bugün

1997 yapımı, kafka'nın romanından uyarlama michael haneke filmi.(das schloss)
"the castle" franz kafa'nın 1926 yılında yazdığı eseridir. kitapta bürokrasi, alienation yoğun olarak işlenmektedir.

kitapta yeryazımcı olarak bir yerleşim yerine atanan k.nın, bu yerleşim yerindeki halkla ve ordaki kökleşmiş, geçit vermeyen egemenliğin kurumsallaşmış alanı olan bürokrasi kavramıyla mücadelesi anlatılmaktadır. (yerleşim yeri dedğim bu mekanın bir şatonun etrafında kurulmuş bir köy olduğunu varsaydım zira burayla ilgili en ufak bir kitapta yer almamakla birlikte insanın kafasında hemen hemen hiçbirşey de şekillenemiyor.)

yeryazımcı olarak atanan k. köye geldiğinde burada çalışacak gerçekte bir yeryazımcı kadrosunun bulunmadığı, bürokrasinin hangi basamağında gerçekleştiği belli olmayan ayrıca geri düzeltilmesinin gene bürokrasi sebebiyle imkansız olduğu bir hatanın sonucu o köye atandığını farkediyor. olaylarda burdan başlıyor.

bu yanlışlığın düzeltilmesini kafasına koyan k. ordaki halkla ve halkın üzerinde egemen fakat halktan ayrışmış, şato duvarları içerisine hapsolmuş, kurumsallaşmış bürokratik düzenekle savaşmaya başlıyor. ayrıca bu savaş genel olarak uzun ve birebir diyaloglar halinde bu kitapta geçmektedir.

kahramanımız k. bu savaşı verirken bir yandan da bu savaşa hizmet edebileceğini düşündüğü bazı insanlarla temasa da geçmektedir. ara sıra oranın en yüksek amiri olan kont klamm'la ufak tefek münasebeti olan frieda, memurlar arası iletişimi sağlayan ama götürdüğü mesajlardan hiçir şekilde haberi olmayan barnabas, ayrıca oranın fi tarihinden bu yana muhtarı bunlardan bir kaçıdır.

kont klamm'a ulaşabilmek için adım atan k. ulaşabildiği en yüksek merci olan kontun yardımcılarından birinin sekreteriyle konuşmasında sekreter:

+ ben buraya halkın sorunlarını, isteklerini onlar adına dinlemeye gelir ve kayıt altına alırım. eğer amirlerim benden bu kayıtları isterlerse bende onlara iletirim. asla amirlerimle aramızda bir konuşma geçmedi şimdiye kadar. çok uzun süredir bu işi yapmama rağmen birkez olsun benden bu kayıtlar sorulmamıştır. aldığım kayıtlarda çekmecelerde çöplerde çürür gider. onların sekreterleri olmama rağmen onların toplantılarına katılmam. onlara da bu toplantı hakkında soru sormam. benim görevim sadece ahalinin dediklerini , isteklerini yazmaktır. senin kontla görüşmeni amirlerime iletsem bile amirlerimin kont klamm'a söyleyebileceklerini zannetmem.

ayrıca k. nın barnabas, frieda ve muhtarla olan münasebetlerinde de sürekli olarak yukarıdakine benzer sorunlarla karşılaşmaktaydı k. . ahalinin de ayrıca bürokrasi çarkının yanlışlıklarını, aşılamazlığını içselleştirmiş olması ve bundan da şikayetçi olmamaları k. savaşını da büsbütün ümitsizleştirmekteydi. bu nokta da zaten k. yı alienation ın içine sürüklemiştir.

statükoyla mücadelesinde ayakları yere basan bir destek bulamayan zaman geçtikçe iktidarın örgütlenmesinin ahali üzerinde ne denli kök salmış olduğunu anlayan k. denemesinin bir anlamda başarılı olamayacağını sezinliyor.

franz kafka bu kitapta statükoyu kabullenmiş olan köylünün belkide iktidarın gücünden daha önemli ve daha güçlü bir engel olduğu kanısına varıyor.

ek bilgi: kitapta hemen hemen hiçbir tasvirin bulunmaması kahramanların çoğunun neredeyse cinsiyeti hakkında bile kafanızda en ufak bir görüntünün canlanmasına izin vermiyor. sayfalar süren diyaloglar gerçek anlamda sabır istiyor.
kafka'nın romanı:

Bu eserde yapay bürokratik düzenin nasıl doğal olması gereken insani ilişkileri irdeler Kafka. kitapta işlenenler bürokrasinin temeline basamak oluşturur.

