bugün

--spoiler--
Her yaşın kendine göre bir güzelliği yoktu. Emin olduğun, farkında olduğun hiçbir yaşın güzelliği yoktu. Yaş öyle bir şey olacaktı ki, sen bilmeyecektin. Sana yaşını sorduklarında şaşıracaktın, şöyle bir durup hesaplamak zorunda kalacaktın. Yaş günü hediyesi verenlere ajan provokatör gözüyle bakacaktın. ''Benim yıllarımı paketlemeyin ulaan, bırakın dağınık kalsın!'' diye bağıracaktın.
--spoiler--
konusu ilgi alanima hic girmeyen bir kitap. ayrica benden kaynaklanan edebiyat birikimi eksikligi yüzünden okurken de cok zorlandigim bir kitap. ama elimden birakip yarim birakma saygisizligini yapamiyorum. biraz daha iyi anlayabilmek icin girilen tüm entryleri okudum. keske "kitap cok iyi yeaaa" tarzi entrylerden cok kitap analizi agirlikli olanlar olsaydi. gerci sanirim kitabi daha iyi anlamak icin daha cok siyasi bilgi birikimine ihtiyac var. ve dedigim gibi hic ilgi alanim degildir. ama devam ediyorum cünkü bildigim bir sey var bu kitabini dili tartismasiz cok iyi. "of bu adam burda yine ne anlatiyor ya" diye satirlarin arasinda gezerken olur olmadik yerde öyle benzetmeler ya da ifadeler cikiyor ki karsima "adam yazmis yaaa" diyesim geliyor. sirf bu yüzden bitirecegim bu kitabi. dil acisindan gercekten cok nadir bulunur örneklerden. ki zor okunuyor olmasinda dilin de büyük payi var ama azcik zorlanmaya degecek kadar güzel bir üslupla kaleme alinmis siradisi bir kitap.

"...o sabah ben bir deniz sehrinde yüzen yassi bir boktum."
"Gitmis.Biraktigi yariktan düsler akiyor, kabusler firliyor, metaforlar pitliyor."

tabi ki can alici kisimlari bu degil kitabin. sadece canimi alan kisimlari.
murat uyurkulak ile tanıstıgım romanı.

12 eylül'ü bu gözden sindirerek okuyunuz, karakterlerin iç dünyasıyla.

devrim gerçekten vaktiyle bir ihtimalmiş, ve çok da güzelmiş.
öyle bir kitaptır ki okursun okursun, bitmesin istersin.
tek bir cümleyle, tek bir giriş cümlesiyle, tek bir satırla sadece kendisini değil... hayatlarımızı-hayatımı anlatan romandır. Evet, "devrim, vaktiyle bir ihtimaldi ve çok güzeldi." bu ihtimaldir ki, hâlâ umut etmeyi ve yaşamaktan vazgeçmemeyi hatırlatır bazılarımıza... bu ihtimal sayesindedir ki ben yüreğim sancılar içinde okuyorum bu kitabı.

90. sayfaya geldiğimde ise, Uyurkulak'ın gözlem ve tespit becerisinin önünde saygıyla eğiliyorum. aynı paragrafı kaç kez okudum bilmiyorum. Bıraktım kitabı ondan sonra, düşündüm gece boyu...

"...Çünkü sıkıntı öldürür. Ve ama sıkıntı öldürüyor. Acı ve öfke değil, ama sıkıntı öldürüyor. Çok geçici, anlık, masum, makul olabiliyor sıkıntı, ama öldürüyor."
üslubu, kurgusu, sinematografik sürükleyiciliği ile okunulası kitap. devrim meselesi de ayrıca tat katıyor kitaba. çünkü yasak olan üzerinden kuruyor hikayesini. hikayeler hırsız-polis tadında ilerliyor ama bu kadar da yüzeysel değil asıl mesele. muktedir olanın gücü karşısında öteki'nin kibritten kuleler yapmaya çalışması ve o kulenin en nihayetinde alevlere gömülmesi, içindekileri de yakarak...

not: bu kitabı okurken kendinize bir es verip viva zapata izleyebilirsiniz.
sayfaları çevirdikçe şevklendiren, meraklandıran, heycanlandıran kitap.

