bugün

En kotusu kulakligi evde unutmak !!!
Uzun olanları sıkar.
Çıkmadan önce siz siz olun hastalanmayın.
yaz aylarında sık sık yaptığım şeydir.

geçen bir arkadaşımla dedik ki ağustosta bi barcelona yapalım. iyi güzel hoş derken bilet faslına geldi sıra. nerden alalım diye düşünürken biletall.com aklıma geldi. girdim baktım çok hoş geldi gözüme. istediğine kolayca ulaşıyorsun ve hiç sorun çıkarmıyor. üstelik düşündüğümden de kapsamlı bir ağ kurmuşlar. bu kadar kaliteli bir platform olduğunu bilmiyordum ve şaşırdım açıkçası. umarım böyle devam ederler.
Yeni internet dizisi sıfır bir in soundtrack parçasıdır.

Kırık kanatlı bir kuşun umudu var belimde
Sesimde titreyen bir sokak çocuğu yalvarışı
Ne olursun kötüye kullanma hayat beni
Çünkü çaldılar benden kaybetme kaygısını

Huzurlu olmak için gerekliydi karar
Sıcak yatak birde rahat kafam koymak için yastığa
Tedarik için elzemdi tabi zengin baba
Onunda tek mirası küfürlerim şu hayata
Tanım: seyahat.

Şarkı: yolculuk nereye kimler uğruna ölmeye..

itiraf: sözlük bu yazı için seçtiğim başlıkta beni sınırladı.

***
Bir gezintiye çıkmak istiyorum.. ihtiyacım olan, olacak her şeyin olduğu büyükçe bir sırt çantasıyla. Gece durakladığım yerler, lüks oteller olmasın, olmasın o kadar param. Huzur veren, ahşap evlerden oluşan bi ailenin işlettiği, tonton teyzelerin olduğu yerler olsun... Yağmur yağsın, ıslanayım ama zevk alayım bundan, belki yağmurda birlikte dans edeceğimiz birileri bile çıkabilir karşıma, hiç de fena olmaz. Kar yağsın, minik kartopu savaşçıları bulayım kendime, oynayalım. Ne biliyim dolu yağsın mesela, karton toplayan amca ile aynı karton altına sığınalım. Ama iyilik olsun, güzellik olsun. insanlığın varlığına inanayım...
Doğa fotoğrafları çekiyim mesela, baktığımda gurur duyayım kendimle.

Eksiğim. Kendimi tamamlayacağım bi yolculuğa ihtiyacım var.
eskiden bir yerden bir yere giderken üzerine kitaplar ve divanlar yazılan, şimdilerde dünyayı bile dolaşsan anı yerine bile geçmeyen durum.
Sabah 5 gibi çıkacağım evden. Uyumayi düşünmüyorum çünkü saat zaten şuanda 2 yi buldu. Neyse bekle beni bursa geliyorum.
şehirler geride kalır. ifadeler ise orada kalmazlar. yeni yeni insanlar… farklı farklı öykülerin yanından geçerim. ve hepsi bir iz bırakır içimde. en çok sevdiğim şehre ayaklarımı bastığımda, toprağı ve havayı hissetmek, beni kendime getirir. ama o görüntüler gitmemiştir. o gülümsemeler içimde uyanır.
e hayat !!
Bi yerden bi yere ulaşma.yolculuk benim için otobüs demekti.10 yıl önce son otobüs yolculuğumdan sonra bugün hala özlerim otobüs yolculuklarını.sarı çizmeli adamlar bir dağın başında,sabaha karşı yıkadığı bir otobüsün cama vuran su sesi ile uyandırır,bir koşu (ilyas salman gibi) tuvalete gidersin.dönüşte ılgazın o soğuk puslu havasını solursun.içten içe üşürsün.karanlık dağlara seyrilir,sevgilinin kilometrelerce uzakta kaldığını düşünür hem üşür hem saçma sapan bir hüzün çekersin.tahta sandalyeye oturup katran karası çaydan bir yudum alır.berbat sesli bir adamın sırası ile tüm anonslarını dinlersin.yolculuk otobüs demektir.
Bitmesin istediğimdir ama süreçtir ve biter. Yine de bir yere ait olmama özgürlüğünü hissetmek için çıkılması gerekendir.
Camdan bakmak, güzel bir çalma listesi veya hoşsohbet bir yaşlı bu süreci daha keyifli hâle getirebilir.
Geride bıraktıklarımız olmasa daha güzel.
Bir kaç gün sonra ankaraya yolculuk var..

