bugün

entry'ler (383)

konuşma dili

gerçek dildir. dili konuşarak öğreniriz. yazı dili her zaman ikinci planda kalacaktır.

cem yılmaz

egosunun patentini almalı derhal. cem yılmaz egosu. kesinlikle. çok başka.

bihaber

yazımından bihaber insanların "bir haber" şeklinde kullanabildiği kelime.

sosyal medya

sayesinde çok mutlu olduğum zımbırtı. bu ve bununla birlikte haber sitelerinde okuyucuların her bi şeye yorum yapabilmesi, sözlükler, vs ile iyice cümbüş oldu her yer. neden mutlu olduğuma gelirsek, sahiden ne çok beyinsiz ve kendini bilmez varmış. ben de kendimi yıpratır dururdum; sen kimsin, ne yaptın bugüne kadar, zamanını hep boşa harcıyorsun gibi. şimdi daha rahatım çünkü ortalama anlama, algılama ve anlayış gerçekten çok vahim seviyelerde gezinmekte.

biz internet gelişirse bilgi paylaşımı artar, bilgiye erişim kolaylaşır, zihinlerde kuantum sıçraması yaşarız zannettik ama sosyal medya diye bir şey çıktı ve olan biten gün boyu dedikodu, kalça but resimleri, sataşmalar, küfürleşmeler, aptal saptal ergenlik hezeyanları, vs.

ee herkesin kendi medyası olursa böyle olur. hani lan "ben her akşam belgesel izliyorum abi" diyenler? al işte herkes kendi profilini, kendi sistemini kurgulayabiliyor, kendi içeriğini oluşturabiliyor. nerede felsefi, bilimsel tartışmalar? nerede toplumsal mesajlar? imkanlar elimizde. peki neden kimsenin umrunda değil bunlar? bu gidişle "halk böyle istiyor" diye her türlü seviyesizliği yapanların yavşaklığını mazur görmeye başlayacam.

ibrahim tatlıses

bazı insanlar cahilliğin tamamen okuma-yazma bilmemeyle veya bir diplomaya sahip olmamayla alakalı olduğunu düşünüyor ve yanılıyorlar. elbette okuyan insan daha bilinçlidir, bazı şeyleri görmesi daha kolay olur. ancak bir de işin aile yönü var. aile gerçekten çok önemli. insanlar değer yargılarını, ahlak ilkelerini, doğruyu yanlışı ayırt etme yeteneklerini çok küçük yaşta henüz okula bile gitmeden ediniyorlar. insan, o çağda iken iyi bir aile içi eğitim almaz ve tutarsız bir çevrede yetişirse kafasında çarpık bir fotoğraf oluşur hayat hakkında. bir de pek çok konuda aç kalırsa, ileride bir gün her şeye sahip olduğunda doymak nedir bilmez.

bu kişi hakkında ne biliyoruz? bir mağarada doğduğunu. kendisi söylüyor. ve bunu her söylediğinde de bundan utanmadığını haykırıyor. zaten onu bununla suçlayacak değiliz. sadece bu bilgiden neye ulaşabiliriz peki? bu kişi ailesinden muhtemelen sadece hayatta kalmaya yetecek kadar destek gördü. o şartlarda doğup büyüdüğüne göre eğitim gibi konular fazla lüks kaçar. bu doğal bir şey. bir kusur değil. kusur bir çok kurumda aranabilir. en son bakılacak yer kişinin ailesi olurdu. kontrolsüz şekilde çocuk yapmakla bile suçlanamazlardı çünkü bu da devletin sorunu olurdu. bütün bunlar başka problemler.

bu kişi anladığımıza göre öyle zorluklar yaşamış ki rahata erdiğinde, güç kazandığında öfke ve nefretle adeta hayattan intikam alma yoluna gitmiş. bir insanın hangi acıları çektiğini bilemeyiz. bir insanın hangi çukurlara düşüp çıktığını, nasıl bir cehennemden kaçtığını da. o nedenle sonuca bakarak hiç kimseyi bütünüyle suçlu görmeye hakkımız yok. nasıl zaferler ve gururlar bizdense bütün sakatlıkları da toplum olarak biz var ediyoruz. ve her şey birbirine bağlı. kimsenin kendini bütün olan bitenden soyutlaması mümkün değil. bu kişinin yerinde biz olsak da benzer davranışları sergilemeyeceğimizin bir garantisi yok. ama bu demek değil ki zorlukları yaşayan bir insan böyle davranmakta haklıdır. işte bazılarımızın büyük yanılgısı bu. oysa suçu övmek suç işlemekten daha kötüdür. suç olur ve biter. pişman olma hakkı vardır. affedilme olasılığı vardır. ama suçu övmek çok daha ağırdır. fikirdir ve göze batmaz. ama bulaşıcıdır. zihinler arasında yayılır. ve onunla savaşmak güçtür.

