bugün

kolpa bir iki film festivalinde aday gösterilecek belkide kıytırık bir ödül alacak filmdir.
yazarın şahsi görüşü: beğenmedim.
http://www.radikal.com.tr...p?ek=cts&haberno=7026
filmin iyi ya da kötü olmasından ziyade kanyonda 15 ytlye değdi mi sorusu eminim salondaki birçok kişinin film sonundaki düşüncesiydi.
filmdeki en iyi şeyse; rahmetli*nin güzel sesini duymaktı. tüylerim ürperdi uzunca bir süre. ve karar verdim bir broadway alıp karadenizimi dolaşmaya kazım koyuncu eşliğinde. toprağın bol olsun kazım koyuncu.
(bkz: fatih akin in türkiye anlayisi) * *
bu sefer olmamış dedirten bir filmdi. fatih akın filmi tadını bırakamadı ne yazık ki. büyük beklentilerle gidip hayal kırıklığıyla çıkanlardan oldum.
son derece başarılı bir film olarak değerlendirdim. filmin detaylarındaki anlam genel anlayışla birleşince güzel olmuş. fatih akın alejandro gonzalez inarritu kadar yetenekli mi bilmiyorum ama kendini içinde bulduğu habitat çok daha renkli ve besleyici. bazılarının tatminsizliği bu potansiyeldendir diye tahmin ediyorum.

not yerine edit: bayram namazı için ezan okunmaz.
"duvara karşı ile midemize yumruklar atmıştı fatih akın. yaşamın kıyısında'nın aynı etkiyi yaratmadığı yönünde görüşler var. doğrudur. yaşamın kıyısında'yı izlerken koltuklarımıza yapışmadık, gerekmediği için.gerekmiyor, çünkü hayatın dramatik bir kısmını değil tamamını izliyoruz. Ölümler göstere göstere değil, pat diye geliyor mesela; ama gizemli bir şekilde de gelmiyorlar. bölüm isimlerinden anladığımız üzere gelecek olan ölümü beklerken aslında hiç de ölümü aramıyoruz. kahramanca ya da film karakterlerine yakışırcasına değil de tesadüfen gelişiyor olaylar. ne içimiz sıkılıyor ne heyecanlanıyor ne de korkuyoruz. biz sadece kendimizi ve olan biteni izliyoruz. bu yüzden o kuralları olan, soğukkanlı ve bir o kadar kendi hayatından sıkılmış akademisyen; o özlemleri olan hayat kadını; o daracık pencereden dünyaya bakan ihtiyar, o sınırlarını sevgiyle yıkabilen anne, o gözü kara ama bir o kadar da kafası bulanık devrimci çok tanıdık geliyor. sanki isimleri dilimizin ucundaymış da hatırlamaya çalışıyormuşuz gibi..."

yazının tamamı: http://www.showtvnet.com/haber/yazar/yazi.asp?id=280
"..Oysa, kahramanların hikâyenin uzamında karşılaşamamaları teferruat; filmin fikriyatında karşılaşıyorlar, hem de ne karşılaşmak, bir fermuarın dişleri gibi birbirlerine kavuşuyorlar. iki entelektüel, iki genç kız, bir anayla bir baba birbirlerinin Alman-Türk yansıması, ying ile yang'ı olsunlar, hayat bayram olsun. Ama olmuyor.
Akın'ın en iyi filmlerinde mükemmel anlattığı şey iki arada bir deredeliktir. Gücü oradan gelir. Türkiye'ye bakar, Kapıkule azabı (Temmuzda) görür, Almanya'ya bakar kendine benzeyen Balkanlı arkadaşlarını (Kısa ve Acısız) görür, anasına babasına bakar (Geri Dönmeyi Unuttuk) onların matraklığını görür ve bu iyidir. Anlaşılan giderek daha çok buralı olmaya çalışıyor. Ama çalışmakla olacak şey değil; Sezen Aksu ya da Trabzon sevmekle, Türkiyeli devrimcileri de komiserleri de anlamaya çalışmakla ya da dönüp dolaşıp soluğu gene Büyük Londra Oteli'nde almakla... Gariptir, ya da garip ve güzeldir, bu filmin duygusunda falso vermediği, gerçekten içimizi cız ettirdiği yer anneler. (Anneleri oynayan iki kadın oyuncunun da katkısıyla.) Onlarda Türklük Almanlık eriyip birbirine karışıp 'analık' oluyor. Tam da filmin geri kalanında ol(a)mayan şey..."

