bugün

keyifli bir woody allen filmidir. Benim takıldığım nokta bu filmin çekimleri sırasında Sarkozy, Carla Bruni'yi kıskanıp seti bastı bilmem ne gibisinden haberler çıkmıştı ama Carla Bruni'nin bu filmde öyle aman aman bir rolü yokmuş yani.
woody allen'ın giderayak zekasının hiçbir yere gitmediğini gözümüze soktuğu, eğlence dozajı yüzek; bittiğinde yüzünüzde engellenemeyen bir sırıtış bırakan son filmi.

--spoiler--
geçmişe özlem duyan insanların günümüze eğreti tutunuşları üzerine; dünya'nın kabul görmüş en güzel şehirlerinden birinde bir hikaye anlatıyor film. elle tutulur gerçekle fantastiği öylesine güzel işliyor ki gerçekliğine gönülden inanıyorsunuz.

oscarlı oyuncular kısa kısa rollerde, 1920'lerin en ünlü şahıslarının kılıklarında karşımıza çıkıyor. filmin her geçen anı sizi şaşırtıyor ve filmden çok şey bekliyorsunuz. filmi başarılı yapan şey ise bu beklentinin kesinlikle ama kesinlikle karşılanması.
--spoiler--

harika müzikler, sarı ışıklar altında bir paris'i sevgilinizle el ele izlemek paha biçilemez. şiddetle tavsiye ediyorum.
çanlar çalar ve adamımız muhteşemmiş gibi görünen 1920'lere uzanır. hemingway'le tartışır, dali ile dertleşir. ama anladığı bir şey olacak ki, aslında hepimizin de kabullenmesi gereken şeydir bu, insan her daim doyumsuz ve memnuniyetsizdir. sonsuz mutluluğa eriştiği bir dönem yoktur ve de olmayacaktır.
http://sehrinanahtari.blo...tanbula-gitmeden-bir.html
filmi izlerken hangi zamana ait doluğumu düşünmeden edemedim, yaşayacağımız zamanı seçebilseydik... bitmesini istemediğim bir filmdi. edebiyat severlere ayrı bir damak tadı vermektedir.
--spoiler--
Man Ray: Başka zamandan bir kadına aşık olan bir adam. Fotoğrafı görebiliyorum
Luis Buñuel: Ben filmi görüyorum.
Gil: Ben aşılmaz bir sorun görüyorum.
Salvador Dalí: Bense bir gergedan görüyorum.
--spoiler--
olabileceğin en iyisi...

inanılmaz derecede hoş bir film.
allen filmografisinin hafif dönemine geri dönüş ile the purple rose of cairo arasında gidip gelen 2011 tarihli filmi. owen wilson’ ın allen’ ın erken dönem filmlerindeki mimiklerini iyi kopyalamış olsa da fazla argümanı olmayan, daha romantik (dönem olarak da tabi) bir yapıda olarak daha alt, ama scoop civarı düşünüldüğünde daha üst ara bir form olarak görülebilir.

benim gibi 19. yy ikinci yarısı ile 20. yüzyıl başlarını sanatsal zirve olarak gören biriyseniz bu film illa ki hoşunuza gidecektir. ki gil karakteri de tam olarak böyle biri.

---olası spoiler ibaresi---

filmde göreceğiniz karakterlerden bahsedeyim biraz ki konu açılsın; ernest hemingway, scott fitzgerald, salvador dali, pablo picasso, edgar degas, henri matisse, gertrude stein, luis bunuel… bunların hepsini bir arada görmek elbette mükemmel bir deneyim. ama allen bunu realist bir kurguda eritmek yerine apaçık fantazyaya kaçarak kurguyu groteskleştiriyor. bu da bahsettiğimiz purple rose of cairo eksenine kaymasına yol açıyor. aralarında şahsi olarak en çok bunuel’ i görmek beni sevindirdi. şahsi ilgimden kaynaklı tabi. fakat bu isimlerin yanında louis ferdinand celine, james joyce, charles chaplin, buster keaton, rene magritte, andre gide, jean renoir, david wark griffith gibi dönemin diğer ağır toplarını da görmek ilginç olurdu…

tabi klasik allen tarzı taşlamalar ve sorgulamaların yanında filmin temel problematiği yaşanılan anın sevilmemesi ve geçmişe duyulan romantik özlemin bir hezeyandan ibaret olup olmadığının sorgusudur. buna net cevap vermese de açıkça bunu hezeyan olarak kabullenme eğiliminde olduğu söylenebilir. bunu marion cotillard’ ın oynadığı karakterde de açıkça belli ediyor. tabi marion cotillard demişken birkaç dakika soluklanmak ve hayata dönmek istiyorum…

