bugün

(bkz: tık tık tık)
yazarı mustafa armağan olan kitap.
eşekliğimizin, tırsaklığımızın, bi boka yaramazlığımızın itirafından başka bir şey değil bu haykırış. gelip ne olacak? eşşeğin ziki mi?
"geri bas ya osmanlı?" cevabı bir avuç saçmalığa işarettir.
mustafa armağan'ın bir kitabı.

http://kitap.antoloji.com...ri-gel-ey-osmanli-kitabi/

'Osmanlı adası'nın önce zihinlerimizdeki zincirlerinden kurtarılması gerek. Kabul edelim ki, bize sığmayan, fazla gelen, ateşteki tencere gibi kenarından taşan bir tarafı var bu adanın. Çapını 777 bin kilometrekare içerisinden algılamaya çalışmak, cüssesini Anadolu platosuna sıkıştırarak anlatmaya kalkmak, sırtına modern şablonlar giydirmek, efsanedeki zalim Prokrust gibi o görkemli tabloyu kırpıp fakir dolaplarımıza tıkmak anlamına gelir. Prokrust da, tıpkı bizim gibi, standart ebatlardaki yatağına, uzun gelenlerin bacaklarını kırarak, kısa gelenlerin de gövdelerini de uzatarak yatırmıyor muydu?
O engin ve zengin coğrafyanın bir paftasında yaşıyoruz. Yunanistan'dan Cezayir'e, Yemen'den Moldova'ya, Mısır'dan Gürcistan'a kadar onlarca devlet ve millet onun harita parçaları üzerinde ikamet etmesine rağmen beyinler, tasavvur kabiliyetleri, algı eşikleri, atlasın bütününü kavramaktan aciz hale getirilmiş. Bu yüzden o bütünü her anlama çabamızda ister istemez kendimize benzettiğimiz bir 'karikatür' fırlıyor masamıza.

"Osmanlı mucizesi" denilince, Macaristan'daki sarıklı kadıdan tutun da Somali'deki esmer fellaha, Cezayir'deki ak sakallı deniz gazisine, Adriyatik'teki tecrübeli Raguzalı tüccara, Selanik'teki bıyıkları yeni terlemiş Mevlevi müridine, Süleymaniye'de çalışan Kayserili taşçı ustasına ve mahyacı Abdüllatif Efendi'ye kadar yatay ve dikey dilimler halindeki milyonlarca isim ve resim ile onlarca neslin terlerinden dikilen muazzam bir elbiseyi kastediyoruz. Bu engin coğrafyada yaşayan rengarenk halklar hangi maharetle idare ediliyor, bu denli farklı soydan insan ve cemaat ne tür bir sihirli tutkalla tutturuluyor, hangi sırlı kazanda karıştırılıp onlardan bugün hayran kaldığımız ürünler çıkarılıyordu?

Osmanlı, kendisini bir iddia ile kabul ettirdi. Neydi bu iddia? Osmanlı kendisini bir projeyle kabul ettirdi. Neydi bu proje? Osmanlı çağında tam da yapılması bekleneni yaptığı için başarılı oldu. Neydi o yapılması beklenen?

Osmanlı'nın iddiası, Braudel'in Balkan fütuhatı için söylediği gibi, mevcut düzenden daha insanî, daha akılcı, daha gerçekçi olanı getirmekte yatıyordu. Mevcut çelişkilere önerdiği daha elverişli çözümdür Osmanlı'yı başarılı kılan. Çözümünün alternatiflerinden iyi olduğunu, kabulündeki coşkudan anlayabiliriz: Timur kuvvetleri Ankara Savaşı'nda Osmanlı ordusunu yenince toprakları eski sahiplerine dağıtmıştı. Bir yerde sayaç sıfırlanmış, yüz yıl öncesine dönülmüş oldu. Diğer beyliklere bir şans daha verilmişti. Ama Fetret Devri'nden birkaç yıl sonra görüldü ki, çözüm yine Osmanlılardadır. Diğerleri yine başarısız oldu, Osmanlı önerisi yine kabul gördü.

