bugün

zaafları olmayan şair yoktur.
Arsız sapığın tekiymiş.

yahya kemal, 22 ocak 1948 tarihinde, şevket rado ile yediği bir öğlen yemeği sırasında, gülerek ve neş'e içerisinde fransız şairlerinin aşk maceralarını anlatmaktadır. hayat tarih mecmuasındaki yazısında şevket rado, şair ile aralarında geçen şu konuşmayı nakleder:

“bizim şairlerimizin de aşk maceraları vardır ama hep gizlidir. sevgililerine yazdıkları mektuplar bile ortaya çıkmaz. sizin de herhalde aşk maceralarınız olmalıdır. ama en esrarlı tarafınız olarak duruyor,” dedim.

yahya kemal bu sözlerden pek keyiflendi. “bizde de vardır…” der gibilerinden gözleri çapkınlaştı. henüz yemeğe başlamamıştık, birer kadeh rakı içiyorduk.

“size aşk hayatımdan bir tablo anlatayım,” dedi ve şöyle başladı:

1916'dan 1919'a kadar bir kadına deli gibi aşık oldum. bu aşk tam üç sene sürdü. sonra üç sene de hasretini çektim. sevgilim evli bir kadındı. evli bir kadına aşık olmak belay-ı uzmadır. insan adeta polis olur. telefon edeceksin! acaba kocası evde mi? sokağa çıkacaksın! acaba kimse görür mü? ne ise ki o zaman çarşaf vardı da bu işler biraz daha kolay oluyordu.

bu kadın yazın ada'da oturuyordu. ben de orada idim. deli divane olmuştum. sonbaharın yarısında, nişantaşı'ndaki evini tanzim etmek için istanbul'a inerdi. 1916 sonbaharında yine istanbul'a iniyordu. ben müthiş mustariptim. artık vapuru giderken iskeleden mendiller sallamaklar, ağlamaklar… hepsini yaptık. o gidinceye kadar ada dopdolu idi. gider gitmez benim için boşalıverdi. avare dolaşır oldum. vaat etmişti: istanbul'dan bana telefon edecekti. hakikaten de etti. ben de arada bir onu görmeye istanbul'a iniyordum.

tam o sıralarda “berlin sefiri hakkı paşa istanbul'a gelecek!” lafı çıktı. hakkı paşa zendost bir adamdı. istanbul'a geldiği zaman suvareler tertip eder, güzel güzel kadınları toplardı. benim sevgilim de pek uzaktan hakkı paşa'nın akrabası oluyordu. paşa, istanbul'a gelince yine suvareler yapacak, eğlenceler tertip edecek, benimki de oralara gidecek diye içim burkuluyordu. hatta kendisine bu endişemi açtım. suvarelere çağrılsa bile gitmeyeceğini temin etti.

bir akşam ada'da maruf otelin önünde otururken yanımdaki iki kişinin hakkı paşa'dan bahsettiklerini duydum:

“istanbul'a gelmiş. bu akşam suvare veriyor. istanbul'un bütün güzel kadınları davetli,” diyorlardı. sevgilim de istanbul'un güzel kadınlarından biri. müthiş bir ıstırapla yerimden kalktım. iskeleye doğru gittim. son vapur çoktan kalkmıştı. sert bir lodos esiyordu. deniz karmakarışıktı. ne olursa olsun maltepe'ye geçip oradan istanbul'a gitmeye karar verdim. sevgilim herhalde orada olacaktı.

sandalcılara başvurdum. “hastam var,” dedim. pek yanaşmıyorlardı. çok para vaat etmem üzerine biri razı oldu. hemen sandala bindik, açıldık. bir müddet sonra lodos büsbütün arttı. denizde çalkalanıp duruyorduk. bir aralık sandalcı kürek çekemez oldu ve bana alenen küfür etmeye başladı. etrafımızı ölüm tehlikesi sardığı halde ben yalnız hakkı paşa'nın suvaresini, güzel kadınları, erkekleri ve sevgilimin de orada olduğunu düşünüyordum.

güç bela maltepe'ye gelebildik. dalgalar öyle bir çarpıyordu ki sahile çıkmak buraya kadar gelmekten daha tehlikeli idi. zar zor, bir hayli uğraştıktan sonra kendimi sahile attım. sırsıklam olmuştum. hemen maltepe'deki kahvelere uğradım. bir araba istedim. yok… yok… bostancı'ya kadar yaya gitmeye karar verdim. tren yoluna çıkarak koşmaya başladım. maltepe ile bostancı arasındaki mesafenin ne kadar uzun olduğunu o zaman fark etmişimdir.

