bugün
- hayatı sorgulamak10
- kenan evren'i yargılayan ve cezalandıran taşak14
- 5 kasım 2024 abd başkanlık seçimleri16
- anın görüntüsü27
- aklı sikinde olan yazar12
- jose mourinho30
- kısa saçlı erkek vs uzun saçlı erkek8
- realite manipülasyonu12
- vücudunuzda hissettiğiniz en büyük acı14
- fenerbahçe14
- ebru gündeşe 69 milyonluk konser18
- menuet'in 26 yaşında olması9
- imza toplayıp judas'ı sözlükten attırmak22
- yazarların yaşadığı hayat19
- boklu bezle 500t seyahati9
- dincilerin vatan haini olması12
- yazarların hissettikleri14
- menuet benimle çıkmazsa gay oluyorum8
- sözlük erkeklerinin bugünkü kombinleri8
- 4 kasım 2024 mardin ve batman'a kayyum atanması15
- küresel'e en aşık yazar8
- gecenin şarkısı12
- artık evler satılmıyor31
- akşam yemeği8
- atilla karaoğlan15
- üşümek hiç ısınmamak8
- dünyanın en güzel ayağına sahip ünlü belli oldu9
- sevgiliyle sevişirken trafik lambası koymak9
- manyak olmaya karar verdim9
- v a m p i r o v9
- hükümlü olaların bilerek adaylığına izin verilmesi12
- 2 kasım 2024 beşiktaş kasımpaşa maçı22
- uludağ sözlük ün en edepli yazarı16
- misafir çocuğu10
- 4 yıldır bir kızı unutamamak18
- hem siyahi hem kadın hem de abd başkanı9
- chp ile dem parti arasında bir ittifak var16
- orhan gencebay13
- bir insan ömrünü neye vermeli15
- dolar alın lan9
- ahmet türk barış güvercini bilge kişidir14
- ateistlere bir not bırak11
- seninle şöyle10
- şimdiki kadınların aşırı tembel olması8
- 3 kasım 2024 trabzonspor fenerbahçe maçı70
- 9 aylık bebeğe tecavüz eden kişinin ölü bulunması15
- asla anlaşamayacağınız insan tipi hangisidir24
- kakam geliyor sözlük10
- sevgilisi olmayan sözlük kızları tam liste8
- judas'ın sözlüğe vedası11
entry'ler (105)
Şu sandalyeyle olan ilişkimi, tam şu andan itibaren
özne nesne ilişkisinden, nesne nesne iliskisine taşıyorum.
Hadi bakalım sandalye, bundan sonra ben de nesneyim senin gibi...Şartları eşitledik. Bu saatten sonra ben de cansız ruhsuz tahta gibi gamsız hatta odun bir maddeyim.
Özne olmak kadar insanı yoran başka bir şey yok şu hayatta.
Çok geliyorlar üstümüze, çok fazla sorumluluk ve duygu karmaşası var. Ama yeter...Ben de şu sandalye, yahut şu duvar ya da şu sikimsonik şey gibi olacağım. Nesne...En rahat oluş şekli nesne olmak. Kafan rahat olur. Ne olmuş ne bitmiş hiç onemli değildir. Sen öylece durursun, öylece bakarsın...
Aklıma ne geldiiii...Zeki demirkubuzun yazgı isimli filmindeki musa karakteri de bir nevi bir sandalyeyi canlandirmiyor muydu?
Evet, o film alper kamunun yabancı romanindaki murseult karakteri uzerine kurulmuştu zaten. Yani musa, murseult'tu.
O zaman murseult da sandalye oluyor. Tamam işte ben de sandalyeyim...al sana varoluşçuluk al sana yapı söküm al sana post yapısalcılık....Olay sandalye olmakmış meğer lan...
Bak ya...Resmen bir ephifani yaşadım hohohoyloylaloyyaa...
Lan ben neyim böyle lan...allahım sen yardım et bana.
özne nesne ilişkisinden, nesne nesne iliskisine taşıyorum.
Hadi bakalım sandalye, bundan sonra ben de nesneyim senin gibi...Şartları eşitledik. Bu saatten sonra ben de cansız ruhsuz tahta gibi gamsız hatta odun bir maddeyim.
Özne olmak kadar insanı yoran başka bir şey yok şu hayatta.
Çok geliyorlar üstümüze, çok fazla sorumluluk ve duygu karmaşası var. Ama yeter...Ben de şu sandalye, yahut şu duvar ya da şu sikimsonik şey gibi olacağım. Nesne...En rahat oluş şekli nesne olmak. Kafan rahat olur. Ne olmuş ne bitmiş hiç onemli değildir. Sen öylece durursun, öylece bakarsın...
Aklıma ne geldiiii...Zeki demirkubuzun yazgı isimli filmindeki musa karakteri de bir nevi bir sandalyeyi canlandirmiyor muydu?
Evet, o film alper kamunun yabancı romanindaki murseult karakteri uzerine kurulmuştu zaten. Yani musa, murseult'tu.
O zaman murseult da sandalye oluyor. Tamam işte ben de sandalyeyim...al sana varoluşçuluk al sana yapı söküm al sana post yapısalcılık....Olay sandalye olmakmış meğer lan...
Bak ya...Resmen bir ephifani yaşadım hohohoyloylaloyyaa...
Lan ben neyim böyle lan...allahım sen yardım et bana.
Sevgisiz büyüyen insanla çirkin oluyor genelde.
Olurdum ve oldum...ben kendime aşığım...
Ne yapıyorsam kendim için yapıyorum.
Kendimden başka hiç bir şey umurum değil.
Her şey kendimin tatmin olması için.
Hem hayatta benden başka kimim var ki.
Canım kendim benim ya...
neler yaşadık beraber, ne hikayelerimiz var bir bilseniz.
