bugün

hayırlı sevaplar arkadaşlar...

henüz keşfedilmemiş ve adı konulmamış zevklerle tarif edilemeyecek, dünyada emsaline rastlanmamış güzelliklerin ve hiçbir iradenin şahitlik etmediği ama çocukluğumuzdan beri hikaye tadında belleklerimize kazınmış mucizelerin dahi azameti karşısında sönük kaldığı o mutlak güne gülümseyerek dirilenlere mükafat olarak vadedilen cennet'i hak etmenin en kestirme yolu, fedakarlığın şu fani dünya üzerindeki en somut ve ele avuca sığmaz göstergesi, en karanlık günahlarda bile boğulmakta olan bir ruhu aydınlığa çıkaracak, sevaba kavuşturacak, kurtuluşa ulaştıracak ve de bir erkeği hem bu dünyada hem de ahirette muazzez ve muvaffak kılacak, münevver eyleyecek şerefli bir ameldir...

evet sevgili dostlar; bugün içim çok sıkıldı, sorular soruları doğurdu, yeni doğan her soru kafamın içerisinde zır zır ağladı...

engelli bayan kardeşlerimizin vaziyetini düşündüm bütün gün. akranları yakışıklı ve fit vücutlu erkek arkadaşlarıyla eğlenirken, onların en heyecanlı aktivitesi pencereden dışarıyı seyretmek... bazen kitap okuyarak heyecan kattıkları yaşamlarında, sosyalleşebildikleri anlar, belki evden birilerinin "haydi biraz sahile hava almaya çıkalım" dedikten sonra, binbir gayret ve zahmetle önce apartmanın girişine indirilip, sonra da tekerlekli sandalye iki saat uğraşılarak düzeltildikten sonra tekrar üzerine bindirildikleri anlarla kısıtlı... onların isteklerini, arzularını, heyecanlarını, hayallerini ve planlarını soran yok. ne acıdır ki merak eden de yok. birilerine bağımlı, bir şeylere mahkum sürdükdükleri yaşamlarını her geçen dakika lanetle anıyorlar.

bazen güzel bir kız oluyor o tekerlekli sandalyenin üzerindeki; zayıf, alımlı, kimsenin görmeyeceğini bile bile makyaj yapıp hayallerini tazeleyen... ellerini karnında gezdiriyor bazen; mutlu bir evliliğin, hamileliğin ve mavi gözlü, güleç yüzlü bir çocuğun hayalini kuruyor kendince. pencereden dışarıyı izlerken yoldan geçen her genç erkek, onun hayal dünyasında yeni bir sayfa açıyor. sonra boğuk, gıcık bir ses geliyor mutfaktan: "kızımmm acıktın mı? acıktıysan söyle tepsiyle getireyim..." diye. sanki sofraya gelip kendi yiyebilecekmiş gibi, "tepsiyle önüne getireyim" laflarıyla bilmeden de olsa iğneleniyor. bazen annesinin komşu kızlarının annelerine rica minnetle muhabbet kurmaya zorladığı yaşıtları geliyor pencerenin önüne... "beraber sinemaya gidelim mi?" diye sesleniyorlar aşağıdan, boş bakıyor onlara yukarıdan, "beş dakika bekleyin hazırlanıp geliyorum" demek istiyor ama diyemiyor, yalnızca başını çeviriyor çaresizce, duymamazlıktan bile gelemiyor...

işte böylesine kaderine küskün ve hayattan beklentisi sıfırın altında -284 santigrat derecelere ulaşmış bir kızın hayallerini kısa süreliğine de olsa süslemek, onu hiç tatmadığı ve belki bir daha da tadamayacağı bir maceraya yolculuğa çıkarmak, onu öpüp koklamak, kadınlığını yaşatmak ve de en önemlisi kadınlığının farkına varmasını sağlamak; bir gün de olsa, sadece kahrolası bir gün dahi olsa mutlu etmek ve ona sahip olmuş erkeğinin gözlerinin içine saatlerce bakarak yavaşça uykuya dalmasını izlemek sevap değil de nedir?