Bu da bize, Osmanlıların gayet planlı, programlı, uzun vadeli bir strateji izlediklerini gösteriyor. Bunun için Gazi Evrenos Bey'in adımlarını takip etmek yeterlidir. Kuzey Yunanistan'ı adım adım fethederken, arkasında çil çil hanlar, hamamlar, camiler, vakıflar bırakıyordu bu akıncı gazimiz. Böylece "şimşek hızıyla yayılma"nın sırrını da açıklamış oluyordu. Velhasıl, yalnız kılıçla değil, hayır eserleriyle de fethetmiştik Rumeli'yi.

Osmanlı bugün bir çıkış yolu olabilir mi? Bu soru 'Hangi Osmanlı?' konusunu gündeme getirir. Eğer Osmanlı'yı bitmiş bir hadise olarak telakki ediyorsanız, evet tarihe karışmıştır. Ondan ancak müzecilik anlamında yararlanabilirsiniz. Oysa benim gibi Osmanlı'nın bitmediğine inanıyorsanız, durum tamamen değişir. Osmanlı, insanlığın şafağından bugüne kadar uzanan "sonsuzluk kervanı"nın görkemli duraklarından biriydi. Bir mücadeleyi devraldı ve bayrağı, atom çağına kadar iyisiyle kötüsüyle getirmeyi başardı. Daha da önemlisi, sancağı ellerimize devretti ve gitti. Gitti mi gerçekten de? Aslında hayır, bir yere gitmedi. Aramıza karıştı. Osmanlı ruhu bizde yaşamaya devam ediyor.

éinsanlığın Son Adası'na böyle bakarsanız, sular altında kaldığı için bir kıtayken bir adaya, Anadolu'ya büzülmüş görünen ve bu yüzden de gönül kasları bir yay gibi gerilmiş olan bizlere çok iş düşüyor. Suların çekileceği ve hatta kuruyacağı bir zaman mutlaka gelecektir. Kitabımız, zulüm ebediyen payidar olamayacaktır, demiyor mu? Dünyada zulüm devam ettikçe bir Osmanlı'ya her zaman ihtiyaç duyulacaktır. Buna inanıyorsak, bir zindana çevrilmiş bulunan beyinlerimizi temizlemek ve fıkrada Temel'in başını zindanın duvarlarına vurarak "Hatırla oni!" diye ağlaması örneğinden yola çıkarak, ne olduğumuzu hatırlama çabasına girmemiz gerekir. Bu muharref, bu felç edici, bu kötürüm bırakıcı tarihin zincirlerinden kurtulduktan sonradır ki, kurtuluş umudumuz yeniden filizlenecektir. Yani kurtuluş umudumuz aslında tarihte değil; bizde. Biz tarihte değil, tarih bizde kurtulacaktır.

300 yıldır gerileyen bir tarihin evlatları olduğumuz öğretildi bize. Bir başka gözlükle bakınca görüyoruz ki, bu 300 yıl, yükseliş dönemine parmak ısırtacak başarılarla, inceliklerle, adam gibi adam resimleriyle örülü. Karlofça bize bir utanç sayfası olarak okutuldu. Oysa şimdi anlıyoruz ki, Rami Mehmed Paşa'mız, Kutsal ittifak karşısında hiç de yenik bir devletin diplomatı gibi diz çökmemiş, Osmanlılık şeref ve namusunu sonuna kadar korumuştu. Öte yandan Lozan'ın zafer olduğundan övgüyle söz edilir. Oysa Yunanlılardan Anadolu'da zulümlerinin, yaktıkları kasaba ve şehirlerin tazminatını dahi almamış, böylece en azından onları tarihin gözünde suçlu bırakacak en değerli kozu elimizden kaçırmışızdır.

Yenik düşmüş bir tarihin vârislerinin kalp ve beyinlerinin özgür ve kendine güveni tam olarak yetişmesini bekleyebilir misiniz? Umut, kendimizdedir dostlar. Tarihi yeniden ve farklı bir gözle okumak, karanlık sayfalarında şimşekler çaktırmak bunun için önemli. Onu bir masal kitabı gibi esneyerek okumanın faydası yok. Öğrensek ne olacak o tarihi? Hatta öğrenmesek daha iyi belki de. Önemli olan, bizi geçmişe değil, bugünün kördüğümlerinin üzerine, geleceğin ufuklarına itecek bir tarih okumak ve okutmak.

