bugün

okunduğunda insanı en derinden etkileyen iz bırakan şiirlerdir. ör:

ağlamalar

gördüm babaların ağlamasını
dalları düğüm düğüm
gövdesi kahve falı bir zeytin ağacını köklemek varya
sökmek varya sarp yamaçtan ardıcı
kazma vurmak beşyüzyıllık meşeye
acısını duymak varya kopmanın
babaların ağlaması işte o
babaların ağlaması öyle zor
gördüm babaların ağlamasını
anaların ağlaması bir başka
anaların ağlaması bir ayrı
anaların ağlaması bir beter
dövülen döş yolunan saç
kan damlayan bir çığlık, ağustosta çam ormanı yangını
sokaklar, alanlar, evler, kapılar
mutfaklar, kilerler ocaklar ağlar
zıbınlar, beşikler, uykusuzluklar ağlar ağlaşırken analar
dağ, taş, ağaç, su, yıldız
yeşeren buğday ağlar, savrulan saman ağlar, ağlaşırken analar
kanın umudun hakkı
sütün ekmeğin hakkı
ne söylersin bre ozan durur tek tel üstünde inceden sızlamaya
bütün bir evren ağlar, ağlaşırken analar
gördüm babaların ağlamasını
anaların ağlaması bir başka
anaların ağlaması bir beter!
h.h.k.
şairini şimdi hatırlayamadığım bu şiiri yıllar önce cem ceminay dan dinlemiştim

anımsıyor musun yeni arabanı
ödünç alıp çarptığım günü,
öldüreceğini sanmıştım beni,
öldürmedin oysa
anımsıyor musun seni zorla sahile götürdüğüm
yağmur yağacağını söylediğin
ve yağmurun yağdığı günü
"söylemiştim sana" demeni beklemiştim
demedin oysa
anımsıyor musun kıskandırmak için seni
başka oğlanlarla oynaştığım ve
senin kıskandığın günleri
terkedeceğini sanmıştım beni
terketmedin oysa
anımsıyor musun çilekli pasta düşürüp
arabanın paspasını kirlettiğim günü
tokatlayacağını sanmıştım beni
tokatlamadın oysa
anımsıyor musun dansın resmi olduğunu
söylemeyi unuttuğum ve
senin kot pantolanla geldiğin günü
bırakacağını sanmıştım beni,
bırakmadın oysa
evet: yapmadığın çok şey vardı
ama dayandın bana, sevdin ve korudun beni
çok şey vardı
benim de senin için yapmak istediğim
vietnam dan döndüğünde
dönmedin oysa!

aramızda bu cam bölme

ayırmışlar seni benden aramızada bu cam bölme
biliyorum ordasın sen şu camın arkasındasın
şu incecik şu zavallı renkli camın ardındasın
yapayalnızsın
uzanmışsın soylu çıplaklığınla, ama çıplak değilsin
pembesin, yeşilsin, morsun, kızılsın
saçlarınla oynuyorsun durmadan
sabah kesip kısa kısa akşam uzatıyorsun
gözlerinle oynuyorsun durmadan, gözyaşın değişmiyor
gülüyorsun pencereden sokağa, kuytuda ağlıyorsun
bekliyorsun ağlayarak o mavi kuşu
biliyorum, biliyorsun dilini duvarların
kapıların karanlığa kapanışını
gece köpek seslerini, yolcu uçaklarını
filmin öbür yarısını/ sonun ardını
çiçekli balkonların gizli yalnızlığını
aşkın kedi çığlığını, ıslaklığını
içkilerin yasalara amansız düşmanlığını
duyuyorsun biliyorum, yaşıyorsun çırılçıplak
ama işte ardındasın şu camın
kozanın içindesin saçlarınla oynuyorsun durmadan
gözlerini boyadıkça artıyor dalgınlığın
bekliyorsun biliyorum, bekliyorsun ağlayarak
o mavi kuşu
bense öbür yüzünde zavallı camın
van gölü nün karanlık sularını çılgınca
çılgınca kulaçlıyorum kavuşmak için sana
-tamarraa ah tamarraa güzel tamarraaa!
bitmiyor su bitmiyor su kıyı kaçıyor
çığlıklarım karışıyor karanlık dağlara
varıyorlar bizden sonra seninle bana
anlıyorlar seninle beni bizden sonra
sen bir avuç barut külü bir yanda
ben bir avuç ateş külü bir yanda
durur küller arasında yalnız ve uzak
o incecik o zavallı cam bölme!

h.h.k.
iki damla yaş süzüldü yanaklarımdan
biri senin biri benim içindi
ben oturup ağladım
sen olsan sen de ağlardın....

