bugün

Dün akşam iş kapanış saatlerine yakın bir saatte bir kuyumcuya girdim ve 1 gram altın var mı diye sordum. Adam tabi var dedi kulplu çıkardı. Kulplular 22 ayar alıyor; ben de 22 değil 24 ayar istediğimi bunları bir köşeye atıp biriktirdiğimizi söyledim. Adam ilk önce kulpsuz olmadığını söyleyerek kulpluyu bana kakalamaya çalıştı,

Şimdi olay dışında çıkıp bir açıklama yapayım: Kuyumcunun üstünde başında en iyi saatler gömlekler var. Levent'in en işlek yerlerinden birinde ve muhtemelen onlarca Akmerkez kokonası kamyonla ziynet eşyası kaldırıyor olmalılar. Bu kuyumcunun bu altın satışından kazandığı para topu topu 5 lira olacak.

Normalde böyle bir adamın yok arkadaşım diye homurdanıp beni sepetlemesi lazım. Ama bu adam dükkanda ne kadar çekmece dolap içine bir şey koyulabilir halt varsa altını üstüne getirdi. Hatta bir ara pufların üstüne çıkıp tavanda otobüslerdeki eşya koyma raflarına benzeyen yerleri aradı. O kadar içim sıkıldı ki abi dedim sorun değil pazartesi salı gelirim. Yok yok yok diye beni baş köşeye oturttu (başka zaman tam kapanış saatinde otuz tane adana burması almayacaksanız kuyumcular insanı kovmaktan beter ediyorlar) bir de Türk kahvesi söyledi; ben kahveyi höpürdetirken dükkanı neredeyse kazdı allem etti kallem etti bir tane kulpsuz buldu, Amerika'nın keşfi gibi sevinçle zıpladı.

Abi dedim neden bu kadar şey yaptın toplasan kazancın beş lira. Yanıt: Öyle deme evlat bugün, Cumartesi, hafta sonu, yani herkesin alışveriş yaptığı bugün ben siftah yapamadım, ilerdeki Ahmet abi bi yüzük satti; biz iki aydır yanıyoruz dedi.

O kadar arayıp taramamış olsa esnaf ağlaklığı deyip geçecektim. Bu halde içim sıkılmış halde terk ettim. Levent'teki kuyumcu ağlıyorsa biz napsak acep?
bu sefer teğet geçmeyecek, kiriş olarak götümüze saplanacaktır.
2017 ile ilgili aylardır ekonomik tek bir iyi beklenti görememiş olmam ve 2016 nın öyle-böyle geride kalması nedeniyle yaşamak istemesem de beklemekte olduğum olaydır. yaklaşık bir aydır yoğun şekilde ekonomi yazıları okuyorum ve aslında ne acıdır ki takip ettiğim alan merkez medya değil ekşi ve uludağ sözlük. biriktirdim biriktirdim ve yazmak istediğim birçok şey var. bu yazı da çok kısa olmayacaktır ama kimsenin bakmadığı bir yerden bu kriz konusuna bakmak isterim.

isterim çünkü ekonomi ile ilgili konulara dikkat kesilmem üniversite ile başladı. işletmeyi kazandım, hocaların ilk tavsiyesi ekonomi ile ilgili yayınları takip ederek programları izlememiz olmuştu. mikro ve makro ekonomi derslerinde öğrendiğim formül ve denklemler bazı konuları kafamda netleştirir gibi olduysa da, kafamda oturmayan bazı konular zaman geçtikçe hala oturmamıştı.

mesela, Tahtakale piyasası dedikleri bir piyasada, gördüğüm görüntü boş kare şeklinde bir araziye elinde cep telefonu olan çeşitli adamların doluşup bağır çağır konuşmalarla günü geçirmesi ve döviz hareketlerini takip ederek para kazanmaya çalışmalarıydı. ve ben oldum olası gıcık oldum buna, yıl 2000* ve dedim ki burada toplaşan adamlar eline kazma kürek aldığı gün bu ülkenin ekonomisi adam olur.

dileyen yukarıda yazdığımla ilgili yorum yapsın, ama benim derdim bu düşünceyi tartışmaya açmaktan ziyade, ekonomi konusunda kendi basit hissiyatıma yıllar yılı güvenmeyip başka ve uzmanların bildiğini-gördüğünü düşündüğüm bir açıdan bakmak istememe rağmen bunu başaramamış olmamla ilgili.