filmde papa’ yı tam beklediğim gibi çizmiş allen. tıpkı bukowski kitaplarında da anlatıldığı gibi şairane ama maskülen gurur ve meydan okumayla doldurulmuş. bilmeyenler için hemingway’ in profesyonel boks yaptığını ve afrika’ ya yaptığı gezilerle, avcılık ve balıkçılığının döneminde ünlü olduğunu ve boğa güreşlerine meraklı olduğunu da belirtelim. açıkçası burada hemingway’ in bazı diyaloglarına afrika’ ya gidip silah kaçakçılığı yapan eşcinsel şair arthur rimbaud’ yu katar diye beklemedim değil. salvador dali karakter analizi de gayet başarılı. deli-dahi çizgide raks eden ama abartıldığı kadar derin fikirli olmayan, iktidarsızlığını kompanze etmek için maço takılan ikon. ama bunuel çiziminin çok başarılı olduğunu söyleyemeyeceğim. bir kısımda en sevdiğim birkaç filmden biri olan el angel exterminador’ un alaya alınması biraz eblehçe geldi. tabi allen, ingmar bergman hastası biri olarak gerçeküstücülüğe pek objektif yaklaşamıyor. bunu da göz önünde bulundurmak gerekir diye düşünüyorum.

konuyu fazla kritize etmedim farkındayım. ama bu filmde allen’ ın yukarıda söylediğim dışında pek bir fikri yok. sadece panoramik paris görüntüleri eşliğinde fantastik bir yolculuk yapan ana karakter çevresinde romantik dönemi çeviriyor. bunu yaparken de bizim bugün ikonlaştırdığımız sanatsal şahsiyetlerin tıpkı bugünkü gibi basit problemleri olduğunu, bizim birçok anlam yükleyip yücelttiğimiz eserlerin bazen çok daha basit fikirler üzerinde temellendiğini söylüyor. tabi bu kabul edilebilir ve makul bir düşünce. bu anlamda modern entelektüel karakterin fikirlerinin absürdlüğü annie hall’ deki sinema sırası sekansını andırıyor.

---olası spoiler ibaresi bitti---

aslında zirve dönemi dışında aynı temayı evirip çevirip yıllardır bize yedirdiği için allen’ ı tebrik etmek gerekir. zira deha komplike bir şeyi basitçe ifade edebilmek olabilir. ama allen bunu hafif dışa vurarak ilerliyor. asla tekrar stardust memories kıvamında hiçbir şey üzerine mükemmel bir film yapamayacak olması biraz kötü ama kariyerinin sonunda bir yönetmene göre hiç fena değil. en azından kariyerinin sonunda alzheimer olup da hala jübileyi reddeden ve sinema tarihine geçmiş filmlerinden sonra b tipi movie üreten zırtapozlardan olmazsa sevinirim…

dipnot: luis bunuel’ i gelmiş geçmiş en büyük 5 yönetmen arasında kabul eden biri olarak l’age d’or ve el angel exterminador’ u izlemenizi şiddet ve hiddetle öneriyorum. dediğimi yaparsanız büyük ihtimalle woody allen’ ın çok övülen keskin zekasının bunuel’ i eleştirecek düzeyde olmadığını idrak edebilirsiniz.
buram buram geçmiş, nostalji ve sanat kokan muhteşem bir woody allen filmi. izlerken adeta geçmişe bir yolculuk yapıyorsunuz tabi gil'in her iki zamanda yaşıyor olmasıda bu yolculuğun büyüsünü ve geçmişin kalitesini bize daha rahat aktarıyor.

kişi neden şimdiki zamanı sevmez neden hep geçmişe ilgi duyar neden hep yanlış nesilin insanı olduğunu düşünür ki ben de dahil?

sanırım yaşadığı zamanın o anlatılan kitaplarda, resimlerde, müziklerdeki mazi kadar tozpembe olmadığını düşündükten sonra geçmişin sadece tozpembe yanını benimseyip hoş olmayan yanları reddetmesiyle ortaya çıkıyor.