Neyse fazla uzatmadan, kendimi de alıp gideyim.
ben, ben, ben...
ben bu biyolik bedenin ürettiği düşünsel, kültürel ve sinirsel bir ürünüm. Bir çeşit fenomen...ben işte, ben...soliptik hayvan.
Ne yapıyorsam kendim için yapıyorum.
Kendimden başka hiç bir şey umurum değil.
Her şey kendimin tatmin olması için.
Hem hayatta benden başka kimim var ki.
Canım kendim benim ya...
neler yaşadık beraber, ne hikayelerimiz var bir bilseniz.
Neyse fazla uzatmadan, kendimi de alıp gideyim.
ben, ben, ben...
ben bu biyolik bedenin ürettiği düşünsel, kültürel ve sinirsel bir ürünüm. Bir çeşit fenomen...ben işte, ben...soliptik hayvan.
Aynen ben de öyle yapıyorum.
Bir seyler almak için dışarı çıkmıştım ki, apartmanın kapısına yapıştırılmış tebligat kağıdını gördüm...
Sağlık bakanlığı adıma düzenlenmiş bir tebligat göndermiş ve muhtardan almam gerekiyormuş.
Doğru muhtarın yolunu tuttum ama nasıl gerildim anlatamam.
Muhtar postacının henüz gelmediğini söyledi, saat dörde doğru tekrar uğra dedi.
Dörde kadar içim içimi yedi resmen. Çünkü işsizim ve gelen şeyin gss denen saçmalıkla ilgili olduğunu biliyorum.
gelirim yok, işim yok ve sırf bu yüzden devlet bana hiç gitmediğim hastane ve almadığım sağlık hizmetini gerekçe gostererek borç yazıyor ve borcu da faize bindiriyor. Bu resmen sosyal bir tecavüz....
işte bu sancılı düşüncelerle saati dört ettim ve tekrar muhtarlığa gittim. Postacı da oradaydı...Bana evrakı verirken, bundan herkese göndermişler, bugün hep bu kağıtları dağıttım dedi...
Neyse aldım okudum, vay efendim falanca tarihe kadar yapılandırırsam şu kadar indirim olurmuş da, şöyle olursa böyle olurmuş da falan da filan da...
Ya neyi yapilandiriyorsunuz abiler siz...
Neyin pazarlığı bu?
Ben sizden borç mu aldım, bir hizmet mi aldım, bir talebim mi oldu....Hayır...
Eee?
Kendi kendinize borç yazmışsınız bana da öde diyorsunuz.
Neyin karşılığında?
Ben ne aldım bu borcun karşılığında?
Sigorta...
Ben sigortalanmak istemiyorum ki, param yok zaten benim...
Kaldı ki, borcun var diye sigortadan da faydalandirmiyorsunuz zaten. Hatta ve hatta geçtim sigortasını, bu borç yüzünden kendi paramla almak istediğim sağlık hizmetinden de men ediyorsunuz beni ve benim gibi milyonlarca işsizi...
Yani hem borç yazıyorsun hem de borcun karşılığı olan hizmeti vermiyorsun. Kaldı ki, bunu bana sormadan, zorla yapıyorsun.
Neden?
işsizim diye....
Suç bu yani, işsiz olmak....
Neyse, iste günün bu gerginlikle geçti sayın arkadaşlar.
Şunu da soyleyeyim, ben bu parayı ödemem.
Bu para meselesini çok aşan bir konu çünkü.
Bu resmen düşünsel ve kimliksel bir tecavüz girişimi...
Sağlık bakanlığı adıma düzenlenmiş bir tebligat göndermiş ve muhtardan almam gerekiyormuş.
Doğru muhtarın yolunu tuttum ama nasıl gerildim anlatamam.
Muhtar postacının henüz gelmediğini söyledi, saat dörde doğru tekrar uğra dedi.
Dörde kadar içim içimi yedi resmen. Çünkü işsizim ve gelen şeyin gss denen saçmalıkla ilgili olduğunu biliyorum.
gelirim yok, işim yok ve sırf bu yüzden devlet bana hiç gitmediğim hastane ve almadığım sağlık hizmetini gerekçe gostererek borç yazıyor ve borcu da faize bindiriyor. Bu resmen sosyal bir tecavüz....
işte bu sancılı düşüncelerle saati dört ettim ve tekrar muhtarlığa gittim. Postacı da oradaydı...Bana evrakı verirken, bundan herkese göndermişler, bugün hep bu kağıtları dağıttım dedi...
Neyse aldım okudum, vay efendim falanca tarihe kadar yapılandırırsam şu kadar indirim olurmuş da, şöyle olursa böyle olurmuş da falan da filan da...
Ya neyi yapilandiriyorsunuz abiler siz...
Neyin pazarlığı bu?
Ben sizden borç mu aldım, bir hizmet mi aldım, bir talebim mi oldu....Hayır...
Eee?
Kendi kendinize borç yazmışsınız bana da öde diyorsunuz.
Neyin karşılığında?
Ben ne aldım bu borcun karşılığında?
Sigorta...
Ben sigortalanmak istemiyorum ki, param yok zaten benim...
Kaldı ki, borcun var diye sigortadan da faydalandirmiyorsunuz zaten. Hatta ve hatta geçtim sigortasını, bu borç yüzünden kendi paramla almak istediğim sağlık hizmetinden de men ediyorsunuz beni ve benim gibi milyonlarca işsizi...
Yani hem borç yazıyorsun hem de borcun karşılığı olan hizmeti vermiyorsun. Kaldı ki, bunu bana sormadan, zorla yapıyorsun.
Neden?
işsizim diye....
Suç bu yani, işsiz olmak....
Neyse, iste günün bu gerginlikle geçti sayın arkadaşlar.
Şunu da soyleyeyim, ben bu parayı ödemem.
Bu para meselesini çok aşan bir konu çünkü.