biri bana anlatsın; başka hangi sevap insanı bu kadar yüceltebilir ki? güzel ve genç olup da tekerlekli sandalyeye mahkum bir kızı başka ne bu kadar mutlu edebilir ki?...

peki ya bir erkeğin taşlaşmış vicdanını, şu kısacık ömürde başka hangi sevap yumuşatabilir? bir erkek, başka en çok neyden bu kadar gurur duyabilir?...

dışarıda onlarca alımlı ve güzel kız arkadaşları onun için sıraya girmişken, istediğiyle istediği yerde gönül eğlendirmek dururken ve sabahı olmayan geceler kucağını açmış onu beklerken; bir erkeğin sırf sevabına, dünyevi arzu ve isteklerinden feragat edip çaresiz bir kızı mutlu etmek için yapmış olduğu bu eylem, bir erkeğin kendinden, zevklerinden ve prensiplerinden verdiği böylesine bir ödünden başka hangisi tanımlar fedakarlığı?

sahi ya; fedakarlık başka nasıl tanımlanabilir?

--spoiler--
ellerini iki yana açıp titrek bir sesle sordu: "fedakarlık yapınca günahlar sevaba dönüşür mü baba?..."

cevap alamadı, sonra vicdanına sordu aynı soruyu; içi rahattı, yüreği ferahtı, alnı aktı ve belki de o güne kadar işlediği en büyük sevaptı bu. tekrar sordu: "dönüşür mü baba?"

cevap alamadı, sonra gözlerini kaldırıp pencereden dışarıyı izlemeye başladı boş gözlerle. gökyüzüne doğru yavaşça çevirdi gözlerini, tekrar sordu: "fedakarlık baba? günahlarımı sevaba, beni ise yeniden hayata döndürür mü?"

cevap alamadı, sonra başını yasladı vicdanına: "bana bir tek sen cevap veriyorsun, benimle yalnızca sen konuşuyorsun, söylesene babam neden konuşmuyor benimle?"

vicdanı seslendi ona: "seninle zaten konuşuyorum evlat! neden beni hemen arkanda veya yanıbaşında, gökyüzünde ya da yeryüzünde arıyorsun? neden hep seninleyken, sanki çok uzaktaymışım gibi bana hasretle sesleniyorsun... rahatla, bugün senin iftihar günün. günahların bağışlandı, fedakarlıkla tırmandın zirveye. bugün senin doğum günün, günahların temizlendi. paksın artık; doğduğunda seni karşılayan meleğin kanatları kadar beyazsın. sevin...
--spoiler--
Yazık bir söylem. Leş bir söylem.

Göster tabii amcalara aşağılık kompleksini, belki seni çok severlerse harçlık olarak eksi karmana bir iki yardım ederler.
görsel
Bu varken engelli niye?
yazarlık yeteneğin var çekirge ama aklını kurcalayan soruyu s*kiyim.
ama şunu düşündüm; yeni evlendiğim eşim bir kaza sonucu bazı uzuvlarını kaybediyor... onunla cinsel ilişkiye girmeyi sürdürür müyüm sürdürmez miyim? cevap şu ki; niye sürdimiyeyim amk. şahsen bunu bir sorun olarak görmem. ama soru harbiden çok saçma. onlar da insan amk köşede bir yerlerde unutulmuş sevişmek en büyük hayali olan zavallılar değil. kim bilir belki gelecekteki eşim engellidir, ya da yarın sen bir kaza geçirirsin...
(bkz: hayrından umutsuzum getirme bari şerrini)
(bkz: entryi okumadan eksiyi basmak)
şimdi yazı yazarlık açısından güzel bi yazı. konu bir yere kadar güzel bi şeklide açıklanmış. sevişme olayına ülke olarak iğrenç bişeymiş gibi baktığımız için çabuk kabul edilemeyeceğini hem de engelli bir kızı olayın içine sokunca daha da iğrenç bişey olarak düşünüleceğini yazar da yazmadan önce düşünmüştür bence.