Velhasıl, umudumuz tarihte değil. Aksine, tarihin umudu bizde. Baksanıza, tarih, gövdesindeki donmuş enerjiyi boşaltacak yer arıyor ve ayçiçeğinin yüzünü güneşe dönmesi gibi, bize her fırsatta göz kırpıyor.

Muhalif Yahudi yazar israel Şamir'in başlıkta alıntıladığım çağrısını bunun için önemsiyorum: "Geri gel ey Osmanlı!" Asırların yirmi birincisi de senin gür sesini hasretle bekliyor.

http://turkuaz.zaman.com.tr/?bl=3&hn=5414
milletçe level atladığımızın göstergesi bu. atatürk'ü aşıp osmanlı'ya gelmişiz. selçuklu falan derken, "geri gel ey taş devri" dönemine girmezsek iyi.
(bkz: osmanli geri gelse olabilecekler)
mustafa armagan'nin yeni kitabidir.
kitap:Osmanlının miras bıraktığı ruhla onun yarıda bıraktığı ve ondan sonra üzerimize borç kalan misyonu bugünkü şartlarda devam ettirmeyi kastederek okuyucunun dikkatini cekmeyi amac edinmistir.
geri gel ey osmanlı adaleti
insanı
ermenisi
delikanlısı
kadını, kızı, iyiliği, güzelliği, cesareti...
evet...
bunları geri istiyoruz...
atamızdan yadigar kalan güzelliklerin değerini bilemedik...
şimdi onları geri istiyoruz...
mustafa armağanın mütiş kitabıdır.
mustafa armağan'ın ufuk kitapları'ndan çıkan kitabı, adından anlaşılacağı üzere osmanlı özlemini barındırıyor.

osmanlı'nın keşifleri, yönetimi, büyüklerini anlatıyor ve hepimiz osmanlıyız diye bitiriyor.

aslında son derece basit bir dille yazılmış kitapta yer yer , hiç haz etmediğim ağdalı cümleler de yok değil.
''...zamanın öğüten, un ufak eden kahhar akışından varlık evimizi siyanet edebilmek için selin üzerine tanıdık öteberiden bir havuz yapmalıyız kendimize mahsus...''gibi.

mustafa armağan, diğer kitaplarında yaptığı gibi yine tarihimizin bilmediğimiz yönlerini anlatıyor bize.

osmanlı'nın kusursuzmuş gibi zikredilmesi, yani bu çok gözüme gözüme giren tarafgirlik, tarihi konulu bir kitabı okurken beni rahatsız ediyor ama, yine de kitabın içeriğindeki bilgilerin hakkını vermek lazım.
son zamanlarda okuduğum en güzel kitaplardandır. kendi medeniyetine batı'lının gözüyle bakan yazarların ifşası insanın midesini bulandırsa da, osmanlı devleti'nin büyüklüğünü ve adilane oluşunu anlayan birçok vatan evladının olduğu gerçeği rahatlatmaktadır.
yazarının kitabın başına "teokratik osmanlı devletini değil, onun adaletini, büyüklüğünü geri istiyoruz" tadında bir not düşme ihtiyacı hissettiği kitaptır.
bu notu düşerken samimi olduğunu düşünmüyorum, madem demokratik sisteme bir haykırış istiyorsun, açık açık söyle be adam. herkes özgür bu ülkede, neden korkasın ki? ayrıca, siz daha güçlüsünüz, siz sayıca daha fazlasınız, sizin babanız bizimkini döver, farkındasın değil mi?
at gözlüklerini cıkaranlar için süper bir cümledir. istemek gelecegi anlamına gelmez, gelemezde. lakin gecmişimizde osmanlı gibi koca bir imparatorluk oldugu için gurur duyulası olaydır. tarih bir bütündür. cumhuriyet bunun sonucudur.
geri gel ey osmanlı denilebilecegi gibi geri gel ey atam da söylenesi, istenilesi bir durumdur.
zira bir ruya bir kere görülür.
hayattaki tek gayeleri dine b.k atmak olanların,
kendi tarihlerini düşmanlarından öğrenenlerin,
yabancılar dedi diye türk tarihinin en büyük-en başarılı isimlerinden birine "kızıl sultan" diyenlerin,
amerikaya küfür edip, amerikanın sahnelediği oyunda başrol oynayanların,
kendi tarihlerindeki "şahin bey", "fatih", "kubilay" gibi kahramanların adını bile bilmeyen ama "jean d'arc", "robin hood", "william wallace"ların hayat hikayesini özenerek anlatanların,
anlamayacağı bir özlemdir efenim..