Bu resmen düşünsel ve kimliksel bir tecavüz girişimi...
parayonayla karışık panikatak geçiriyorum...
inanılmaz gerginim şu an.
Kafam karıştığı zaman panik atak krizim tutuyor.
Kafam çok karışık...
Halbu ki, yarım saat önceye kadar her şey yolundaydı...
Anormal bir durum hemen dikkatimi çeker.
Ayrıntılar, kelimelerin altında yatan ikincil anlamlar,
normal görünmeye çırpınan ama bir seyler gizlediği bin kmden belli olan tipler hemen dikkarimi çeker...
Bu yüzden insan iliskileri beni çok geriyor ve yoruyor.
insanları seviyorum ama onlarla iletişim kurmaktan nefret ediyorum...
inanılmaz gerginim şu an.
Kafam karıştığı zaman panik atak krizim tutuyor.
Kafam çok karışık...
Halbu ki, yarım saat önceye kadar her şey yolundaydı...
Anormal bir durum hemen dikkatimi çeker.
Ayrıntılar, kelimelerin altında yatan ikincil anlamlar,
normal görünmeye çırpınan ama bir seyler gizlediği bin kmden belli olan tipler hemen dikkarimi çeker...
Bu yüzden insan iliskileri beni çok geriyor ve yoruyor.
insanları seviyorum ama onlarla iletişim kurmaktan nefret ediyorum...
Her söylemleri gibi bu da yalan ve uydurma olan siyasal ıslamcı zirvasi...
Ayrıca keşke gerçek olsaydı da feto bu kadar yayılamasaydı...
Madem ikna odaları vardı, madem siz dininizi rahat yasayamiyordunuz, o zaman nereden çıktı bunca cemaat tarikat falan. Nasıl bu kadar güçlendi palazlandı bunlar.
Ha pardon, sizi kandırmışlardı de mi...
Ayrıca keşke gerçek olsaydı da feto bu kadar yayılamasaydı...
Madem ikna odaları vardı, madem siz dininizi rahat yasayamiyordunuz, o zaman nereden çıktı bunca cemaat tarikat falan. Nasıl bu kadar güçlendi palazlandı bunlar.
Ha pardon, sizi kandırmışlardı de mi...
Oha lan tipin biri de cıkmış atılan her twite başlık açıyorsunuz demiş...
Bu twite de başlık açılmayacaksa, tanrının tüm vasıflarını üstünde topladığ gibi inanılmaz uç bir soylemle savunulan bir siyasetçiye oy vermemek bu denli büyük bir nefret konusu olmuşken bu durum konusulmayacaksa, ne konusulacak?
Abi gercekten zıvanadan çıktınız siz.
Adam resmen konuşmayın demiş, utanmadan yazmış bi de bunu buraya...
Bu twite de başlık açılmayacaksa, tanrının tüm vasıflarını üstünde topladığ gibi inanılmaz uç bir soylemle savunulan bir siyasetçiye oy vermemek bu denli büyük bir nefret konusu olmuşken bu durum konusulmayacaksa, ne konusulacak?
Abi gercekten zıvanadan çıktınız siz.
Adam resmen konuşmayın demiş, utanmadan yazmış bi de bunu buraya...
Türk toplumunun gelişmek gibi bir talebinin olmaması öncelikli nedendir...Aslında bu toplumun kendi şahsi menfaatleri dışında başka hiç bir talebi yok. Kendi küçük dünyasındaki küçücük şahsi çıkarlardan başka hiç bir şeyle ilgilenmeyen ve bunu da marifet zanneden insanlardan oluşmuş bir kalabalık bu toplum.
Aslında toplum bile denemez, zira toplum denilen şey bireylerden oluşur. Bizde birey kavramı yok. Mesela toplumun en küçük birimi aile denir...Hayır, aslında toplumun, gerçek bir toplumun en küçük birimi bireydir...Neyse bu başka bir konu...
Geri kalmış toplumlarda, geri kalmışlığın göstergesi ve sonucu olan eylemler, çeşitli kılıflarla normalize edilir, hatta kutsanir.
Mesela kabalık, bak çok sıradan bir şey bu, kaba olmak, saygısızlık...Bu sanki bir güç gosterisi gibi, sanki bir özgüven gosterisi gibi algılanır ilkel kabilelerde. Yani, yanlış olanı bilinçli olarak talep ediyor ve buna aslında olmayan bir anlam yüklüyor.
Peki neden bunu yapiyor, çünkü doğru olanı yapmaya yetecek eğitimi, kültürü ve görgüsü yok...O da kendisinde olmayani kendince degersizlestiriyor....
Gücü yetenin, güçlü olanın, kalabalık olanın her seyi yapmaya hakkı olduğunu zanneden bir yapı var bu ülkede.
Paran varsa, nüfuzun varsa sana her şey serbest gibi bir anlayış var. Bir de bunu doğayla açıklamaya çalışıyor bazı aklı evveller.
Diyorlar ki, zaten doğada da güçlü olan kazanır, zayıf olan sürünür falan...Oğlum biz maymun muyuz, vahşi doğada mı yaşıyoruz biz, hayvan mıyız da vahşi doğanın vahşi kurallarina tabii olalım....Ne yani, biz mesela doğal canlılarız diye ortalık yere kakamizi yapıyor muyuz, sokakta çıplak dolaşıyor muyuz...
Biz doğadan ayrıldık.
Fazla uzattım kusuruma bakmayın, toparlayacak olursal ben başlığa konu olan nedenin, toplumun çok büyük bir kısmının kendini hala doğada yaşayan ilkel canlılar gibi gorerek, insanı insan yapan bir çok kavrama sırtını dönmesi olarak görüyorum...
