bugün

seriatin kestigi parmak

ben pansiyonlarda, yurtlarda büyüdüm sayılır. sıksan iliğimden devlet malzeme ofisi akar o derece. haramıyla helaliyle, günahıyla sevabıyla bugüne gada çok yedik devletimizin ekmeğini. bazen gece yat verilince (bkz: yat verilmek) (bkz: anlayamazsınız) karnımız acıkırdı, yemekhaneye gizli gizli girer, kuru ekmek de olsa o haramı feci bir lezzet duyarak yerdik. erkektik olm çünkü, sisteme başkaldırıp ekmek yiyorduk gecenin bi saatinde. ulan anarşikliğimize baksan ya, en favori maceramız gece kilerden (marketler zinciri olan değil) ekmek çalıp gündüzden zulaladığımız tahine bandırıp yemekti. dayıoğluyla birbirimize bakıp hıkır hıkır gülerdik ağzımıza tepiştirirken ekmek artıklarını. hıkırdarken ağzımız dolu olduğu için burnumuzdan sümük fışkırırdı. biz de onları orda duran bamyaların içine koyardık ki pişince sümük gibi sünsün (bamya niye orda durursa. Ama bu dandik lafım, bamyanın sümük gibi lüp lüp ağızda bıraktığı hissi yalanlayamaz) neyse, konu bizim sümüğümüz değil, yıllar sonra gördüğüm kadim bir dost.

o değil de çaldığımız erzağı yerken ben garip bir takıntıyla camdan içeri vuran sokak lambasının titrek ışığında (titrek ışık neyse bi de ben kullanayım dedim) (bkz: içine ibrahim sadri kaçmak) ne yediğime dikkatle bakardım. sebebi vardı ama bunun. babam anlatmıştı, bizim köyde eskiden domatesleri, patatesleri, salatalıkları canavar (domuz) (deme günah) telef etmesin diye köylüler geceleri bahçelerini beklerlermiş. bizim akıllı köylülerden birisi de bu önlem alma işine farklı bir bakış getirip tutmuş bu domates patateslerin üstüne şıçmış. hikaye bu ya birisi de gece gidip bunların salatalıklara dadanmış. cıvık boku da gecenin karanlığında salatalığın ıslaklığı falan sanıp üstüne silerek temizlemek suretiyle ham yapmış yemiş, ondan sonracıma karnını doyduğuna ikna edip gitmiş yatmış. sabah bi kalkmış bakmış ki ne görsün, üstü başı bok içinde.

ulan benim babamın da hayal gücü bok kırığı bişeymiş lan. sebze meyveleri yıkayıp yemem için böyle bir yalan atmış. sonra yalanı kıvıramamış gaza köklemiş, sıçıp sıvazlamış. ama tabi ki konu babamın sıvazlamaları değil, kadim bir dostu yıllar sonra görmem.

bak sümük dedim de aklıma ne geldi, eskiden telefon direkleri ağaçtan olurdu, yeşilimsi veya haki bir rengi olurdu bu direklerin. bi de bu direklerin dengesini sağlamak için bir tarafından yere gerdirilip çakılmış, sikke ile sabitlenmiş çelik halatlar olurdu.
+hihoh, sikke dedi. Mihih.
-sen gözünü çıkarır, göz kürenden sikkerim, gözyaşı diye, küçük denizler ağlarsın!1!1!!!1

bi tane uğur diye serserinin ciğersizi bi itne vardı. bi gün yanımda erkan diye bi bebeyle gidip gezerken bu uğur itini demin anlattığım halatın yanında gördük. erkan çabuk gaza gelirdi. ilkokulda sosyal hocası amerika nın para birim nedir dediğinde bi gazla fırlamış, "doriz hocaağğmm" diye yırtık dondan fırlamış, hocadan da sağlam bi şepeşille yemişti. ondan sonra lakabı doriz kalmıştı. (zengin bi mahalleydik olm)

uğur denen herze erkanı bildiği için: "olm erkan kaç kişi denedi, şu halatı tam şurdan tutunca oynatamadılar lan" dedi. erkan da hıyarı görünce tuz çuvalını sırtlayıp koştu tabi. tam halatı kavradı, hieeeyyt çekip asılacaktı ki birden ana bacı küfrederek uğura tekme tokat daldı. sonradan öğrendim ki bu uğur piçi telin orasına sümüğünü sürmüş, erkana da onu avuçlatmış. hatıraya bak amk. işte görmediğim şeyleri yerken korkma sebebin odur. sümük ünitesini geçtik, bir sonraki ünitemiz kadim bir dostu yıllar sonra görmem.

konuyu oraya nasıl bağlayacağımı merak etmişsinizdir diye umarak konuya dönüyorum. yurtta kaldığımız günlerde bi tane başkan vardı. lakabı tosbaa ydı. iyi bebeydi. Karizması, sesi, tipi yerindeydi. başkandı yurtta. bundan oldum olası korkardık. nasıl korkmayacan amk, adam yemekhaneye girdiği zaman çatal kaşık sesi dahi kesilirdi. hocaların falan dişi geçmezdi buna. ankara çubuk luydu. bizim memleketten yani. ben ezel dizisinde ramiz dayı nın gençliğini izlerken aklıma hep tosbaa başkan gelir. adamın forsunu yukarıda anlattım, bi de bu yemekhane başkanıydı, biz o zamanlar 7 veya 8 e gidiyorsak, o belki lise 3 teki ikinci yılındaydı. yüzü jiletle traş etme fiilini babamdan sonra ilk onda görmüştüm. ben sakal traşını dünyada bi tek babam yapıyor zannederdim. böyle olunca onu da babam sanıp gittim kucağına oturd... yok lan bu o hikaye değildi.

