bugün

itiraf ediyorum:okudugum sehirde kalacak yerim yok.
sözlük, ortaokul-lisede itlik, serserilik yapan bütün tanıdıklarım evlenmiş, yuva kurmuş. efendi takılan bendeniz, parasızlıktan bir halt edememişim. yanlış mı yaptım diye kendime sürekli sorup duruyorum sözlük. galiba yanlış yaptım lan.
tarih: 24 eylül 2010 yani dün.
saat sabah 07.00

ısparta'dan kurim geldi bugün. şimdi bizde, uyuyor sabah alibeyköy otogarından aldım sözlük. sonra ne yapalım dedik gittik pierre loti'ye. orayı talan ettikten sonra bu seferde eyüp sultan'ın tarihi çarşısı ile camiini gezdik. o değil de şifalı olduğu iddia edilen çeşmenin başında teyze dua ediyordu. gülsem mi ağlasam mı bilemedim.

ama suyu güzel lan bildiğin natural spring water yani. efendim tabi boş durur muyuz? buraya kadar gelmişken içeri girelim de şu eyüp sultan hazretlerini görelim dedik. buraya kadar her şey normal. tam içeri giricez duvarlarda çini işlemeleri var. 4 teyze başlarında çinilere dua ediyor. lan bildiğin duvar süsüne kadın dua ediyor. ha iyimser olup belki bu sanatı işleyene dua ediyordur diye içimden geçirerek sıraya giriyoruz. ayakkabılarımızı uzatılan naylon poşetlere geçirip içeri girdik.

aman yareppi o lala, o my got, pusi cets dols i am a pencil. o derece şoklardayım. millet tabutu görebilmek için 5 metrekarelik alanda birbirini çiğniyor. bu kalabağı gören sakallı amca görevli olur kendileri küçük dua kitabı dağıtmaya başlayınca kendimi üçüncü dünya bir afrika ülkesinde hissettim. lan alt tarafı 5 liralık bir şey. sanki okunmuş şeker gibi okunmuş dua kitabı dağıtıyor adamlar. birbirini ezen havadaki ellere tokatlar savuran bir millet var orda. neyse ki olay büyümeden dağıtım işinden vazgeçtiler. yalnız buraya girerken bir dualar ediliyor girişte görmeniz lazım teyzenin teki destur çeke çeke yüzümü yıkadı sözlük.

neyse efendim tam bu buhrandan kurtulup arkamızı döndük ki ne görelim. ne gördük bilin? küçük bir kalabalık ordusu. ışıklı camlı bir şeyin önünde toplanmışlar ağlayanı sızlayana tüküre tüküre dua edeni bende bi bakayım dedim. hz. muhammed'in ayak izi olduğu iddia edilen bir ayak izi var gerçekten de. bizim arkadaşta yakından bakayım derken o camı fark etmedi haliylen neyse alnında ufak sıyrıklarla atlattık.

tabi birde bu merakı yüzünden rezil olduk herkes güldü kıkır kıkır. neyse efendim tam çıkışa yöneldik kafası kırık bir abimiz, bağırdı arkadan geri geri çıkın düz çıkmayın diye. tabi ben nam-ı diğer patlak fermuar piçlik varken boş durur mu? moon walk yaparaktan geri geri süzüldüm hazreti efendinin huzurunda. elemanlar beni ermiş olarak gördü sanırım bayağı şaşırdılar sözlük.

efendim oradan da tarihi eyüp sultan çarşısını bir güzel gezdik. sonra baktık daha çoook vakit var ee napalım hadi bir eminönü. eminönü'nü talan ettikten sonra - kuşların satıldığı yere hayranım ordaki köpek yavrularını ellemeden geçmem- sirkeci yolu cağaloğlu üzerinden yürüyerek sultan ahmet meydanına geldik. tabi bu arada her yer turist kaynıyor. pierre loti'den beri her yer turist. sultan ahmet camiinin içini gezerkene bir şey dikkatimi çekmedi desem yalan olur. o ibadet yerini gezmeye gelen turistler eşarpla başlarını örtmüşler eşarbı olmayanlar kapşonlarını çekmiş. onların bu duyarlılığı bu saygısı gururu okşadı adeta. tabi bunun yanında orayı gezmeye gelen bizimkileri gördük başları açık. iki farklı kesim biri yabancı biri yerli kararı siz verin efendiler.

