bugün

Arkadaşlar nietzsche’den size bir mesaj var.*

“Siz yükselmek isteyince yukarı bakarsınız
bense aşağı bakarım; çünkü yükselmişim.”
"16-21 yaş arası ergenlerin favori filozofu"
Böyle buyurdu keko.
görsel
irem ''Böyle buyurdu Zerdüşt'ü uzatır mısın?''
Dizlerimin üstünde yerde öylece duruyorum. Bedenim ve zihnim yorgun. Ulu üstadın insanın ancak kan ile varolabileceği düşüncesi zihnimde yankılanıyor. Birden bire sinirlenip hırsla ayağa kalkıyorum ve salyalar saçarak bağırmaya başlıyorum ''bıyığını sikeyim büyük usta, yüce üstad bıyığını sikeyim!'' Ağlayarak hıçkırarak anlatıyorum kendime, ''Tanrı'nın ölümünü iddia ederken hayli kudretli görünüyordun. Avrupa'nın hastalıklı bir toplum olduğunu dile getirip, haklılığını kanıtladın. Heidegger gibi bir adam, sensiz felsefenin yavan olduğunu söyledi. UYAN YÜCE KiŞi UYAN. BERKECAN VE iREM ZERDÜŞT'ÜN ANASını SKMEYE NiYETLi UYAN. FELSEFEN NAZım HiKMET KÜLTÜR MERKEZiNDEKi UCUZ TOPLULUKLAR TARAFINDAN ÖVÜLÜR OLDU UYAN. UYAN BE KURBAN OLDUĞUM UYAN...
Aforizmaların, Bağcılar'da oturan ve hayatın sorgulanması gerektiğini söyleyen Maykıl Sikkofield hayranı Buse tarafından paylaşılır oldu...
Sen ebedi istirahatgahında öylece uyuyorken, karanlığı tırmalayan, içi kin ve şehvet dolu bir ses kulaklarımı parçalayacak gibiydi...
irem ''Böyle buyurdu Zerdüşt'ü uzatır mısın?''
Siz arzuyu seviyorsunuz, arzu edilen şeyi değil.
- nietzsche ağladığında.
Sıkıntı aforizma kavramında, evet ama bu okurların sıkıntısı. Çünkü onun için belirli bir başlık altında bir hususu uzun uzun serinlemek ve tasrih etmek "filozof hilesi"dir. Ama burada bu gerekçe aforizma yazdığı için sadece bir temellendirme. Zira Nietzsche bir başlık altına hiç yazmamıştır, yazdıklarına başlık eklemiştir.

Tam olarak da bu yüzden ileride derrida için metin-başlık-önsöz-giriş ayrımlarının incelenmesi sebebidir. Nietzsche yazım şekli "önce söz" değil, "önce yazı"ya dayanır. Yani "archi-ecriture"
Bu sıra vakti olan biriyle konuşuyorum, kendi kendimle, yeni bir şey anlatmıyor hiç kimse. Kendi kendime anlatıyorum ben de.

böyle buyurdu zerdüşt.
Nietszche felsefesini bilmeyen, okumayan kişiler
Nietszche ağladığında adlı Nietszche ile bağdaşmayan saçma kitabı okuyorlar. Orda yazan abuk sabuk kurguya inanıyorlar. Oysa ki bu kitap Nietszche ile tamamen zıt bir felsefe akımı içeriyor.
Ve kitabın yazarı irvin yalom un sözlerini ve felsefesini nietzche felsefesi sanıyor birçok kişi
iyi ve kötü tanrının ön yargılarıdır. Şu erkeklere de bakın; gözlerinden, dünyada bir kadınla yatmaktan daha iyi bir şey olmadığı okunuyor. Ruhlarının dibi bataklık. Bari hayvan olarak mükemmel olsaydınız. Fakat hayvan olmak için masum olmak gerekiyor.
ümit en büyük kötülüktür çünkü işkenceyi uzatır.