1 conconamca şiiri
kuru idik yaş olduk, aşağı olduk baş olduk
kanatlandık kuş olduk uçtuk elhamdülillah.

yunus emre
7. sınıfta ezberleyip hala hatırımda olan şiirdir;

yaş otuz beş! yolun yarısı eder.
dante gibi ortasındayız ömrün.
delikanlı çağımızdaki cevher,
yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
gözünün yaşına bakmadan gider.
şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
benim mi allahım bu çizgili yüz?
ya gözler altındaki mor halkalar?
neden böyle düşman görünürsünüz,
yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
zamanla nasıl değişiyor insan!
hangi resmime baksam ben değilim.
nerde o günler, o şevk, o heyecan?
bu güler yüzlü adam ben değilim;
yalandır kaygısız olduğum yalan.
hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
hatırası bile yabancı gelir.
hayata beraber başladığımız,
dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
gittikçe artıyor yalnızlığımız.
gökyüzünün başka rengi de varmış!
geç farkettim taşın sert olduğunu.
su insanı boğar, ateş yakarmış!
her doğan günün bir dert olduğunu,
i̇nsan bu yaşa gelince anlarmış.
ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
her yıl biraz daha benimsediğim.
ne dönüp duruyor havada kuşlar?
nerden çıktı bu cenaze? ölen kim?
bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?
neylersin ölüm herkesin başında.
uyudun uyanamadın olacak.
kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
bir namazlık saltanatın olacak,
taht misali o musalla taşında.

cahit sıtkı tarancı
Ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda
Yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim
Oysa bilmediğin birşey vardı sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim

imrendiğin, öfkelendiğin
Kızdığın, ya da kıskandığın diyelim
Yani yaşamışlık sandığın
Geçmişim
Dile dökülmeyenin tenhalığında
Kaçırılan bakışlarda
Gündeliğin başıboş ayrıntılarında
Zaman zaman geri tepip duruyordu.
Ve elbet üzerinde durulmuyordu.
Sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun,
Biraz daha fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim.
Başlangıçta doğruydu belki.
Sıradan bir serüven, rastgele bir ilişki gibi başlayıp,
Günden güne hayatıma yayılan, varlığımı ele geçiren,
Büyüyüp kök salan bir aşka bedellendin.
Ve hala bilmiyordun sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim
Anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana
Bütün kazananlar gibi
Terk ettin.

Yaz başıydı gittiğinde, ardından,
Senin için üç lirik parca yazmaya karar vermistim.
Kimsesiz bir yazdı. Yoktun. Kimsesizdim.
Çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum.
Çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.
Sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
Yüzündeki kuşkun kedere, gür kirpiklerinin altından
Kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine
Çerçevesine sığmayan
Munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine
Lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu.

Yaz başıydı gittiğinde. Sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti Mayıs.
Seni bir şiire düşündükçe
Kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi
Ucucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma.
Önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük
Usulca düşüyordu bir kağıt aklığına,
Belkide ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.
Yaz başıydı gittiğinde. Bir aşkın ilk günleriydi daha.
Aşk mıydı, değil miydi? Bunu o günler kim bilebilirdi?
'Eylül'de aynı yerde ve aynı insan olmamı isteyen' notunu buldum kapımda.
Altına saat: 16.00 diye yazmıştın, ve 16.04'tü onu bulduğumda.
Daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını
Takvim tutmazlığını
Aramızda bir düşman gibi duran zamanı
Daha o gün anlamalıydım
Benim sana erken
Senin bana geç kaldığını.

Gittin. Koca bir yaz girdi aramıza. Yaz ve getirdikleri.
Döndüğünde eksik, noksan bir şeyler başlamıştı.
Sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay,
Alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan, olmamıştı, eksik kalmıstı.
Kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış arkadaşlığımıza.
Adımlarımız tutuk, yüreğimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi
bakışıyorduk.
Sanki ufacık bir şey olsa birbirimizden kaçacaktık.
Fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki.
Zamanla gözlerimiz açıldı, dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize.
Gittin. Şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza.
Biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.
Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
Birbirine uzanamayan
Boşlukta iki yalnız yıldız gibi
Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca
Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
Ne kalacak bizden?
Bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim şu kırık dökük şiirim
Sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında
Ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden
Bizden diyorum, ikimizden
Ne kalacak?

Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları gibiyiz.
Umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada
Bir şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilmeyen çocuklar gibi
Ve elbet biz de bu aşkta büyüyecek
Her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz.

Kış başlıyor sevgilim
Hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor
Bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan
Oysa yapacak ne çok şey vardı
Ve ne kadar az zaman
Kış başlıyor sevgilim
iyi bak kendine
Gözlerindeki usul şefkati
Teslim etme kimseye, hiçbir şeye
Upuzun bir kış başlıyor sevgilim
Ayrılığımızın kışı başlıyor
Giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.

Kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak,
Yazıya oturup sonu gelmeyen cümleler kurmak,
Camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak....
Böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır
Çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır
içimizdeki ıssızlığı dolduramaz hiçbir oyun
Para etmez kendimizi avutmak için bulduğumuz numaralar
Bir aşkı yaşatan ayrıntları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz
Çıplak bir yara gibi sızlar paylastığımız anlar,
Eşyalar gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar
Korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara,
Çağrışımlarla ödeşemezsiniz.

Dışarda hayat düşmandır size
içeride odalara sığamazken siz, kendiniz
Bir ayrılığın ilk günleridir daha
Her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkta
Gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup
Kulak verdiğiniz saat tiktakları
Kaplar tekin olmayan göğümüzü
Geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç
Suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz
Bakınıp dururken duvarlara
Boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çicek,
Unutulmuş bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani,
Unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasında
Kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi
Kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar gibi
Yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutkunluk haline, bir trafik kazasına,
Başımıza gelmiş bir felakete, iskenceye çekilmeye, ameliyata alınmaya
Kendimizi hazırlar gibi.

Yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi
Ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken,
Ve kazanmış görünürken derinliğimizi
Ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde
Bir anın, yalnızca bir anın bütün bir hayatı kapladığı anlar
O tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi
Hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar
Göremeseniz de, bilirsiniz
Hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar.

Bana zamandan söz ediyorlar
Gelip size zamandan söz ederler
Yaraları nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden.
Zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden.
Hepsini bilirsiniz zaten, bir işe yaramadığını bildiğiniz gibi.
Dahası onalar da bilirler.
Ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler, öyle düşünürler.
Bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki
hançeri çıkartmak, Yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden karşılaşmak
kolay değildir elbet.
Kolay değildir bunlarla baş etmek, uğruna içinizi öldürmek.
Zaman alır.
Zaman alır sizden bunların yükünü
O boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, açılar dibe
çöker.
Hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir.
Bir yerlerden bulunup yeni mutluluklar edinilir.
O boşluk doldu sanırsınız
Oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir.

Gün gelir bir gün
Başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide
O eski ağrı
Ansızın geri teper.
Dilerim geri teper.
Yoksa gerçekten bitmissinizdir.

Zamanla yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır anlamları, önemi
kavranır.
Bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini kazanır.
Yokluğu derin ve sürekli bir sızı halini alır.
Oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık
Mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan
Her şeye iyi gelen zaman sizi kanatır
Ölmuş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
Günlerin dökümünü yap
Benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini
Kim bilebilir ikimizden başka?
Sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış
Bir ilişkiyi, duyguların birliğini,
Bir aşkı beraberlik haline getiren kendiliğindenliği
Yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız her şeyi bir düşün
Emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya
Şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor
Orada olmuş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
Bunlar da bir işe yaramadıysa
Demek yangından kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda.

Bu şiire başladığımda nerde,
Şimdi nerdeyim?
Solgun yollardan geçtim.
Bakışımlı mevsimlerden
ikindi yağmurlarını bekleyen
Yaz sonu hüzünlerinden
Gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim
Geçti her cağın bitki örtüsünden
Oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından
Bakarken dünyaya
Yangınlarla bayındır kentler gibiyim:
Çicek adlarını ezberlemekten geldim
Eski şarkıları, sarhoşların ve suçluların
Unuttuklarını hatırlamaktan
Uzun uzak yolları tarif etmekten
Haydutluktan ve melankoliden
Giderken ya da dönerken atlanan esiklerden
Duyarlığın gece mekteplerinden geldim
Bütünlemeli çocukluklarıyla geçti
Gençliğimin rüzgara verdiğim yılları
Gökummaların ve içdökmelerin vaktinden geldim.