Güce tapan, faydadan başka bir şeyle ilgilenmeyen, kaba olmayı, kızgın olmayı , sert olmayı güçlü olmak zanneden ve içten içe hissettiği geri kalmışlığı da yolla,.köprüyle, binayla örtmeye çalışan treni çoktan kaçırmış bir toplum...
Aslında toplum bile denemez, zira toplum denilen şey bireylerden oluşur. Bizde birey kavramı yok. Mesela toplumun en küçük birimi aile denir...Hayır, aslında toplumun, gerçek bir toplumun en küçük birimi bireydir...Neyse bu başka bir konu...
Geri kalmış toplumlarda, geri kalmışlığın göstergesi ve sonucu olan eylemler, çeşitli kılıflarla normalize edilir, hatta kutsanir.
Mesela kabalık, bak çok sıradan bir şey bu, kaba olmak, saygısızlık...Bu sanki bir güç gosterisi gibi, sanki bir özgüven gosterisi gibi algılanır ilkel kabilelerde. Yani, yanlış olanı bilinçli olarak talep ediyor ve buna aslında olmayan bir anlam yüklüyor.
Peki neden bunu yapiyor, çünkü doğru olanı yapmaya yetecek eğitimi, kültürü ve görgüsü yok...O da kendisinde olmayani kendince degersizlestiriyor....
Gücü yetenin, güçlü olanın, kalabalık olanın her seyi yapmaya hakkı olduğunu zanneden bir yapı var bu ülkede.
Paran varsa, nüfuzun varsa sana her şey serbest gibi bir anlayış var. Bir de bunu doğayla açıklamaya çalışıyor bazı aklı evveller.
Diyorlar ki, zaten doğada da güçlü olan kazanır, zayıf olan sürünür falan...Oğlum biz maymun muyuz, vahşi doğada mı yaşıyoruz biz, hayvan mıyız da vahşi doğanın vahşi kurallarina tabii olalım....Ne yani, biz mesela doğal canlılarız diye ortalık yere kakamizi yapıyor muyuz, sokakta çıplak dolaşıyor muyuz...
Biz doğadan ayrıldık.
Fazla uzattım kusuruma bakmayın, toparlayacak olursal ben başlığa konu olan nedenin, toplumun çok büyük bir kısmının kendini hala doğada yaşayan ilkel canlılar gibi gorerek, insanı insan yapan bir çok kavrama sırtını dönmesi olarak görüyorum...
Güce tapan, faydadan başka bir şeyle ilgilenmeyen, kaba olmayı, kızgın olmayı , sert olmayı güçlü olmak zanneden ve içten içe hissettiği geri kalmışlığı da yolla,.köprüyle, binayla örtmeye çalışan treni çoktan kaçırmış bir toplum...
Dün öğrendiğim bir olay beni inanamadığım derecede sarstı.
Uzun zamandır herhangi bir şeyden bu kadar etkilenmemiştim.
Neden böyle oldu, nasıl da böyle garip bir acı kanıma karışıp, damarlarımda gezerek beni mahvetti anlamadım.
Zira aslında, nesnel olarak baktığımda beni o kadar da ilgilendirmeyen, ilgilendirmemesi gereken bir olay.
Geçmişte kalmış, alelâde bir şey...
Acaba, söyleniş şekli mi beni bu kadar üzdü.
Ya da, iletişimde, iletinin kendisi kadar, geçtiği mekan ve zaman da en az ileti kadar önemlidir diyerek, zamanlaması ve o an içinde bulunduğum duygusal ve düşünsel alan mıydı beni etkileyen...
Nedeni ne olursa olsun, mehmet piskinin de dedigi gibi;
mutsuzum...
O acının vermiş olduğu donuklukla, köprüleri tamamen yaktım.
Evet, karşımda bir insan vardı. Bana bu olayı anlatan insan, ki olayın öznesi de kendisi zaten...
Ama kaldıramadım işte, tahammül edemedim, anlattığı olaya dair sekanslar istemsizce geldi durdu gözümün önünede, tiksindim.
Ama konu bu değil.
Esas konu, ben bu olaydan neden ve nasıl bu kadar etkilendim.
Öyle ki, ağzımın içine zehirler geldi sanki midemdem.
Nefesim daraldı, ellerim ayaklarım uyuştu...
Olaya ayrı, beni neden bu kadar etkilediğini anlayamama ayrı üzüldüm...
Ama sanırım şunu artık iyice bir anlamalı,
insanlar hep böyleydiler...Biz saf ve salak olduğumuz, nesnel gerçek yerine kendi yorumumuz olan düşünsel dünyamızı yaşamayı tercih ettgimiz için, nesnel gerçekle karşılaşmak zorunda olduğumuz böylesi anlarda şoka giriyoruz.
Yoksa, gerçek zayen buydu, hep buydu...
Elimden geldiğince nazik ve net bir uslupla ona bu olaydan çok etkilendiğimi, bu saatten sonra da etkisinden cikabilecegimi zannetmedigimi anlattım. Anladı, ama kabul etmek istemedi.
Fakat bir yerden sonra, ne kadar uğraşırsanız uğraşın, araya ölüm gibi bir soğukluk giriyor. Ve o soğukluk girdi mi bir daha çıkmıyor...Öyle oldu yine. Ve o da hissetti soğuğu. Niyetim ona kötü hissettirmek değildi ama olan şeyin kendisi kötü ve soğuktu. Belki de o da yaptığı şeyin, yıllar geçmiş olsa da, ne kadar aptalca ve iğrenç olduğunu ilk defa dün anladı ve bunun karşılığında hiç istemediği bir durum oluştu. Yazık oldu...
Uzun zamandır herhangi bir şeyden bu kadar etkilenmemiştim.
Neden böyle oldu, nasıl da böyle garip bir acı kanıma karışıp, damarlarımda gezerek beni mahvetti anlamadım.
