bugün

bir tevfik fikret şiiri.

Sarmış ufuklarını senin gene inatçı bir duman,
beyaz bir karanlık ki, gittikçe artan
ağırlığının altında herşey silinmiş gibi,
bütün tablolar tozlu bir yoğunlukla örtülü;
tozlu ve heybetli bir yoğunluk ki, bakanlar
onun derinliğine iyice sokulamaz, korkar!
Ama bu derin karanlık örtü sana çok lâyık;
lâyık bu örtünüş sana, ey zulümlér sâhası!
Ey zulümler sâhası... Evet, ey parlak alan,
ey fâcialarla donanan ışıklı ve ihtişamlı sâha!
Ey parlaklığın ve ihtişâmın beşiği ve mezarı olan,
Doğunun öteden beri imrenilen eski kıralıçesi!
Ey kanlı sevişmeleri titremeden, tiksinmeden
sefahate susamış bağrında yaşatan.
Ey Marmara'nın mavi kucaklayışı içinde
sanki ölmüş gibi dalgın uyuyan canlı yığın.
Ey köhne Bizans, ey koca büyüleyici bunak,
ey bin kocadan artakalan dul kız;
güzelliğindeki tâzelik büyüsü henüz besbelli,
sana bakan gözler hâlâ üstüne titriyor.
Dışarıdan, uzaktan açılan gözlere, süzgün
iki lâcivert gözünle nekadar canayakın görünüyorsun!
Canayakın, hem de en kirli kadınlar gibi;
içerinde coşan ağıtların hiç birine aldırış etmeden.
Sanki bir hâin el, daha sen şehir olarak kuruluyorken,
lânetin zehirli suyunu yapına katmış gibi!
Zerrelerinde hep riyakârlığın pislikleri dalgalanır,
içerinde temiz bir zerre aslâ bulamazsın.
Hep riyânın çirkefi; hasedin, kârgüdmenin çirkeflikleri;
Yalnız işte bu... Ve sanki hep bunlarla yükselinecek.
Milyonla barındırdığın insan kılıklarından
Parlak ve temiz alınlı kaç adam çıkar?

Örtün, evet ey felâket sahnesi... Örtün artık ey şehir;
örtün, ve sonsuz uyu, ey dünyanın koca kahbesi!
Ey debdebeler, tantanalar, şanlar, alaylar;
Kaatil kuleler, kal'ali ve zindanlı saraylar.
Ey hâtıraların kurşun kaplı kümbetlerini andıran, câmîler;
ey bağlanmış birer dev gibi duran mağrur sütunlar ki,
geçmişleri geleceklere anlatmıya memurdur;
ey dişleri düşmüş, sırıtan sur kafilesi.
Ey kubbeler, ey şanlı dilek evleri;
ey doğruluğun sözlerini taşıyan minâreler.
Ey basık tavanlı medreseler, mahkemecikler;
ey servilerin kara gölgelerinde birer yer
edinen nice bin sabırlı dilenci gürûhu;
"Geçmişlere Rahmet!" diye yazılı kabir taşları.
Ey türbeler, ey herbiri velvele koparan bir hâtıra
canlandırdığı halde sessiz ve sadâsız yatan dedeler!
Ey tozla çamurun çarpıştığı eski sokaklar;
ey her açılan gediği bir vak'a sayıklıyan
vîrâneler, ey azılıların uykuya girdikleri yer.
Ey kapkara damlariyle ayağa kalkmış birer mâtemi
sembole eden harap ve sessiz evler;
ey herbiri bir leyleğe yahut bir çaylağa yuva olan
kederli ocaklar ki, bütün acılıklariyle somutmuş,
ve yıllardır tütmek ne... çoktan unutulmuş!
Ey mîdelerin zorlaması zehirinden ötürü
her aşâlığı yiyip yutan köhne ağızlar!
Ey tabiatin gürlükleri ve nimetleriyle dolu
bir hayata sâhip iken, aç, işsiz ve verimsiz kalıp
her nâmeti, bütün gürlükleri, hep kurtuluş sebeplerini
gökten dilenen tevekkül zilleti ki.. sahtadir!
Ey köpek havlamaları, ey konuşma şerefiyle yükselmiş
olan insanda şu nankörlüğe lânet yağdıran feryât!
Ey faydasız ağlayışlar, ey zehirli gülüşler;
ey eksinlik ve kaderin açık ifadesi, nefretli bakışlar!
Ey ancak masalların tanıdığı bir hâtıra: Nâmus;
ey adamı ikbâl kıblesine götüren yol: Ayak öpme yolu.
Ey silahlı korku ki, öksüz ve dulların ağzındaki
her tâlih şikayeti yapageldiğin yıkımlardan ötürüdür!
Ey bir adamı korumak ve hürriyete kavuşturmak için
yalnız teneffüs hakkı veren kanun masalı!
Ey tutulmıyan vaitler, ey sonsuz muhakkak yalan,
ey mahkemelerden biteviye kovulan "hak"!
Ey en şiddetlikuşkularla duygusu körleşerek
vicdanlara uzatılan gizli kulaklar;
ey işitilmek korkusuyle kilitlenmiş ağızlar.
Ey nefret edilen, hakîr görülen millî gayret!
Ey kılıç ve kalem, ey iki siyasî mahkûm;
ey fazilet ve nezâketin payı, ey çoktan unutulan bu çehre!
Ey korku ağırlığından iki büklüm gemeye alışmış
zengin, fakir herkes, meşhur koca bir millet!
Ey eğilmiş esir baş, ki ak-pak, fakat iğrenç;
ey tâze kadın, ey onu tâkîbe koşan genç!
Ey hicran üzgünü ana, ey küskün karı-koca;
ey kimsesiz; âvâre çocuklar... Hele sizler,
hele sizler...