problem, bu kişi ile ilgili bazı insanlarda bulunan algı. belki de insanlar kendi hayatlarıyla onun yaşadıklarını özdeşleştiriyor ve sahipleniyorlar. aileden zengin biri gidip bir uçak alsa diyelim ki, lafı olurdu. denebilirdi mesela, -vay be uçak almış kim bilir nasıl vergi kaçırıyor. ama sonradan "yırtmış" biri uçak aldığında buna benzer çatlak sesler pek azdır. baskın ses der ki, -helal olsun koçuma, yakışır. tepkide neden böyle bir fark olduğunu anlamak zor değil. biri dün bizdendi, bugün bizim olmak istediğimiz gibi. diğeri dün de bizden değildi şimdi de değil. toplumda şöyle bir tutarsızlık var. hem zengin olmak isteriz hem de zengin olan kişinin mutlaka bir defosu olmalıdır diye düşünürüz.

hangi suçu işlemiş olursa olsun, insan hayatının kutsallığı nedeniyle ölmesini istemek insanlıkla bağdaşmaz. yaşaması, iyileşmesi için dua etmek ise keyfidir. bu konuda fikir beyan etmemek de ayıplanmamalıdır.

fikrime gelince. kendisi benim için sadece toplumsal bir inceleme konusu. kendimize dair bir gözlem, bir deney düzeneği. bunun ötesinde bir katkısı olduğunu düşünmüyorum. sanatını bir kenara koyarsak tabii. o konuda tartışmak gereksiz.

görmek isterdim ki, urfa'da oxford olmadığı için okuyamadığını söyleyen bu kişi durumu iyi olduğunda hadi kendisi okumaya girişmedi onu geçelim en azından doğduğu yerdeki maddi sıkıntılar nedeniyle okula gidemeyen, üniversite kazanamayan çocuklar gençler için bir şeyler yapsın. ama laf olsun diye değil. elindeki imkanları gerçek anlamda kullanarak. bu işin üstüne giderek. yoksa orada burada oxford meselesini açmak bir işe yaramıyor. istese her sene onlarca sanatçı ile yardım konserleri, geceler, programlar yapar bir sürü para toplar; bir vakıf kurar işleri organize şekilde idare ettirir ve hiç olmazsa bölgesindeki, memleketindeki çocuklar için bir şey yapmış olurdu. işte bunu görmeyi isterdim. bu benim bu topluma inancımı daha da artırırdı. bunlar ne yazık ki gerçekleşmedi. ve bunda toplum olarak bizim de suçumuz var. aynaya iyi bakalım. böyle olsun istedik biraz.

yazarların sahip oldukları ilk forma

98-99 koyu lacivert bayern münih. önünde eşşek kadar kırmızı opel yazısı olmasa iyiydi.

bilim kadını

çok gereksiz bir adlandırma. bilimle meşgul olup kendilerine bilim adamı denmesini istemeyen kadınların duymak istedikleri bir şey galiba. iyi de bilim adamı, bilim erkeği anlamında kullanılmıyor ki kadınlar için buna karşılık bilim kadını densin. erkeklerin erkek olma iktidarlarını pekiştirecekleri en son yer bilim olabilir. adı üstünde bilim bu. safsata, gelenek, efsaneye yer yok. bari orada bu cinsiyet kompleksinizi bırakın be.

zaten hiç anlamıyorum şu feminizm saçmalığını. sanki erkekleri şımartan, onları kadınlardan üstün tutan anlayışı uzaylılar gelip aşılıyor. siz değil misiniz sevgili olarak erkekleri hem gazlayan hem de sömüren, siz değil misiniz anne olarak pohpohlayan?

peh. bilim kadınıymış. bilim cahilleri!