20.yy'ı korku çağı olarak niteleyebiliriz. Bu yüzyılda bilimin kurumsal düzeyde ilerlemesi her şeye yansır. Modernite edilen Kafka'ya göre iş hayatıdır. Modern insan işinin kölesi olmuştur. Böyle insan tek yönüyle yaşar, güdümsel insanlığını asla keşfedemez ve bulamaz. Bu gün artık kimse konuşmaz. Çünkü dünya bizi kör ve sağır güçler tarafından yönettiğini gösterir. Belki de bu tanım "şato"yu tam da tanımlayan ve açıklayan cümledir.

Bireysel varoluş ile kolektif otorite arasındaki çatışma kitaptan bize yansıtılır. Soyut belirleyici güçler altında somut birey olarak ayakta kalmak mümkün müdür?=Özgür bir birey olarak ayakta kalmak mümkün müdür? Nitekim şato'da kolektif otoriteye karşı mücadele verildiğini görürüz. K. Bireysel varoluşun kolektif otorite içinden geçmek olduğunu anlar. Dolayısıyla O şato tarafından kabul görmeyi ister. Ve bu da O'nun iş yaşamının bir parçası olarak karşımıza çıkacaktır. Olaylar "pat" diye başlatılır ve gelişir kitapta. K da olaylara dolayısıyla "pat" diye girer.

Eserde genellikle kar yağışının olduğunu ve insanların sürekli olarak umutsuz, karamsar bir görünümü olduğu bir atmosfer var. Sanki insanlar hiç gün yüzü görmemiş gibi düşünürüz. Kimi zaman olaylar çok detaylı. Kafka insanları anlatırken burada onların tavırlarından da bahseder. Dialoglar arasında karakterler mimiklerine kadar betimler.

Kahramanımız K, kadasturocu, özgürlüğe düşkün, otoriteye başkaldıran bir yapıya sahip. K köylüye garip geldiğinden dolayı köylü kendisini kabul etmez görünür. Ancak K şato hakkında merak ettiklerini öğrenmek ve şatoya, şato saplantısına erişmek için köylü ile dialoğa girer. Köy, şatolular ve diğerleri diye ikiye ayrılır. K da şato ve şatolularla hiçbir dialoğa giremez.

K 'nın köylülerle belirsiz bir ilişkisi var. Köylüler yöneticilerin kurbanı olmuş durumdalar. Bu bakımdan K'da özgürlük kokusu aldıklarından ona yaklaşırlar ama bunu açık bir şekilde gerçekleştirmezler. Sadece ona sürekli olarak yaklaşırlar. Fakat hep bir kuşku içindedirler. "daima işitilecek yeni bir şeyler vardır." K'nın pozisyonunu orada olmayan yeni bir esintinin gelişi olarak algılanır.

Romandaki belirsizlik zaten daha da belirsiz olan insan ortamını daha da geriyor. Kadastro memuru olarak görevlendirilen K köylüler tarafından olumlu karşılanmayacaktır. Onun köye zarar vereceği düşünülmektedir. kadastroculuk ilginç bir mesleği oluşturur. Mevcut olan mülkiyet ilişkilerini değiştirme gibi bir devrimci bir özellik taşır. ilginç olan şudur ki; ölçüp biçmesi gereken arazi tamamen K'nın kendisinde gözlemlenir. Bu da belirli bir belirsizlik oluşturur.