edit: bekleneni veremeyen kitap. iştahla başlayıp, sıkıntıyla sona erdi.
hardcor başlayıp sonlara doğru tempo kaybeden ve beklentileri doyurmakta zorlanan bir kitap.
son cümlesi okunduğu vakit ilk cümlesinden daha çok etki yaratan kitap.
--spoiler--
ma ne durisız! toppal effe gabar'dan inmiş amed'e giriy laaa!
--spoiler--
şaşırtıcı bir biçimde son cümlesinden kimse bahsetmemiş. bir kitabı kitap yapan ilk cümlesi değil, son cümlesidir. ilk cümle kitabın vitrinidir, son cümle kalbi.
yazarın uslübü yüzünden kitaptan pek zevk aldığımı söyleyemem.bide konu çok dağılıyor insan hangi karakterin hikayesine odaklanacağını şaşırıyor ve hangi karakterin hangi karakterle nasıl bağlantısı olduğunu anlamak oldukça zor.beklentilerimin altında çıkan bir kitap.

2.5/5
--spoiler--
Çözüldün ve utancından ölecek haldesin. Adın ancak dünyanın yarısı havaya uçarsa temizlenir diye düşünüyorsun. Zaten durmadan bunu planlıyorsun. Birbirinden nafile intikam planlarıyla oyalanıyorsun.Kafana kurşun sıkana kadar da bundan başka bir şey yapacağın yok. Geçen sene aldığın o allahlık Kırıkkale tutukluk yapmazsa tabii.
--spoiler--

güzeldir vesselam.
insanda kerahat vakti uyumuş ve afallamış ve ya sağlam bir tokat ya da ergenlik dönemi sek rakı çarpması hissi veren anlattıklarım anlatacaklarımın teminatıdır diyen murat uyurkulak romanı.
tol ve har, ismi ve içeriği ayrı güzel uyurkulak romanlarıdır. geçenlerde behzat ç'de bir bölümü nostalji niyetli tekrar izliyordum ki bu kitaptan alıntı yaptıklarını gördüm. daha önce nasıl fark edemediğimi anlamadım. kim unutabilir romanın o başlangıcını?