sözlük yazarlarından şiirler

hayat bir mucizeyse
oturup sabahtan akşama kadar
bağlayıp ağzımızı
çocuklar gibi merakla
ve coşku dolu
ve masumca
koyarak kirlenmiş ellerimizi
herkesin görebileceği bir yere
dürtmeden masanın altından yanımızdakini
bakmadan elindeki kağıtlara
yalnızca oyundaki sevince odaklanarak
hayat karanlık bir kuyu değilse
yırtarak gündüzün ortasında
aklımıza yer eden geceyi
hayat görülen lüzum üzerine
elimizden alınmamalıysa
kapatarak bu şer dükkanını
köyümüze dönmemiz
topuklarımız kıçımıza vura vura
bütün bunlardan kaçmamız
unutmadan nasıl bir yerden geldiğimizi
hiçlikten, ışıksızlıktan, nefessizlikten
ve hatırlayarak hangi çılgınlığı yaparsak yapalım
yine oraya döneceğimizi
durup bir düşünmemiz
kendimize gelmemiz
hayat bir mucizeyse
bunu iyice anlamamız
ve tekrar ve tekrar
kendimize anlatmamız

gerekmez mi?

uludağ yazarları seçim sonuçları için ne dediler

% 50'yi ve diğer müstakbel % 50'leri, kabalaşmadan, oy verenleri aşağılayıp ötekileştirmeden yorumlamadığınız sürece bu tablo değişmeyecektir.

oyuna talip olduğunuz insan siz yerine gidip akp'yi seçiyorsa kabahat tamamen onda mıdır?

başbakan antidemokratik yöntemlerle basını ve medyayı köşeye sıkıştırıyor; onu asarım bunu keserim diyerek bir nefret kültürü yaratıyor, bundan nemalanıyor; bazen oluyor kendine hesap soran vatandaşı aşağılıyor...

ama o halk gidip yine de akp'ye oy veriyor. bu nasıl oluyor? değil mi? kesin beyinlerinde bir problem var. ya da koyun lan bunlar. meee.

işte bu kolay yol. sorumluluk alınmayan, özeleştiri yapılmayan bir yol.

halk kemal amcanın söylediği şeyleri beğenmedi değil, ama inandırıcı gelmedi. kaynağı nereden bulacaksın sorusuna "benim adım kemal ben bulurum" gibi gayriciddi bir cevap verdi. nedense akp ile ilgili yolsuzlukları bir türlü tam olarak açıklamadı. hep aba altından gösterdi sopayı. bu da samimi gelmedi anlıyor musun. önce samimiyet.

chp... hiç hoşlanmam bu partiden, ama yine de denenmelidir. tek başına iktidar olmasını isterim. neden? önyargılı biçimde başarısız olacağını düşüneceğime göreyim diye. başarılı olacağını zannetmiyorum ama herhalde 2001'deki durumdan beterini yaşatmaz.

bu seçim sonuçları da eğer chp'li arkadaşların kafa yapısını değiştirmezse 2015 seçimlerinden sonra da içecekleri soğuk suyu şimdiden içebilirler.

türkiye

çoğunluğu kompleksli insanlardan oluşan ülke. ülkem diye söylüyorum ki eleştirmek rahatsız olmak iyi bir şeydir, türkiye insanı yeterli gaz verildiğinde kamplaştırılmaya çok yatkın. tamamen duygularıyla hareket ediyor genellikle. bir de şu bizi yıkmak istiyorlar, herkes bize düşman zannı var ki tam paranoya. birçok ülke tarafından sevilmiyor oluşumuzun tek nedeni onların bizden korkması olarak algılanıyor. tabi osmanlı bunları korkutmuş şimdi onun karın ağrısı bu diyoruz. işimize gelmediğinde osmanlı değiliz biz laikiz filan diye takılıyoruz. her konu etrafında birbirini öldürme noktasına gelebilecek kadar fanatikçe kutuplaşabiliyoruz. birbirimizi sevmiyoruz. bir de ironik şekilde dünyada en iyi en namuslu insanlar bizleriz triplerine giriyoruz.

özet olarak bütün gözlemler eminim çoğumuz tarafından paylaşılıyor. o halde ortada büyük bir çarpıklık, bir hastalık var. bir insanın ruh hastası olması diğerlerini pek etkilemez, kapatırsın en kötü bi yere kimseye zararı dokunmaz; ama bir topluluğun ruh hastası olması tedavi edilmesi neredeyse imkansız bir şey olur. çünkü o toplumun gerçeğin farkında olmayan çoğunluğu bu durumu görüp de sızlananları yani gerçeğin farkında olanları, vızıldayıp duran sinekler olarak görür ve bir vuruşta yağını çıkarır. bunun için kullandığı iki büyük silahı vardır. bir, vatan hainliği damgası, iki yabancı hayranlığı.