Zira aslında, nesnel olarak baktığımda beni o kadar da ilgilendirmeyen, ilgilendirmemesi gereken bir olay.
Geçmişte kalmış, alelâde bir şey...
Acaba, söyleniş şekli mi beni bu kadar üzdü.
Ya da, iletişimde, iletinin kendisi kadar, geçtiği mekan ve zaman da en az ileti kadar önemlidir diyerek, zamanlaması ve o an içinde bulunduğum duygusal ve düşünsel alan mıydı beni etkileyen...
Nedeni ne olursa olsun, mehmet piskinin de dedigi gibi;
mutsuzum...
O acının vermiş olduğu donuklukla, köprüleri tamamen yaktım.
Evet, karşımda bir insan vardı. Bana bu olayı anlatan insan, ki olayın öznesi de kendisi zaten...
Ama kaldıramadım işte, tahammül edemedim, anlattığı olaya dair sekanslar istemsizce geldi durdu gözümün önünede, tiksindim.
Ama konu bu değil.
Esas konu, ben bu olaydan neden ve nasıl bu kadar etkilendim.
Öyle ki, ağzımın içine zehirler geldi sanki midemdem.
Nefesim daraldı, ellerim ayaklarım uyuştu...
Olaya ayrı, beni neden bu kadar etkilediğini anlayamama ayrı üzüldüm...
Ama sanırım şunu artık iyice bir anlamalı,
insanlar hep böyleydiler...Biz saf ve salak olduğumuz, nesnel gerçek yerine kendi yorumumuz olan düşünsel dünyamızı yaşamayı tercih ettgimiz için, nesnel gerçekle karşılaşmak zorunda olduğumuz böylesi anlarda şoka giriyoruz.
Yoksa, gerçek zayen buydu, hep buydu...
Elimden geldiğince nazik ve net bir uslupla ona bu olaydan çok etkilendiğimi, bu saatten sonra da etkisinden cikabilecegimi zannetmedigimi anlattım. Anladı, ama kabul etmek istemedi.
Fakat bir yerden sonra, ne kadar uğraşırsanız uğraşın, araya ölüm gibi bir soğukluk giriyor. Ve o soğukluk girdi mi bir daha çıkmıyor...Öyle oldu yine. Ve o da hissetti soğuğu. Niyetim ona kötü hissettirmek değildi ama olan şeyin kendisi kötü ve soğuktu. Belki de o da yaptığı şeyin, yıllar geçmiş olsa da, ne kadar aptalca ve iğrenç olduğunu ilk defa dün anladı ve bunun karşılığında hiç istemediği bir durum oluştu. Yazık oldu...
Başka şeyler düşünmek istiyorum ama olanın dışında bir şeye dikkatimi veremiyorum. Benim dengemi bozdular, göz göre göre dengemi bozdular, yine düştüm bu düşünsel bataklığa.
Oysa üç gün öncesine kadar ne kadar güzeldi her şey.
Akıp gidiyordum zamanın içinde. Benimle iletişime geçmeyin diye defalarca uyarmama rağmen...Her şeyimi, kapımı penceremi sıkı sıkı kapatıp kilitler vurmama rağmen...
Bana börekler açma vaadiyle gelen, börekten öte, doğrudan ve olabilecek en açık şekilde ve doğrudan zihnime zerk eden, üç gündür kanimda akmak suretiyle damarlarımda gezen bu tanımlanamaz şey, artık rahat bırak beni de yoluma gideyim.
Her şeyi soyledim, açık secik anlattım işte sana. Şartlar herşeyi belirleyen tek etmen. Laflarimiz güzel, dinlemesi konuşması esrarlı ve sarhoş edecek kadar büyülü. Ama olan, laflardan çok farklı...
Birbirinden bağımsız bir çok farklı konuda, senkronize ve organize bir şekilde bir çok olumsuz durum yaşandı.
Bunlar o kadar üst üste ve o kadar sert darbeler indirdiki, çok ezildik, her yanımız lime lime oldu. Hayattan ve şartlardan dayak yemekten çok yorulduk artık. Beni bu halde paramparca olmuş halde görmeni istemem. Yediğim dayaklardan utanıyorum...
Dikkatimi öyle bir parçaladı ki, bir daha kullanılamaz hâle soktu.
Çekiçle kırdı dikkatimi, artık hiç bir şeye dikkat edemiyordum.
Neden böyle dağınık her şey, iste bundan. Bir lazer ışığı gibi tek bir noktaya sabitleyemiyorum. Çok zor böyle...
Bir gün bir aristokrat, kendisi gibi zengin, elit, kalburüstü dostlarıyla akşam yemeğindeyken, bir keşişin methini duyar...
Dostları kesisten öyle övgüyle bahsederler ki, bizimki içten içe kıskanır...Yemek bitip dostlar dağıldığında aristokrat coktan kararını vermiştir, sabah yola koyulacak ve o ibne keşişi bulacaktır ve ona haddini bildirecektir. E adam aristokrat, para bok gibi, zaman bol, can sıkıntısından neye saracagini bilmiyor.
Ertesi sabah yola koyulur, yol uzun, avrupadan himalayalarin yamacindaki bir köye uzanan meşakatli bir yolculuk başlar.
