bugün

sevdiği entry'ler

diyarbakır ölüleri

dün gece muştularla yağıyordu havalandırmaya ilk karı martın
dün gece yüreğimizde bıçaktı ölüm haberleri diyarbakır'ın

asıldı ellerimiz ayasından kasap çengeli mi parmaklıklar
daha kaç fırtınayla çarpışacak bu erkek dökümü alınlar

incedir bileklerimiz yaşamak ağrısıdır boynumuzdaki
atılırız her çığlığa süngü de öyle bir keskin ki

aynı saldırma değil mi göğsümüzde gizlimizi arayan
döküp benzini esmer tenimize yangınları kundaklayan

yanıp kavrulan bir ülkeydi anladım ortasında o ateşin
nasıl unuturum gözlerinizi karaydı arasında uzun kirpiklerin

belki hiç sayamayacaksınız sevgilinin saçına kaç ak karıştı
gene de söyleyeceksiniz: yürü sevgilim ne de güzel yakıştı

elli dokuz gün mü aç kaldınız vay benim kardeşlerim
altınız öldü demek artık kaşık tutmaz bu ellerim

"içimde bir ülke ağlar" oturmuş sınırlarına saçını tarar
bir çam devrilir hüznüme dalından bir kuş kalkar

kuşun kanadına mı konar sabah yoklar demirörgüleri
açamam ki sımsıkı gözlerim içinde diyarbakır ölüleri

kimbilir ne güzeldir dinlemek dillerinde direnç türküleri
basıp doğrulacak elbet kendi küllerine diyarbakır ölüleri...

"nevzat çelik"...

şu an dinlenilen şarkının en vurucu dizesi

Uh huh... uh huh... ooh...

I know someday you'll have a beautiful life,
I know you'll be a star in somebody else's sky,
But why, why, why can't it be, can't it be mine?

Aah... uuh..

Too doo doo too, too doo doo.

gecenin filmi

antichrist - lars von trier.

eray saydam

vakt-i zamanında fhm adlı dergiye şöyle bir yazı gönderen duayen. kimdir nedir bilmiyorum. muhtemelen bu da nick name'i.

---burus vilis ölüymüş---

yaşım 32.annemle yaşıyorum.babam da var,ama o oturma odasında yaşıyor.annemle ben salondayız.bir bankada orta kademede çalışıyorum.hiç sevgilim olmadı.bir keresinde,üniversitenin ikinci yılında gönül diye bir kızla yakınlaşmıştım.okul çikışları yürürdük.dünyayı konuşurduk,sevgiyi konuşurduk,birlikte dans kursuna gitmemiz gerektiğini konuşurduk.iki kez de sinemaya gitmiştik.biri forget paris öteki de braveheart.geceleri uykuya dalmadan önce onu düşünürdüm.sabahları uyandığımda akılma gelen ilk o olurdu.okul partisinde onu cem'le öpüşürken gördüm,sonra...

gittiğim ilk maç fenerbahçe-beşiktaş arasındaydı.1979 yılıydı galiba.süleyman'ın cemil'i marke ettiği maçtı.sahadaki tek sarışın süleyman'dı,ben de beşiktaş'ı tutmaya karar verdim.insanlar cemil turan,lefter, metin oktay,şeref gibi futbolcuları görüp takım tutar.ben gidip adı sanı bilinmeyen,şu an esamesi bile okunmayan bir defans oyuncusu sayesinde beşiktaş'ı tuttum.bir de çocukken trt'de ilker yasin'in sunduğu avrupa'dan futbol programını hiç kaçırmazdım.ispanyol liginde osasuna diye bir takım vardı.hala var.osasuna denen bu takım diğerlerine nazaran zayıf bir takımdı.ve ilker yasin sürekli '' ender gelişen osasuna atakları'' diyip dururdu.osasuna takımı ender geliştirdiği ataklar sayesinde avrupa'da tuttuğum takım oldu.aynı dönemde liverpool,bayern,nottingham forrest gibi takımlar havada uçuşurken,ben osasuna sempatizanı olmuştum.

okuduğum bütün okulları birincilikle bitiridim.bu çok istediğimden olmadı.yapacak daha iyi bi'şeyim yoktu.hep ders çalıştım.futbolcu olmak isterdim ama mahallede beni pek takıma almazlardı.zaten çok yeteneksizdim.beden derslerini de hiç sevmezdim.uzun mesafeli koşularda diğerlerine kronometre tutarlardı.beden hocası benim koşacağım gün kronometre yerine takvimle gelmişti.herkes çok gülmüştü.ben de çok gülmüştüm.masa tenisinde kimse yenemiyordu ama...