Gezelim görelim.
"insan gitmekten yapılmıştır, dünya kalmaktan."
gerek bedenen gerek ruhen bir durumdan diğer duruma geçme sürecidir.
Hiçbir yol,içindeki yolculuktan daha uzun değildir. bu da burada duruversin.
tek başına (tercihen otomobille), rotasız, plansız ve şahane müzikler eşliğinde yapılanı mükemmeldir.

yola çıkış şarkısı; lana del rey- ride.
araba ile uçak arasında bir fark yokmuş gibi geliyor ikisinde de 6 saat sürüyor nerdeyse...
yaninda sevdiginiz kisiyle yapilinca keyfinden yenmez, isterse 2 gun sursun..
2014 yapımı izlenmesi gereken bir türk filmi. gencecik insanları nasıl kandırıyorlar onu anlatıyor. mutlaka izleyin. tavsiye ederim.

http://www.sinematurk.com/film/61861-yolculuk/
birlikte çıkılan kişinin doğur kişi olması adına isabetinin hayati derecede ehemmiyet arz ettiği durum.

bu isabet oranına göre yolculuk(hayat) ya zor olur ya hoş olur.
"antalya'ya gidecek olan yolcularımız, otobüs hareket edecektir."

orta yaşlı bir adam, her seferinde sesinin şiddetini yükselterek üç kez bu cümleyi söyledi. bu cümleyi sindirebilmek için üç kez güçlü bir şekilde içime çektim izmir'i. birkaç dakika içinde diğer yolcularla birlikte otobüse paketlendim. yolculukta yalnız olmak ne güzel bir şey, dedim kendi kendime. başımı cama dayadım ve yolculuğa alışmaya çalıştım. otobüs titredikçe başım cama vuruyordu ama bundan rahatsız olmuyordum.

üniversitedeyken bir profesörün tavsiye ettiği, çok sevdiğim bir öykünün içinde buldum kendimi: gündüzünü kaybeden kuş. öyküde hiçbir fonksiyonum yoktu aslında. olması da mümkün değildi. ben sadece olayları izliyor, hiçbir şey yapamamış olmanın acısını duyuyordum içimde.

"beyefendi ne içersiniz?"

ses çok yakınımdan geliyordu, başımı camdan çektim ve kime soruyor diye bakındım.

"size soruyorum beyefendi, ne içersiniz?"

ben kendimi hep çocuk olarak gördüğüm için ne zaman bana bu şekilde hitap edilse etrafıma bakarım, etrafımda kimse olmasa bile. çocuğum ben, valla. üstelik daha az önce annemin ve babamın yanından ayrıldım. şu an dolu dolu çocukluk var üzerimde. anlamanızı rica ediyorum. aslında sözcüklere pek takılmam; ama çocukluğum yok sayılırsa ben naparım? ben çocuğum, valla. gündüzümü kaybetmeme sebep olmayın lütfen. azıcık anlayın beni, bir parça anlayın. anlamak, size zarar vermez. evet, siz şu an bana bir kez beyefendi dediniz. hayır, iki kez. ama bu sözcük, yeryüzünde kaç kez söylenmişse tamamı birleşip ruhumu eziyor şu an. bu size göre sadece bir sözcük, değil mi? heyhat! bir sözcüğün insanın özyaşamına ne derece zarar verdiğinin canlı kanıtı karşınızda duruyor. çocuğum ben, valla.

bu cümleleri gerçekten kendisine söyleseydim nasıl bir tepki verirdi, merak ettim.