Denizler aşılır, dağlar tepeler kah yürüyerek kah eşek sırtında arşınlanir ve en nihayetinde tarif edilen köye varılır...Köylülerin söylediğine göre bahsi geçen keşiş köyde değil, dağın daha da yukarı kısımında kalan magarada yaşamaktadır. Son bir gayretle dağ adimlanmaya başlanır ama küfürün bini bir para...Senin gibi keşişin ta anasını avradini s2yim ben amin feryadı bok vardı ben de senin peşine düştüm falan diye diye keşişin mağarasının önüne gelir. Kan ter içinde kalmış vaziyette şöyle bir bakmış; kara kuru bir moruk, elinde bir çalı süpürgesiyle mağaranın önünü süpürüyor. Bu mu lan öve öve bitiremedikleri bilge keşiş lan diye küçümsemiş içinden...Selamın hello hacı, ben avrupadan geliyorum ve aristokratim. Buraya seni görmeye, ilminden bilginden faydalanıp irfanına mazhar olmaya geldim demiş. Keşiş bizimkini güler yüzle karşılayıp buyur etmiş. Ateş yakıp çay demlerken bir yandan da aristokratla sohbete başlamış. Başlamış ama, aristokrat kendisinj övmekten keşişe hiç laf bırakmıyormuş. Ben şöyle zenginim, böyle gezginim, hayatta tatmadigim zevk görmediğim şevk kalmadı falan anlattıkça kendinden geçmiş. Keşiş sessizce adamı dinliyormuş ve bir süre sonra cay demini almış. Keşiş başlamış aristokratin bardağına çay doldurmaya. Bardak dolmuş dolmuş ve en sonunda taşmaya başlamış fakat keşiş hâlâ doldurmaya devam etmiş. Aristokrat en sonunda dayanamayarak, napiyorsun lan sen muptezel, deli gibi bi şey yaptın kendini iyice deyince keşiş başlamış kıssadan hisseye;
bana bak beyim, sen işte bu taşıp her yeri batıran bardaksin.
icin öyle dolu ki, karman çorman, tasiyamiyorsun artık. Kafanın içi çöplük gibi olmuş...Ben ise işte şu boş bardak gibiyim, bomboş ve hafif...Belli ki buraya benimle yarismaya gelmissin. Boşuna zahmet etmişsin. Al en büyük, en bilge sen ol, hepsi herşey senin olsun. Mutlu olacaksan seni öveyim, ama git buradan artık be, sıkıntı verdin bana , demiş...
Tabii aristokrat bu, durur mu yapıştırmış cevabı,
valla bu soylediklerin bana biraz abartı geldi keşiş efendi...
Ne yapalım yani, senin gibi mağaralarda böyle donsuz mu yasayalım yani...Ben itibarımdan tasarruf etmem...
Oysa üç gün öncesine kadar ne kadar güzeldi her şey.
Akıp gidiyordum zamanın içinde. Benimle iletişime geçmeyin diye defalarca uyarmama rağmen...Her şeyimi, kapımı penceremi sıkı sıkı kapatıp kilitler vurmama rağmen...
Bana börekler açma vaadiyle gelen, börekten öte, doğrudan ve olabilecek en açık şekilde ve doğrudan zihnime zerk eden, üç gündür kanimda akmak suretiyle damarlarımda gezen bu tanımlanamaz şey, artık rahat bırak beni de yoluma gideyim.
Her şeyi soyledim, açık secik anlattım işte sana. Şartlar herşeyi belirleyen tek etmen. Laflarimiz güzel, dinlemesi konuşması esrarlı ve sarhoş edecek kadar büyülü. Ama olan, laflardan çok farklı...
Birbirinden bağımsız bir çok farklı konuda, senkronize ve organize bir şekilde bir çok olumsuz durum yaşandı.
Bunlar o kadar üst üste ve o kadar sert darbeler indirdiki, çok ezildik, her yanımız lime lime oldu. Hayattan ve şartlardan dayak yemekten çok yorulduk artık. Beni bu halde paramparca olmuş halde görmeni istemem. Yediğim dayaklardan utanıyorum...
Dikkatimi öyle bir parçaladı ki, bir daha kullanılamaz hâle soktu.
Çekiçle kırdı dikkatimi, artık hiç bir şeye dikkat edemiyordum.
Neden böyle dağınık her şey, iste bundan. Bir lazer ışığı gibi tek bir noktaya sabitleyemiyorum. Çok zor böyle...
Bir gün bir aristokrat, kendisi gibi zengin, elit, kalburüstü dostlarıyla akşam yemeğindeyken, bir keşişin methini duyar...
Dostları kesisten öyle övgüyle bahsederler ki, bizimki içten içe kıskanır...Yemek bitip dostlar dağıldığında aristokrat coktan kararını vermiştir, sabah yola koyulacak ve o ibne keşişi bulacaktır ve ona haddini bildirecektir. E adam aristokrat, para bok gibi, zaman bol, can sıkıntısından neye saracagini bilmiyor.
Ertesi sabah yola koyulur, yol uzun, avrupadan himalayalarin yamacindaki bir köye uzanan meşakatli bir yolculuk başlar.
Denizler aşılır, dağlar tepeler kah yürüyerek kah eşek sırtında arşınlanir ve en nihayetinde tarif edilen köye varılır...Köylülerin söylediğine göre bahsi geçen keşiş köyde değil, dağın daha da yukarı kısımında kalan magarada yaşamaktadır. Son bir gayretle dağ adimlanmaya başlanır ama küfürün bini bir para...Senin gibi keşişin ta anasını avradini s2yim ben amin feryadı bok vardı ben de senin peşine düştüm falan diye diye keşişin mağarasının önüne gelir. Kan ter içinde kalmış vaziyette şöyle bir bakmış; kara kuru bir moruk, elinde bir çalı süpürgesiyle mağaranın önünü süpürüyor. Bu mu lan öve öve bitiremedikleri bilge keşiş lan diye küçümsemiş içinden...Selamın hello hacı, ben avrupadan geliyorum ve aristokratim. Buraya seni görmeye, ilminden bilginden faydalanıp irfanına mazhar olmaya geldim demiş. Keşiş bizimkini güler yüzle karşılayıp buyur etmiş. Ateş yakıp çay demlerken bir yandan da aristokratla sohbete başlamış. Başlamış ama, aristokrat kendisinj övmekten keşişe hiç laf bırakmıyormuş. Ben şöyle zenginim, böyle gezginim, hayatta tatmadigim zevk görmediğim şevk kalmadı falan anlattıkça kendinden geçmiş. Keşiş sessizce adamı dinliyormuş ve bir süre sonra cay demini almış. Keşiş başlamış aristokratin bardağına çay doldurmaya. Bardak dolmuş dolmuş ve en sonunda taşmaya başlamış fakat keşiş hâlâ doldurmaya devam etmiş. Aristokrat en sonunda dayanamayarak, napiyorsun lan sen muptezel, deli gibi bi şey yaptın kendini iyice deyince keşiş başlamış kıssadan hisseye;
bana bak beyim, sen işte bu taşıp her yeri batıran bardaksin.