bana sorsan 45 - 50 arası doğmak isterdim nereden geldim ben bu yüzyıla soğuk savaş bitmiş yeni dünya düzeni adıyla bir şeyler oluyor insanlar yine aç belki de hiç olmadığı kadar duyarsız ve açgözlü bakın ben de yaptım şimdi yaşadığım zamanın iyi yanlarını reddedip* kötü yanlarını göz önünde bulundurdum sanırım bu bizim memlerimizden gelen bir düşünüş bozukluğu.
"nerde o eski bayramlar" diyen dinozorlara kapak olmuş filmdir.
gil'in yaşadığını, yaşabilsem diye iç geçirdiğim filmdir.
hepsi bi yana adrien brody'nin resmen döktürdüğü filmdir.* bi ara dali'nin meşhur fotoğraflarından birini canlandırdı hatta. çok defa izlenilesi film.
Güzel olacak bir gecedir, hele ışıklar altında eyfel in yanında sevginiz kişiyle.
süper filmdir tavsiyedir.
akıcı olmayan* , aşırı sıkıcı bir woody allen filmi .* .
ayrıca, filmi çok hoştur.
asla da sıkıcı değildir.
özellikle geçmişte yaşamayı dileyenler için çarpıcı bir sonuçla karşılaşılacak çok güzel bir film. ama film yine de benim geçmişe yönelik düşüncelerimi hevesimi yitirmedi aynı kadının dediği gibi: " geçmiş her zaman bana çok karizmatik gelmiştir."
fransa'nın cezbediciliği, müzikler, kıyafetler ve woody allen filmi izlemek için yeterli sebeplerdendir. salvador dali karakteri beni çok güldürdü. (bkz: gergedan)
aklımda kalan gill ve hemingway'ın konuşmasıydı en fazla aslında bi çok yer var ama bunu yazmam gerekir diye düşünüyorum.*
--spoiler--

hemingway: ölümden korkuyor musun?
gill: aslında, evet.
hemingway: hiç harika bir kadına aşık oldun mu?
gill: bilmem, nişanlım seksi bi kadındır.
hemingway: ve onunla sevişirken gerçek ve harika bir tutku hissediyor musun? en azından o an için ölüm korkunu yenebiliyor musun?
gill: hayır. bu olmuyor.
hemingway: bence gerçek aşk ölüm ile bir ateşkes yapar. tüm korkaklık sevgisizlikten, sevgisizlikte ondan.

--spoiler--
woody allen, sinemasını severek takip ettiğim yönetmenlerden biridir. özellikle bu filminde bizi 20'lerin paris'ine ve sonrasında da la belle epoque dönemine götürmesi nefes kesen bir rüya gibiydi.

tüm sevdiğimiz yazar ve sanatçıları kurmaca da olsa bir arada görmek hem heyecan verici hem de tatmin edici bir sinema deneyimiydi. kesinlikle.
77 yaşındaki usta yönetmen bundan sonra kaç film daha yapacak bilemeyiz ama bu filmi yaptığı için kendisine teşekkürü bir borç bilirim.

akademi ödüllerine gelince; her ne kadar kişisel olarak beğenmiş olsam da, duygusal yaklaşımlardan sıyrıldığmda "en iyi film", "en iyi yönetmen" gibi dallarda ödül alabileceğini sanmıyorum. bi ihtimal kostüm dalında kazanabilir ki; bunu da henüz tüm aday filmleri izlememiş biri olarak not düştüğümü de belirtmek isterim.
sanki bir solukta bitiveren şahane filmdir. özendirir bolca, aralara tebessümünüzü de serpiştirir woody allen klasiği ile. başarılı, çok keyifli ve arşivliktir.
özellikle geçmişe gitmesi iki zamanda da aktif yer alması zekice idi. güzel bir film. izlenilmesini kesinlikle tavsiye ederim.
mutsuz bir anda izlendiğinde yüzünüze bir gülümseme kondurabilecek, güzel görüntülere ve mükemmel müziklere sahip bir woody allen filmdidir. filmdeki o zaman kaymaları, dönemin ünlü sanatçılarını bir arada görebilmemiz, paristen güzel kesitler daha da başarılı hale getirmişti filmi. nitekim izlenesi ve beğenilesi bir yapıttır efendim.
4 dalda oscar'a aday olan, an itibariyle imdb'de 7.8 puanda olan ama daha fazlasını hakeden harika film. aday olduğu 4 oscar'ı da sonuna kadar haketmekte. tek dileğim klasik akademi kararlarından biriyle hakkının yenmemesi.

ayrıca filmin başrolüne owen wilson'dan daha çok yakışacak birini düşünemiyorum. ve paris gerçekten de dünyanın en güzel şehri sanırım.
konusuyla değişik, oyunculuğuyla başarılı, bende kötü anıları olan film.
güzel bir woody ellen filmi daha. bir paris aşığı olarak sadece paris için izledim desem yeridir. bana fazla fantastik geldi.
woody allen saheseri.

(bkz: frühling in paris)