bugün

her türlü pas ver,sonra sktr çek, her şeyini anlat sonra analtmamış gibi yap, saatlerce muhabbet edelim ama bir yere çağırıyım gelme, mesajlarıma olabildiğince iş cevaplar at ertesi gün skleme bütün arkadaşlarınla tanıştır, kanka olalım sonra faceden ekleyim kabul etme. nası bir kızsın sen anlamadım.
oysa hiç birlikte kutlamamıştık doğum günlerimizi
yaz yağmurları gibiydik biz sonbahar aylarında
suratında öyle bir gülümseme vardı ki metroda
tipi altında ki kuşlar gibi savruluyordum oradan oraya
korkaklığıma yanayım.
aynı kağıt üzerine yazılıp silinmiş onlarca kelime,
hepsinin tek bir amacı var şu kağıt üzerinde; seni anlatmak..
Anlam yüklü onlarca kelime bulutları,
Yağmur damlası misali çarpıyor yüzüme.
süzülüyor yanaklarımdan gözyaşı olarak, akıyor kalbimin derinlerine..
sonra sel oluyor içimde, boğuluyorum!
anlıyorum bu kadar sensizlik beni öldürüyor,
ölüyorum...
yarım saattir beni kesiyorsun ey zat-ı meçhul! tamam okulun bilgisayar laboratuvarında sözlüğe girmem sana garip geliyor olabilir ama şuan yapabilecek başka bir şeyim yok. 3 saat sonraki derse kadar nasıl zaman geçirebilirim ki? bunları dönüp sana söylemek isterdim ama hiç konuşasım yok biliyor musun.
aslında çok basit bir kalp krizim yeter.ama sen kerizsin.
dün bir şeye şahit oldum; kankam statüsünde yakın erkek arkadaşlarımdan biri sevdiği kızdan ayrılmıştı. onun çektiği acıyı yakından gördüm. o kızın yaptığı en sıradan şeyleri bile olağaüstü iyilikler olarak anlatıp durdu. onsuz nefes alamadığını söyledi. demek ki erkek aşık olunca böyle oluyor. düşündüm; ben de senin ihtiyacın olduğu her zaman elimden geldiğince sana destek oldum ama seni aşık edemedim. beni bir başkasına anlatırken acaba sen de böyle anlatıyor musun hiç bilmiyorum. bildiğim bir şey var. hayatında ters giden bişeyler olduğu zaman en çabuk beni gözden çıkarıp en çok beni ihmal ediyorsun. bana ihtiyacın olana kadar aranmadığımın, yokluğumun fark edilmediğinin farkındayım. dün arkadaşımın aşk sendromuna tanık oldukça kıskançlıkla karışık garip bişeyler hissettim. ben arkadaşımın aşık olduğu kız gibi bir kız olamadım demek ki...ya da oldum, daha ötesinde bir sevgili oldum ama değerim bilinmedi...her ikisi seçenek de içimi burktu.
ne zaman görsem seni, yüreğim dilime geliyor, susuyorum.
sen benim en güzel yaşanmamışlığım olarak kalacaksın.
sen kararsızlıklar içindeki çetrefilli hayatımın belki de (kızma öyle denk geliyor kelime) en doğru kararı olacaksın.
yetmiyor bazen resimlerine bakmak senden kalan anılarla yaşamaya çalışmak gene öyle bi ana geldim ki sevdiğim, tıkandım kaldım. hani olur ya bazen insana bir ağırlık çöker kımıldayamazsın işte öyle.. herşey herkes nasıl sen nasıl da özledim seni her halini özledim gidişlerini, arkandan bakakalışlarımı özledim.
keşke dinlesen sözümü.