K sonlu bir varlık olarak varoluşunun sonsuz imkanlarını çözemeyecektir. Ama yine de hakiki özgür bireysel konum elde etmek ve kendi varoluşu için böyle bir ölçüme zorlanır. K gerçekten de o işi yapmak ister. Fakat K'nın kendi etkinliği de kendi gözünde bir hiçlik olarak görülmeye başlanır.

Şatonun hakim olduğu köyde mutlak bir korku var. Bu bakımdan K'ye karşı herkes temkinli davranır. K'nın özgürlükçü bir karaktere sahip olduğu eserin en başından beri belirtilir.

Şato tarafından kendisine K'ye gönderilen yardımcılar aslında onun kontrolcüleri gibi. Yardımcı adı altında şato K'yı denetleyici göndermiştir. Onlar sanki bireysel varoluşun denetleyicileri gibidir. K'yı bir çember içine alma çabasındadırlar. Bunu da mümkün olduğunca K'nın yanında olduğunu kendisine göstererek sinsice gerçekleştirirler.

Romanda karşımıza çıkan diğer karakterlerden biri de haberci unvanı olan Barnabas'tır. K nedense Barnabas'ı kendisine daha yakın hisseder diğer insanlardan. K kendisini şatoya ulaştıracağına inandığı için ona yaklaşır. Klan şatonun önemli memurlarından biridir. Bu da K'nın yöneticisi olduğunu gösterir. Ve K da hep onunla ilişkiye girmeyi çabalar. K için önemli olan diğer kahramanımız Frieda dır. Frieda ise sıradan bir kız değildir. iyi sayılacak bir pozisyoa sahip olmasına rağmen mevcut düzeni terk edip gitmek ister. Frieda K ile olan ilişkisinde çıkar gözetmez. Çıkar bağı daima otorite ile ilişkilidir toplumsal hayatta. Frieda işini bıraksa da köyü terk etmez ve K ile birlikte Frieda'nın ana-babasının yönettikleri hana yerleşirler..

K kadastrocu olarak görevlendirilir fakat yapacağı hiçbir iş yoktur. Klanın kendisinin amiri olduğunu bir şekilde öğrenmiştir K ancak onunla hiçbir şekilde ilişkiye giremez. Bu da otoritenin yapaylığından kaynaklanır. K Klan ile görüşebilmek için muhtara gider ve aralarında geçen konuşmasa K'nın aslında bu köye aslında kadastrocu olarak gönderilmesi tamamen bürokratik bir yanlışlık olduğu anlaşılır. Ancak şatonun kurduğu mutlak egemenlik o kadar tanrılaştırılmış ki böyle bir hatanın mevcut olması mümkün değil. Şato her şeyi meşrulaştırır burada.

Şato yani yönetim K'nın ısrarla vazgeçmediğini görür. Bunun ardından köyün öğretmeni tarafından okulda hademe olarak göreve başlatılır. Ancak K kabul etmeyeceği bu işi Frieda'nın isteği ile kabul eder. Burada öğretmen K'yı sürekli baltalama çabasındadır. K ise bu işi şatoya ulaşma vasıtası olarak da düşünür ve olacaklara katlanır. Bu arada K'ya şatodan görevini iyi gerçekleştirdiğine ilişkin mektup gelir;halbuki ortada mevcut bir iş yoktur.

K ile Frieda'nın ilişkisi kitaptaki yaşanan tek sıcak ilişkidir. Her ikisinde de özgürlük isteği var. Frieda zaten K da bu ışığı gördüğü için onunla ilgilenir. K diğer tüm ilişikleri bürokrasiye ulaşmada bir basamak olarak değerlendirir.

Köydeki hiçbir kimse mevcut yönetimden hoşnut değildir. Şatonun belli bir sistemi vardır. Eğer sistemin bir parçası isen, bu sistemden çıkmayı istiyorsan yani bunu göze aldığın andan itibaren tüm genel ihtiyaçlarını da elden çıkarmayı göze alırsın. Kısacası varoluşun şatoya bağlıdır.