geziye devam sultan ahmet camii içinde hayran hayran tavanları incelerken bir yandan da eşarp takmış turist kızlardaydı gözlerimiz. aman efendim ne yakışmış maşallah diyor kendimizi alamıyoruz. cami içinden çıkıp kendimizi meydana atıyoruz solumuzda ayasofya sağımızda sultan ahmet. bir süre fotoğraf çektirdikten sonra gözümüz meydanda gezinen nasreddin hoca'ya takılıyor ve bir fotoğraf çektirmek için yanına gidiyoruz arkadaşımla. elimde uykusuz dergisi'nin 3. yıl özel sayısı ve üzerimde karikatür baskılı bir tişört var. tabi beni görünce patlatıyor soruyu:

- garigatürcü müsünüz lan siz?

olduğumuz yerde kahkaha atmaya başladık tabi arkadaşım durumu toparlamak adına benim karikatürler çizdiğimi izah etti kendisine. ne kadara fotoğraf çektirceğimizi sorduğumuzda gönlünüzden ne koparsa diye cevap veriyor efendim. biz de hiç birşey kopmuyor deyince kadraja götünü döndü bu nasreddin. tabi ki asker olduğumuzu izah edip fotoğraf başı 1 tl - faik'e versem daha iyi- gibi cüzi bir paraya anlaşıp fotoğrafımızı çekiyoruz. derken bendeniz sarmaş dolaş çekinirken camide kestiğimiz turist kızlar bizi görüyor ve el sallıyor. tabi ki bizde onlara karşı. hemen yanımıza gelip nasreddin hocayla fotoğraf çektirmek istediklerini belirtiklerinde onlara yardımcı olduktan sonra biz sıvışıyoruz.

ayasofya müzesine giriyoruz efendim. aman yareppi mobidik'i nasıl yarattın. pardon bu o sahne değil. öhöm. nerde kalmıştık ha evet ayasofya. şu dillere destan eski manastır fatih'in camii'ye çevirdiği hiç bir eserini tahrip etmediği ayasofya. çok kalabalık ama ne kalabalık. bizler asker kimliğimizi gösterip turistlerin yanında hiç bir ücret ödemeden içeri giriyoruz. öyle şaşırıyorlar ki sanırım bizi çok möhim bir gençler sandılar. evet açıklıyorum biz isviçreli bilim adamlarıyız. ehe ehe.

neyse efendim içeriye giriyoruz meğer 2 katlıymış bu bina. ilk yukarı kata yönlendiriyorlar. dar bir dolambaçlı yoldan uzunca bir tırmanış yapıp üst kata çıkıyoruz ayasofya'yı önce yukarıdan çekiyoruz. bu arada yanımıza gelip askıntı olan turist hatuncukları saymıyorum varın siz düşünün gerisini. beyaz tenimi top sakalımı gören geliyor anacım durduramıyoruz.

bir de bu yolun dönüşü nasıldır diye düşünürken dolambaçlı dar geçide girip tekrar dolana dolana aşağıya iniyoruz. turistlerin gözü üzerimizde. hep bize baktılar. efendim aşağıda bir iki resim çekinmek isterken bendenizin ayakları iflas ediyor ve kendimi ayasofya'nın tarihi kolonlarına dayayıp çömeliyorum yere.

aman tanrım. bir kedi gördüm sanki. evet evet o bir kedi. ayasofya'da konstantin'in ruhunu taşıdığına inandığım bir kedi beliriyor. bir yeşil gözleri var ki anlatamam bildiğin isveç kızı gibi lan gözleri. yanıma çağırıyorum önce naz etsede biraz sokulup sonrasında kaçıp gidiyor elimizden.

bu düş kırıklığıyla kalkıp yolumuza ediyoruz. bu sefer durak eminönü. üstelik tüm ısrarlarıma rağmen arkadaşımı tramvaya bindiremiyor ve uzun bir inişin sessizliğini yaşıyoruz. neyse efendim bizlere sokakta turistlerde eşlik ediyor ve hep beraber aşağıya iniyoruz. derken karşımızda kuru bir kalabalık üstelik nezih bir restoranın önü.

bendeniz sabah kahvaltısı ile dururken saatine bakıyor ve akşamın 6'sı olduğunu fark ediyoruz. acaba bedava bir şey mi var deyip rotamızı bu kuru kalabalığın içine çeviriyoruz. meğer kalabalığın sebebi gözleme açan iki teyze olduğunu öğrenip turistler bu otantikliği fotoğraflarken boş durmuyor bendeniz naçizane k810 i telefonumla bu ana tanıklık ediyorum.