'friedrich wilhelm nietzsche'
Ağladıkça ağladıkça bıyıklarımız yeşerecek göreceksin..
görsel
bence kadınlardan nefret etmeyen çilekeş. her ne kadar yazdıkları ve çizdikleri nefret söylemi gibi algılansa da, esasen ben öyle düşünmüyorum. kadınları sadece bir engel olarak görüyor.

nietzche, kadınları öyle alelade yargılayan biri değil. kadının rolünü, esasen bir heykeltıraşa ya da tanrı'ya benzetiyor. bir erkeğin önündeki en büyük engelin, annesi olduğu gerçeğini vurguluyor subliminal olarak. anne, her ne kadar koruyucu rolü üstlenmiş olsa da veyahut öyle addedilse de, bu koruyucu güdüleri yüzünden, er kişinin girişimlerine ve ideolojilerine ket vurabilir düşüncesini değiniyor. yani, anne dediğimiz kutsiyeti yüksek varlık, er kişiyi manipüle eden yegane faktördür diyor. öyle dümdüz "kadın kem küm, gak guk" demiyor. işin derinine biraz daha indiğimiz zaman da, din ve tanrı ilişkisi karşımıza çıkıyor. esasen tanrı da anne gibi, bireyin kararlarına ya da düşünce biçimine ket vurabilen bir olgu. bireyi doğrudan kısıtlıyor. tıpkı, anne gibi. iyi niyet adı altında, dolaylı bir kötülük.

ben her zaman söylediklerinde derin manalar arıyorum. "kadınlara mı gidiyorsun, kırbacını unutma" sözünde bile. yanılıyor olabilirim.
zatürreden ölen alman filozof. allah rahmet eylesin. evet.
Ölüm şekli şekli sebebiyle derinden üzüntü duymama sebep olan filozoftur. Annesi babası sevdiği herhangi birisi öldüğü zaman ağlamayıp kırbaçlanan bir at gördüğü zaman gözyaşlarına boğulup ağlamış ve onu anladığını söyleyip bu olayın üzerine zihinsel çöküş yaşamış, bir sene sonrada hayata gözlerini yummuştur. Acıyı, zorlukları, karamsarlığı, ölümü dışlamak yerine hayatın merkezi yapmanın o kadarda kötü olmadığını, insanların kölesi olduğu erdemlerin, ahlakın ve toplumun aslında o kadarda değerli olmadığını, iyi veya kötü olan her şeyin aslında o kadarda iyi veya kötü olmadığını ve en önemlisi yaşamanın aslında o kadarda yaşamak olmadığını en güzel yolla bizlere göstermeye çalışmıştır. Nihilisttir. Babası papazdır ancak kendisi her hangi bir dine mensup değildir. O dönem değer olarak nitelendirilen pek çok şeyi yok saymış hatta ara sıra aşağılamıştır.
Özel olarak ilgilenmemekle beraber sempati duyduğum felsefeci hakkında oluşturduğum izlenim; Varlığını kara bulutlar içinde kaybetmeyi seçen felsefecilerden biri. Ruh arayan ruhsuzdur diyerek aradığı ruhun aslında olmadığını kendisine ispat etmeye çalışmış. Ölümden daha ızdırap verici olarak şunu görmüştür; bir canlının özgürlüğünün elinden alınması ve bu tutsaklığın her unutuluşunda bir kırbaçla hatırlatılması. Her ne kadar ailemizi kaybetmek yok olmak gibi olsa da bu duygusal bağları görmezden gelirsek hayattaki gerçek acı verici şey ölüm değil bir canlının ruhuna saygısızca hükmedildiğine şahit olmak. Kadınlara değer vermişmidir belki çevresinin verdiği kadar. Aşkı kadınları kandırarak oynanan bir oyun olarak gorüyor Şevkatlerine ihtiyacı olduğunu da düşünerek. Genel olarak çaresizliği hayatın gerçekliği olarak kabul eder. Bencilliğin insanın gerçeği olduğunu kendilerini geri plana atanların erdemli değil ikiyüzlü olduğunu söylüyor.
kendisinden sonra gelen anti aydınlanmacı, postmodernist yaklaşımlara ilham kaynağı olmuş. kendisi bu işin buralara varacağını tahmin etmezdi sanıyorum. arzu da etmezdi. ama olan olmuş bir defa.
insanın kendini bilmesi üzerine şahane bir öyküsü vardır:

Bir gün deniz kıyısında ihtiyar bir taşçı, bir kayayı yontmaktadır. Bu sırada güneş onu yakıp kavurur. Adam Tanrı’ya yakarır: –Keşke güneş olsaydım– diye. “Ol” der Tanrı. Adam güneş oluverir. Fakat bulutlar gelir, örter güneşi; hükmü kalmaz.
Ardından bulut olmak ister. “Ol” der Tanrı. Güneşten buluta dönüşür. Rüzgâr alır götürür bulutu, rüzgârın oyuncağı olur. Bu kez de rüzgâr olmak ister. Ona da “Ol” der Tanrı.
Buluttan rüzgâra dönüşünce her yere egemen olur, fırtına olur, kasırga olur. Her şey karşısında eğilir. Ama tam keyfi yerindeyken koca bir kayaya rastlar. Oradan eser, buradan eser, kaya bana mısın demez! Tanrı kaya olmasına da izin verir. Dünyaya karşı dimdik ve güçlü durmaktadır artık.

Derken sırtında bir acı ile uyanır.

ihtiyar bir taşçı, kayayı yontmaktadır.

(Kaynak: https://www.youtube.com/watch?v=bOTyEL2ETY4 )
Hayatındaki dönüm noktası:

1889’un Torino sokaklarında, Nietzsche düşünceli adımlarla dolanıyordu. O zamanlar tabii her yerde at arabaları var, ulaşımın çoğu bu şekilde sağlanıyor. Nietzsche öylece yürürken köşe başında bir kabalıkla karşılaşır. Bu kalabalık, aldığı tüm kırbaç darbelerine rağmen hareket etmeyi reddeden bir atı izlemektedir.
Derken, öfkeden kuduran faytoncu, kalabalıktan da aldığı gazla kırbaç darbelerini iyice arttırır; hatta bunu öyle abartır ki, at yorgun düşüp yere çöker. Nietzsche kalabalığın arasından koşarak sıyrılır ve faytoncuyu durdurup atın yanına kıvrılır. Boynuna sarılır onun, gözlerinin içine bakmaya çalışır. Ve tam ona ağlayarak bir şeyler söylerken, bilincini yitirip bayılır. Nietzsche bu olaydan sonra tam on yıl boyunca kimseyle konuşmaz, akıl hastanesine yatırılır ve ölür.

“Dünya hassas kalpler için cehennem gibidir” demişti Goethe. Nietzsche de o asi bıyıklarının altında, böyle bir duygusallık barındırıyordu aslında. Milan Kundera, Var olmanın Dayanılmaz Hafifliği’nde Nietzsche’nin bu eylemini şöyle değerlendirir: “Gerçek insan iyiliği, ancak karşısındaki güçsüz bir yaratıksa bütün saflığıyla ortaya çıkabilir. insan soyunun gerçek ahlaki sınavı, onun merhametine bırakılmış canlılara olan davranışlarında gizlidir.” Mesela hayvanlara...

(Kaynak: https://www.youtube.com/watch?v=DTqJNTNoldE )
Tanrı öldü derken ne demek istemişti?