Bu şiire başladığımda nerde,
Şimdi nerdeyim?
Yaram vardı, bir de sözcükler
Sonra vaat edilmiş topraklar gibi
Sayfalar ve günler
Işık istiyordu yalnızlığım
Kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum
ilerledikçe...Kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde
Aşk ve Acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü daha şiir bitmeden.
Karardı dizeler.
Aşk...Bitti. Soldu şiir.

Büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden
Daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım
Ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde
Ask yalnız bir operadır, biliyordum:
Operada bir gece uyudum, hiç uyanmadım.
Barbarların seyrettiği trapezlerden geçtim
Her adımda boynumdan bir fular düşüyordu
El kadar gökyüzü mendil kadar ufuk
Birlikte çıkalan yolların yazgısıdır:
Eksiliyorduk
Mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim
Her otelde biraz eksilip, biraz artarak
Yani çoğalarak
Tahvil ve senetlerini intiharlarla değiştirenlerin
Birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında
Ağır ve acı tanıklıklardan
Geçerek geldim. Terli ve kirliydim.
Sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum
Maskeler ve çiçekler biriktiriyordu
Linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de...
Korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları
Ve açık hayatları seviyordu.
Buraya gelirken
Uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim
Atlarla birlikte terledim yolları ve geceleri
Ödünç almadım hiç kimseden hicbir şeyi
Çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için panayır yerleri...
panayır yerleri...
Ölü kelebekler...
Ölü kelebekler...
Sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim.

Adım onların adının yanına yazılmasın diye
Acı çekecek yerlerimi yok etmeden
Acıyla baş etmeyi öğrendim.
Yoksa bu kadar konuşabilir miydim?
ipek yollarında kuzey yıldızı
Aşkın kuzey yıldızı
Sanırsın durduğun yerde
Ya da yol üstündedir
Oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar
Ölü yanardağlar, ölü yıldızlar
Ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı.

Aşkın bir yolu vardır
Her yaşta başka türlü geçilen
Aşkın bir yolu vardır
Her yaşta biraz gecikilen
Gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler
Gözlerim
Aşkın kuzey yıldızıdır bu
Yazları daha iyi görülen
Ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler
ilerlerim
Zamanla anlarsın bu bir yanılsama
Ölü şairlerin imgelerinden kalma
Sen de değilsin. O da değil
Kuzey yıldızı daha uzakta
Yeniden yollara düşerler
Düşerim
Bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda
Ben yoluma devam ederim. Bitmemiş bir şiirin ortasında
Darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler
Yaşamsa yerli yerinde
Yerli yerinde her şey
Şimdi her şey doludizgin ve çoğul
Şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi
Şimdi her şey yeniden
Yüreğim, o eski aşk kalesi
Yepyeni bir mazi yarattı sözcüklerin gücünden
Dönüp ardıma bakıyorum
Yoksun sen
Ey Sanat! Her şeyi hayata dönüştüren.

edit: yazarı unutmuşum şiir murahtan mungan a aittir.

eğer ki ben okumam yada dinlemek daha hoş diyorsanız şöyle de birşey var

--spoiler--
http://www.youtube.com/watch?v=_dtLDC1aehg
--spoiler--
bir gece daha sensiz
hava biraz puslu
her yerde yosun kokusu var
bebelerde ilk derse yetişmek korkusu, uykudalar
kasketim bile bir köşesi eksik selamladı tekneleri
denize açılan dehlizler boyunca
esrik bir tebessüm gözlerimde
ve sevgili hasreti
bu gece insanlığı bedava öğretiyor midyeler
sahildeki avcılara her takıldığında
sahi zulamda ne’m kaldı?
geceye bir gem vuracak kadar daha şarap
bir izmarit sigara
birkaç da virgülüm kaldı
sabahı yaklaştıran noktalara…
"o sözler ki
imgelem sonsuzluğunun
ateşten gülüdürler
kelebek çırpınmalarıyla
doğarlar, ölürler
o sözler ki kalbimizn
üstünde
dolu bir tabanca gibi
ölüp ölesiye taşırız
o sözler ki bir kere
çıkmıştır ağzımızdan
uğrunda asılırız."
attila ilhan
Ayrildigimizi hissettigim an,demirler eriyor hırsımdan..Ayrilik da sevdaya dahil-Atilla ilhan.
Onun güzelliğini herkes görüyorsa o bence az güzeldir.
Herkes biliyorsa o bence hiç güzel değildir.
Onun güzelliğini yalnız ben görüyorsam bu sevgidir.
Yalnız ben biliyorsam bu aşktır.
Hiç kimse görmüyorsa bu yalnızlıktır.-Özdemir Asaf
* ŞAFAK TÜRKÜSÜ