"şey... afedersiniz beyef..." olabilir mi? olabilir.

ya da bu cümleleri otobüsteki herkesin duyabileceği şekilde söyleseydim ne olurdu?

yanımda oturan, 50'li yaşlardaki oldukça sakin görünen adam: "tamam delikanlı, tartışma çıkmasın, güzel güzel bitirelim yolculuğumuzu."

arka koltuklarda oturan, saçları dökülmüş, emekli matematik öğretmenine benzeyen bir adam: "oğlum, dinle beni. yolun dörtte biri tamamlandı. dörtte üçü de tamamlanana kadar olay çıkarma tamam mı? inince napıyorsan yap, anlatabiliyor muyum?"

ortalarda oturan, sol omzu dövmeli, sterling eq'daki çello çalan kadına benzeyen bir üniversite öğrencisi siyasi slogan atar gibi: "arkadaşım haklı. insanlar birbirine kafasına göre hitap etmemeli. laik, sosyal bir hukuk devleti bunu gerektirir."

önümde oturan, 5-6 yaşlarındaki sarışın kız çocuğu: "abi sen bunları boş ver. kendini de boş ver. sen beyefendi de değilsin, çocuk da değilsin. sen sadece abisin."

en arka sıradaki koltuktan kalkıp üzerime yürüyen kısa boylu, suratı alkolden kıpkırmızı olmuş, kin ve nefretle bakan bir amca: "otur lan yerine! (zaten ayakta değilim ki.) amına koduğumun yerinde senin sikindirik felsefeni mi dinleyeceğiz? zaten canım sıkkın. otobüste içki içemiyorum. otur yerine aptal herif! (zaten oturuyorum ki.)

en önde oturan, oldukça yaşlı ama büyük olasılıkla evde ya da barda deli deli dans eden bir kadın: "çekin o kirli ellerinizi yavrumun üzerinden. fikirlerini güzelce açıkladı işte. üzülme evladım. çocuksun sen, valla."

herkesi susturan bu teyzeyi unicef iyi niyet elçisi yaptım.

"nescafe alabilir miyim? şekersiz."

"buyrun beyefendi."

bu adam deli mi ne? az önce şu sözcük yüzünden kabile savaşı yaşandı ama hala aynı şeyi yapıyor.

yolculuk üzerine düşüncelere daldım. insanlar yolculuğa neden bunca değer yüklüyor? özellikle uzun süren yolculuklara yoğun değer verildiğini gözlemliyorum. bir yerden başka bir yere gitmek mi bu değeri yükseltiyor? yoksa yolculuk sırasında yaşanılan üzüntü, mutluluk, heyecan, hüzün mü? yolculuk sırasında görülen yerler mi? ya da bunların hepsinin karışımı mı? bu duygular, gerçek bir yolculuk olmadan da yaşanamaz mı? zihnimizle de bir yerden başka bir yere giderken bu hisleri yaşayıp yeni yerler göremez miyiz?

sürekli bir yolculuk halindeyiz aslında. düşüncelerimiz, yaşamımız, hayallerimiz yolculukla örülü gibi sanki. bir müziğin başlangıcı ve sonu arasında geçen süre de bir yolculuk olabilir mi? olabilir. yine de uzun süren yolculuklarda gizemli bir çekicilik olduğunu düşünüyorum. gizemli olan her şey de beni çekiyor.
"Gelecek istasyon hilal. NeXT Station hilal."

6 arkadaş trendeyiz. Aktarma yapabilmek için sadece 1 dakikamız var. Bu demek oluyor ki trenden iner inmez tüm enerjimizle koşmamız gerekiyor. ihtimal çok düşük olsa da umut var. Arkadaşlar treni kaçırdığımızı kabullendikleri için koşmaya gerek duymadıklarını söyledikler. Bense o treni ne olursa olsun yakalayacağımı biliyordum ve bunun için iddiaya girdik.