en acısı bunlar araştırmaz körükörüne türk düşmanlarına inanırlar.

en basitinden, victor hugo'nun koyu türk düşmanı olduğunu, ama buna rağmen "kızıl sultan"ın onun kitaplarını edebi yönünden dolayı okuduğunu ve öldüğünde telgraf ile başsağlığı dilediğini kaç kişi bilir?

ha hepimiz cumhuriyeti seviyor istiyoruz, kesinlikle teokrasi geri gelsin demiyoruz tabi ki.
ama kendimizi kandırmayalım, çamur attığınız osmanlı'nın kredisiyle devam ediyoruz hala. cumhuriyetin ilk yıllarındaki o türk erkeği-türk kadını çizgisinden geriye ne kaldı? o b.k attığınız osmanlı'dan geriye kalanlardı onlar. biz ise ne vatanımıza ne insanlığımıza ne kültürümüze sahip çıkamadık. hızlı bir şekilde yozlaşıyoruz..
elin oğlu fezaya çıkalı 50yıl oldu bizim aklımız hala şeyimizin ucunda.

lafa gelince hepimiz hala türküz ama dimi? hala bir türk dünya'ya bedel dimi? hala vatana tehdit olsun koşa koşa kadın-erkek gideriz dimi? nahsıl gideriz? emin olun biçoğumuz gitmez hale geldik.

"o bir türk dünya'ya bedel" lafını, "türk gibi güçlü" lafını, ve daha nice benzer milletimizi övücü sözü bizler söyletmedik beyler hanımlar. babalarımızda söyletmedi.. binlerce yıllık mazimiz ve en son da kurtuluş savaşında atatürk peşindeki yiğitlerimiz söyletti.
şundan emin olalım, hepsi mezarlarında tepetaklak.

ama boşverin bunları be gençler, geçen gün gs fenere nasıl koydu onu konuşalım biz.
hacı bide şu karşı cinsi yatağa atma taktiklerini geliştirmek lazım...

(bkz: devam böyle)

peşin not: bunu da kötüleyenler olacak tabi. ben onlara peşin peşin teşekkür edeyim yazılanlara kanıt oldukları için.
osmanlıya özlemdir.

lakin ne kadar iyi bi yapı olsa da bunu söylemek gericiliktir. asıl irtica işte budur.
bir Mustafa Armağan kitabıdır. osmanlı ruhunu bugünün şartlarında nasıl devam ettirebilirizi irdeleyen çok güzel bir eserdir.
hayata dikiz aynasından bakan insanlara ait söylemdir.
şanlı geçmiş ütopyaları tarzı bir çağrıdır. osmanlı'nın pek çok güzellikleri olmuştur. zaman zaman hataları da olmuştur. tabii o dönemde.
aslen israel shamir adlı musevi kökenli gazeteciye ait olan makale ismidir.
artık mustafa armağan arakladı mı, tevafuk mu etti bilemem.
ama ben tesadüflere inanmıyorum.

buradan buyrunuz:
http://www.israelshamir.net/turkish/turk10.htm

--spoiler--
aslen yahudi münevveri olan shamir, israil'in yaptığı kanlı katliamları görerek vicdanın bu feryadını neşretmiştir.
--spoiler--
Mustafa armağan kitabidir. Duygularımızın tercumanidir, bıktık artik Cumhuriyet tarihi boyunca ezik büzük korkak siyaset izlemekten, biz osmanli bakiyeleriyiz; bizim ecdadimiz viyana kapilarina dayandi, hot dedigi zaman fransadaki tiyatroyu bitiren ecdadin torunlariyiz, en kötü zamaninda bile avrupaya korku salan bir devlet geleneğine sahibiz, bu cumhuriyet bize yaramadi hiç biz yeniden eski ihtisamimizi istiyoruz.
Bir nev-i erken boşalma sesidir.
http://www.hayatnotu.com/...2014/12/lozandanic_01.jpg

buradan başlıyorsunuz beyler. kolay gelsin.
hadi şimdi bi ülkeye höt de dayan bakalım kapısına lan nükleer silah diye bişey icat edildi heey ?