bugün

yazamama hastalığına tutulan bir roman yazarının kafasını toplamak üzere daktilosunu da alarak arabayla yollara koyulup ücra bir motel bulmasıyla başlayan öykü izleyenlere keyfili anlar yaşatmaktadır.
barton sokaktaki adamı yazmak istemektedir ama ondan kaçmaktadır aslında,kendini kahverenginin hakim olduğu bir otel odasına kapatır ve senaryosunu yazmak için cebelleşir. hayatındaki tek rengi yazmak üzere oturduğu masanın dayalı olduğu duvardaki resimdir.
film muhteşem bir finalle bitmektedir...umudumuzun kapıları sonuna kadar açıktır.
coen kardeşlerin en gizemli ve temposunun değişkenliği en yüksek olan filmi.
filmle ilgili dikkatimi çeken şöyle bir ayrıntı vardır:
filmin iki güçlü* adamı vardır, bunlar jack lipnick ve ben geisler'dir. paraları vardır ve tek düşünceleri iştir. bu iki karakterin arka planları nedense hep beyaz ve ışıklı film boyunca. hiç değişmiyor. barton fink'in arka planı ve üzerindeki kıyafetler kahverengi ve tonları iken bu adamların kıyafetleri hep açık renk ve arka planları hep ışıklı. sanki yönetmen joel coen bize bir şeyler göstermeye çalışıyor..
hayalgücünün terkettiği, iç dünyası karışık new yorklu yazar barton fink' in ilham arayışını konu alan drama. john turturro, aynı adlı karakteri ustalıkla canlandırarak ön plana çıkar ve hayretler içinde bırakır.
anayurt oteli'nin daha basitleştirilmiş, indirgenmiş, amerikan sinemasına uyarlanmış versiyonu gibidir. fakat bu kötü manasına gelmez. çok güzel bir film.

edit: ayrıca simgeler önemli bir yer tutuyor. barton fink'in çabaları, otel, sıcak, duvar kağıtlarının dökülüşü, şirket, birbirleriyle alakalı düşünüldüklerinde ortak, fakat her izleyici için değişebilen manalar taşıyan simgelerdir.

(bkz: anayurt oteli)
(bkz: ömer kavur)
barton fink in "komşusunun odası" film bitene kadar aklımda soru işareti olarak kalmıştır. Coen kardeşler niye kullanmadılar o odayı hala anlamış değilim. * Oda da testere vari bir ortam yaratarak biz izleyenleri heycanlandırabilirlerdi. Film akışına ihanet olabilirdi ama olsun görmek isterdik.
içerdiği mizah ve karakterler bakımından bilindik coen tarzıyla örtüşen, fakat diğer coen filmlerinden ayrı olarak dışavurumcu ve sürreal bir tada da sahip olan güzel bir film. kanımca bu yönüyle coen'lerin en iyi filmlerindendir. her karenin üzerinde düşünülebilecek ayrı anlamları vardır.
aynı temayı işlemesi bakımından türk sinemasından "gece yolculuğu" filmine benzer.
yorum yapma işleminde insana zorluklar yaşatan film. o kadar güzel ki salakça geliyor yazdıklarınız. öncelikle john turturro harika, o iç sıkıcı odada içimizi sıkacak kadar mükkemmel kim oynayabilirdi düşünemiyorum, komşu da ( john goodman) harika tabi.

anladıklarımız, anlayamadıklarımızla filme gelecek olursak;

--spoiler--
varlığı ile yokluğu arasında gidilip gelinen otel odası o kadar bunaltıcı ki siz bunalırsınız izlerken odanız küçülmeye başlar hafiften.
sinek sesleri, sıcakta sökülen duvar kağıtları her şeye rağmen küçücük bi ilham kaynağı olan duvardaki çerçeve. yazmaya çalışan bir adet yazar ; barton fink.