fatih özgüven
(bkz: olmamış)
farkli bir film olmus, fatih akin sagolsun. hani ''harikaydi, mukemmeldi... '' demezsiniz muhtemelen, ama oyuncularin hepsi rollerinin hakkini vermistir. duvar filminin iyi gardiyani tuncel kurtiz bu filmin de en iyisidir, harika bir performans sergilemistir. nurgul yesilcay'in ingilizcesi, 'fak di yurepiin yunyin ya' lari falan kulak tirmalar. sarisin alman kizin annesinin insanligi izleyenleri etkiler, kazim koyuncu'nun sarkisi cok iyi secilmistir.
duygusaldir, komiktir, farklidir, guzeldir, izlenebilir. *
zaman kavramı açısından duruma çok iyi yaklaşabilmiş ancak filmin bütünü ele alınınca pek de anlam verilemeyen bir filmdir.

türkiye yi aşırı derece kötülediğini düşünmekteyim. yasalar için örneğin... sarı saçlı,alman hanımefendi türk kızıyla hapiste görüşmek istemekte ve avukata yasaları sormaktadır, avukat ise ''yasalar burada böyle'' gibi bir cümle kurar tepem atar orada işte. evet türkiye de yasalar çok da adil değildir. ama bunu dünyanın izleyeceği bir filmde öne çıkarmak doğru mudur hele ki böyle kritik bir süreçte anlam veremedim.
mükemmel olmayan, eksikleri olan, bunları da kötü espriler ve biraz sığ kalmış sonuyla sınırlandırabilieceğimiz ama sırf bunlar için de yerden yere vurulmayı hiç haketmeyecek bir film bu.eli ayağı düzgün bir film neticede.kamera ve ışıkların yerleri hep doğru yani yönetimi iyi,oyunculukları iyi,art niyetli insanlar nerden çıkardılarsa pkk yı bulup çıkarsalarda bence duruşu da gayet iyi bir film.
bir kaç sahnesinde çalıştığım hatta bi yerinde göründüğüm bile:)),fatih akının titizliğine ve insanlığına tanışma fırsatı bulunca iyice hayranlık duyduğum,dolayısıyla bana bu fırsatı sağlayan,dolu bir dünya filmi.(türkmüş almanmış,bırakalım bunları diye öyle söyledim)
--spoiler--
lotte'nin annesi susanna, kızının ölümünün ardından ayten'i hapishanede(ki kızının ölümünün başsorumlusudur ayten) ziyarete gelir ve yürek paralayan o muhteşem sahne başlar;

ayten : i'm soryy, i'm so sorry, i didn't want, forgive me, forgive me!

susanna: listen, can you hear me? i want to help you, this is what she wanted and this is what i want now, whatever you need, money, good lawyer, food, a place, you just have to tell me, you hear me?

ayten : forgive me!

susanna: stop hurting yourself...
--spoiler--
Film, siyasi bir dava değil de adli bir davanın üzerinden yürütülse idi daha gerçek bir hal alırdı.

yine de, izlemeye değer.
kazım koyuncu yu avrupaya geç de olsa tanıtan filmdir ayrıca.
yan yoldan ana yola doğru yaklaşan otomobil sahnesi çekimi küçük ama başarılı bir çalışma olmuştur. arka koltukta oturup yolu izleyenler iyi bilir bu görüntüyü ve duyguyu.
mary: bu şehir yeterince güçlü olmayanları öldürür...
frank; şehir ayrım yapmaz. herkesi öldürür... diyaloğu geçen film
kazım koyuncu'nun ne değerli bir ses ve sanatçı olduğunu bir kez daha gösteren bir filmdir.
yan yoldan gelen arabanın çekimi hariç sinema adına pek birşey vermeyen daha doğrusu veremeyen film*.lan bu almanlardan hiç mi yamuk adam çıkmaz? hepsi yeni süt banyosundan çıkmış ak kaşıklar gibi geziniyorlar.benimde göç edesim geldi inan.lotte tanımadığı insana evini açıyor eşyalarını paylaşıyor,annesi kızının ölümünden sorumlu olan ayten'i bağrına basıyor,alman polisleri desen kanatsız melek.
ah be fatihim akınım tamam türkiye'yi eleştireceksinde bu zormalama niye? hee birde nerede at hırsızı tipli adam var onlara türk rolü veriyorsun ya ifrit oluyorum sana.yok illa izlemek istiyorum diyorsanız izlemek için bir sebep

(bkz: tuncel kurtiz)
latin amerika sinemasının büyük ismi alejandro gonzales inarritu'nun kesişen hayatlar üzerine kurulu üçlemesinden feyz alındığı bariz olan film. zaten http://www.yasaminkiyisinda.com/ sitesinde "Yönetmenin Filme Bakışı" bölümünde de fatih akın bunu kendi ağzından şu sözlerle belirtmiş:

--spoiler--
yeni keşfettiğim Latin Amerika sinemasının ve yapımcılarının bugünkü düşüncelerime etkide büyük bir rolü olmuştur. "Amores Perros" ve "21 Gram" gibi muhteşem filmlerin yazarı Guillermo Arriga, bana ilham verdi. Sinematografik bakış açımı değiştirdi. "Hem Y Tu Mama Tambien" hem de "Motorcycle Diaries" bana politik, gelenekçi olmayan sinemanın tüm dünyada değerlendirilebilir olduğunu gösterdi.
--spoiler--

türkiye'nin eğitim, hukuk sistemlerine ve ülkedeki politik çatışmalara göndermelerle dolu olan filmi sinemada metonymy'nin hemen hemen her şey olduğunu düşünerek izlediğimizde bu filmin türkiye hakkında hiçbir şey bilmeyen bir yabancıya türkiye'nin orman kanunlarıyla yönetilen bir ülke olduğunu düşündürmesi, zaten rakı-şiş kebab-güneş üçlüsünden ibaret bilinen türkiye'yi tamamen bir üçüncü dünya ülkesi şeklinde aksettirmesi gayet normaldir. zira biz de yıllarca hollywood filmleri sayesinde amerika'nın siyasi kriz halinde olduğu ülkeleri abd film endüstrisi ürünleri yoluyla birer dünya üzerindeki cehennemler olarak yerleştirmedik mi zihinlerimize.

"Yaşamın Kıyısında son 3 yılın izlenimlerini konu alıyor. Dünya politikasında olanları 11 Eylül 2001 ve bundan sonra oluşan- dünyayı saran korkudan Türkiye'nin Avrupa birliğine katılması tartışmalarına kadar olanları kendi tarzımla ele alıyorum." diyen yönetmenin "amerikan marka giymem ben" ve "fuck the european union" gibi replikleri olan başrol oyuncusuna sahip filminde levi's ve nescafe gibi küresel kültür emperyalizmi imgelerinin gizli reklamlarının bulunması da filmin ilginç yönü.

bir de atilla atalay'ın ölümsüz klasiği sıdıka'da baturalp dinçdarı tiplemesini canlandıran feridun koç'u güven kıraç ile bir sahnede rol paylaşırken görmek hoş oldu. dar alanda kısa paslaşmalar filminden bu yana görmüyordum kendisini.
Az önce izleme imkanı bulduğum fatih akın filmi. Daha önce duvara karşı'yı izlemiş biri olarak o filmin yaptığı etkiyi yapmadığının kesin olduğunu öncelikle söylemek gerekir. Oyunculuklar genel olarak oldukça iyi seviyede olmasına rağmen tunçel kurtiz'in biraz fazla "da"ladığını ve şiveyi biraz abartılı kullandığını düşünüyorum. Müzikler, resimler daha önceki filmlerini aratmayacak güzellikte sevgili yönetmenimizin. Senaryo konusunda da ise aynı şeyi söyleyemiyorum, bir takım tesadüfler veya tesadüf edememeler üzerine kurulmuş klasik türk filmlerinden bir farkı kalmamış bence.

--spoiler--
ayrıca cankurtaran'da nejat'ın amcaoğlunun marangozu bıçak sırtı dizisinde kullanılan marangoz dükkanıdır.
--spoiler--
fatih akın ın ilerde iyi filmler yapabileceğinin işaretlerini taşıyan film.. hiç değilse bu kere alamancı-yabancı ikileminden ziyade suç-masumiyet geriliminden dişe dokunur birşey üretmiş.. cannes film festivali nde kazandığı en iyi senaryo ödülü de filmin alt yapısını biraz olsun göz önüne seriyor.. bence, kurgusu daha iyi yapılabilirdi.. izlenmeye değer filmlerden..
bütün siyasi içerikli mesajları bir tarafa bırakırsak im juli kadar başarılı bulduğum fatih akın filmi. ayriyetten erkan can'a bir parantez açmak gereki, kısa kısa gözüktüğü sahnelerde yine o muhteşem oyunculuğunu konuşturmuştur.
fatih akın'ın bir sinemacı olarak karakterine neredeyse ters düşen bir film. akın'ın belgesel adı altında geçen filmleri, geri dönmeyi unuttuk ve istanbul hatırası bile, belgesel kalıplarına pek uymayan, deyim yerindeyse tamamen "kafasına göre takıldığı" işlerdi. yaşamın kıyısında ise, senaryodaki matematikle öne çıkıyor ve bakışını daha entelektüel bir çerçeveye oturtmaya çalışıyor. başka bir deyişle, fatih akın'ın en iyi becerdiği işten, perdedeki kimyadan uzağa düşüyor.
bu kadar tesadüfi olayı bir arada bulundurmasından dolayı seneryosuna kocaman bir hasiktir çektirten film. hoşuma giden tek husus charlotte karakterini canlandıran kişinin harika bir oyunculuk sergilemesi ayrıca o ne gülümseyiştir öyle.
(bkz: Patrycia Ziolkowska)