bugün

elif şafak'a 2000 yılı türkiye yazarlar birliği ödülünü kazandıran roman.

--spoiler--

yazar, insanların bakışlarından rahatsız olduğu için evlerinden çıkmak istemeyen-çıkamayan-şişman bir kadınla cüce sevgilisinin "görülmeye değer" hikayesini anlatır ve sorar sonunda: "görmek ve görülmek ne kadar masumdur?"

--spoiler--
elif şafak'ın açık ara farkla en iyi romanı. her romanında olduğu gibi bu romanında da toplumun öngörmediği, görmek istemediği, dışladığı özellikleri gözler önüne seren, görülmeye ve görmeye değer kılan haline getiriyor. keramet mumi keşke memiş efendi ile balmumu renginde görüyoruz dünyayı, be-ce ile de kameranın matrajından. şişkonun neden 3'e kadar sayamadığını öğrendiğimde o sayfayı ağlayarak okudum. neden şişko olduğunu anlamak ise bi kitabı böle haşince bitirmeme neden oldu. nefret ettim, haykırdım hıçkırıklarla, ama sesimi duyan olmadı. bi elif duydu sesimi pera'dan, pera'ya. yemek yedi- ağzını çalkaladı. kustu- ağzını çalkaladı. nefes aldı- ağzını çalkaladı. mahrem esasta buydu. 1,2...1,2...
15 temmuz u 15 temmuzdan baslayarak mi anlatiyor, yoksa o 15 temmuzun basrolundeki kisiyi zamaninda nasil koruyup yoluna kul kole olduklarini, don gel diye siirler yazdiklarini, devletin en mahrem bilgilerini emrine sunduklarini falanda anlatiyor mu?
Belgeselse bu gerceklerde olmasi lazim.
Başkalarına söylenmeyen, gizli.
--spoiler--
bazen... böyle birdenbire yaralanıveririz. ama her yara iyileşir. eninde sonunda kabuk bağlar, üstünü kapatır. gözlerden saklanır. çünkü hiçbir yara görülmek istemez.
--spoiler--
--spoiler--
Gözbebeği; insanlarda yuvarlak, hayvanların çoğunda ise dikine elips biçiminde olan... gözbebeğinin çapı, irise gelen ışığın miktarına göre değişir. Karanlık ve uzaklık büyütür gözbebeğini; aydınlık ve yakınlık küçültür. Yani bu kararsız çember, ışık varsa küçülür, ışık yoksa büyür. Yakına bakarken de küçüldüğüne göre, yakın olan aydınlıktır, aydınlıktadır. Uzağın payına karanlık düşer. Zaten karanlığı kimse yakınında görmek istemez.
Aşık olunca da büyür gözbebeği; demek ki aşık olunan hep uzaktadır. Aradaki mesafenin verdiği acıyı azaltmak için, maşuka ''gözbebeğim!'' diye hitap edilir.
--spoiler--
ayın aydınlık yüzü, sevilmemekten korkarmış en çok, bir de ağlarken tek başına olmaktan.
gümüş bir tarakla tararmış saçlarını. tarağın savatlı dişlerine takılan ışıltılı saç tellerini özenle toplarmış. sonra, her bir saç telini gizlice bir başka insanın omuzuna bırakırmış. Saçı kimdeyse, onun gözünde unutulmaz olacağına inanırmış. Haksız da sayılmazmış hani; omuzlarında ayın aydınlık yüzünün ışıltılı saç telleriyle dolaşanlar, gece olur olmaz yüreklerinin niçin böyle sıkıştığını bir türlü anlamayıp, endişelerinin gözbebekleriyle birlikte büyüdüğünü bilmeden dalgın dalgın bakarlarmış gökkubbeye. aradıklarının orada olduğunu derinden hisseder ama hislerine tercüman olamazlarmış. hatta içlerinden bazıları bu semavi sevdaya kendilerini kaptırıp, yemeden içmeden kesilirmiş. Neyse ki, ayın aydınlık yüzü çabucak sıkılırmış oyun arkadaşlarından. Gördüğü her sureti iki nefeste siler, bulduğu her muhabbeti tek yudumda içer, kurduğu her dostluğun dibine tez vakitte darı ekermiş. Hiç kimse yeterince acayip, hiçbir hikaye yeterince şairane değilmiş. gene de vazgeçememiş insanlardan. korkarmış çünkü; ölesiye korkarmış yalnız kalmaktan, ağlarken tek başına olmaktan.
elif şafakın okunmaya değer ilginç romanlarından biri.