"yaşamın malzemesi neden tiyatronun malzemesi olmasın", "gerçek insanlar, gerçek hikayeler" "sanat halka inmeli" mesajlarını veren lakin "sana hikayeler anlatabilirim" diyen yan komşusunu dinlemeyen, aslında insanları pekte bilemeyen bir yazar fink. bütün başarısını arkasına alıp çok önemli olmayan filmlerin senaristi olmaya aday bir yazar. kimin için ne yazılacağına karar verememiş gibi gözüküyor. sonra çok çok sevdiği yazar ile karşılaşıyor.. bakıyor ki hiç gözünde büyüttüğü gibi değilmiş, aslında yazar değilmiş sarhoşmuş bütün sevmediği özelliklere sahipmiş birde bakmış yanılmış insanları iyi tanırken. hayal kırıklığı yaşamış. sonra çaresizce bir şeyler karalarken incilin sayfaları oluvermiş yazdıkları. ne de büyük yazarmış fink.
sonra sekreter ölümü. görevliler çıkıp geliyor; mastrionotti ve deutsch. bir italyan, bir alman. ve onları ölüme uğurlarken "heil,hitler" deyiveriyor biricik komşumuz. konuşmaya başlıyor barton fink'le. gerçek insandan bahseden fink daha yanındakini bile anlayamamış, çözememiş. bi' garip işte. sonra hayatımın en iyi yazısı diye etiketlediği yazısı, ilk yazısı. belki kişisel gelişim tüm filmde anlatılan. fink'in hayatındaki değişim. kendini tekrarlarken "en iyisi ben daha önce böyle bi' şey yapmadım" demesi, fark edememesi.
son olarak yürürken kumsalda odasındaki çerçevenin, ilham kaynağının gözünün önüne gelmesi kesinlikle harika.

film biterken barton fink'te bitmiş gibi;

-o kutunun içinde ne var?
-bilmiyorum
-peki senin mi kutu?
-bilmiyorum.
--spoiler--
1991'de Cannes Film Festivali'nde Joel-Ethan kardeşlere Altın Palmiye kazandıran yapıt. 1941'de Hollywood'a gelen başarılı oyun yazarı Barton Fink 'in başına gelenleri anlatan kapkara bir güldürü. Coen kardeşler, lunaparklardaki çılgın trenler gibi inişli çıkışlı bir anlatım tarzıyla, izleyicinin ayağını yerden kesmeyi deniyor. Etkileyici görsel efektlerle bezeli, ustaca oynanmış film, birinci sınıf eğlencelik, ama fazlasını isteyenleri de hoşnut edecek nitelikte.

New Yorklu genç oyun yazarı Barton Fink, Hollywood'un çekici çağrısına dayanamaz. Yıl 1941. Hollywood, bu yazardan bambaşka işler beklemektedir. Yapımcısı, Barton Fink'ten bir boks filmi senaryosu yazmasını ister. Oysa bu, onun yabancısı olduğu bir konudur. Otel komşusu Charlie Meadow, Fink'e yardımcı olmaya çalışır, boks konusunda bildiklerini anlatır.

Ama, yararı olmaz. Bir felaket yaklaşmaktadır. Barton Fink, bir yazarın sekreteriyle bir gece geçirdikten sonra, dünya cehenneme dönecektir.

Filmdeki dünya, tehdit ve terörle dolu. 1940'lar Hollywood'un parlak yıllarıydı. Bu parlaklığın gerisindeyse oyuncu, yazar, ve yönetmenler için amansız bir rekabet, başarısızlık ve işini kaybetme korkusu vardı. Kabusa benzeyen bu ortamı başarıyla canlandıran film, Coen kardeşlere en iyi yönetmen, John Turturro'ya da da en iyi erkek oyuncu dallarında Altın Palmiye kazandırmıştı.