http://e1203.hizliresim.com/v/5/385tq.jpg
insanın canı çekiyor seni. ayrı bir tutkusun biliyor musun?
Kırmızı reçeteli ilaçlar mukayet oldu hep aklıma,
buz kadar kırılgan ömrümün hikayesi budur.
hayatımda değer verdiğim 2-3 insandan birisi tanıştırmıştı ikimizi. sen yorgundun her halinle ama yansıtmak istemiyordun kimseye ve yansıtmıyordun. kendi gezegeninde yanlız yaşamayı benimsemiştin. ne gariptir bende o durumdaydım o sıralar. ben iki senelik skimsonik bir ilişkiden çıkmıştım. ve ortalama 5 ay sonra seninle tanışmıştık. belki benim kadar sürmemişti benden önceki insanla senin ilişkin ama üzmüştü seni gereğinden çok fazla. seni her arayıp sesini duyduğumda mutlu olmayı başarıyordum, çünkü beni mutlu edebilen bu kadar güzel bir ses girmemişti hayatıma. hani sormuştun ya bana "nasıl pes etmeden dayanabiliyorsun, nasıl her seferinde yanımda kimse yokken sen yanımda olabiliyorsun" diye cevabı çok basitti aslında. sana değer vermiştim ve sevebileceğimi sanmıştım. devamsızlığım bütün derslerden 3 olduğu halde 1 hafta yanında olabilmek için gelmiştim ya aydın'a, hayatımda yaşadığım nadir güzel günlerden di o bir hafta. beraber telefiriğe binip piknik yapmaya gittiğimiz gün ne de güzeldi hava dimi? hani şu ikimizin mutlu olmaya çalıştığı gün. hatırlıyorsun dimi? akşamında ve ilerleyen gecelerde "kanıt" adında saçmasapan, totoş, kıçıkırık diziyi sırf sen korku filmi izleyemiyorsun diye birlikte izlemiştik. yanında olduğum günlerde yemeği sen yapıp bulaşıkları ben yıkıyordum belim ağrıdığı halde, sesimi çıkarmadım. ne yapabilirdim ki değer vermiştim ben sana. ama düşünememiştim bu değeri hakedemeyeceğini. film izlerken bergamotlu çay yapardın ya hep, ikimizin birçok ortak noktasından birisiydi o bergamotlu çay. sırf ben seviyorum diye elmalı kek yapmıştın ya bana, çok tatlı gelmişti o kek bana be biriciğim. daha önce yediğim elmalı keklerden daha farklıydı o kek, nedenini çözememiştim ama öyleydi. ve yediğim son elmalı kek'ti o. doğum günümden bir gece önce doğum günümde yanında olamayacağımı bildiğin için hiç beklemediğim bir anda o çikolatalı pastayı getirmiştin ya bana, eline bedava şeker verilmiş küçük bir çocuk gibi sevinmiştim. ne mutluydum o gece ben bir bilsen. çünkü yaklaşık 8 sene doğum günümü kutlamamıştım ben. hep saklanmıştım 14 kasım günü insanlardan, çünkü sevmiyordum saçma sapan bi günü kutlamayı. doğum günü nedir yahu, ulan hayatından 1 sene daha gidiyor ve insanlar o günü kutluyor ne saçma bir iştir o. senin üstüne pek gitmek istememiştim ve gitmedim. çünkü durumunu ve ruh halini çok iyi biliyordum. herşeyin bir zamanı ve yeri vardır demişler ya çok doğru bi söz aslında. ama belliki biz seninle yanlış zaman diliminde tanışmıştık, birbirimize bağlanmıştık. ya da ben öyle sanmıştım. ya da sen de rol yapıyordun diğerleri gibi. çünkü sen hazır değildin böyle birşeye. farkındaydım ama atlatmanı da bekleyebilirdim o durumu ve beklerdim. sabır konusunda iyiydim her zaman. ta ki gitmemden önceki o geceye kadar. gerçi o gecede bana söylediklerine hiçbirşey dememiştim. sadece susmuştum. çünkü bazen susmak en güzel cevaptır benim için. sabretmiştim söylediğin sözleri hazmetmek için. gittiğim gün arabada o 3 saat yolculuk bana 10 saat gibi gelmişti. saniyeler bana* inat sanki ayağına harley giymiş gibi aşırı yavaş geçiyordu. ve ben o yolculuğun sonunda eve vardığımda yaklaşık 4 saat ağlamıştım. ne garip. ben ki ağlamayı bile beceremeyen insan. ağlatmayı başarmıştın beni. herşeyde başarılı olduğun gibi. keşke doğru zaman diliminde çıksaydık birbirimizin karşısına bitanem. keşke.. umarım dalış sertifikanı alırsın ve bol bol dalarsın denizlere vurgun yemeden. gelecekte umarım iyi bir arkeolog olursun. umarım benim gibi sahte olmayan gerçek "eş ruhu" nu bulursun ve çok mutlu olursun. benden giden bir insanın arkasından hiçbir zaman asla kötü birşey düşünememiştim ve senin içinde düşünemiyorum. kendi gezegeninde sana mutluluklar. bu yazıyı yazarken de aniden çalan bir anathema parçası ağzıma zıçtı. şimdilik bu kadar. dediğim gibi umarım seni mutlu edebilecek doğru insanla doğru zamanda tanışırsın. biz başaramadık umarım benden sonraki insanla başarırsın. benden sonraki hayatında başarılar. hoşçakal..
he bi de bana aldığın o siyah kupa'yı da çöpe atmışsındır umarım.