''devrim vaktiyle bir ihtimaldi ve çok güzeldi.''
Hafta başıydı, bir pazartesi akşamıydı.
‘’Gelsene biraz dışarı,’’ dedim çocuğa. Asya balıkları masaya taşıyordu.
Karısına tedirgin bir bakış fırlattı. Genç kadın nefis bir gülüşle karşılık verdi kocasının bakışına.
Çocuk bana doğru eğilip, ‘’ Ne yapacağız?’’ diye fısıldadı.
Rakıdan bir yudum aldım, sandalyeden güçlükle kalkıp yalpalayarak bahçeye yöneldim.
Bahçedeki demir sandalyelerden birine oturdum, haziranın mutlu kuşları cıvıldıyordu dört bir yanda. Başım dönüyordu, öğleden beri içiyordum. Dışarıda kanyakla başlamış, şimdi rakıya dadanmıştım.
içeride sofra kuran kadına aşıktım, kötü aşıktım, körkütük aşıktım. Ona yazdığım, ona yazdığımı kimsenin bilmediği şiirler herkesin dilindeydi. Ünlüydüm ve perişan haldeydim.
Geçen yıldı. Sabahın körüydü, kupkuru ayazdı, bahara fazla bir ayaz. Rüzgar hayalarımıza bile kum doldurmuştu, afişlerden boşalan ellerimiz kaşınıyor, tedirgin tedirgin etrafımıza bakınıyorduk. Üç silahımız, üç yüz afişimiz vardı.
‘’Öf be,’’ dedi çocuk , ‘’ ne soğuk! ’’
Issız bir köşe başında tutuşturdum eline kanyağı.
Onu suç ortağım yaptım ve rahatladım.
Teşkilata ben katmıştım çocuğu, ‘’ Bak koçum, önce milli demokratik, sonra sosyalist, tamam mı ? ‘’ diye başına kaka kaka.
Çok parlaktı, almıştım başıma belayı. Toplantıları bana zehir ediyordu. Kitapları yutar gibi okuyor, durmadan konuşuyor, her şeyi ciddiye alıyor, her çektiğim okkalı nutkun içini boşaltıp bok gibi bırakıyordu bir kenara. iyi yürekliydi, en azından öyle görünüyordu ve işin en kötü tarafı da buydu.
‘’Otuz küsur yaşındasın ve şimdiden ihtiyar gibi görünüyorsun, içme bu kadar , çok dikkat çekiyor, ’’ demişti günün birinde.
Çok öfkelenmiştim, daha dünkü çocuk bana neler söylüyordu böyle ? Ben oysa, elimden geleni yapıyordum. Çok içiyorsam kime neydi ? Birbirlerine bağırarak, ağlayarak okudukları o şiirleri nasıl yazdığımı biliyorlar mıydı ?
Ben de onu suç ortağım yaptım, o meyhaneden o meyhaneye gezdirerek çaldım kalbini, kendime bağladım. Sonra karısıyla tanıştım. On dokuz yaşındaydı. Tanıştığımız akşam ağır bir şarkı söyledim ona, ağlattım onu ve kara gözlerinden akan yaşlara baka baka aklımın kalan son kırıntılarını da kaybettim.
Çıktı elbet bahçeye. Yüzünü görür görmez anladım. ‘’ Ama çok içiyorsun, yoruyorsun beni, bu kadarı da fazla, git artık buradan, bizi rahat bırak’’ diyordu, buna benzer yüz bin şey söylüyordu, anlamamak ne mümkündü.
Yanıma geldi.
‘’ Çocuk gibi davranıyorsun, ’’ dedi.
Bunu dedi, ne kadar da haklıydı.
Demir koltuktan doğruldum, yavaş, ona baktım, yavaş, yumruğumu kaldırdım, yavaş, yüzüne savurdum ve yere yuvarlandım. Küçük bir ayak hareketiyle bakmıştı icabıma.
Ağlamaya başladım. Dizlerine, temiz, ak pantolonuna yapıştım, çaktırmadan sümüğümü de siliyordum kaliteli kumaşa. ‘’ Yazık sana, ayı gibi adamsın hesapta,’’ dedim içimden.
En son düşünmek istediğim şeyi yaptı, beni şefkatle çenemden tutup ayağa kaldırdı. Çok yoksul, çok öfkeli, çok aptal, çok çaresiz bir çocuk gibi iki yana sallanıyordum karşısında.
‘’Asya seninle ilgilenmiyor,’’ dedi.
Çok iyi anlamıştım, hiç anlamamıştım, sümüğüme karışıp ağırlaşan gözyaşlarımı elimin tersiyle sildim. ’’Neden,’’ diye sordum.
Bir şey söylemesin, tekrar eve girelim, kazasız belasız balıkları yiyelim istiyordum. Ama ‘’ Neden’’di işte.
‘’Neden, neden , neden ? ’’
Konuştu :
‘’Şiirlerini en çok Asya seviyor, biliyor musun ? ‘’
Bu ne şeker, ne anlayışlı çocuktu böyle, teselli miydi şimdi bu ?