Frieda K'ya olan umudunu yitirdiğinde Klam'a geri döner onun K'yı terk edişi bir kopuşu yansıtır bize. Klam'ın da zaten frieda'ya zaafı vardır bütün kadınlara olduğu gibi. K'nın yardımcıları Klam ın denetleyicileridir. K'ya özgürlük imkanı vermemek için araya sokulan hiyerarşik yapının birer parçasıdır. ilginç bir şey vardır ki K'nın yardımcıları Frieda'nın çocukluk arkadaşlarıdır. Ancak frieda nın kitabın sonuna kadar hiç bir tepkisini görmeyiz. insanlığa dair hiçbir şey vurgulamaz sonuna kadar.

Şatonun içinde bulunulan mevki bürokrasiye uygun. Şato da insanlardan değil de dünyadan bahsedilir. Oradaki memurlar sürekli olarak bir şeyleri kaydetme çabasındalar ve her şeyi hesaplamaktadırlar. Onlar aslında deyim yerindeyse hayat denilen şeyi kaydederler ve bir örgütleme oluştururlar. işte bu da hayatı kaldırır. Memurlar gözükmeyen şeyin şahitliğini yaparlar. K bir bakıma burada kendi kendisinin karşısındadır. Kaydetme, hesaplama, dosyalama, ölçüp biçme işleminde yapılmış olan şey anlam dediğimiz şeyi soyut ve tümel dünyaya çekmektir. K'nın ikinci dünyaya çekilmiş olan anlamını duyusal dünyada aramış olduğunu görürüz. O yaşadığı ilişkileri anlamlandırmaya çalışır. Anlamı bu dünyada arama meselesi var K'da. Oysa şato soyut olan şeyi tümel olana çeker. köydeki insanların anlamı şatodur.K'yı bu çok önemli ve çok güçlü örneği alt üst etmek üzere gelen biri olarak görebiliriz. *
spoiler
bürokrasinin affedersiniz bokunu çıkartmış olan bir grup insanın hazin öyküsü.
spoiler
almanca'da kilit anlamına gelir. Das ise schloss kelimesinin artikelidir.
1997 yapımı haneke filmi.

--spoiler değil mozaik--
aynı adı taşıyan kafka nın romanıyla uzaktan yakından ilgisi yoktur. tek bir benzer yanı olan; öykünün kış ayında geçmesi haricinde, bu kadar mı kopuk bir film yapılır dedirtir insana.

haneke yi gerçek anlamda bilen tanıyan, onun hasta ruhunu içine sindiren sinemaseverler, filimdeki oyuncuların funny games de ki orta sınıf burjuva ailesine ait olduğunu hatırlarlar.

peki böyle bir film neden çekilir, bir kere kocaman bir egonuz olması lazım bu filmi yaratan sebebi yaratmak için. ve o ego yu tüylü ve sevimli bişey olarak gösterebilecek bir süperego.

haneke ne diyor bu film hakkında: efendim sinema filmleri televizyon da ve sinema da izlenecek filmler olarak 2 ye ayrılırmış. kendisi sinemada değil televizyonda yayınlanması için bu filmi çekmiş.

--spoiler--

1926 yazımlı kafka nın bir romanı.
Franz kafka’nın yarım kalan romanlarından biri. Bir kadastrocunun uzaklarda yabancı bir köye atanması ile bu sefer insanlara yabancılaşmak için çok uğraşmadığı bir eser. Asıl anlatmak istediğine gelirsek orada bir sıkıntı var işte... En azından benim tamamen kafama yatan bir şey bulamadım *. Bürokrasi diyen var , ahlak diyen var , cennet diyen var... cennet değil bir kere. Ne alakası var!* ‘Ulaşması imkansız gibi bikbikbik’... ama diğer açıklamalar metaforlara uydurulabilir. Gerçekte ne demek istedi bilinmez tabi. Ama boşverin , kitabın insanda uyandırdığı *duygulara bakın.
“idrak-i meali bu küçük akla gerekmez! Zira bu terazi bu kadar sikleti çekmez!” *
Birkaç cümleyle üstünden geçersek;

Kafka'nın kitaplarında hep bir dibe batış var. ilk sayfalarda önem bile vermediği şeylere sona doğru bütün çabasıyla ulaşamıyor bile. Karakterler de hep yetkili görünüp aslında en ufak bir şeyi değiştirmekten aciz kişilerdir.