seni bi aralar sevmeyi başarabilen insan.

01.12.2011 05:53 / izmir
yazdım. ama o her zaman gördüğüm sana değil, yanımda uyanan o adama yazdım.
ifadem eksik kalır genelde kendimi anlatmaya çalışırken. becerememekten asla değil (aksi mesleğime hakaret olur*) saçma ve zıt şeyleri aynı anda çok güçlü hissettiğimden olsa gerek. bu abuk ruh hali kimde olsa tarifte zorlanırdı. shakeaspeare bile. shakespeare kim bilir misin acaba? bilip yok artık dedin mi ki içinden? tamam tamam aşşağılamaya çalışmıorum. ama sözlük formatı çok özgür istersem istediğim kadar giydirebilirim buradan sana.*
bildiğimden yazdım. oku diye. her gün gördüğüm ama her gün görmediğim ol diye yazdım. bakma yazımın edebi yönüne. öyle derin hislerle değil, şu bir kaç gün bolca boş vaktim olduğundan yazdım. yazmayı sevdiğimden. bu dip notlar da kendimi böyle iyi hissettiğimden.*
aramızda geçen her şeyi, aramızda geçmeyen her şeyle birlikte rafa kaldırıyorum. sözün özü bu. eğreti her şey. hayatımın bir köşesine iliştirilmiş gizli ayrıntılardan hoşlanmam. ruhuma ters. ondan bu kadar inatçıyım. yorucu şeyler bunlar. ben düz bir insanım. bak cümlelerim bile kısa.*
hadi sen de git nasibini ara!*
ben bu yazıyı sana yazdım kinder süt dilimi. yumuşacıksın, çok lezzetlisin. ama 2 ısırıkta bitiyorsun, ayıp la.
bende klasik bir cümleyle gireyim madem, evet bu yazdığımı hiçbir zaman göremeyeceksin. şimdi devam edelim bak bir daha ben seni keserken gözlerini benden kaçırma, adam gibi sende beni kes, süz ne bileyim. hatta süzme gel direk konuş yani. bana tavla öğren gel oynayalım dedin, ee sorsana tekrar öğrendin mi diye burada senden bir adım bekliyoruz değil mi? gelip ben mi söyleyeyim yani öğrendim hadi gel oynayalım diye alla alla. dur daha bitmedi, senden her gün 1 çay 2 poğaça alıyorum bir günde demedin ki al buda benden olsun. yok yok para bok ama iş yok sende. neyse bunları geçelim, sonuç olarak efendim ben senden hoşlandım Allah'ın emriyle ehem ehem. (bkz: platonik aşk)
merhaba hocam, nasılsınız?