Karısını istiyordum, şiirlerimi seviyorsa o benim hakkımdı, dünyanın en güzel şiirlerini yazmıştım ona. Burnumu çektim, genzimde dolan kanlı tükürüğün pasını hissettim, Allah’ım ne kadar zavallıydım…
Gerilip bir kafa çakmaya çalıştım, ayaklarım yine yerden kesildi. Yüzüme yapışan otlu toprağı temizlerken,’’ Yakışır mı lan devrimciye böyle lüks ev ? ‘’ diye bağırdım, kalbime doğru oluk oluk lağımlar aktı.
Bağışı eğdim ve bekledim. Onu da yaptı, onu da yaptı, elini uzatıp saçlarım okşadı. Öfke seline boğuldu içim.
‘’Senin,’’ dedim. ‘’ Senin,’’ dedim…
Gerisi gelmiyordu ve o, üzüntüyle yüzüme bakıyordu.
Pençeleyip çıkardım küfrü içimden:
‘’Senin ecdadını sikeyim! ’’
Elimi tuttu. Hırsla çektim elimi, cebimde sigara arandım, buldum, çıkardım , yaktım. Sigarasız elimi tuttu bu kez.
‘’ Çok uzadı, ‘’ dedi. ‘’Hadi gel girelim içeri, Asya kahve yapsın sana. Hem bak yarın bir sürü işimiz var.’’
Soluk alamıyordum. Soluk alamıyordum.
Avazım çıktığı kadar bağırdım:
‘’Dünyanın bütün aşıkları birleşsin ulaan !!
Bağırır bağırmaz utandım kendimden. Yavaşça koluma girdi. Önce biraz direndim, ama Asya’yı özlemiştim, eve doğru yürüdük.
içeri girer girmez, tüm güzellikleri ve gençlikleriyle bakıştılar.
‘’Elbet biter bu gece, biz de yatağımıza döneriz, sızar elbet Şair, biz sevişiriz,’’ diyorlardı. Ben orada ne arıyordum ?
Ağzımı araladım. Bir şiir vardı aklımda, henüz kimsenin bilmediği bir şiir. ilk kez Asya adının geçtiği bir şiir.
‘’Son sözünü bana söylemek isteyen biri var mı?’’ diye başladım.
Yüzlerinde gezdirdim gözlerimi. Bana öyle derin sıkıntıyla bakıyorlardı ki. Ama bir dize daha söylemeye cüret ettim:
‘’Kalbimden yeşil bir kapı açıcam, tüylerinden dönücem… ‘’
Söylediğim anda tıkıştı ağzıma kelimeler, ama dayandım, devam ettim:
‘’Çünkü benim aklım yol kuşlarının tüneyip sessiz sedasız terk ettikleri bir haberedir.’’
Asya sağa sola bir-iki adım attıktan sonra çaprazımdaki koltuğa çöktü, kocam bir nefes dışarı saldı dışarı, bezgin gözleri üzerimdeydi.
Makatım acıyarak bir daha açtım ağzımı:
‘’Güller, pembe güller, hafif güller, Asya’nın o vefasız görkem gülleri…’’
Be osurarak kapattım ağzımı.
Beynim bir demir külçesi gibiydi. Fazla içkiden ishal olmuştum. Gittikçe soğuyan bir ıslaklık duyuyordum en alengerli yerimde.
‘’Seni seviyorum,’’ dedim, gözlerim salonun en insansız, nesnesiz tarafına bakarken.
Orada sadece resimler vardı. Bir köpek resmi.
‘’Boncuk,’’ dedi Asya.
Anlamayarak, umarak çevirdim başımı.
Gözleri yüzünün yarısıydı ve içlerinde balıklar yüzüyordu.
‘’Boncuk, benim çocukluk aşkım’’ diye açıkladı.
Gözlerimi Asya’dan ayırmadan,en hafif sesimle konuştum:
‘’Bende sana aşığım!’’
Gözlerimi kapattım sonra, sızdım.
Sabah bir elin omzumu ısrarla dürtmesiyle uyandım. Elin sahibi sabırsız bir sesle, ‘’ Kalk Şair kalk, her taraftan yürüyorlar, devrim olacak,’’ diyordu.
‘’O zaman Asya çıkmasın evden, ‘’ dedim yarı uyanık, yarı rüyada.
Kalktım, odadan çıktım.
Çocuk çoktan ayakkabılarını giymiş, kapının önünde Asya’nın saçlarını okşuyordu.
‘’Asya!’’ diye bağırdım.
Sakin bir güneş baktı yüzüme.
‘’ Bu sabah daha da güzelsin,’’ dedim. ‘’ Sabah ve devrim seninle güzel.’’
Nezaketle gülümsedi, ‘’ Sağ ol,’’ dedi incecik sesiyle.
Gövdesi de, kolları da, parmakları da incecikti. Dalgalı, küt saçları küçücük kulaklarının üzerine düşüyor, her hareket edişinde bir buklesi, dünyanın en güzel fizik kuralları eşliğinde ileri geri sallanıyordu. iyi eğitilmiş, çok sevilmiş, sağlıklı yemekler yemiş, sevişmeyi erken öğrenmiş kolejli kızların akıl uçuran duruluğu vardı beyaz yüzünde. Geniş geniş güldüğünde dudaklarının kenarları sivri uçlu birer hançer gibi neredeyse kulaklarına denk uzanıyor, kibar bir eğimle iki yana dizili inci dişleri, insanda yalama isteği uyandırıyordu.