aradan zaman geçti, okul bitti, ben mali işlere en uzak dersleri okuyarak ve yüksek ihtisas yaparak mezun oldum ama sanki burada görülmesi gereken noktalar vardı. bir de şunu fark ettim; özellikle proje tarzı işlerde en karlı olan işler, yapımı için çok sıkı paralar alıp sonrası gelmeyen ve patlayan işler. olay da şu, örnekleyeyim uzatmadan; bir şirket projelendirdiği bir e-ticari operasyonu ikinci bir şirkete programlatıyor. programlandıktan birkaç ay sonra ticari operasyon yürümüyor ve işin üzerine bina edildiği web sitesi kapatılıyor. yazılım şirketi buradan çok sıkı bir para kaldırdığı ve büyük şirketin referansını portföyüne eklediği için büyük karda, iş hacmi olmadığı için parasıyla da olsa başka bir işgücü ayırma zorunluluğu artık kalmadığı için yeni maceralara yelken açabilir durumda. büyük şirket referansı ile daha küçüklerden projeler alabilir. şimdi dolayısıyla bu durumda işte diyorum ki yazılım şirketi maksimum kar elde etmiş, birkaç iş daha yazdığı firmalar elinde patlasa başka bir şey yapmasına gerek bile kalmaz.

neyse bunu daha fazla gerekçelendirip ayrıca yazarım, mesela hissiyatı somutlaştırmaktı. en sonuncusu da tekstil perakendesi ile ilgili. artık içinde olmadığım ama patlama dönemlerinde içinde bulunduğum, sonra uzaktan takip ettiğim bir alan. girdiğimde istanbul Anadolu yakasında Kozyatağı Carrefour, Ankara'da Gimat, Bursa'da Zafer Plaza'dan başka AVM olmayan zamanlar.
çalıştığım şirket de üretim yapıp ürettiğini başka mağazalara satan bir şirketti ve kendi mağazalarını açma kararı almışlardı. henüz 6 mağazası varken dahil oldum, yıl 2006, 2010 da ayrıldığımda 45 e çıkmıştı. üretici firmada şu aşamaları gördüm, firma bayiye malını verdiğinde hem markasını istediği gibi son tüketiciye yansıtamıyor hem de az kar marjı ile çalışıyordu. karını arttırıp satış fiyatı üzerinden ticaret yapmak için kendi mağazalarını açtı, bunun için yeni açılan avm'ler ce bazı illerin cadde mağazalarında yer aldı. sonra zamanla kendi üretimini yaptığı ürünler için üretim tesisi az gelince taşerona yönlendi, kendi kalitesine yakın üretim yaptığını düşündüğü taşeronla çalışıp ucuza mal ettiğinde aslında bir noktada markasını satan bir pazarlama şirketi rolüne büründü. şimdi burada duralım.

basit mantıkla, ülke içindeki insanlardan para kazanıyorsun, bu para ile çalışan maliyeti, üretim maliyeti ve bina maliyeti ödemesi yapıyorsun, kalan cebine kar kalıyor. bu döngüde çalışan ülke içerisinde ülke insanı, yeni mağazalar açtıkça istihdam sağlıyorsun, bu güzel. üretim maliyeti, başka şirkete de ürettirsen para ülke içerisinde; bir tek kumaşı italya'dan, çin'den aldığında ülke dışına çıkartmış oluyorsun ama nispeten az bir oran diyelim. bina maliyeti de, Mersin'in Çamlıbel caddesinde, izmir Konak'ta, Sakarya Çark Caddesi'nde dükkanı olan insanlara verdin, yine ülke içerisinde dönüyor para. insanların ayağına kadar ürünleri de götürdün, ülkeyi ihya ettin ihya... mı, acaba?

AVM'ler, kime ait hiç merak ettiniz mi? Ben söyleyeyim, yabancı yatırım şirketleri gelip 40-50 yıllığına arsa kiralayıp AVM'leri dikiyorlar. sonra, markalar onlara üşüşüyor. daha sonra markalara dükkanlarını yer yer fahiş fiyatlara kiraya veriyorlar. Nişantaşında açılan avm de kiraları duysanız dudağınız uçuklardı; kapanan, avm mağazası kalmayan ya da çeşitli nedenlerle patlayan yerlere zamanında istenen kiralar falan tam facia. Neyse, ama genelde yabancıya ait yerlerde bok gibi kiraları bir de dövize endeksli olarak değerli sanayici iş adamlarından hortumlayan yabancı yatırımcılardan bahsediyorum. dolayısıyla, o bangır bangır ilan edilen, gurur duyulan, icraat diye sunulan avm'ler pek yerli değiller; içlerindeki zoraki eğitimde duyduğu cümleleri size sarf eden satış danışmanıözmamul değil yani, maalesef. onlar da gönüllü köleler, çok ayrı konu, girmiyorum. ama sonuçta elbiseye verdiğiniz paranın ciddi kısmı avm kirasına gitti arkadaşlar.