gittiğiniz yer nasıl bir yer bilemiyorum. ama eğer ikimizin de inancını yanıltacak şekilde bir cennet mevcutsa biliyorum ki oradasınızdır ve bana anlatılanlara göre pek de fena bir yer değilmiş. beni soracak olursanız, ki daima sorardınız, ben bıraktığınız gibiyim, "oldukça sakin."

bu yazıyı diğer tüm öğrencilerinizin yaptığı gibi facebook'taki duvarınıza da gönderebilirdim aslında. ama burada on binden fazla yazı var ve bu yazının onların içinde okunmayacak, hatta ardından gelecek ikinci bir on binle yitecek olması biraz, nedendir bilemem, rahatlatıyor beni. hala bir şeyleri sesli okuma konusunda çekingenim sanırım.

şimdi size gelelim hocam. geçenlerde bir gün aniden geldiniz aklıma. aslında bazı muhabbetler esnasında sık sık aklıma gelmektesiniz ama o geçen gün işte, çok fazla düşündüm üzerinize.

"bu kız iyi bir okul kazanacak" dediğinizi anımsadım. sınav sonucumun sevincimi sizle paylaşamadığımda yaşadığım üzüntüyü anımsadım.

kendi yazdığınız şiirleri bana okutmanızı anımsadım. içimden okuyup "güzel" dediğimde, "herkesin duyabileceği kadar yüksek oku ve sığ insanlar gibi yorum yapma. sen sığ biri değilsin, sana yakışan bir yorum yap, kendi fikirlerin olsun." dediğinizi anımsadım. sınıftaki bir kıza "beynini çaydanlık olarak mı kullanıyorsun?" dediğinizi anımsadım.

1 mayıs'tan sonraki gün derse aşırı bronz bir renkte gelip taksim meydanı'ndaki yürüyüşünüzü gururla anlattığınızı anımsadım.

sabah 8'de başlayıp gece 11'e dek süren tiyatro provalarımızı anımsadım. belediyeden evime kadar getirişinizi, sizden biraz geride yürüsem "geri kalmış ülke kadınları gibi erkek ardından yürüme, yanımda dur" demenizi, babamın beni almaya geldiğinde sorduğu "ee hocam, bizim kız seviyo tiyatroyu da yeteneği var mı" sorusuna verdiğiniz net cevabı, akşamları babamın hep beni beklediği köşede bir gün babamı göremeyince onu sormanızı anımsadım. babam sizinle karşılaşan her insan gibi size güvenmişti hocam, o yüzden gelmedi bir daha beni almaya.

okul tiyatrosu daha başlamamıştı o zamanlar. ama ben tiyatroya ara vereli epey olmuştu, bu durumdan bunalmıştım ve siz bu sıkıntımı bir arkadaşımdan öğrenmiştiniz. ertesi gün elime tutuşturduğunuz kağıtta birkaç kültür merkezinin adı, adresi ve telefon numarası yazıyordu. "bunlar ücretsiz, istersen bi konuş bunlarla sorun olursa da bana söyle" dediğinizi anımsadım.

vefat haberinizi almadan önceki gün, ki doğum gününüzdü, okula gelmeyi düşündüm. sizin yanınıza. doğum gününüzü kutlamak için. ama neden hatırlamıyorum, gelmedim. ve ertesi gün haberi duyduğumda da evinize gelmek istemedim. eğer ağlayan insanları görmezsem öldüğünüze inanmam diye düşündüm. nitekim; hala çok emin değilim ölmüş olduğunuzdan. bursa'ya kaçmışsınızdır? van'ı özlemişsinizdir belki? ama öylesine büyük bir yüreğin derme çatma birkaç tahtanın içine sığabileceğine inanamam hocam, kusura bakmayın. "murat hoca vefat etmiş" yazısı gözümün önündeyken girdiğim deneme sınavı için, gelen tüm arama ve mesajlara rağmen katılmadığım cenazeniz için de kusura bakmayın. "o tür etkinlikler beni sıkıyor evlenen kim olursa olsun, kimse kusura bakmasın" dediğinizi hatırlıyorum düğünler için. cenazeler de beni sıkıyor hocam, ölen kim olursa olsun.