Asya’ya çok uzun bakmış olmalıyım ki çocuk, ‘’ Hadi Şair, devrim beklemez,’’ dedi, neşeli bir sesle üstelik.
‘’Sokayım devrimine,’’ dedim içimden, yüzümü yıkamaya, banyoya seğirttim. Benim evimin yarısı büyüklüğünde banyoda ,apak havlulara, her birini özenle raflara dizilmiş krem, şampuan ve koku şişelerine, ayna gibi lavaboya sinek pislikleri gibi yansıyan kirli sakallarıma öfkeyle baktım .Bir an bu çocukların nasıl bu kadar güzel, iyi, akıllı ve çalışkan olabildiklerini düşündüm. Az kıskançlık, çok kederden içim kalktı, lavaboya eğilip kuru öğürtülerle kusmaya çalıştım.
Kirli sarı safralar çıktı içimden, boğazım zehre kesti, çalkaladım ağzımı, defalarca gargara yaptım. Tuvalete oturdum, külotuma bakmamaya çalıştım. Henüz temiz bir adam sayılmazdım, ama huylanırdım böyle şeylerden.
Çıkmadan önce Asya’yı öptüm, nergis kokuyordu.
‘’inşallah dünkü gibi olaysız biter,’’ dedi bizi uğurlarken.
‘’inşallah bol bol kan akar, ortalık birbirine girer, her yer yıkılır,’’ dedim gülerek.
Asya’nın gözleri büyüdü korkuyla, çocuk ‘’ o kadar da değil ‘’ der gibi yüzüme baktı.
Çocuğun gri fortuna atladık.
‘’Ne olacak dersin?’’ diye sordu yolda.
Her şeyi en ince ayrıntısına dek hesap ederdi ,ama iş böyle yuvarlak, her şey gibi meselelere gelince bana sormadan edemezdi.
Hoşuma giderdi bu da benim.
‘’Bir bok olacağı yok,’’ diye salladım günün ilk sigarasını yakarken.
‘’Pek küçümsenecek gibi değil bu kez durum.’’
‘’Herkes bırakırsa, sendikacılar bırakmaz,’’ diye kestirip attım yine.
Ses etmedi.
‘’Kadıköy’e Ruhiler gitse daha iyi olmaz mıydı ? Bizim Levent’le daha sıkı temasımız vardı,’’ dedi sonra.
ikinci sigarayı yaktım.
‘’ Siktir et. iki tek atarız yürüyüşten sonra sahilde’’
Gülerek başını salladı. Bir süre düşünceli düşünceli sustuktan sonra, ‘’ Makine olacak mı?’’ diye sordu.
Çok ciddiydi, hiç sevmiyordum onun bu hallerini, suni bir şeyler vardı halinde tavrında.
‘’Hayır, işçi eylemi bu,’’ dedim.
Yaşına yakışmayan, bilmiş bir edayla onayladı beni;
‘’Bence de doğru değil.’’
Ağzını açtı mı susmak bilmezdi, ama korkardı silahtan.
Sonra sıkıntılı, ama şefkatli bir sesle, ‘’ Hakkında konuşulanlardan haberin var mı ?’’ dedi.
Ne söylenecekse derhal o ruh haline bürünüyordu .Bunu o kadar sektirmeden ve samimi bir şekilde yapıyordu ki, insan sık sık numara çekip çekmediğinden şüpheye düşüyordu.
‘’Var,’’ dedim kısaca.
ihracım konuşuluyordu en tepelerde, ne var ki cesaret edemiyorlardı.Kuyruklu belaydım, ama kuyruğum çok uzundu, çok insan takılıydı o kuyruğa.
Devam etti:
‘’Bu kadar içmemeni söylemiştim sana kaç kere.’’
Bana üçüncü sigarayı da yaktırdı böylece:
‘’Evet, bana bu yüzden bir kere daha söyleme.’’
Vazgeçmedi:
‘’ Dün gece perişan ettin bizi.’’
‘’Kusura bakma,’’ dedim.
Bunun son olacağını umuyordum, ama yanılmıştım. Daha önce hiç denemediği bir yoldan, dura dura ilerledi:
‘’Bunu sorarken seni çok sevdiğimi, çok içten olduğumu bilmemi isterim .. Derdin ne Şair? Ve… benim yapabileceğim bir şey var mı ?’’
‘’Asya’ya aşığım,’’ dedim hemen, söze tam gereken dozda şaka gazı katarak.
‘’Onu biliyoruz, başka?’’
Susturucu, kısa, yuvarlak bir şeyler söylemeliydim:
‘’içim sıkılıyor.’’
Sustuk.
Anlatımı güzel olan ama kurgu açısından zorlama bir romandı. Çok yüksek bir konsantrasyonla okumak gerekiyor. Kafa boşaltmalık değil kafa doldurmalık bir kitap.