ama yetmedi. şimdi tüccar tabi maliyeti düşürmesi lazım. yukarıda bir yerde markasını satan pazarlama şirketi rolünden bahsetmiştim. benim içinde olduğum şirket üretici rolünden sıyrılamadı tam olarak, ama 300-400 mağazalı operasyonları düşünün, öyle mi sizce? korkunç büyük satın alma departmanları, tamamının derdi bir sonraki yılın koleksiyonunu en ucuza yurt dışından alıp burada iç piyasaya sürmek ve insanlara satmak. yani, üretim maliyetiniz de dolar cinsinden yurt dışına gitti mi, gitti.

hani zamanla Suriyeliler gibi yurt dışından gelenlere avm'lerde iş verilse maliyetin tamamının uçtuğunu göreceğiz ama, hadi o yurt içinde kalır artık; neticede işini bilen tüccarlara ait büyük perakende firmaları, belki avm kiralarında kur sabitlemesine birkaç vaka sonrasında gitmiş olabilirler, size karlı satışı kapınızın önünde yapmak için kan-ter içerisinde uğraşan, didinen çalışan iş adamları... paraları yurt dışına gömdüler ve gömmeye de devam ediyorlardır kanımca.

ha suç onların değil belki de; maliyeti uygun ürünleri ülke içerisinde olsa alır onları satarlardı ama nerede üretildiğinin değil kaç para olduğunun önemli olduğu yerde esamesi okunmaz tabii.

dolayısıyla sevgili arkadaşlar, tekstil perakendesi üzerinden dolar bazında yurt dışına kimbilir ne kadar para üçmakta iken halktan dolar dilenen yöneticilere başkanlık istenen bir noktadayız. halbuki devlet organlarıyla kotalar koyabilir, yabancı firmalardan ziyade kendi firmalarına avm yaptırıp, yurt dışından alımlara bir kota getirebilirdin. üreticinin maliyetini düşürecek bazı tedbirler de koyar azıcık rahatlatırdın. ama perakende sektörünü duyuyorsunuzdur, o kadar büyük bir manyaklıkla avm ve dükkanlar arttı ki arz fazlası arşa değdi. çok şükür artık bağdat caddesinde, istiklal caddesinde bile boş dükkanlar var. gelen markalar vardı, kanımca her zamanki gibi bir bok yapacağını vaat eden gösterişçi narsist kişilikleri en tepelere oturtup onların kendini parlatmasını finanse ettiler ve şimdi ufak ufak çekiliyorlar.

şimdi bu perakendecilerin yurt dışına mağaza açanları da var ama bizim ülkede üretimi yapılan malı satmadıkça bu durgunluğa çare olur mu bilmem. bunda isim veririm, gururla, lumberjack'i satın alan ziylan gibi hamleler de bize çok alan kazandırırdı kanımca, sonuçta ülkemizden kaynak alan bir sermaye yabancı bir markayı satın alarak o markanın etki alanından ülkeye para girişini sağlıyor. ama geri kalanları, onlarda niye bu hamleleri göremiyoruz, varsa yoksa mağaza yeri alıp çin'de üretilen malları dünyanın farklı yerlerine satmak...
allahaşkına şu iş yapan insanı düşünme samimiyetsizliğine bir son verilsin. dediğim gibi hakikaten düşünülse kotalar konur, sınırlamalar getirilir. tabloyu da çizdim, özetleyip toparlayayım:

avm'lerin sahipleri yabancı, kiralarını firmalardan dolar bazında alıyorlar, kiracısı firmalar da çin malı satıyor, o malları da dolar bazında alıyorlar. siz oralardan mal aldıkça da paralar döviz olarak yurtdışına gidiyor, çok bilenler sıkıyorsa bu çıkışa engel olsun ya da zorlaştırsın bakalım!!

bunun tarım ürünleri ve al-sat tan para kazanan versiyonlarını da birikimim, daha ziyade kalbim elverirse yazarım ama sonuçta;