icin öyle dolu ki, karman çorman, tasiyamiyorsun artık. Kafanın içi çöplük gibi olmuş...Ben ise işte şu boş bardak gibiyim, bomboş ve hafif...Belli ki buraya benimle yarismaya gelmissin. Boşuna zahmet etmişsin. Al en büyük, en bilge sen ol, hepsi herşey senin olsun. Mutlu olacaksan seni öveyim, ama git buradan artık be, sıkıntı verdin bana , demiş...
Tabii aristokrat bu, durur mu yapıştırmış cevabı,
valla bu soylediklerin bana biraz abartı geldi keşiş efendi...
Ne yapalım yani, senin gibi mağaralarda böyle donsuz mu yasayalım yani...Ben itibarımdan tasarruf etmem...
Topraktan kötülük fışkırıyor resmen, gökyüzü falan hep kırmızı oldu.
18 yıl önceyle kıyaslayıp bugünün yanlışlarını meşrulaştırmaya çalışmak kadar iğrenç bir daha varsa o da yalancılıktır. bu kadın ikisini de aynı anda yapmayı başarmış.
2020 yılında evine ekmek götüremeyen adama bu bana biraz abartı geldi diyeceksin,
işsiz üni mezununa, herkes iş bulacak diye bi şey yok diyeceksin,
sonra da çıkıp onsekiz sene önce araba yoktu diyeceksin. o zaman onsekiz sene önce de herkeste araba olacak diye bir şey yoktu, onsekiz sene önce de benim arabam yok diyen adam bana biraz abartıyormuş gibi geldi mesela..adamlar onsekiz sene öncesinden mağduriyet devşirip bugünü kazanmaya çalışıyor lan inanılır gibi değil. ama bu durumun ve bunların bu arsızlığının tek sorumlusu var, o da bu halk...
2020 yılında evine ekmek götüremeyen adama bu bana biraz abartı geldi diyeceksin,
işsiz üni mezununa, herkes iş bulacak diye bi şey yok diyeceksin,
sonra da çıkıp onsekiz sene önce araba yoktu diyeceksin. o zaman onsekiz sene önce de herkeste araba olacak diye bir şey yoktu, onsekiz sene önce de benim arabam yok diyen adam bana biraz abartıyormuş gibi geldi mesela..adamlar onsekiz sene öncesinden mağduriyet devşirip bugünü kazanmaya çalışıyor lan inanılır gibi değil. ama bu durumun ve bunların bu arsızlığının tek sorumlusu var, o da bu halk...
Bu satırların yazılma amacı içsel bir monologun düzensiz ve şüpheci bir disavurumunun görsel bir somutluk kazanması ve beni biraz olsun meşgul ederek vakit geçirmemeden ibarettir,
Yani okumayın, anlatacağım birşey yok. Zaten ne anlattığım hiç bir zaman önemli olmadı. Bir insan en fazla ne anlatabilir ki?
En ilginç ne söyleyebilesin, hiç...Bu işler, yani ilginç seyler anlatmak iki kişinin işidir ancak, akademisyen ve gazeteci...
Bunların dışında kalanların anlattığı ya da anlatacağı her sey üç aşağı beş yukarı aynı seyler...Ama bu aynaları nasıl anlattığı eaas mesele bence. Ben dümdüz anlatanlari sıkıcı bulurum. Dümdüz anlatmak iki kişinin işidir, gazetecinin ve akademisyenin....
Geçen gün bir arkadaşım tam kırkiki dakika boyunca, bir kadının kapıdan içeri girip, ayakkabılarını çıkarıp, bir koltuğa oturusunu anlattı. Ve ben tam kırkiki dakika hiç sikilmadan bunu dinledim...
Masada üçüncü bir kişi vardı ama o gitmiş ben fark etmedim..
Sanırım korkmuş biraz. Her neyse işte, bir tane adam vardı adı neydi onun...Heh, William Burroughs....Evet william burroughs cut up tekniğiyle harikalar yaratır mesela. Bunun ne olduğunu söylemem, kendiniz bakın ama şu kadarını soyleyeyim rast gelelik, duzenli olan kurgudan daha enteresan ve ufuk açıcı olabiliyor. Hem düzenli olarak ne anlatabilirsin yani, en fazla ne anlatacan lan...Anlatılacak her şey anlatıldı zaten. Her şey tüketildi. Bitti bitti. Her şey yazıldı, çizildi ve tüketildi. Geriye sadece aynı şeyleri farklı sekilde anlatmak kaldı. O da nadir güzel olabilen bir şey. Herkesin üslubu cekilmiyor.
Yani okumayın, anlatacağım birşey yok. Zaten ne anlattığım hiç bir zaman önemli olmadı. Bir insan en fazla ne anlatabilir ki?
En ilginç ne söyleyebilesin, hiç...Bu işler, yani ilginç seyler anlatmak iki kişinin işidir ancak, akademisyen ve gazeteci...
Bunların dışında kalanların anlattığı ya da anlatacağı her sey üç aşağı beş yukarı aynı seyler...Ama bu aynaları nasıl anlattığı eaas mesele bence. Ben dümdüz anlatanlari sıkıcı bulurum. Dümdüz anlatmak iki kişinin işidir, gazetecinin ve akademisyenin....