içeri girdiğimde babamı sıvazlıyordu…

biz feci korku belasıyla birlikte dayıoğluyla yemekhaneye girdik yine bi gün. o gün gündüzden yaptığımız keşifler neticesinde aşçının osmanlı şerbeti yaptığını tespit ettik. gece millet yatınca götün götün yemekhaneye girdik. osmanlı şerbetinin yapıldığı kazanın başına geldik, allahım ne utanç verici bişey, kapağı açtık, avucumuzla şerbet içiyoruz. yaş küçük, boy kısa, tencerenin kapağını tam da açmıyoruz ki farkedilmeyelim. Ulan oraya kadar girmişsin daha neyin tırsmalarındaysak değil mi balon jojecim. ben şerbete elimle tecavüzü bitirdim, sıra dayıoğlunda... kapağın bi kenarını kaldırmışız, benim kuzen benden kısa o zaman, şimdilerde kilise direği gibi olduğuna bakmayın, neyse sıra dayıoğlunda ama benim eller şerbetin şiresinden dolayı kayganlaşmış, dayıoğlu kafasını tencerenin içine doğru uzatmış haldeyken ben kapağı baya bildiğin bir hidrojen bombası patlatma efektiyle (bildiğin?) düşürdüm. önce kaymaya başlamıştı, gidişini gördüm fakat engel olamadım. kapak yere düştü. yemekhane yıkıldı sandım amk. dayıoğlu toparlandı hemen, ben tek olsam sabaha kadar orda kalırdım lan. dayıoğlu toparlandı ama sikmişim öyle toparlanma olmaz olsun. Dur bak anlatacam. ben zaten paniklemişim, o anda imkanım olsa, kendimi bıçaklayıp karnımı bağırsağımı ortaya dökerim ki nöbetçi hoca beni yakaladığında bana acısın da bişey demesin. falan filan gibi geliyor bu muhabbet ama valla bak aklıma gelmedi değil böyle ayrıntılar.

dayıoğlu tuttu kolumdan, hadi olm acil çıkmamız lazım diyor. ana kapıdan çıkamayız, mecburen mutfağın dışa açılan kapısına bitişik pencereden atlayacaz, sonra yangın merdivenleriden geri yatakhane katına gidecez, camı tıklatıp içeri girecez. bunu kurmuş kafasında. bana bişeyler dedi ama allah şahidim hiçbir şey anlamadım. açtı camı atladı amk. ben zaten dumurum, üstüne bi de kuzenim camı açmış bana -fısıltı denemez ama fısıltının bağırma şekli ile- "hadi lan" deyip camdan aşağı atlıyor.

bebedeki cesarete gel amk. iki metreden fazla var o pencerenin yüksekliği. abartmıyorum, şöyle bi ses olayı oldu.

gıcırt (farzedin ki camı açıyor)
+headieey leağn
gurp!! (yere gömüldüğü an)

ıııaaaaağğğğıııhıhıhüüü (ses kısık başladı ama son evrede mahalleyi yıkıyor pezevenk)

üst katlardan birinin penceresinden hoca cama çıktı, kuzene sesleniyor, ben de korkumdan yemekhanenin camını kapattım, içerde saklandım amk. hoca kuzenin yanına iniyor, bakıyor en yakın kattaki yemekhane camı kapalı, bir üstü kapalı, onun üstündeki cam açık, zannediyor ki teey 3. kattan atlamış, "intihar günah lan" deyip sağlam bi dövüyor bunu. ama konumuz bu değil. konumuz kadim bir dostu yıllar sonra görmem.

ben içeride saklanmışken, o ara yemekhaneye karanlıkta kaçak göçek biri daha girdi. ben onu görüyorum ama onun beni görmesi için ışığı yakması lazım.(onu yapamaz zaten, maça yemez.) gitti tencerenin başına, kapağa baktı, tencereye baktı, kapağa baktı, kollarını sıvadı, avuçlayarak şerbet içmeye başladı. baktım bizim kafadan birisi, arkasından sessizce yanaştım, bi baktım, bizim karizmatik, seksi, adonisli başkan amk. kıpırdamıyorum ben görmesin diye.

insanda oluyor lan bu his. bazen araba sürerken yolu karıştırıp bulmaya çalışırken iyice kaybolmuşsak, müziği kısıp etrafı tekrar dikkatlice süzüyoruz. sessiz olunca görünmez oluyoruz ya hani. ama konumuz görünmemek değil, görmek.

arkasını döndü ama bi çığlık da o bastı. dibi düştü amk. cin sandı herhalde. iki metre arkasında bi insan karaltısı ayağının teki havada sessizce kendine bakıyor.

neyse o gece bitti ve biz başkanla birden acayip sıkı kanka olduk. bizi her bokun içine sokardı amk. kuzeni sigaraya başlattı. bize batak oynamayı falan öğretti. 52 yi benim dolapta saklardık. başkanın sigarası kuzenin dolabında dururdu. başkan gerçekten korkulacak biriymiş lan bak şimdi kafama tak etti, bi gün bunun dolabında bir çıta bal görmüştüm. kilerden biz ekmek pekmez falan aşırırken adam gitmiş petek balı dolaba hicret ettirmiş. petek bal, elbise dolabı, petek bal? elbise dolabı?

konumuza dönecek olursak, bizim bu tosbaa başkanı gördüm lan bugün. gözümün önüne geldi o günler. kızı var bi tane, bi de onun küçüğü oğlu. 2014 model passat almış. vergi müfettişiymiş. karizmayı kest dedim, ben senin dolabında petek bal gördüm lan. sen benim hangi vergimi müfettiş edebilirsin ki?

(bkz: o da demiş ki işte o balyanço benim)