yokuş aşağı yardırırken gözlerime birden sokaktaki karakalem portreler ve duvar afişleri çarpıyor. bir de ne göreyim joker'in karakalem resmi. üstelik yanında atatürk'ün resmide var. bu güzel kombinasyonu ölümsüzleştirip yolumuza devam ediyoruz.

sirkeci'ye geldik ve yağmur atıştırmaya başlıyor hava kararmak üzere ve şehrin ışıkları birer birer yanıyor. bizse yağmura yakalanmama derdindeyiz. ben karnımın açlığını arkadaşıma yakınsamda o da eve gitmekten yana ısrar ediyor. son bir kez eminönü otobüs duraklarının orda balık ekmek konusunda ısrar ediyorum ama nafile. hemen akbil gişesinde kuyruğa girip akbilimizi dolduruyoruz ve tam otobüsümüzün durağına gidecekken adeta tepemizden şelale akıyor. yağmur demek çok kibar kalır sözlük.

hemen bir durağan altına girip dinmesini bekliyoruz ki otobüsümüz gelmiş ve gitmek üzere bunun üzerine koşturarak durağımıza geçiyor ve o embesil şişko teyzelerin otobüse binmelerini küfürlerle savuşturuyoruz. yaşlı değil bu teyzeler bildiğin 30 yaş güruhu. otobüse binmemek için direniyor kadın. haliylen boşalan o yağmurdan nasibimizi alıp sırılsıklam otobüse biniyoruz. kendimizi eve attığımızda ise duş alıp sofraya oturup karnımızı doyurduk sonrasında bir kaç dizi ve sözlükteyiz.
itiraf ediyorum geçen gün onu düşünürken ağladım,ama ne bilim sonra mutlu oldum daha çok sevdiğimi anladım.
insan bir sene boyunca hiç görüşmeyince böyle oluyor.Sadece telefonda geceleri konuşma..O zaman sesi bile diğer tüm seslerden güzel geliyor kulağa. O seste özlem,aşk,gurbet,sevgi her şeyi en duru şekilde hissetmek mümkün.. Özlüyorum hemde delicesine özlüyorum.bazen korkuyorum . bazen onu istiyorum artık dayanılmaz hale geliyor bu gurbet.Herşeye rağmen onu sevmek apayrı bi duygu..
sözlükte birşeyler okumak, bunu uzun saatler boyunca ve aralıksız olarak uygulamak göz sağlığımı tehdit etmeye başladı. artık cep telefonumun ekranına bakarken bile hafif bulanık görüyorum. umarım daha da kötüye gitmez, bunun için göz yormayan bir theme arayışı içindeyim.
yazıyorum. hani buraya yazdıklarım gibi değil.öyle böyle de değil.

yazar olmak istiyorum; evet sözlük ben rumuz altında bile rahat rahat yazamayan dangalağın tekiyim. çünkü yazar olmak istiyorum. nickimin nicki ile çıkaracağım sanki romanı.

bir de sadece yazmıyorum da. hayalini kuruyorum. önce yazıyorum. sonra basıyorum. sonra senaryosunu yazıyorum. sonra filminde başrolü oynuyorum çünkü yarattığım karakteri başka kimselere yar edemiyorum. altın portakal alıyorum hem senaryoda hem en iyi kadın oyuncu dalında.

yapıyorum bunları, gözüm açıkken ama. lütfen; bunlar rüya değil. hayal.
3 gündür nete giremiyordum, evimden uzaktaydım. doğum günümdü dün, eve gelip facebook'a girdiğimde karşılaştığım tablo beni acayip mutlu etti.
geçen gün dayak yedik sözlük. 1-2 kişiden değil. ne sen sor ne ben söyliyim.
an itibariyle fm09 oynuyorum, aynı anda da facebook'ta okey oynuyorum. hatta okey attıktan sonra oyuna dalmışım demeye utandığım için. kusura bakmayın bu aralar çok dalgınım falan dedim. hatta şu an buraya yazarken büyük ihtimalle onları bekletiyorum ve şu an fm'de maç yapan takımım 90 dakikayı aynı kadroyla tamamlıyor..
onu gördüm...
onu öptüm...
onu seviyorum...
ve şimdi yok...
evet sözlük:
bugün ilk platonik aşkım olan kuzenimin düğünü var. evet ben ona kuzenim diye yakın akrabamız diye açılmadım. bugün kalbim çok kırık. yıllar önceydi aptalca bir tutulmaydı.
ve o aptal benden daha yakın bir akrabasıyla evleniyor şimdi. hem de halasının oğluyla.
yazık, günah, salak! aptallan bunlar. insan bu kadar yakın akrabasıyla evlenir mi? açılsaydım ve seni seviyorum deseydim bugün belki de benimle evlenirdi belki de! hayat çok garip sözlük ve o kadar da tuhaf.
normalde sıkı bir rock fanatiğiyim.
ama bazen özellikle de aşıkken,özcan deniz ve ahmet kaya dinliyorum.
favori şarkılarım ise nasip değilmiş ve müslüm gürses yorumu ile sensiz olmaz.
bu şarkıları dinlerken kimse duymasın diye sesi kısıyorum nedense.
sapık mıyım neyim?
izlediğim bir videodan ötürü ilk kez gülerken gözlerimden yaşlar geldiğine şahit oluyorum sözlük. yani çok mu abarttım gülerken ya da çok gülmek istediğim bir zamanamı denk geldi bilmiyorum ama cidden uzun zamandır hiç bu kadar gülmemiştim.