"mahremiyetin gitti mi elden, sen de gitmelisin tez elden!"

"bazen biri çıkar karşına. bilirsin O'nun karşısında zayıfsın,bir hamur parçasısın. alsın seni dilediğince yoğursun oynasın..."

" dışarısı "biz"e yasaktı. sadece "ben" vardı mahremiyetin bittiği yerde..."
elif şafak'ın üçüncü romanı olan mahrem, 1999 yılının istanbul'unda başlıyor ve yine 1999'un istanbul'unda sona eriyor.
aradaki bölümlerde ise okur istanbul dışında pera'ya, sibirya'ya ve fransa'ya uğruyor. araya tarihler, farklı zamanlar, masallar, hayvanlar, insanlar, hayvansı insanlar, insansı hayvanlar, güzeller, çirkinler, çok güzeller, çok çirkinler, düşler, kirli anılar ve daha birçokları giriyor.
--spoiler--
roman, farklı zaman ve mekandaki hikayelerin, kahraman ve olayların ayrı ve bir o kadar da "bir" olan öyküleriyle örülü.
1999'un istanbul'unda karşımıza iki kahraman çıkıyor. cüce bir erkek be-ce ile aşırı derecede şişman ve iri bir kadın karakter. kitapta bu iki karakterin birbirlerine olan aşkı ya da birbirleriyle olan ilişkileri anlatılan birçok konudan sadece biri.
kadın karakter şişmanlığı başına dert olan birisi. yemesi için acıkması gerekmeyen, her koşulda (sinirliyken, yorgunken, uykusu varken, yeni uyanmışken, sakinken, meşgulken vs.) yemek yiyebilen bir kadın o. parmakla gösterilen bir kimlik o. bir yön tabelası. zayıflamayı deneyen ama denemekle kalabilen, midesine söz geçiremeyen yedikçe yiyen, yedikçe kusan, kustukça yiyen bir kadın o. be-ce ise bir erkeğe göre oldukça kısa hatta cüce olan tüm dikkatine görme ve görülme üzerine yazdığı sözlüğüne ayıran bir erkek.
yazar zamansal ve mekansal açıdan ikinci durak olarak 1885'in pera'sını seçmiş. bu dönemin kahramanı ise kerametle dünyaya gelen keramet mumi keşke memiş efendi. yokuşun tepesindeki vişne renkli çadırın sahibi olan memiş efendi yalnızlığını giderme çabası içine giriyor. gösteri çadırında sergilediği akıllara durgunluk veren güzellik ve çirkinliklerle bunu gidermeye çalışıyor. doğu'ya ve batı'ya bakan iki kapısı olan bu çadırın gözdeleri ise batı'ya bakan kapıda sadece kadınlara gösteri yapan çirkinler çirkini samur kız ile çadırın doğu'ya bakan kapısında sadece erkeklere gösteri yapan güzeller güzeli belle anabelle.
samur kız'ın öyküsü okuru 1648'in sibirya'sına götürüyor. belle anabelle'ninki ise 1868'in fransa'sına. bu 200 yılı aşkın iki öykü ise tek bir mekan ve zamanda birleşiyor: 1885'in pera'sı. dünyaya gelişleri oldukça enteresan olan ve mahremiyetin sınırlarının ihlali ile kirlenen ve keder ve kaderleri bu ihlal ile şekillenen bu iki canlının yolu vişne rengi çadırda kesişiyor. insanları eğlendirmek, tiksindirmek, utandırmak, özendirmek için oraya getirilen bu iki canlı güzelliği ve çirkinliği delicesine sergiliyorlar. sibiryalı bir samur avcısı samur kızı lanetleyen. samur kız keramet mumi keşke memiş efendi’ye çirkinliği sayesinde çuvalla para ile satılıyor.
insanların çirkine ve güzele zayıflıklarının ve zaaflarının kullanıldığı vişne rengi çadırın diğer bir gözdesi ise belle anabelle. anabelle yasak ve mitolojik bir ilişkiden doğan ikizlerin güzel olanı.