şarkılar güzel günler göreceğiz, güneşli günler diyor ama umutsuzum nedense. güzel günler uzak gibi.

nestor fernando muslera micol

zapata, aykut, ufuk'un kaleci olduğu yerde bırak dünya 7.sini dünya 1.si etkisi yapacak olan kalecidir. zaten mükemmel kaleciye gerek yok, işini yapan kaleci gelsin yeter. varsın harikalar yaratamasın, penaltı kurtaramasın ama en azından güven versin yenmeyecek golleri yemesin. inşallah gelir dediğim kaleci. inşallah. amin.

numan kurtulmuş

erdoğan gibi ne yaparsa yapsın, hatta allah yok bile dese savunacak kadar gözü kararmış fanatiklerinin türemesine izin vermese keşke dediğim siyasetçi. malum başımıza ne gelirse fanatizmden geliyor. her gördüğü kıza vurulan şaşkın bir delikanlı gibiyiz millet olarak. daha önce demirel'in beyin a.cıklaması yaratan kelime oyunlarına kanıp, özal'ın meşhur kalemiyle hipnotize olup, tansu çiller'in sarı saçlarına bayıldık ve şimdi ilk defa boylu poslu bir başbakanımız oldu diye seviniyoruz. işte bu ahvalde numan amcayı da yüzünden nur akıyor diye şeyh muamelesi ile sevmeye kalkmayalım bari. sakin sakin dinleyelim ne diyor? sözlere bakalım sözlere.

liberal demokrat parti

eğer destekleyenleri veya yöneticileri %1-2 oy aldıklarında, kendine oy vermeyen, kendi düşüncesini benimsemeyen halka bidon kafalı, göbeğini kaşıyan ayı, vb. nitelendirmelerde bulunan elitistlerle aynı düşüncelere sahip olmuşlarsa veya olacaklarsa liberalizm bu değildir, olmamalıdır. liberalizm zor bir şey anlatılanlara göre. yılların liberali olarak konuşmuyorum ama tanım açık. besim amca çok yanlış laf etmiş. ettiyse.

bu seçimden de %1 civarında oy alacak parti. olsun. neyse deyip yoluna devam edecek bir başkana sahip.

liberal demokrat parti

liberalizmi, yani kapitalizmi savunduğu için patronlardan destek gördüğü düşünülen parti, ben de önyargılı yaklaştım fakat parti başkanı devletten de destek almadıklarını seçime katılan bir parti olarak komik bir bütçeye sahip olduklarını ifade ediyor.

http://www.youtube.com 'dan "cem toker" ile aratarak liderlerinin görüşlerini alabilirsiniz. özellikle bilgi üniversitesinde yaptığı konuşma güzel ve samimi geldi bana. nedense buradan vermeye çalıştığım linkler başarısız oluyor.

liberal demokrat parti

lideri cem toker'in 2007'de yaptığı trt seçim konuşmasını akp'nin politikalarından hoşlanmayanların izlemesi gerek.

konuşmalarını izleyince kararımı verdim; yarın oyumu vereceğim partidir.

son gece, chp'ye mi oy versem ne yapsam derken, sistem büyük bir hatadan kurtarıldı sayelerinde. teşekkürler cem abi.

edit: verdiğim youtube linklerini çalışmadıkları için kaldırdım. www butonunu mu yanlış kullanıyorum. yoksa başka bişey mi var anlamadım.

cristiano ronaldo dos santos aveiro

kıroluğu veya apaçiliği değil onu sevimsiz kılan, etrafındakilere tepeden bakışı. inanılmaz bir gol attığında, ki çok güzel goller atabiliyor, bütün bunları ben yarattım bakışlarıyla kafasını ukalaca sallaması, kibiri kısaca.

fırlama da olabilir, itici de olabilir, eric cantona çok mu efendi bir futbolcuydu? soralım bakalım cr'dan nefret edenler cantona için ne söyler? zidane mesela çok mu sevimli, munis, efendi bir futbolcudur? değildir elbet. ama real'i hiç sevmeyen birçok insan saygı duyar.