kan, ter içinde bostancı'ya geldim. vakit hayli geçti. karakola gittim. “bana araba bulunuz, hastam var…” dedim. aradılar, taradılar. birini buldular. yine bir sürü para verdim. arabayla yola koyuldum. kadıköy! oradan üsküdar… karşıya geçtim. doğru nişantaşı!

sevgilimin oturduğu apartmanın kapıcısı ahbabımdı. penceresini vurarak uyandırdım. “benimki evde mi?” diye sordum. adam halime bakıp şaşırdı: “evde, bu akşam çıkmadı!” dedi.

“ne diyorsun?” diye bağırdım. bütün o kat ettiğim mesafe sanki başıma yıkılmıştı. eve kaçta geldiğini tahkik ettim. sözüne inanmıyordum. “çık bir bak! evde mi?” diye adamı zorladım. adam çarnaçar çıktı. bir münasebetle hizmetçisine sormuş: “uyuyor!” demiş.

geldi haber verdi. sanki dünyalar benim oldu. apartmanın karşısında bir arabacının meyhanesi vardı. orada sabaha kadar içtim. sabahleyin, doğru eve çıktım. benim halim berbat. toz toprak içinde olduğumu görünce şaşırdı ve hemen anladı. sarmaş dolaş olduk.

yahya kemal'in deli gibi aşık olduğu bu kadın, nazım hikmet'in annesi celile hanım'dır.

(kaynak: ismail birateş, yahya kemal ve nazım hikmet, remzi kitabevi, s. 75-78)

bilinenin aksine, yahya kemal, nazım hikmet'e ders vermeye başladıktan sonra celile hanım'a aşık olmamış. celile hanım ile rahat görüşebilmek için nazım hikmet'e ders vermeye başlamış.
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın hocasıdır. Rindlerin Akşamı, Süleymaniye'de Bayram Sabahı, Sessiz Gemi en meşhur şiirleridir.
bu kadar sert olma, kırılırsın. edebiyat sevenler esnek olurlar.
Böyle bir isim, böyle bir soyisimle şair olmasaydı çok ayıp ederdi zaten...
Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.

Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden

Dizeleri çok şey anlatan şairimiz...
Bir başka büyük Türk şairidir.

Bazen kader, gelen bora halinde zorludur;
Dağlar nasıl bakarsa siyah ufka öyle bak.
Bazan da çevreden nice bir adem oğludur,
Görmek değil düşünmeğe bigâne kal! Bırak!
Dünyada ne ikbal ne servet dileriz
Hattâ ne de ukbâda saadet dileriz
Aşkın gül açan bülbül öten vaktinde
Yaranla tarab yâr ile vuslat dileriz.
beyatlı aynı zamanda osmanlı'dan cumhuriyete geçişte sorun yaşayan geç osmanlı - erken cumhuriyet dönemi münevverlerine itibarlarını iade etmiştir. kendilerini cumhuriyete yabancı (ama osmanlıdan da artık uzaklaşmış) hisseden bu insanlar yahya kemal beyatlı'nın şiirlerinde bir anlamda yeniden bu topraklara ait olduklarını anlamışlardır.
--spoiler--
Ömrün şu biten neşvesi tâm olsun erenler
Son meclisi câm üstüne câm olsun erenler
Şükrânla vedâ ettiğimiz cân-ı fenâya
Son pendimiz ah-lâfa devâm olsun erenler

Câizse Harâbât-ı Ilâhî'de de herşey
Yârân yine Rindân-ı Kirâm olsun erenler
Tekrar mülâkî oluruz bezm-i ezelde
Evvel giden ahbâba selâm olsun erenler.
--spoiler--
epey güzel şiirleri vardır kendisinin.

bir gece, istanbul açıklarında, bir kayıkta o denli etkileyici bir gece geçirmiştir ki, 'aheste çek kürekleri' gibi harika bir şiir cıkmış ortaya.

tamamı şöyledir;

--spoiler--
Âheste çek kürekleri mehtâb uyanmasın
Bir âlem-i hayâle dalan âb uyanmasın