+pekala, o lanet trene yetişirsem birer biranızı içerim. (Konuya Böyle Amerika filmlerindeki gibi girmek çok seksi oldu bence)

-Offf, geçen gün de Simone de Beauvoir'in Nasıl okunduğu konusunda iddiaya girmiştin biriyle. Üstelik Fransız bir kızla girdin bu iddiaya ve kaybettin. Hahaha.

+Tamam gülmeyin, sadece 1 harfi yanlış telaffuz etmişim.

-Benim biramı Ramazan'dan sonra alırsın kayıp Zaman.

+Ama ben yarın isterim biramı. Carlsberg olsun.

-Sen kaybedersen her birimize ikişer bira ısmarlarsın. Toplam 10 bira.

Önce müziği ayarladım: https://youtu.be/S7mia9UMG4Y

Bu müzik benim adrenalin seviyemi dengeliyor ve heyecan verici şeylere daha hızlı adapte olmamı sağlıyor. Kapılar açılınca bütün varlığımla koşmaya başladım. Sanki yeryüzünde söylenmemesi gereken bir cümleyi söylemişim de dünyanın bütün insanları beni yeryüzünden silmek için kahkahalar eşliğinde peşimden geliyorlardı. Milyarlarca insan yetmiyormuş gibi bir de duraktaki köpekler takıldı peşime. Deli deli koşuyoruz. Saniyeler ilerliyor ve ben kendimden sıyrılıp kendi hızımı izliyor ve bu ritme yeni ritimler ekliyordum. Tam o sırada kartımda para olup olmadığını düşünmeye başladım ve bu durum canımı acıtmaya başladı. Çünkü trene geçiş için turnikeden "duruu lu lop" sesi gelmeliydi. Bitmeyen 1 dakikanın içinde oradan Oraya savrulurken o harika "duruu lu lop" sesini duydum; içim sevinçle dolmaya başlarken aynı oranda bu sevinç azalıyordu çünkü bu kez trenin kapılarının kapanma sesini duyuyordum: "dit dit diriri dit dit diriri"

Kapattım gözlerimi ve alkış sesi durmaya başladım. Saniyeler içinde gelişen ve zihnimin içine yerleşen bu ses değişimi hoşuma gitmeye başlamıştı. Trenin içindeki Birkaç öğrenci beni alkışlıyordu. Gözlerimin Zafer ışığıyla aydınlandığını hissettim; fakat benden ayrılan ben trenin içinden geçmiş, koşmaya devam ediyordu.

"Hey, yeter Tanrılar aşkına. Kazandın biraları, durabilirsin." dedim ona.
Metroya bir kadın bindi, gerçekten olağan dışı bir güzelliği vardı. Öyle farklı ve güzel giyinmiş ki Tüm varlığınızla izlemek istersiniz. Dünyanın bütün ülkelerinin bir araya gelip oluşturduğu bir sanat eseri gibiydi sanki. itici bir tavrı da yoktu, gülüyordu gözlerinin içi. Aslında bütün vücuduyla gülüyordu sanki dünyaya. Kadın yürürken tüm yolcuların nefesinin kesildiği apaçık belli oluyordu. Ben kendimi kontrol etmek istedim, soğukkanlı olayım dedim ama kadını görünce o sırada dinlediğim şarkıyı hemen değiştirdim. Zülfü Livaneli'den Nawel Ben Kraïem'e geçiş yapmışım ahahahaha.
https://youtu.be/PN22mbafcxY

Sonra Metrodaki herkesten para toplayıp kadını taksiye bindirmeyi düşündüm ama onu izleyen yolcuların çaresizliğini izlemek daha keyifliydi. Ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Şaşkınlıklarını atamamışlardı üzerlerinden. Tabii ben son derece rahat takılıyorum. Sanki her gün yüzlerce böyle kadınla oturup şaraplardan, şiirlerden, şarkılardan ve limonlu cheesecake'in güzelliğinden bahsediyormuşum gibi hallere girdim. Tüm bunlar gerçekleşirken ben ineceğim duraktan 4 durak sonra fark ettim inmem gerektiğini. Neyse ki inmem gereken durağı kimse bilmiyordu. Tanrı hariç değil.