bugün

sevgiliden ayrılmak

tabiatın, varoluşun, yaşam denen iki ucu boklu değneğin bir gerekliliği. her insan nasıl doğup büyüyüp ölüyorsa; sevgilisi oluyor, sevişiyor, ayrılıyor. ayrılmadığı zamanlarda evlenip ölüyor ve yine ayrılıyor. bu ayrılık denen zerzevat elbet kolay bir olay değil. insanı sonu gelmez düşüncelere, teorilere, beyin fırtınalarına sevk ediyor.

hiçbir şey koymuyor da, insanın onca şey paylaştığı kendi sevgilisi, leş yiyen akbabalar gibi fırsat kollayan, yıllarca ezik hayatı yaşamış, erkek arkadaşı olduğunu bile bile seviyesizce sulanmaya kalkışmış, yıllarca kendisine açılamamış, kendinde gözü olan kişiliksiz, zibidi bünyelere hak verip teşekkür etmesi; en yakını olduğu sevgilisini ise onu rezil ettiği gerekçesi ile gözünü kırpmadan, tek kalemde silmesi koyuyor. kendisine rezil ettiğin adam da adam olsa...

lakin kızları anlamak zor. sahiplenmeye kalksan "benim ihtiyacım yok, beni sık boğaz etme", boş bıraksan "niye arayıp sormuyorsun?" olur.

soğuk gecede, uzuuuuun bir yalnız yürüyüşün ardından epeyce kafa patlatılıp "ben nerede hata yaptım, neden böyle oldu, verdiğimiz onca emek ve sözler, her türlü sevgi sözleri nereye gitti? vs." diye kendiyle yüzleştikten sonra insan, onun da haklı olduğunu anlıyor. babam bana yıllarca "herkes haklı evlat. bu gerçeği çok az kişi anlayabilir. anladığı zaman da bizim elimizde hiçbir şey olmadığını, her şeyimizi hayatın yönlendirdiği gerçeğini görecektir insan" derdi. babamın bu sözü aklıma geldikten sonra yüzümde bir gülümseme beliriyor, gecenin karanlığında hayatın akışına bırakıyorum kendimi...