Örtün, evet, ey felâket sahnesi... Örtün artık ey şehir;
Örtün, ve sonsuz uyu, ey dünyanın koca kahpesi!
welcome to "silent hill" tabelasını hatırlatır.
Tevfik fikret'in istanbul'a olan nefretini kaleme aldığı şiirdir.
iki şehri var gecenin,
biri gözümde tütüyor,
birinin dumanı üstünde yağmur gibi çöken siste.
bana bu uykusuz şehri niye bıraktın
göze alamadığım bir şehrin yerine bütün şehirlerdesin,
gece değil istediğin hayli karanlık
bakışlı bir şehrin gözleriyle çarpışmak hevesindesin!
Gözlerini anlıyorum henüz
bağışlayabileceği gözleriyle çarpışmadı kimsenin!
gözlerimizi uzaklıklar değil ki yalnız
göze alamadığımız yakınlıklar da acıtır
ve gözleri ancak gözler bağışlayabilir.
öyle acıyor ki gözlerim kim bağışlayacak...
sis değil, uykusuzluk değil, iki uzak
şehir gibi ayrılıktan kavuşmuyor gözlerim;
Biri hepimizle gözgöze gibi hala uykusuz,
biri sis içinde kirpiklerine kadar açık.
bu sessizliği kim bıraktıysa,
göremiyorum konuşkan gözlerinde tek sözcük bile,
gözlerimiz birbirine değmiyor gecenin iki şehrinde
Kimsenin kimseye gözü değmiyorsa, şiir niye ?

(bkz: haydar ergülen)
ilhan irem'in cennet ilahileri albümünde bulunan harika parçası.

Sis

Havada uçuyordu
Duvarlardan geçiyordu
Elverdi şatlup / ışıktan geçti
Maya ağacının kökleri üzerinde melaikeler bekliyordu.

Odalarına gir cennet yüreğinin
Yıldızları yad et birbir.
Gecenin derinliklerinde anahtarlar şıkırdar
Hava kızları raksederler

Sis / gökyakutlarda
Sis / rüyalarda
Sis / yasak meyva
Sis / dudaklarda

Hüzün / yüzyıllar boyu
Tövbe / günahlara
Veda / zehirli elma
Gonca / dudaklarda

Eski zaman elbiseleri akıp gidiyor üzerinden
Sekiz bulut dağının prensesi
Mevsimlik heveslerini dökmüş çiçeklerin ecesi
Olan olmadı biten de bitmedi.

Gizli bahçelerde lirik bahar senfonileri
Geçmiş - an ve gelecek
Varolmuş ve olacak
Havadis avcısı adamotları topladı kehanet ırmağının kıyılarından
La mekan ! la kuyud !
Salamender'in tılsımı ateşte.
Tozdan geldin toza dön !
Ayna krallığının sihirli tacı görünmez oldu.
Kum yatağında kum. dikenler parçaladı avuçlarını
Silinip gitti.
Yüzü önce / sonra elleri / ve sonra tebessümü bile unutuldu.