şafak romanda lineer-düz bir zaman çizgisini takip etmiyor. bu masalsı kahramanlarla olan gezisinde kimi zaman sibirya’ya uğruyor, kimi zaman fransa'ya. bunu dışında iki zaman ve mekan daha var romanın nefes alıp verdiği. biri istanbul'un pera'sının vişne renki çadırı (yıl 1885) diğeri ise istanbul'un hayalifener apartmanı. (yıl 1999) bu iki mekanın belirgin bir özelliği var: yokuşun tepesinde olmaları. yazarın bu karışık yolculuğunda hayalifener apartmanı2na vardığımızda karşımıza çıkardığı, şişmanlığını gözlerden ırak tutmaya çalışan, ancak bu şekilde kendini rahat hisseden bir kreş öğretmeni.
birbirinden kopuk gibi görünen bu kahraman ve öyküler geçmişle bugün arasında gidip geliyor ve kitabın sonuna doğru birleştiriliyor. mütemadiyen tekrarlanan cümleler 1980 istanbul'unda anlamlı bir bütünlüğe kavuşuyor. asıl kahramanımızın şişmanlığının nedenini anladığımızda -ki bu neden bir cinsel tacizdir- kitap çok daha etkileyici bir hale bürünüyor.
eserin arasına bir sözlük (nazar sözlüğü) yerleştirilmiş be-ce'nin kaleme aldığı. görmek ve görülmek üzerine oluşturulan bu sözcükler kitapla anlamlı bir bütün oluşturuyor. mahremiyetin sınırlarını, gerekliliklerini, açıklığını, kapalılığını aktaran ve bunda görmek ve görülmek eylemlerini temel alan kitap 1999 yılının istanbul'unda sona ererken ve bu son aslında kitabın başı iken; kitap bir- yum gözünü, iki- aç gözünü ve üç- sobe bölümlerinden oluşurken (genel hat ile) aynı zamanda bu bölümler kadın karakterin cinsel tacize uğrama esnasındaki, tacizcinin komutlarıyla uyuşuyor.
--spoiler--
mahrem, artık hiç sevmediğim elif şafak'ın hiç tartışmasız en iyi eseri.
postmodern edebiyat'ın ise türkiye'deki en iyi örneklerinden biri.
(bkz: postmodern edebiyat)
--spoiler--
bazen böyle olur,bazen biri cıkar karsına..bilirsin ki onun karsısında zayıfsın.bir hamur parcasısın,alsın seni dilediğince yoğursun..oynasın..
--spoiler-- *
elif şafak'ın mükemmel romanıdır. kitapta yarattığı karakterlerden birşeyler bulacağımız ve bağlantı noktaları hayretler veren akıcı romandır.
Kitap içi kitap bir kitap. Nazar sözlüğü ayrıca çekilip kitap içinden ayrıca okunulası birşey. Gözün anatomik değilde manevi özelliklerini anlatan,gözüme "gözüm gibi bakmam" gerektiğini anlamamı sağlayan, sadece bunların insanı büyülemesi yetmiyormuş gibi kurgusuylave Elif Şafak tarzı süpriz sonuyla. Gelde bu kadının hastası olma dedirten bir kitap.
Yeni bölüm başlıyor açayımda biraz fetöcülerin yedi sülalesine söveyim izlerken.
'' onu görebildiğin müddetçe bana aşinaydı; göremediğimde ise, neler yaptığını kestiremediğim bir yabancı. ''

gibi yine vurucu cümleler içeren elif şafak romanı.
--spoiler--
hayat dediğin bittikce baslardı.kah arşa düşüp kah yere yükselirken molalarda soluklanır,kendi küllerinde ısınırdı,cevabını beğenmeyen girift bir bilmece gibi kona göce...hal böyle iken illa hayatta kalmalıydı insan,kısa ya da uzun olması farketmezdi ikametinin,cünkü zaman değildi aslolan!
--spoiler--