlar ezanları...
düvellerdir dereyi içen adam;
halkın kanını içer,
doymazlar,içer içer,
bırakmazlar ki aksın
dere bildiği gibi.
gördüğün geyikler günahlarımızdır;
koşarlar avcılara.
avcılar: para."

ali masanın üzerinde yatıyor yüzükoyun
sırtı yarılmış gömleğinin
kumral başı bileklerinde.

recep bağırdı:
" - burası sabahçı kahvesi mi,otel odası mı be?
delikanlı uyan."

ali kımıldamadı.
" - sana diyoruz."
ali kımıldamadı.
ali cevap vermedi recep'e.

tuttu delikanlıyı recep
çevirdi arka üstü.
ali'nin başı düştü.
ali çoktan ölmüştü..
nazım hikmet eseridir.kahramanları genelde bursa hapishanesinde orhan kemal ve nazım hikmetin arkadaşları olan mahkumlardır. (bkz: galip usta)
Haydarpaşa garında
1941 baharında
saat on beş.
Merdivenlerin üstünde güneş
yorgunluk ve telâş
Bir adam
merdivenlerde duruyor
bir şeyler düşünerek.
Zayıf.
Korkak.
Burnu sivri ve uzun
yanaklarının üstü çopur.
Merdivenlerdeki adam
-Galip Usta-
tuhaf şeyler düşünmekle
meşhurdur:
"Kâat helvası yesem her gün" diye düşündü
5 yaşında.
"Mektebe gitsem" diye düşündü
10 yaşında.
"Babamın bıçakçı dükkânından
Akşam ezanından önce çıksam" diye düşündü
11 yaşında.
"Sarı iskarpinlerim olsa
kızlar bana baksalar" diye düşündü
15 yaşında.
"Babam neden kapattı dükkânını?"
Ve fabrika benzemiyor babamın dükkânına"
diye düşündü
16 yaşında.
"Gündeliğim artar mı?" diye düşündü
20 yaşında.
"Babam ellisinde öldü,
ben de böyle tez mi öleceğim?"
diye düşündü
21 yaşındayken.
"işsiz kalırsam" diye düşündü
22 yaşında.
"işsiz kalırsam" diye düşündü
23 yaşında.
"işsiz kalırsam" diye düşündü
24 yaşında.
Ve zaman zaman işsiz kalarak
"işsiz kalırsam" diye düşündü
50 yaşına kadar.
51 yaşında "ihtiyarladım" dedi,
"babamdan bir yıl fazla yaşadım."
Şimdi 52 yaşındadır.
işsizdir.
Şimdi merdivenlerde durup
kaptırmış kafasını
düşüncelerin en tuhafına:
"Kaç yaşında öleceğim?
Ölürken üzerimde yorganım olacak mı?"
diye düşünüyor.
Burnu sivri ve uzun.
Yanaklarının üstü çopur.

Denizde balık kokusuyla
Döşemelerde tahtakurularıyla gelir
Haydarpaşa garında bahar
Sepetler ve heybeler
merdivenlerden inip
merdivenlerden çıkıp
merdivenlerde duruyorlar.
memleketimden insan manzaraları, bilgi yayınevi 1987 yılı ikinci baskısının arka kapağıdır:

"
nazım hikmet bu eseri için diyor ki:
<<insan manzaraları'na 1941'de bursa hapisanesinde başladım. daha önceleri 'ünlü adamlar ansiklopedisi' diye bir kitaba çalışmıştım. ansiklopedime, ünlü generaller, sultanlar, sanat adamları, bilgiler [herhalde bilginler olacak], güzellik kraliçeleri, katiller, milyarderler değil ünleri fabrikalarının duvarlarını, köylerinin çitlerini, mahallelerinin sınırlarını aşamayan işçiler, köylüler, esnaflar giriyordu. lakonismi, kestirmeliği, süssüzlüğü üslup temeli diye almıştım. ansiklopedimin dili, şiir tekniği, imkânları ve duygululuğunu kullanacaktı.>>
<<derken alman faşizmi sovyetler birliğine saldırdı. yirminci yüzyılın tarihini yazmağa karar verdim. çeşitli milletlerden, sınıflardan insanların hayatlarını anlatarak yazacaktım bu tarihi. faşizmin sovyetler'e saldırışıyle böyle bir yirminci yüzyıl tarihi yazman isteğinin arasındaki münasebeti anlamadık, diyeceksiniz. haklısınız belki. ama bugün gibi hatırlıyorum. başgardiyan haber verdi saldırıyı. içim şöyle bir cız etti. sonra: <<yirminci yüzyılın tarihini yazmalı>> dedim kendi kendime. hitler'in saldışından başlamalı, geriye doğru gitmeli...>>
<<...tarihimin adını 'insan manzaraları' koydum. bu kitapları -çünkü altı yedi kitap olacağını tasarlamıştım,- ne sırf nesir, ne de sırf şiirle yazmak olur diye düşündüm. şiir tekniğini temel diye aldım, ama bütün nesir janrlarının -senaryoya varıncaya kadar- imkânlarından yararlanarak işe koyuldum...>>
<<...işte böyle sayın okuyucular. bu kitapta, kimisinin ünü dünyayı tutmuş, kimisini komşularından başkası tanımamış insanların biyografyasını okuyacaksınız. bu biyografyaların bir araya gelmesi size 1908'den 1941'e kadar türkiye tarihinin ana resimlerini gösterecek...>>
"
nazım hikmet, memleket. memleket, nazım hikmet. kafiye için de yazmadı hani bu kitabı. nasıl diyordu şair:

hava kurşun gibi ağır
bağır
bağır
bağırıyorum.

http://oznurdogan.com/201...timden-nazim-manzaralari/