Hırs akrebi vahşice kanırttı acımasız, meşum
Kim daha yükseklerde o mu ben mi ?
Başında kainatın sarkacı
Geçmiş - an ve gelecek
Varolmuş ve olacak.

Sekiz bulut dağının prensesi
Mevsimlik heveslerini dökmüş
Eski zaman elbiseleri akıp gidiyor üzerinden
alakası yoktur.

o 'sis atma o.ç' nun sis' i dir!
ispanyol yazar miguel de unamuno'a ait roman.* Sokakta gördüğü bir kadın karartısına aşık olan ve onun peşinden giden bir ispanyol asilinin öyküsünü anlatıyor; aşkı, aşık olmayı, terketmeyi, terkedilmeyi sorguluyor.
bulut adı verilen, su damlacığı ya da buz kristallerinden oluşan atmosferik yapının, yer yüzeyine yakın bölgelerde oluşması. kimyada aerosol adı verilen karşımlara bir örnektir ve havanın taşıyabileceği nem kapasitesinin üzerine çıkıldığı durumlarda ortaya çıkar.
atmazsanız sevinirim.
oçların attığı.
kısaca sister. *
çok güzel bir haydar ergülen şiiridir.
(bkz: sis/#2139839)
selçuk yöntem'in de çok güzel seslendirdiği şiirdir.
(bkz: http://www.facebook.com/h...=1085915742054&ref=mf)
Kodes:
Farkına var alıştığın bir yüz değilim ben
ve çarkı dönecek geriye saracak filmi hayatın
Bu rahatlık su yollarında kuraklıksa elini ver
Yalan döner bu devri alem tek sürer mi sandın ?
Beni bi aldın seni bıraktın yerime yer etti
Tanımadım şehirde 10 liralık bilesin aşk
Şakakta sızılarımsın , elimde yaralarım
Bu gecelerimde tavanlar küçük beyaz bir yalan mı ?
Hayır ! Umudu tek bir gülüşe bağlamam ben ,
içimde benimdir ve yaşaman için senindir ..Gel...
Aynı tepede rüzgar , bilki bizim için eser
Bu lodos değil , yeşil bir okyanusta yolculuk ya sahi
Pes ettiğim kadar yenildim hep hayata ben
Ve durmadım sarıldığım günahlarımla yol aldım
Senden önce inandım o yalana emin ol
Ve yerim bir toprak altıysa önümde uzun yol..

Nakarat:x2
Sisli gözlerimin önünde isli bir pencere hayat
Ölüm serinletir mi dersin beni alevdim harlanan ?
Ve kan çanaklarında çatlak oldum aşkı sızdıran
Yanaklarımda tuzlu mazi düşümü kağıda yazdıran..

Sorgu:
Susmaya çalışmak her şeye alışmak demek değil
Aynalarla kapışmanın utancını bilir misin ?
Beni düşünme o narin sinirlerin gerilmesin
Son bu havayı soluyuşum bugünde sen gelir misin ?
Pardon verir misin tek bir anlık bakış bana
Bütün birgün yeterdi o an sabredip yatışmama
Nasıl kapıldın hayattaki o umursamaz yarışlara
Nasıl ulaştın her şeyi yok sayıp o sözde varışlara ?
Tek bi seni istedim Tanrı sanırım oralı olmadı
Uzaktan izledim , bir güldün orda içim sızladı
Elin değdi başka ele tuz oldu yarama ağladım
Beraberinde şöyle bir güldüm ve kadere bağladım..
Doğrusunu istersen öyle böyle değil kanıyorum
Sanki şişelerin dibinde geçmişimizi arıyorum
Ve burada hava soğuk ve bu arada rüzgar azılı düşmanım
O Açıyor kapıyı aniden sen geldin sanıyorum..

Nakarat:x2
Sisli gözlerimin önünde isli bir pencere hayat
Ölüm serinletir mi dersin beni alevdim harlanan ?
Ve kan çanaklarında çatlak oldum aşkı sızdıran
Yanaklarımda tuzlu mazi düşümü kağıda yazdıran..

fevkalâdenin fevkinde bir şarkı.
Miguel de UnamunoNun yazmış olduğu, cumhuriyet aydınımız ve 17. milli eğitim bakanımız Hasan Ali Yücel Tarafından dilimize çevrilen Harika bir edebi eser.
Tevfik Fikretin istanbulu kötülediği şiiridir.