Kaç zamandır yüzüm traşlı,
Gözlerim şafak bekledim.
Uzarken ellerim kulağım kirişte,
Ölümü özledim anne,
Yaşamak isterken delice.

Ah! Verebilseydim keşke,
Yüreği avucunda koşan her bir anneye,
Tepeden tırnağa oğula,
Ve kıza kesmiş bir ülkeye armağan.
Düşlerimle sınırsız,
Diretmişliğimle genç,
Şaşkınlığımla çocuk devrederken sırdaşıma,
Usulca açıverdi yanağımda tomurcuk.
Pir Sultanı düşün anne, Şeyh Bedrettin'i!
Börklüce'yi, Torlak Kemal'i, insanları düşün anne!
Düşün ki yüreğin sallansın,
Düşün ki o an güneşli, güzel günlere inanan,
Mutlu bir Yusuf'cuk havalansın!

Yani benim güzel annem;
Alaşafağında ülkemin yıldız uçurmak varken,
Oturup yıldızlar içinde kendi buruk kanımı içtim.
Ne garip duygu şu ölmek!
Öptüğüm kızlar geliyor aklıma,
Bir açıklaması vardır elbet giderken dar ağacına.
Geride masa üstünde boynu bükük kaldı kağıt kalem.
Bağışla beni güzel annem...
Oğul tadında bir mektup yazamadım diye kızma bana.
Elleri değsin istemedim,
Gözleri değsin istemedim!
Ağlayıp koklayacaktın! Belki bir ömür taşıyacaktın koynunda...

Yaşamak ağrısı asıldı boynuma,
Oysa, türkü tadında yaşamak isterdim!
Ölmek ne garip şey anne?
Bayram kartlarının tutsaklığından aşırıp bayramı,
Sedef kakmalı bir kutu içinde,
Vermek isterdim çocukların eline.
Sonra, sonra benim güzel annem,
Damdan düşer gibi vurulmak isterdim bir kıza.
Gecenin kıyısında durmuşum,
Kefenin cebi yok.
Koynuma yıldız doldurmuşum,
Koşun çocuklar koşun!
Sabah üstüme üstüme geliyor!
Kısacası güzel annem,
Bir çiçeği düşünürken ürpermek yok.
Gülmek, umut etmek, özlemek...
Ya da mektup beklemek gözleri yatırıp ıraklara...
Ölmek, ne garip şey anne?
Artık duvarları kanatırcasına tırnağımla,
Şaşkın umutlu şiirler yazamayacağım.
Mutlak bir inançla gözlerimi tavana çakamayacağım.
Baba olamayacağım örneğin.
Toprak olmak ne garip şey anne?
Ölmek ne garip şey anne?
Uçurumlar ki sende büyür.
Dağdır ki sende göçer.
Ben bayrak derim, çiçek derim.
Çam diplerine açmış kanatlarını kozalak derim!
Gül yanaklı çocuğa benzer,
Yine de oğlunu yitirmek,
Kim bilir ne garip şey anne?
Her kavgada ölen benim!
Bayrak tutan çarpışan her kadın toprağı tırnaklayarak doğurur beni!
Özlem benim, kavga benim, aşk benim!
Bekle beni anne!
Bir sabah çıkagelirim.
Bir sabah anne, bir sabah,
Acını süpürmek için açtığında kapını...
Bir sabah anne! Bir sabah!
Acını süpürmek için açtığında kapını,
Adı başka, sesi başka, nice yaşıtım,
Koynunda çiçekler,
Çiçekler içinde bir ülke getirirler!