Geçen gün bir arkadaşım tam kırkiki dakika boyunca, bir kadının kapıdan içeri girip, ayakkabılarını çıkarıp, bir koltuğa oturusunu anlattı. Ve ben tam kırkiki dakika hiç sikilmadan bunu dinledim...
Masada üçüncü bir kişi vardı ama o gitmiş ben fark etmedim..
Sanırım korkmuş biraz. Her neyse işte, bir tane adam vardı adı neydi onun...Heh, William Burroughs....Evet william burroughs cut up tekniğiyle harikalar yaratır mesela. Bunun ne olduğunu söylemem, kendiniz bakın ama şu kadarını soyleyeyim rast gelelik, duzenli olan kurgudan daha enteresan ve ufuk açıcı olabiliyor. Hem düzenli olarak ne anlatabilirsin yani, en fazla ne anlatacan lan...Anlatılacak her şey anlatıldı zaten. Her şey tüketildi. Bitti bitti. Her şey yazıldı, çizildi ve tüketildi. Geriye sadece aynı şeyleri farklı sekilde anlatmak kaldı. O da nadir güzel olabilen bir şey. Herkesin üslubu cekilmiyor.
Siyasete karşıyım, devlet ya da yönetim erki siyasetle değil bilimle yönetilmeli diye düşünüyorum ve diyorum ki benim ideolojim bilimdir fendir...
Kendi içimde nihilist anarşizme oy veriyor ve diyorum ki ben nihilist anarsizmin eş başkanlarından biriyim ve bu görevi yapıyorum...discipline instruments...
Kendi içimde nihilist anarşizme oy veriyor ve diyorum ki ben nihilist anarsizmin eş başkanlarından biriyim ve bu görevi yapıyorum...discipline instruments...
Topraktan kötülük fışkırıyor resmen, gökyüzü falan hep kırmızı oldu.
Ya şu intihar suçtur, korkakliktir, ezikliktir falan kafalarını da anlamak mümkün değil. Size ne moruk, size ne...
O yasak, bu suç, şu korkaklık...Bi salin be.
hayatın ya da yaşamanın kutsanacak yanı yok. işine gelmeyen, gitmek isteyen gider. Bu kadar basit, dramatize edecek bir şey de yok ortada çünkü zaten ölecek herkes.
Geçenlerde furkan celeb isimli genç ardında bir mektup bırakarak intihar etti. Açık açık yazmış, ömrüm hayvan gibi çalışmakla geçti ve geçiyor, elime geçen hayat konforu beni tatmin etmiyor, umudum da yok daha fazla devam etmek istemiyorum...Bu kadar net işte, neyini anlamıyorsun.
Ya da fatihte siyanürle intihar eden dört kardeş. iki aydır sadece ekmek yiyorlarmis, var mi ötesi...ha size göre o da yeterince çalışıp cabalasa ve o duruma düşmeseymiş de mi, öyle basit değil işte o işler...Yani o hayatından vazgecen kisiler bunu bilmiyor, bi sen biliyorsun calisip cabalamasi gerektiğini de mi zeka küpü...yani çalışmamak uğruna hayatından vazgecti bu insanlar öyle mi, hadi siktir ya...
hayata devam etmek için harcadığın psikososyal, mental, duygusal ve fizyolojik çaba ve maruz kaldigin çevresel koşularin karşılığında aldığın tatmin duygusu yeterli degilse, zarar eden dükkanı açık tutmaya gerek yok, kapat gitsin. Zaten önünde sonunda kapanacak zaten.
O yasak, bu suç, şu korkaklık...Bi salin be.
hayatın ya da yaşamanın kutsanacak yanı yok. işine gelmeyen, gitmek isteyen gider. Bu kadar basit, dramatize edecek bir şey de yok ortada çünkü zaten ölecek herkes.
Geçenlerde furkan celeb isimli genç ardında bir mektup bırakarak intihar etti. Açık açık yazmış, ömrüm hayvan gibi çalışmakla geçti ve geçiyor, elime geçen hayat konforu beni tatmin etmiyor, umudum da yok daha fazla devam etmek istemiyorum...Bu kadar net işte, neyini anlamıyorsun.
Ya da fatihte siyanürle intihar eden dört kardeş. iki aydır sadece ekmek yiyorlarmis, var mi ötesi...ha size göre o da yeterince çalışıp cabalasa ve o duruma düşmeseymiş de mi, öyle basit değil işte o işler...Yani o hayatından vazgecen kisiler bunu bilmiyor, bi sen biliyorsun calisip cabalamasi gerektiğini de mi zeka küpü...yani çalışmamak uğruna hayatından vazgecti bu insanlar öyle mi, hadi siktir ya...
hayata devam etmek için harcadığın psikososyal, mental, duygusal ve fizyolojik çaba ve maruz kaldigin çevresel koşularin karşılığında aldığın tatmin duygusu yeterli degilse, zarar eden dükkanı açık tutmaya gerek yok, kapat gitsin. Zaten önünde sonunda kapanacak zaten.
Zaten sokağa çıkılmayan saatte iş olsun diye uydurulmuş işlevsiz yasak. Herşey bu kadar saçma olmak zorunda mı...
Iktidarı her eleştiren kişi bir süre sonra ya komşusuyla kavga edip hapse giriyor ya da ahlaksızlık itirafları yapıp itibarını yerle bir ediyor ne garip şeyler oluyor.
Ben de toki ya da agaoglunun depreme dayanıklı yeni daire konsepti sandım meğer filmmiş.
Altına dev dronlar yerleştirilmiş ve havada asılı kalan hatta seyahat eden daireler yapılsın artık.
Altına dev dronlar yerleştirilmiş ve havada asılı kalan hatta seyahat eden daireler yapılsın artık.