“kadastrocu olarak işe alınmışsınız ama burada yapabileceğiniz en ufak bir iş bile yok ki...” kendisine ihtiyaç duyulmayan bir yerde varolmaya çalışmak...kendini fazlalık hissetmek... Kafkadan beklendiği gibi diyelim.

“O böyle oturduğu yerde uyur ; beyler çok uyur” demesine bakılırsa baya bir memur imajı uyanıyor insanın kafasında.

klamm’ın başka başka görünüşleri olması , gördüğü kişinin de o olduğundan emin olunamaması ve her yerde -gözle görülür bir fark olmamasına rağmen- farklı bir görünüşe sahip olması ; herkesin gözünden ve başka şartlarda farklı görünmesini anlatıyor.

“Bunu aşabilseydik bizi yere göğe sığdıramayacaklardı ; ama kendimiz aşamadığımızdan onların bize karşı takındıkları geçici tavırları da kalıcı oldu.” Barnabasların dışlanmaların (yabancılaştırılmalarının) asıl sebebi yine kendileri oluyor dedikleri gibi. Toplum da sadece kendini farklı olana(kalana) göre ayarlıyor.

“bağışlanabilmeleri için önce suçun belirtilmesi gerekiyordu ama ortada bir suç yoktu...” bu da hani o hep diyip durduğumuz toplumdaki “kime göre , neye göre”yi anlatıyor bence.

beyler hariç bir tek o çocukların annesinin(brunswick) zamanında şatoya gitmişliği olması ilginç. yani belli bir zaman önce bir anne şatoya ulaşmış. Kadının başka bir vasfı olmadığı için annelikle alakası olması lazım.

sonra pepi’nin , frieda'nın planını açıklaması bence çok iyiydi. neden inanmadı ki. inkar? ya da ockham ın usturası?


“elinde olmaksızın gülümsedi. Koku öyle tatlı , öyle iç gıcıklayıcıydı ki , sanki bir insanın çok sevdiği , övdüğü ve nedenini tam bilmediği ve bilmek de istemediği ve sadece bunu söyleyenin o olduğunu bilmekle mutlu olması gibi bir bilinç haliydi bu.” = işte kafka okuma nedeni! Çok acayip anlatmamış mı? *
“Ama bu son , küçük , kaybolmaya yüz tutan , aslında hiç olmayan umut , sizin biricik umudunuz...” = işe kafka okumama nedeni! insan bu kadar da karamsar olmamalı ama...

Allah için bitirmek hakkaten büyük sabır gerektiriyor. Genel olarak diyaloglar şöyle sinir bozucu:
-amire ulaşmak için tek şansın sekreterinin raporlarında olman. Raporlarda olman da senin için pek iyi olmaz. Yazmaması için yalvarsan iyi olur. Hem bu da anlamsız olur aslında çünkü ondan bir şey saklanamaz.
+peki bu tutanağı amir okuyacak mı?
-hayır. Neden okusun ki?..*
Yarım kalan bir roman olması da bende şöyle bir düşünce uyandırdı: bence kafka bunu yazmış , “tam olmadı bu ; toparlayıp daha güzelini yapayım” demiş ve josef k’i odasında iki memur beklerken uyandırmış. Gerisi de max brod’un bok yemesi biliyoruz. Yersen*
(bkz: Can sıkıntısı üzerine)*
Şimdi gelelim filme. Michael haneke , kitaptan uyarlama bir filmi en güzel şekilde çekmiş. Kitaba en yakın şekilde çekmeye çalışmak ne zamandan beri kötü bir şey oldu arkadaş! Daha iyi bir senarist varsa sallayın kafkayı filan onu çeksinler. *

birkaç da sahne:
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel
görsel

--spoiler--

Yersiz saygı , saygı duyulanın değerini düşürür.

--spoiler--