Âğuş-ı nev-bahârda hâbîdedir cihân
Sürsün sabâh-ı haşre kadar hâb uyanmasın

Dursun bu mûsikî-i semâvî içinde sâz
Leyl-i tarâbda bir dahî mızrâb uyanmasın

Ey gül sükûta varmayı emreyle bülbüle
Gülşende mest ü zevk olan ahbâb uyanmasın

Değmez Kemâl uyanmaya ikmâl-i ömr için
Varsın bu uykudan dil-i bîtâb uyanmasın
--spoiler--
(bkz: yahya kemal fay hatlı)
Neredeyse hayatının son çeyreğini bir otel odasında geçiren, nazım hikmetin anası celile hanıma olan aşkından ötürü sessiz gemiyi yazan ve tanpınar’ın hocası olan değerimiz.
--spoiler--
Câizse Harâbât-ı Ilâhî'de de her dem
Yârân yine Rindân-ı Kirâm olsun erenler
Tekrar mülâkî oluruz bezm-i ezelde
Evvel giden ahbâba selâm olsun erenler
--spoiler--

https://music.youtube.com...UuPhmNY&feature=share
''kanmaz en uzun buseye, öptükçe susuzdur. / zira susatan zevk o dudaklardaki tuzdur; / insan ne yaratmışsa yaratmıştır o tuzdan, / bir sır gibidir az çok ilahi olduğumuzdan.”
Güzel şiirleri mevcut olmakla beraber çok fazla sevmem.
kendi yaşamını bilmem ama güzel şiirleri ve yazıları mevcut şairdir.
bu muhteşem insanın sağlığında hiçbir şiiri ve yazısı kendisi tarafından kitaplaştırılmadıysa da ölümünden sonra kıymetlenen ve değeri anlaşılmaya çalışılan isimlerden biri olmuştur. ölümüne müteakip yahya kemal'i sevenler derneği ve müzesi, yahya kemal enstitüsü gibi kurumlar oluşturulmuş, anısı yaşatılmaya çalışılmıştır.
Dolu rüzgârla çıkıp ufka giden yelkenli!
Gidişin seçtiğin akşam saatinden belli.
Ömrünün geçtiği sahilden uzaklaştıkça
Ve hayâlinde doğan âleme yaklaştıkça,
Dalga kıvrımları ardında büyür tenhâlık
Başka bir çerçevedir, git gide dünyâ artık.
Daldığın mihveri, gittikçe, sarar başka ziyâ;
Mâvidir her taraf, üstün gece, altın deryâ...

Yol da benzer hem uzun, hem de güzel bir masala
O saatler ki geçer başbaşa yıldızlarla.
Lâkin az sonra lezîz uyku bir encâma varır;
Hilkatin gördüğü rü'yâ biter, etrâf ağarır.
Som gümüşten sular üstünde, giderken ileri
Tâ uzaklarda şafak bir bir açar perdeleri...
Mûsıkîsiyle bir âlem kesilir çalkantı;
Ve nihâyet görünür gök ve deniz saltanatı.

Girdiğin aynada, geçmiş gibi dîğer küreye,
Sorma bir sâniye, şüpheyle, sakın: "Yol nereye?"
Ayılıp neş'eni yükseltici sarhoşluktan,
Yılma korkunç uçurum zannedilen boşluktan
Duy tabîatte biraz sen de ilâh olduğunu,
Rûh erer varlığının zevkine duymakla bunu.

Çıktığın yolda, bugün, yelken açık, yapyalnız,
Gözlerin arkaya çevrilmeyerek, pervâsız,
Yürü! Hür mâviliğin bittiği son hadde kadar!...

insan, âlemde hayâl ettiği müddetçe yaşar.

(bkz: deniz türküsü)

https://youtu.be/9knX7CbK-uw
Türk şiirinin en büyük temsilcilerinden biridir. Divan edebiyatı ile modern şiir arasında köprülük görevi üstlenmiştir. milletvekilliği ve bürokrat görevlerini üstlenmiştir.(1884, Üsküp – 1958, istanbul)
Aklıma sessiz gemi şiirini getiren şair.
--spoiler--
Dünyada sevilmiş ve sevilen nafile bekler Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.
--spoiler--
kendi sesinden "Endülüste Raks" https://www.youtube.com/watch?v=ORbpYYQlisQ
dizelerii belleğimize nakşedilmiştir.
Yusuf ziya ortaç da tam buna karar verecek kişi ya. Kibir değil, vakar. Ve tevazu gibi iğrenç bir içten pazarlıklılığı bulundurmasına lüzum yok, vakur olmayı hak eder.
3. ahmet dönemine lale devri ismini veren şair.