şu fanatizm çok kötü şey. kendinize idol seçiyorsunuz, ki ergensiniz hormon buhranı nedeniyle bu mazur görülebilir, ama idolünüzün tek yaptığı tanrı vergisi yetenekleri ve şansıyla kendi malıymış gibi böbürlenmek. beckham'ın bile bir misyonu vardı, sevmesek de, moda, magazin, sosyete konusunda.

sevmiyorum koçum. bu çocuğu sevmiyorum. bir gün futbol filan ortadan kalksa, parası pulu kalmasa, amele pazarında iş beklese, kamyonetin başında amele seçen adam da ben olsam, buna, tipine bakıp "sen gelme ulan ayı" demek isterdim. sevmiyor oluşum seni çok mu uyuz ediyor. etsin a.k. çok da tın. castin baybır denen fırlatmayı da sevmiyorum, leydi gaga denen hoplatmayı da sevmiyorum. sevmiyorum lan. var mı ötesi? istediğin kadar eksile değişmeyecek fikrim.

aslında bu bir nefret değil. bu onu ölümüne savunan hastalık derecesinde seven tiplere olan tiksintimi ona yüklemek. yansıtma yani bir nevi. yoksa ilerde yaşlanır, jöle sürecek saçı kalmaz, durulur, biraz sempatik olur, hatta gelir takımıma teknik direktör olur severim neden sevmeyeyim şartlar oluşursa. ama şu an fena halde imkansız.

korsan kitap satın almak

kitap yazan insanlar, ki kendilerine yazar denmesinden hoşlanıyorlar, tarafından esefle kınanan, hatta bazılarınca insanlık suçu olarak dahi nitelenen bir eylem.

ben de burada kendimize verdiğimiz sözlük yazarlığı sıfatıyla bir şeyler yazıyorum. diyelim ki yazdığım şeylerden birini adamın biri izinsiz, referanssız, bunları da geçtim alıntı olduğunu da belirtmeden bi yerde aynen kullandı. hoşuma gitmez elbette. yazdığım şeye ayırdığım zaman, verdiğim önem ve yazdığım şeyin uyandıracağı etkinin gücü ölçüsünde bu olaya tavır alırım. olayı insanlıktan çıkmak olarak nitelemem tabii. tersine insan böyledir, bilirim. insanlığa giriş 101. ilk ders: insan nşa'da çıkarcı ve hesapçıdır. şaşıracak bir şey yok.

öte yandan aklıma başka sorular da takılmıyor değil. yazarlar bizden telif haklarını talep ediyorlar, kitap onların hakkı eyvallah. peki onlar bize neden telif hakkımızı ödemiyorlar? saçma mı? neden saçma olsun? biz de onların hayal dünyalarını şekillendiriyoruz. yere tüküren adamın, dolmuş şoförünün, sokakta top oynayan çocukların, eve gelen tesisatçının, televizyondaki spikerin, kısaca herkesin ortaya çıkan metinde bir payı var. bak yüz kişiden bin kişiden bahsetmiyorum. o kültürü o dili paylaşan hatta hatta dünya üzerinde yaşayan herkesin payı var. e yazar vergilerini ödüyor zaten denebilir. hayır efendim para değil, emek üzerinde tüm insanlığın hakkı var diyoruz, gelire ortak olmak değil esere, telif hakkına ortak olmaktan söz ediyoruz. kısaca yazdığı bir kitapla kendine lüks bir villa yanı sıra son model bir otomobil almak isteyen ve bunu kendinde hak olarak gören yazara, hayır biz ödemeyi para ile yapmayı düşünmüyoruz, bizim metinde bir payımız var, hepimizin yüzdüğü derenin suyunu sırf ilk senin aklına gelen yöntemlerle bir yerde toplayıp baraj oluşturmayı becerdin diye bize onu bu kadar keyfi şekilde satamazsın diyoruz. bunun için hepimizin gönlünü alman gerekir diyoruz. bize rağmen bizden topladığın balı tek başına yiyemezsin diyoruz.

hoş, devran böyle, düzen yerleşmiş. futbolcular mesela, öyle eminler ki kazandıkları paranın onların hakkı olduğundan. bir de o paraya dalga geçer gibi "ekmek" parası demiyorlar mı! kaç yüz yıl önce gladyatörler için kralın parmağının gösterdiği yön, hayatta kalmak önemli iken şimdi bu nöron israfları dünyanın böyle olması gerektiğini düşünüyorlar.