insanlara sizden bahsediyorum bazen, sizi tanımayan şanssız insanlara. hayatımı değiştirdiğinizi söylüyorum. (bundan haberiniz var mıydı?) nasıl değiştirdi diyorlar, cevap veremiyorum hocam. anlamayacaklar nasıl olsa diye anlatma zahmetine girmiyorum.

oysa siz gittiğinizden beri ben yüksek sesle şiir okumaya başladım hocam, çünkü siz benden bunu isterdiniz.

siz gittiğinizden beri ne izlediğim filmleri ne de okuduğum kitapların eleştirilerini kısa tutamadım hocam, çünkü siz bundan hoşlanmazdınız.

siz gittiğinizden beri donna donna ve rodrigo'nun gitar konçertosunu dinleyemedim hocam, çünkü siz ıslıkla eşlik etmeden anlamı olmuyor.

siz gittiğinizden beri hiçbir şeye tam anlamıyla öfkelenmiyorum hocam, çünkü siz şimdi öfkelendiğimiz her şeye ileride gülüp geçeceğimizi söylerdiniz.

siz gittiğinizden beri yaz tatillerinde plan yapasım gelmiyor hocam, çünkü en son siz yazın sınıfça bir şeyler yapmak istemiştiniz.

siz gittiğinizden beri menemen yiyemedim hocam, çünkü hiçbiri sizin verdiğiniz menemen tarifine tam uymuyor.

siz gittiğinizden beri tüm edebiyat öğretmenleri -john keating bile- boş geliyor hocam, çünkü hepsi sizin yanınızda hiç kalırdı.

siz gittiğinizden beri "tamam mı?" sorusunu sempatik soran biri olmadı hocam, çünkü bu soruya anca sizin sayenizde tahammül edebilirdim.

siz gittiğinizden beri kimsenin yüzünde gamze yokmuş gibi sanki hocam, çünkü en güzel çene gamzesi sizdeydi.

siz gittiğinizden beri kimseye hiç belli etmedim ama ben sizi çok özledim, yokluğunuzu çok hissettim hocam.
çünkü yokluğunu belli edecek bir tek siz vardınız.

ışıklar içinde uyuyun murat hocam.
benimle savaşma. çünkü kazanırsan, kaybedersin.
luis figo'nun 1992'de giydiği ceket sendin aşkım...
Ellerini tutmayı özledim, gözlerine bakmayı, Ben ayrılmak istiyorum gülüm. Merhametli bir hasta bakıcı gibi değil birlikteyken yalnızlığı yaşamış bir erkek gibi. Sevdikçe acı çektim. Belki Hastalığına bahane buldum, ayrılığı unuttum. Ama insan gibi sevmeyi de unuttum. Naptın diye mesaj çekmeni değil seni seviyorum yazmanı unuttum Çocuk değil sebebim. Sebebim hayatımda sen varken yaşadığım yalnızlık. Sinemaya bile tek gidiyorum. Sikik bir yüzükle mi nişanlandık birbirimiz le mi? Bilemedim ve anlamadım sende anlamadın. Bitiyor biter bu ayrılık gelir gider. Ben seni üzmem. Gözyaşını sildim sende benim ama yüreğimdeki kan sızıntısını silemedin. Biter bu aşk biter Cesaretimi toplarım. Yol verirmiyim sana kendime mi bilmem ama dünyamı siktin. Ağlamana bile hasret kaldım. Kimseyi de istemem birazda olsun kendime kalayım. Beni ayağa kaldıran sen oldun tekrar çelme ile düşüren. Allah acını göstermez inşallah ama Allaha yakın ol, bana uzak.
Bir derdalan şaraba sarıldım sana sarılamadım. o girdi kanıma. Seni onunla aldatıyorum. ağladım 2 saat önce yemin ediyorum beni ağlatan ilk ve son olacaksın. Birazdaha durursam sonum olacaksın. Elveda Dudaklarında avunduğum...
haydi gel içelim. sana diyorum entryi okuyan insan. gel içelim. sen gelemiyorsan ben geleyim.. ama, içelim.
Sabirli olmayi ogren artik. Yargilamadan, hemen ceza kesmeden dinlemeyi ogrensen senin icin daha huzurlu ve mutlu bir hayat olur. Benim agzima sictin, onemli degil. Bozuk para gibi harcandim yine sorun degil. Yeterki sen duzel. Yaptigim fedakârliga bak hele!