çok arkadaşım yok.liseden bahadır var.o da amerika'da şimdi.sürekli çağırıyor,ama gidemem.uçaktan çok korkuyorum.yalnızlık gibi bir sorunum yok.insanlar beni seviyor.ama sadece o kadar.oraya buraya pek çağırmıyorlar.şirket eğlencelerinde yeterince sosyalleşiyorum zaten.çok kitap okuyorum ama hemen unutuyorum. konsantrasyon sorunum varmış.bunu bir yerde okumuştum.bir de karmaşık insan ilişkilerine bulaşmamak daha iyi oluyor galiba.çok emin değilim ama,içiniz boşalmıyormuş.bunu da bir yerde okumuştum.içiniz boşalmıyor...yani sizi siz yapan özelliklerinizi yitirmiyorsunuz.yani hayat boyu bakışlarınız değişmiyor.çocukken nasıl baktıysanız,hayat boyu öyle bakıyorsunuz.ama itiraf etmeliyim ki bir kız arkadaşım olsa çok iyi olurdu.öyle sevişmek için falan değil,birlikte bi'sürü şey yapmak için.ne biliim,birlikte yemek yapardık,masa tenisi oynardık,kim 500 milyar ister'i birlikte izlerdik.erenköy sahilide yürürdük.işte böyle şeyler.bi'de bol bol konuşurduk.

benden yazmamı istediler.yazacak kadar çok şey bilmiyorum ki.ısrar ettiler...peki yazıyim de ne yazıyim? kendini yaz,yaşadıklarını yaz dediler.içimden ''yaşadıklarımdan ancak kutu oyunu yapılabilir,başka bir halta yaramazlar'' demek geldi.sonra düşündüm,herkesin herşeyi bildiği bir ülkede,bir şeyleri bilmemek üzerine yazılabilir diye... birileri okur mu diye merak ettim,neden olmasın? ender gelişen osasuna atakları beni heyecanlandırmıştı.

belki sizleri de heyecanlandırır.

---burus vilis ölüymüş---

jism

tindersticks vurgunu. bal gibi yapış yapış ve tatlı ve yakıcı. başka bi şey bu şarkı.

iz bırakan kitap cümleleri

Duvarı yıkmaya gücüm yetmiyorsa kendimi parçalayacak değilim elbette. Ama önümde duvar var diye boyun eğmeyi de kabullenemem.
Dostoyevski-Yer altından notlar.

gecenin tarihi fotoğrafı

Tesla çalışırken.Yıl 1899.Bir rivayete göre fotoğraf eylül ayında çekilmiş.Araştırdım ama tam tarihini bulamadım.
görsel

günün alakasız fotoğrafı

Beşeri ışıklar, doğal ışıkları görmemizi engelliyor.
Gökyüzünün görünümü: Şehirden (9 numara), kırsaldan (3 numara)

görsel

lamia hanım a mektuplar

cemil meriç'in jurnal 2'de yayınladığı gelmiş geçmiş en şahane aşk mektuplarının tamamıdır. Meriç'in kızı bir röportajda babası ile lamia hanım'ın ilişkisini şöyle anlatıyor:

"Jurnal 2'de yer alan ikinci kadın Lamia Hanım babamın hayatına şöyle girdi. Babam 1957 yılında gözlerini kaybettikten sonra hep gözlerinin açılacağı ümidiyle yaşadı. 1965 yılında talebesi olan Fuat Andıç, 'Hoca, param olsa gözlerim açılacak diyorsunuz, gel doktora gidelim eğer mümkünse masraflarını ben ödeyeceğim' dedi. Taksim'de bir göz doktoruna götürdük, doktor baktıktan sonra, 'Cemil bey gözlerinizin açılması tıbbın şu anki imkanlarına göre mümkün değil, siz kör olmaya mahkûmsunuz' dedi. Bu halet-i ruhiye içinde eve gelince annem 'Cemil eşin olarak izin veriyorum, nereye gidersen git naparsan yap, yeterki yaşa' dedi. Bunun üzerine halamlara ziyaret etmek için trenle Hatay'a gittik. Antakya'ya indik, Antakya'da Ata Otelinde kaldık ve otelin lokantasında Lamia Hanım'la tanıştık. Jurnal'de yer alan mektupların başlangıcı o geceye kadar gidiyor. Lamia Hanım o günden sonra babamın hayatından çıkmadı.