Yönetmen: (bkz: Joel Coen)
Senaryo: Joel Coen, (bkz: Ethan Coen)
Görüntü : (bkz: Roger Deakins)
Müzik : (bkz: Carter Burwell)
Oyuncular: (bkz: John Turturro), (bkz: John Goodman), (bkz: Judy Davis), (bkz: Michael Lerner), (bkz: John Mahoney), Tony shalhoub, Jon Polito, (bkz: steve Buscemi), David Warilow, Richard Portnow
1991, ABD yapımı, 117 Dk.
bu gibi içerisinde bir çok sembolü barındıran filmleri izlerken bir yanda da kafanızı zorlarsınız ve sembolleri çözmeye çalışırsınız. fakat bu film diğerlerinden kesinlikle farklı; son zamana kadar görüntülerin herhangi bir sembolü olduğunu düşünmüyorsunuz, vakit biraz geçtikten sonra anlıyorsunuz. örneğin ben kadının öldürülünceye kadar olan kısmında kesinlikle bir sembol görmedim. fakat işler biraz karışınca aklım devreye girdi; lan bu otel neden tamamen kahverengi ve tek farklı renk duvarda asılı olan, denizi izleyen kız resmi. daha sonra fink'in komşusu cehennemden bahsettiğinde asansördeki adamın üç defa altı söylemesi yani altı yüz altmış altı. anlaşılan bu otel cehennemin ta kendisiydi, holywoodta öyle tabiki ve barton fink normal insanların yani yan komşusunun hikayesini anlatmaya çalışan entellektüel bir yazardı. lakin kendisi yan komşusu hakkında hiç birşey bilmemekteydi. en son olarakta film yapımcısı adam filmin sonlarına doğru albay olarak karşımıza çıkıyor, bu görüntüde sanırım otoritenin yazarlar, sanatçılar üzerindeki baskısına bir gönderme yapıyor.

barton fink oldukça sembolik anlatım içeren bir film ama bu insanı sıkmıyor aksine filmi tekrar tekrar izleyerek gizemini çözmeye davet ediyor.
tüm film boyunca tek bir fikirle boğuşmama neden olmuş filmdir: naked lunch ile tematik benzerliği. biri bana bu iki filmin de neden aynı yıl (1991) çekildiğini açıklasın lütfen.

büdüt: judy davis her iki filmde de oynuyor ve ikisinde de benzer bir durumda.
aklıma hayatım boyunca düşüneceğim bir cevap ekleyen filmdir.

-o kutuda en var dukas?

+bok var .mına koyim.
izlediğim günden beri top 10 listemdedir kendileri. o listeden çıkacağını da hiç tahmin etmiyorum. defalarca izlenebilecek bir baş yapıttır.
--spoiler--

- başlamakla ilgili biraz sorun yaşıyorum.
+ başlamak mı ? nasıl yani ? bi kelime bile yazmadan mı daha ?
- pek değil.
+ ne yazdığını sanıyorsun ? "hamlet" mi ? "rüzgar gibi geçti" mi ? altı üstü allahın belası bi "b film" bu.

--spoiler--
ethan ve joel coen kardeşlerin yazdığı, yönettiği ve yapımcılığını üstlendiği 1991 abd yapımı filmdir...
insanı düşüncelere gark eden bir film. kesinlikle izlediğim en iyi fimlerin arasına girdi. ayrıca filmin ilk yarısı the grand budapest hoteli anımsattı. zaten iki filmde muhteşem özgün senaryolara sahip. john turturro ve john goodman'ın performansı da insanı hayran bırakacak düzeyde.

kesinlikle ölmeden önce izlenilmesi gereken filmler arasında.
Öyle bir filmdir ki dünyanın en önemli film festivali olan cannes film festivalinin yönetmelik değiştirmesine sebebiyet vermiştir.
1991 yılında festivalin en önemli 3 ödülünü*** birden kazanmasının ardından yapılan değişiklikle bir filme birden fazla büyük ödül verilmesi yasaklanmıştır.
defalarca izleseniz dahi anlamayacağınız ama her final sonrası bazı tahminler yapacağınız bir film. Filmin her köşesi sembollerle dolu bu bakımdan dikkatli izlenmesi gereken mindfuck movielerden. Böylesine sinir bozan bir özelliği olmasına rağmen seyir zevki açısından da son derece tatmin edici ve kendisine bağlıyor. final sonrası pişman olmadığınız gibi kendinize göre bir son çıkarmanız da olası.