(bkz: Nevzat çelik)
(bkz: şafak türküsü)
(bkz: mihhriban)
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim...
Davet - Nazım hikmet
Kurşun sesi kadar hızlı geçer yaşamak;
Öyle zordur ki, kurşunu havada, sevgiyi de yürekte tutmak!
Geçtiğimiz yollarda kaybettiklerimizin bize en büyük kötülüğü kendilerini tekrar tekrar hatırlatmalarıdır.
Onlar, bir kere kaybetmekle kurtulamadıklarımızdır.
Yoklukları hayatımızdaki varlıkları haline gelir.
Hep ama hep hatırlarız. Ne biçim kaybetmektir bu?
Kim gölgesinden kaçabilir ki?
Bazen duygularımız bizden erken yaşlanır ve bizden hayatın geri kalanını alır.
Hayatın, kendini anlayanları cezalandırmasıdır bu.
Durup, durup ardına bakan kadınlar vardır.
Geçmişi düşünmekten şimdiyi yaşayamazlar.
Her şeyi didikleyip duran, mazisinin gölgesinden, anılarının yükünden bir türlü kurtulamayan, gözleri ufuk yorgunu kadınlar.
Güçlü, köklü bir biçimde yeni arkadaş edinecek yaşları geride bıraktıysan eğer, hasar görmüş eski arkadaşlıkları onaracak çağı da geride bırakmış oluyorsun.
Zaman ilerledikçe birçok şey, daha zor olmaya başlar.
Beklentisi yüksek olan kadınların yalnızlığı daha koyu oluyor.
Büyük lafların gölgesinde geçen hayatlar,
bir daha iflah olmuyor, geçip gittiğiyle kalıyor
Zaman, aşk……her şey!
Ayrılıkları ayrıntılar acıtır. Kadınları mahveden erkekler değil, ayrıntılardır.
Erkekler, erkekliklerinin tadını alabildiğine çıkartırken, kadınlar bu konuda da umutsuzdurlar.
Çünkü kadınlık bekler. Ummak ve beklemek kadınlığa verilmiş iki cezadır.

Murathan Mungan.
H.Nihal Atsızın - Geri gelen mektup şiiridir.
nilgün bodur'a ait Gün gelir şiiridir.

Hayat ilginç.
Gün gelir, iç oğlanlar, padişah olur...
Hırsızlar zengin,
Metresler eş,
Eşekler adam olur.
Odundan kapı, taştan saray olur...
Gün gelir, kezbanlar destan,
Onları destan yapanlar, mestan olur.
Gün gelir, hadsizlik özgüven,
Saygı yalan, sevgi ise dolan olur...
Gün gelir, çivisi çıkar dünyanın.
Konuşamayanlar hatip,
Şifa veremeyenler tabip,
Yazamayanlar katip olur...
Ama yine öyle bir gün gelir ki ...
Verenler alır, gidenler uslanır, dönenler yalvarır...
Merdiveni koşarak çıkanların, gün gelir ayağı takılır.
Sevgisini vermeyen, gün gelir kimsesiz kalır.
Aldatan bir gün sadakat için, çalan bir gün adalet için, döven bir gün şefkat için yalvarır.
Piyon deyip geçme,
Gün gelir şah olur.
Şaha da fazla güvenme.
Gün gelir mat olur...
Öyle bir gün gelir ki sen bakmazken her şey hallolur...
cemal süreya'dan

uzaktan seviyorum seni,
kokunu alamadan,
boynuna sarılamadan,
yüzüne dokunamadan,
sadece seviyorum.
öyle uzaktan seviyorum seni,
elini tutmadan,
yüreğine dokunmadan,
gözlerinde dalıp dalıp gitmeden,
şu üç günlük sevdalara inat,
serserice değil adam gibi seviyorum.
öyle uzaktan seviyorum seni,
yanaklarına sızan iki damla yaşını silmeden,
en çılgın kahkahalarına ortak olmadan,
en sevdiğin şarkıyı beraber mırıldanmadan,
öyle uzaktan seviyorum seni.
kırmadan,
dökmeden,
parçalamadan,
üzmeden,
ağlatmadan uzaktan seviyorum.
öyle uzaktan seviyorum seni;
sana söylemek istediğim her kelimeyi,
dilimde parçalayarak seviyorum.
damla damla dökülürken kelimelerim
masum beyaz bir kağıtta seviyorum.