2017 ekonomik krizini yaşarsak, milyonlarca 2016 ekonomik kerizi sayesinde olacak.
(bkz: ehonomi çoğ eyii)

merkez Bankası doların ateşini alacak rezerve sahip değil artık,
Bu demek oluyor ki devalüasyon kapıda, uzulerek soyluyorum ki yarragi yediniz comarlar.
dünyanın en büyük 17. ekonomisi olduğu zaman para piyasalarında katmadeğer akışında vb. sorun olmayacağını sananlarında olduğunu saptamam neden olan krizdir. zira 2000-2001 kriz dönemi ve sonrasında da 459 milyar dolarlık milli gelirle Avustralya'nın ardından dünyanın 17'inci büyük ekonomisiydi türkiye. 15 yıl sonunda ne bir adım yukarı ne de bir adım aşşağı aynı yerinde dünya sıralamasında türkiye ekonomisi.

sürekli bahsedilen argüman olan geri dönüşü olmayan hatta ve hatta ekonominin sırtında uzun yıllar ödeme garantili kambur olarak kalacak olan beton yığını yatırımlar.

türkiye bankasınıdan çekilen kredi ile yapılan , bakım masrafları ile birikte 3-4 yılda tüm maliyetini çıkartacak olan ama 25 yıl taşerona işletme hakkı verilerek, hazinenin verdiği geçiş garantili köprüler,yollar, hasta yatak garantili hastaneler ve niceleri.

sadece 25 adet şehire yapılan stadyumların parası ile yapılabilecek arge yatırımlarını inanın hayal bile edemezsiniz, söyle açıklayacak olursak amsung electronic'in 2003-2006 yılları arasındaki zıplama döneminde argeye harcadığı paraya eşit sayılır ve şu anda samsun'un net geliri 268 milyar dolar evet sadece samsun türkiye cumhuriyetinin ihracatından daha fazla kazanca sahip.
biz arge yapmak teknoloji, sanayii vb. zor,zahmetli ve uzun soluklu olan yatırımlara yönelmek yerine beton ile sıcak parayı piyasaya sokmayı tercih ettik. o dönemlerde gelir artışı vb. hareketlenme yüksek seviyelerde olmasına rağmen durmak zorundaydı, çünkü beton ihraç edilemiyor, çünkü betonu ihtyiacı olan her ülke yapabiliyor. haliyle artık beton dönemi yavaş yavaş bitmek üzere ve dünyada dolaşan sıcak para akışı azalmaya başladı ve biz de tükenme noktasına gidiyoruz ağır ağır.

stadyum olayına biraz daha değinmek isterim;

memleketim olan ama şu anda yaşamadığım samsuna 33.000 kişilik yeni bir stadyum yapılıyormuş, üşenmedim araştırdım son 10 yılda samsunsporun oynadığı seyirci ortalaması 5.000 ve mevcut 15.000 kişilik stad çok rahat yetiyordu bu şehire.

daha niceleri, afyon'a 15.000 kişilik stad yapılyıor, inanılır gibi değil, afyon'un en iyi profesyonel lig takımı 3. ligde ve mevcut stadları zaten 15.500 kişilik. nasıl böylesi kaynaklar bu şekilde çarçur edilir harika örneklemeleri mevcut.

tarıma yapılan muhteşem destek ile ;

2002 yılında kişi başı 23 kg baklagil üreten ülkeyi (Suriyeliler hariç) bugün 13 kg üretime düşürebilmiş,
2002 yılında 1.500.000 ton baklagil üreten ülkeyi 15 yılda bugün 1.000.000' un altına çekmeyi başarmış,

2002 yılında toplam işlenen tarım alanını 26 579 km'2 den bugün 23 763 km'2 ye düşürebilmiş,

şu anda kuru kazakistandan fasulye, polonyadan buğday vb. ithal eder konuma gelmiş acayip bir ülke haline gelmişiz.

tarım ülkesi desen değil, sanayii ülkesi desen değil, turizm ülkesi desen artık hiç değil....

2002 yılıda %-30.1 olan cari açık dengesini 15 yıl içerisinde ortalama -%35.1 seviyelerine çıkarmış,

2001 de 8.3, 2002 de %10.3 olan işsizlik oranını saçma sapan politikilar ile görmezden gelip %11.9 a kadar yükselmesine göz yummuş, (%14'ü görmüşlüğü de vardır 2008 de)

Özel sektör borçlanmasını destekleyerek ;

2002'de 131 milyar dolar olan dış borç 2016 yılı sonunda 490 milyar dolar seviyesine çıkarmış,

2002 yılında 15 milyar dolar olan ithalat ihracat açığını, son 15 yılda ortalama 63 milyar dolara çıkarmış,

ve bu açıkları bugüne kadar turizm, özelleştirmeler, kayıt dışı ticaret (zarrab vb.) ile gözboyamış bir ülke,

neresinden tutsan yüzüne gözüne bulaştırmış bu hükümetin böylesi politikaları ile kaçınılmazı yaşama vakti geliyor yavaş yavaş.

artık ne arapların alacağı kıytırık apartman daireleri, arsalar ne de yastık altındaki altının piyasaya sürülmesi bu ülkeyi kurtarır. her zaman geçici görüntüyü kurtarmaya çalışan politika anlayışı ile çöküşe her gün adım adım yaklaşılmaktadır.

hazır olun....
Dün itibari ile çalıştığım holding bünyesindeki onlarca kişinin işine son verildi. Adeta kıyim yapıldı.