yazarlara sesleniyorum. siz kimsiniz yahu? siz ortaya çıkan metnin vücuda gelmesine birebir şahitlik etme ve o anda yaratıcının size verdiği sınırlı yaratma ve oldurma hazzını yaşama şansına sahip insanlarsınız. zeka sizin mi? kabiliyet? hafıza? akıl? hepsini kaybedebiliyorsanız hiçbirinin mutlak sahibi değilsiniz demektir. o halde bu, ortaya çıkan eserin mutlak sahibi olma iddiası nereden geliyor? - peki efendim zaman harcıyoruz, mesai veriyoruz hatta iş edindik, gecemizi gündüzümüze kattık yazdık, bizim hiç mi maddi hakkımız yok? var elbette ama dediğim gibi bunu "verin lan paramı" diye isteyemezsin. görüyorsun ki öyle istedin diye korsan kitap var. tek suçlu sen misin? değilsin. ama zihniyetini gözden geçirmen gerekiyor. 700 lira maaş alan adamın veya ailesinden birinin de canı istediğinde senin kitaplarını okuyabilmesi gerekiyor. 30 lira 40 lira istersen okuyamaz değil mi şeker kardeşim? isteyebilirsin tamam diyelim ki bu senin dombililiğin. ama bu durumda türeyen korsancıların peşinde polisle birlikte koşarak açgözlülüğün dibine vuruyorsun. kazandığı milyonlar için "ekmek" parası diyen şuursuz futbolcunun aymazlığına komşu oluyorsun.

selçuk inan ın galatasaray a transferi

öncelikle hayırlı olsun. ama gereken yerlere en az bu kadar iyi transferler yapılmazsa tek başına kurtaramaz.

gelelim kokuyu alıp gelen fakat olayın içinde aslanlar olduğunu görünce kenardan salyalarını saçarak havlayan çakal sürüsüne. neymiş efendim avrupa'da olmayan bir takıma gitmekle hata yapmış. ulan sanki her sene avrupa'da alınmadık puan geçilmedik tur bırakmıyorsunuz da. en son bir kere çeyrek finale yükseldiniz ve bunu türkiye'den bir takımın ilk kez yaptığını bile iddia ettiniz utanmadan. daha geçen sene art arda hem şampiyonlar ligi hem avrupa liginden elenen siz değil miydiniz? bu sene doğrudan gruplara kalınca sanki bir anda avrupa fatihi mi olacaksınız? keşke olabilseniz. sonra neymiş efendim fener bu adamı kaçırırmış da biz de arkasından bakarmışız. bak ya şu mahlukun övündüğü şeye bak. bunlar zaten şampiyon olunca koyduk mu diyen zihniyet işte. kardeşim birinci olmuşsun şampiyon olmuşsun ne diye uğraşıyorsun sekizinci onuncu olmuş takımla, yıl boyu belini doğrultamamış skandallarla başarısızlıklarla boğuşmuş bir kulüple? tamam lan peki peki anladık lan. sen birincisin de. neden hala gözün çöplükte? a benim sığırım. komplekslisin kompleksli kalacaksın ve bizim eriştiğimiz noktaya erişene kadar da bu değişmeyecek.

bu transfer de senin ne mal olduğunu özetlemekte. haset, kıskançlık, bok atma, aşağılık kompleksi. hepsi sende var.

tekrar umarız ki bu transfer hayırlı olur.

mo ni fe

(#11618117) taraftarlık ve spora bakış ile ilgili bütün sınırları alt üst etmiş artık işi aile boyutuna vardırmış yazar.

neymiş efendim fenerli baba ve cimbomlu annenin çocuğunun durumuymuş. neymiş efendim bu çocuk bir şekilde fenerli olurmuş. olmazsa annesinin babasının elinden çekeceği varmış. onu ikna edermiş bir şekilde. (terbiyesinden burada "sike sike" kısmını gizli bakınız yapmış). böyle bir pespaye entri okumayalı uzun zaman olmuştu. tek derdi espri yapmaksa kendisine acıyorum. yok fenerbahçeli ise ve bu da onun samimi düşüncesinin şakayla karışık dışavurumu ise bir fenerbahçeli olsam işte bundan utanırdım. bunu bir galatasaraylı refleksiyle yazmıyorum. işin içine aile kurumu girecekse galatasaray da yerin dibine batsın fenerbahçe de. gerçekten acınası bir düşüncenin yazarı.

pucca

dünyanın çivisinin çıktığına ikna eden bir "şey". küfür etmek, geçmişte de olsa çok sevdiğin birinin ayıplarını, sırlarını ortaya saçmak, nefret kültürünü matah bir şey gibi sunmak bu kadar mı taraftar toplayabilir! bomboş saçma sapan ipe sapa gelmez günlük hayat zırvaları bu kadar mı değerli görülebilir! yazıklar olsun. rastgeldikçe canımı sıkan yaşam formu. bu bir zihniyet aslında. yüzünün görünmemesi de isabet. bu bir kavram. bu kavrama savaş açıyorum ben. hiçbir şeyin çok bir şey gibi kıymetlenmesine.