Annem öldükten sonra babama Lamia Hanım'la evlenin dedim, evlenme teklif etti. Ancak babam, hayattayken hiçbir şekilde annemden ayrılmayı düşünmemişti. Lamia Hanım da 'ben seninle evlenirim ancak eşinden kalan mirası reddetmen lazım, çünkü çevre seninle bunun için evlendiğimi zannedebilir' dedi. Babam da redd-i mirası kabul etmeyince evlilik olmadı. Zaten kısa süre sonra da felç oldu. Aslında babam annemin ölümünü kaldıramadı. Lamia Hanım'a çok büyük saygısı ve sevgisi olmasına rağmen annemin ölümünden sonra bir daha gülmedi. Annem, ikimizin de yaşantısını ve babamın çalışmalarını en mükemmel seviyeye çıkarmak için hayatını tamamiyle evine adamış olan bir kadındı. Annemin babamın dışında hiçbir hayatı yoktu. Cemil Meriç, çalışıp kitapları çıkması için kendi hayatını vakfetmişti. Kısacası babam kadın açısından da çok şanslı insandı.

- Anneniz hayattayken de Lamia Hanım'la duygusal bir ilişki vardı herhalde?

- Gayet tabi var. Babam zaten mizaç itibariyle çok coşkun bir insandı, kadınlara zaafı olan bir insandı. Aslında bu sadece kadınlara yönelik bir duygu seli değildi. Görmediği insana aşık olabilecek kadar insan sevgisi taşıyordu. Ancak bu durumu kadın düşkünlüğü olarak değerlendirmemek gerekir. "

ve mektuplardan tadımlık:

Dün gece yine seni düşündüm. ikinci ayrılışta gözyaşlarıyla işlenen bir mektubunu almıştım. Benimle beraber gelmişti mektup. Bu defa başkalarıyla sohbeti benimle olmağa tercih ettin demek. Ankara'da on iki saat, iskenderun'da yirmi bir.

Bir buçuk gün, bu sükut bir ihanet değil mi? Akşam yine seni düşündüm. Düşünmek veya düşünmemek. Bu bir parça elimde. Ama unutmak ölmek değil mi? Önce öldürmek. Heyecanımızı, gençliğimizi, yani hayata mana veren her şeyi.

Sonra yeniden başlamak. Unutmak, unutmağa çalışmak, kurumaktır. Yara kabuk bağlayacak. Bunun için oyalanmak, oyuncaklar aramak, çirkin şey.

Çivi çiviyi söker ama ruh çopurlaşır. Boyuna hatırana eğilmek, boyuna seninle yaşamak ve senden uzakta olmak öldürüyor beni. Facia şurada: ya acıdan kurtulmak, ki bu kurtuluş ikimizin ölümü bir parça, yahut acıya katlanmak.

Ne zamana kadar?

Sanki hiç buluşmamışız gibiyiz. Hasret, maddi bir acı gibi içime işliyor. Islak, öldürücü, yakıcı, üşütücü bir yalnızlık. Ayrılalı kaç saat oldlu? Asırlardan beri ayrı gibiyim. Aman yarabbi. Her geçen saat, yaşamak sevincinden bir parçasını alıp götürüyor. Hayatımın eridiğini, azaldığını, hisseder gibiyim. Seni unutmak.

Niçin?

Vahadan sonra çöl. Gül bahçesinden sonra bozkır. Sana susuzum. Eskisinden çok fazla susuzum. Sesine, saçlarına, eline. Belki fizik değil bu susuzluk, belki fizik. Senin dünyan var, mevsimlerin var, herşey sizin. ilk Ankara ayrılışı yine böyleydim, huzur daha önceye, senin olmadığım bir tarih-öncesine dönüş. istemiyorum böyle huzuru. Şuur ırmağı bulanık akıyor. Durulur elbet.

Biz rüzgârların meçhul bir ülkeye, saadete sürüklediği birer gemiydik. Hakketmemiştik bu saadeti. Bir mucizeyi yaşıyorduk. Ve yaşıyoruz. Aşk, dehadan çok daha nadir. Bunun için binbir ihtimal bir araya gelecek. Arzda hayatın başlaması gibi bir şey.

insanın maymundan üremesi gibi bir şey. Ben görmeyeceğim, sen yaşamamış olacaksın. Ve bütün muhitimiz bakar kör olacak. Ne seni farkedecekler, ne beni. Ben kimseye benzemeyeceğim. Sen kimseye benzeyemezsin. Kaderin çok iltimaslı kullarına bahşettiği bu ilahi ziyafete, bu ruh ve ten cümbüşüne layık olmaya çalışalım. istikbal öyle sisli, o kadar dikenli ki. Seninkiler daha görünmedi. Ne düşünüyorlar? B’nin mektubu hayli canımı sıktı. Gelince fikirlerimi yazarım. Coşkunluğumu hoş gör. Istıraptan sarhoşum. Istıraptan yani hasretten. Yarım saat seninle başbaşa kalmak ve sonra ölmek. Şu anda istediğim bu. Perestişle.

sözlük yazarlarının hayatları

görsel