Somut orneklerle aciklamaktan biktim herseyi. Sunu cok iyi anliyorum, sen isine geleni anliyorsun. Ve inanilmaz kurgu yetenegin var. Akrep kadini olmanin verdigi ozelliklerden birisi olsa gerek. Senaryo kurgu inanilmaz yani.

Sana verdigim kazandibi ornegini hatirla. Normal Bir insan bi seferde 2 adet kazandibi yiyebiliyorken senin bir seferde 5 tane ya da daha fazla dayatman hem tatlidan sogutur hem mideyi bozar hemde kusturur adami. Ben sana ne dedim, normale dön dedim. 2 tane ver dedim, sen ne yaptin hic vermemeye basladin. Olmaz. Boyle hic olmaz. Tabiki isyan ederim. Benim istedigim hic yememek degil yeteri kadar yemekti.

ilgi alaka burada kazandibine benzetilmistir.
kafam niye güzel olmasın ki aklım da sen varken.
yeter yani bi gelsen, bi dönsen ne bilim şaka yaptım falan desen ya da yanlış karar vermişim falan desen...
hadi, sensiz her şey bomboştu falan desen mesela. ya da seni özledim desen... duymak istediğim her şeyi söylesen bana, hemen şimdi veya yarın, ya da sonraki gün... önemi yok ben beklerim. ne var yani sen de insansın, geri adım atsan ben hakkında kötü düşünmem ki, lafını yedi geldi falan diye düşünmem. gurursuz olduğunu hele asla düşünmem. ben alışkınım, zaten karşında gururumdan eser kalmamıştı. bir kere de sen geri adım at mesela, değmez ki üç günlük dünya. gel işte, çok iyi bakarım ben sana, hep yanında olurum, yine kahkahalar atarız falan. söz vallahi bir daha üzmeyeceğim. ne var yani gelsen, diyorum sana işte üç günlük dünya diye. şimdi gözünü boyayanlar yarın yanında olacak mı? şimdi yanında uyanmak istiyorum diyen, yarın da bunu diyecek mi sanıyorsun? seni benden daha fazla kim severdi söylesene, inanabiliyor musun? ya da arkadaşların mesela... ömür boyu seninle mi olacaklar, hep seni dinleyecekler mi, hep seni cidden yürekten düşünüp değer verecekler mi? sıkılmayacaklar mı sanıyorsun? hayatın akışına kapılıp hepsi birer birer unutmayacak mı? ya da en basidinden... sevgili buldukları zaman mesela... seninle mi kalacaklar sanıyorsun? seni mi güldürecekler? seninle mi eğlenecekler? ne kadar umursayacaklar ki seni? hadi gel bak deli olma, bunların hepsi bugün var yarın yok ama ben... ben ömrün boyunca seninleyim. hala göremedin mi? olsun, nasıl olsa bir gün göreceksin. gel işte deli etme adamı... merak ediyorum iyi misin, hasta mısın falan... inan hala seni düşünüyorum ve sen delinin tekisin... neyse, dönmelisin. ne olur hisset, aklını başına topla, dön. nolur affet. biliyorum affedeceksin ama affetsen bile dönmezsin. boşver şimdi bunları, dönsen iyi edersin. ben hep buradayım...