bahsi geçen video;

http://www.facebook.com/video/video.php?v=1533722470464
Fizy kafayı yedi. Hotel California açtım Guardians of Asgaard çaldı. Ama çalan şarkı Hotel California olarak gözüküyordu. Yoksa bu bir işaret mi?
dershaneden yeni geldim ama hiç derse girmemiş kadar zindeyim. ne iş ben de anlamadım. aslında hafta arası kesintisiz çalışmadan sonra hafta sonu serilmem lazımdı ama...
üç saat boyunca mesajlaştık, önceki ve şimdiki durumumuzdan bahsettik. daha önce hiç bir şeye bu kadar fazla zaman ayırdığımı hatırlamıyorum sözlük, onu beklemek dışında.
kampüsü ebesinin mında olan okulumdan
minibüs caddesi üstünde olan ve sabaha kadar gürültüden uyunmayan, televizyonun bile sesini duyamadığın evimden
geçen gece alkolu fazla kaçırıp yaptığım o hatadan
istanbuldan
turuncudan sarıya dönen saçlarımdan
geri bıraktıklarımı özlemekten
yenilerden
nefret ediyorum.
bi süre buralarda olmam sözlük. umarım olmam.. gittiğim yerden yazarım belki sana. umarım yazarım..
sertap erenerin rengarenk şarkısının çaldığı reklamda kalmadı yarrraaa demesi onu uzatarak söylemesi aklıma başka şeyler gelmesine daha doğrusu yanlış anlamama sebep oluyor. evet çok terbiyesiz oldum ben sözlük.
bıraktığın gibi bulamamak koyuyor bazen ama günlerle yarışacak gücüm yok, alıp götürüyorlarsa el sallıyorum arkalarından en fazla... bu bir yıkığın itirafıdır az sonra toparlanacak olan...
ne zaman hafta sonunu evde geçirsem, benim dışımdaki herkesin çılgınlar gibi gezip, eğlendiğini sanıyorum. benim de gezip, eğlenmem gerektiğini düşünüp, üzülüyorum sonra. sonra fark ediyorum ki, sözlükte, msnde, feysbukta bir ton insan var. yani, kimsenin bi bok yediği yok. herkes, kendisi dışında herkesin deli gibi eğlendiğini falan sanıyor ama, yok öyle bir şey.
Ve büyüdükçe öğrendim ki "mucizeler" ve "kahramanlar" o çocukça kitaplar içine sıkışıp kalmış iki mahkumdur... "Çocuk olmak vardı." diye hayıflanmak bundandır işte.

"Mucizem ve kahramanlığım bende kalsın isteği..."
sözlükten türkiye ligi maçlarını bile takip edemezken bugün oluşan bundesliga çılgınlığı beni niyeyse çok mutlu etti.
itiraf ediyorum;

bana yalanlar söylese yetinecektim, ama yalan söyledi.*
günde 40 entry girdikten sonra meşgale bölümündeki flash oyunları oynayabileceğimizi yeni öğreniyorum. ve ben bu sözlükte eski bi yazar sayılırım. kendimden utandım. ohaa pacman var. her gün 40 entry girmeliyim.
herkese işimden yakınıyordum.3 5 ay önce "1 yılım dolsun ayrılıcam" dedim.şimdiyse evimle ilgili değişiklikler yapmaya çalıştığımda: "nasılsa bırakıcaksın işini.niye uğraşıyosun ki" diyorlar.insanlara: "kendime ait bir evim var.mutluyum orda yaşamaktan.işimi bırakmak istemiyorum." diyemiyorum.boşa koyuyorum dolmuyor,doluya koyuyorum almıyor.