Birileri halen olmadığını iddia etsin.
Kriz yok diyen arkadaşlara;

Aşağıda göreceğiniz grafik, yöneticisi olduğum bölümün 2010_2016 euro üzerinden satış grafiği.

görsel

Türkiye'nin lokomotif sektörü otomotiv sektöründe üretim yapan bir fabrika burası. Birkaç gün içinde patronuma bu durumu izah edeceğim.

Kovmazsa iyidir.
Kerizlerin göremediği ülkenin acı gerçeğidir. Bu defa kol gibi de değil elektrik direği mübarek. Ama olsun yol yaptı, kuş uçmaz kervan geçmez köprü yaptı, rol yaptı.
Oydu buydu derken, devletin yönetim kademelerinde işi bilen insan kalmadı. Ekonomiyi bu hale getiren kendileri, hiç başka suçlu aramasınlar.
En çok
"ekönömi çoğ eyi Almanya bizi çekemiyörcü"
2017 ekonomik kerizlerini
vuracaktır.
9 Ekim 2017 de 4 saatte %4 değer kaybeden paran var.

Akaryakıta, doğalgaz, elektriğe yeni fiyat güncellemeleri gelir sabunsuz.
kuyumcu yalan söylüyor, ülke şerefsiz dolu, inanmayın bu salaklara, siftah yapamamışmış.
dışarı çıkın, istanbul'un en sikik semtlerinde bile sokakta 250.000 liranın altında araba yok, geçiniz bu orospu çocuklarını.
o 5 lirayı da götüne soksaydın.
ekonomik krizin boyutu çok ciddi ama bu durum orta sınıfı etkiledi, tamamen yok etti. zengin daha zenginledi hatta artık vergi de ödemiyorlar. fakirler de tezek yesin.
Tam olarak iÇiNDE bulunduğumuz kriz.

2 ay kadar önce şehrin tam göbeğinde bulunan bir otelin satın alımı ile ilgilenmiştik. 3.3 milyon liradan başlayan pazarlığı 2.5 milyon liraya kadar indirmiş, arzu ettiğimiz miktara çekemeyince de satın almadan vazgeçmiştik. Şayet anlaşma olsaydı amcamın Almanya'dan getirdiği euro'lar ile satın almayı gerçekleştirecektik.

O zaman 2.5 milyon lira 4.10 kur ile 609 bin Euro yapıyordu. Şu an ise 4.65 kur ile 537 bin Euro yapıyor. Yani 2 aydaki fark 72 bin Euro. O Da şimdiki kur ile 334 bin lira yapıyor. Bizim o zamanki teklifimiz 2.2 milyon liraydı. Sadece 2 ay içerisinde karşı taraf hiçbir fiyat indirmemesine rağmen mülkleri 334 bin lira değer kaybetti. Bakın bu ekonomik krizin alasıdır.

Amcam Euro'yu 4.90'a endekslediği için hala anlaşma noktasında herhangi bir girişimde bulunmuyoruz. Karşı tarafın bu kriz ortamından ürkerek bir de indirimde bulunma ihtimali beklemenin mantığını da daha iyi ortaya koyuyor.

Tüm bu manzara karşısında kriz Yok diyen makarna yiyip, kömür yakan bir çomardan başka bir şey değildir.
An itibariyle dolar tüm dünyada %0.10 artmış, Türkiye'de %0.60 artmış.

Yani dolar Türkiye'de 6 kat hızlı artıyor.

Olmasın diye dua ediyorum... Uyku muyku kalmadı.
enflasyon çift haneli rakamlara ulaşıp, daha sonra 11.29 seviyesine çıkmışken,

işsizlik %12.7'ye yükselmişken,

genç işsizlik %24'leri bulmuşken,

birde bunların gizlenmiş gerçek rakamlar olmadığını hesaba katarsak, çoktan gelmiş krizdir.

şuan referandumu etkilememesi için olabildiğince gizleniyor ama referandum sonrası ak - kara ortaya çıkacak.
Uzun zamandır süren krizin ohal ve referandum belirsizlikleri yüzünden etkisini göstermesidir.