eğer başlık sırf sevabına sevişmek değilde . engelli bir kızı sevmek ve sevişmek olarak açılsaydı insanların bakış açısı olumlu olabilir. yazar genel olarak trol bi kişilik olduğu için yazıyı insanların damarına basmak adına yazdığı çok açık ve net ortada.

sonuç olarak yazarın yazdıkları mantık çerçevesinde düşünülünce doğru. herkesin engellirler de dahil arzu ve istekleri vardır ama bu kişilerinde aşık olduğu sevdiği arzuladığı insanlar vardır. öyle her yoldan geçenle sevişme hayali kurduklarını düşünmüyorum yazarın yanıldığı nokta burası. kafayı kurcalayan nokta da 'sırf sevabına' kelime grubudur.

unutmayın aşk ve sevgi engel tanımaz.
inan okumadım , başlıktan belli beni huzursuz edecek bir durum var. Akıl fikir gerek
"Sözlükte ne kadar insan varmış lan oha" Dedim birden.
Büyük azim kardeş, 11 saatte 125 eksi.

T: zina zinadır. Sevabı olmaz.
T:Zina zinadır sevabı olmaz. Karşılıklı rıza olsa da sevap değildir günahtır o. Eğer çok sevaba girmek istiyorsan iyi anlaşır sonra da evlenirsiniz. Evli eşlerin birbirine yemek yedirmesi bile sevaptır. Cennet gapgaranti yani maksat cehennemden kaçmaksa.
Olum ayıp lan ayıp. Sırf bu yüzden sevişmek ayıptır. Sevip sevişin, sevmek için sevismeyin.
daha hayırlı şeyler de yapılabilir. ama kesinlikle desteklemediğimi söyleyemem.
Güler misin, ağlar mısın? "Onu düşünmek sana mı kaldı?" Dedirten eylem.
iyi niyetle yapılıp yapılmadığı kadın kişinin kim olduğuyla açığa çıkacak durumdur.
Engelli bir kızla sırf abazalıktan sevişmek. Dogrusu budur.
Zihin engelli olduğunuzu gösterir.
Bunun adı trolluk değil.
Bunun adı orospu çocukluğu.
Not: ananı tenzih etmiyorum.
sevap ayağına sevişmeyi beleşe getirmeye çalışan kurnazlık denemesi.
Zevkle yapılan şeydir.
(bkz: açacağın başlığı silkeyim).
(bkz: nasıl uçuruldum)
insanlık dışı eylem tam şerefsizliktir.Öyle yaratılmış saygı duyacaksın.Böyle başlık açanların zekasına bakmak lazım.!
tüm engelleri aşmaktır. kişinin vicdanıyla kendisi arasındaki son engeli de yıkıp geçmesidir aynı zamanda.

düşünsenize; güzel, alımlı ve taptaze genç bir kız karşınızda duruyor ama tekerlekli sandalyeye mahkum. gözlerinizin içine öyle manalı bakıyor ki, adeta al beni götür buralardan der gibi bir bakış...

sizi arzuladığı 2 km öteden anlaşılabilecek masum ve bir o kadar da ihtiraslı gözler ama ihtirası yalnızca bulunduğu odanın duvarlarını tırmalayabiliyor. çünkü mahkum bir şeylere, bir yerlere. mahkum bulunduğu odaya. ve o odada son veriyorsunuz mahkumiyetine. özgür bırakıyorsunuz, azad ediyorsunuz, beraber koşuyorsunuz sonsuzluğa.

daha nasıl yapılabilir ki fedakarlığın net tanımı?
görsel
Siz bir ara bebektiniz, cocuktunuz size noldu naptiniz kendinize? Ne ara bu kadar kötü oldunuz? sizin yerinize benim yüzüm kizariyor.