Bir kere Tanrı öldü demek Tanrı yok anlamına gelmez. Zaten bir şeyin ölmesi için, önce yaşaması gerekir. Dolayısıyla yaşamış bir şeye, 'yok' diyemezsin.
Tanrı, özünde senin kimliğindir. O, senin en iyi versiyonundur ve içindeki Tanrı, olmaya çalıştığın, olman gereken kişidir. Dolayısıyla "Tanrı öldü! Onu biz öldürdük!" diyen Nietzsche, kendi hırslarımız uğruna öldürdüğümüz Tanrı’dan bahsediyordu.
Burada tabii dönemin kilise otoritesine de bir eleştiri var. Nietzsche kraldan çok kralcı olan din adamlarının Tanrıyla insanları korkutmasına ve onlara hükmetmeye çalışmasına karşıydı. Yani aslında özünde sevgi ve bağışlama olan Tanrı’nın, insanlar tarafından çarpıtılarak kendi bağlamından kopartıldığını kastediyordu Nietzsche.

(Kaynak: https://www.youtube.com/watch?v=bAqWrW31DiE )
Bir ruh ne kadar gerçeği kaldırır, ne kadar gerçeği riske eder. Bu, benim için giderek daha çok değer ölçüsü olmaktadır. Yanılgı (ideal inancı) körlük değildir, yanılgı korkaklıktır... Kavramada elde edilen her kazanç, ileriye atılan her adım cesaret ürünüdür, kendine karşı sertlikten, kendine karşı temizlikten gelir.
-Nietzsche
(S. 263, Ruh yoluyla tedavi, Stefan Zweig)
Her yönden esen rüzgar gibi...

Adeta Teşhislerinin tersiyle memur. Bu fırtınaya çıkmayı göze almış biri böylesine mi hoyrat olur?

Yalnız çok büyük bir buhran, had safhada bir ızdırap, korkunç bir kriz yaşıyor.

Müthiş!

islam deyince kafasını kuma gömüyor.

O Büyük sözün karşısında kaybedenlerin hepsi böyle değil mi?

Aklın ötesi tavrına karşı aklın her daim berisi...
"böyle buyurdu Zerdüşt" kitabı dikkatle okunması gereken güzel bir kitaptır.
nietzsche güzel gördüm hala gönlüm sendedir, bir adıyaman türküsü, düz dara.
nietzsche'nin özgürlük tanımı üstinsan ismini verdiği bir kavramdan geçer. peki nedir bu üstinsan deyip durduğu şey?

nietzsche’ye göre insan aşılması gereken bir varlıktır. üstinsana geçiş yapabilmek için ise maddiyat istencinden, yanılgılarından, yücelttiği yanılsamalardan kurtulmalıdır insan. zaaflarıyla yüzleşmeli, arzularının peşinden gidip duyduklarını, gördüklerini sorgulayabilmelidir.
fakat tüm bunlar özgür insanın her türlü değeri reddettiği, yok saydığı anlamına gelmez. üstinsan bir nihilist değildir, çünkü nihilizm de aşılması gereken bir şeydir. aynı kuralları yıkmadan önce onları öğrenmek zorunda olduğumuz gibi. ancak elbette bu kolay bir yol olmayacaktır. çünkü özgür olmak isteyen kişi bedel ödemeye de hazır olmalıdır.

peki özgür olduktan sonra ne olur? yani ne hisseder, ne görür üstinsan? bunu da şöyle açıklıyor nietzsche: “özgür ruh tekrardan yaşama döner, tabi yavaşça. yine bir sıcaklık, bir yumuşaklık vardır: hissetmek daha da derinlik kazanır; rüzgâr kişinin etrafında esip durur. neredeyse hissediyordur ki, sanki şu anda ilk defa, gözleri yakınındaki şeyleri görmeye başlamıştır. şaşkınlık halindedir, öyle sessizce oturur. minnetle bakar arkasına; yolculuğuna, kendini sürgün edişine ve ciddiyetine. acı çekmek, öylece durmak, sabretmeyi öğrenmek, güneşin altında olmak... ne kadar da memnun olur bunlardan! dünyadaki en minnettar varlıklardır onlar, ayrıca en mütevazılarıdır. bilgeliktir bu, dünyevi bilgelik.”

(kaynak: https://www.youtube.com/watch?v=h15a_uMmp80)
Gündemdeki Haberler
güncel Önemli Başlıklar