bugün

Londralı bir zenci arkadaşcığım fotoğrafımı arkadaşlarına atıp oylamalarını istemiş. NEDEN?!?!?!?
Buradaki sözlük yazarlarının çoğunu sevmiyorum. Çünkü çoğunluk ergenlerden oluşuyor. ( ergenleri sevmiyorum demiyorum , ancak ergenlerin yazar olma çabasını sevmiyorum , ya da onlara bu yetkiyi verenleri )
karanlık işler peşindeyim.
Para istiyorum.
canımı yakanın canı yansın isterim.
Kendimi anlayamıyorken insanları anlayamamam çok normal. Kalabagın içinde yalnız kalıp iç sesiyle savaşanlar gibiyim galiba.
youtubeda yarınki bütle ilgili video bakarken bugün yaşadığım tatsız bir olayı derin bir şekilde düşünme fırsatı buldum. olaya biraz geniş bakınca alanında yetkin insanların toplumsal altyapıları dolayısıyla yetkinlik alanlarına kendilerini kattıklarında ne kadar sığ bir tutum sergilediklerini gördüm. işin açıkçası mutlu da oldum.

neydi sizin beni bu kadar ciddiye almanızı sağlayan sebep?
Birine alışmaya başladim.. Baglanmaktan korkuyorum galiba.
"bir kaç ay üzülürsün, sonra acın gittikçe azalır. Unutmaya başlarsın, ve biri hayatına girip yaralarını sonsuza dek sardıgında artık iyileşip tekrar yaşamaya başlarsın." bunu çok duyar olduk şu son günlerde.

itiraf edeyim, yüzeysel yorumlarınız, insanları teknik varlıklar olarak algılamanız beni artık derinden yaralıyor.

Sevgiyi sadece hormonlarınla yaşayan biri değilsen Öyle olmuyor işte. insan hayatına giren hiç kimseyi kolay kolay unutamıyor.

Yaşamak mı peki?

Yaşamaktan öte fırsat var mı her gün ölmeye sözlük?
otobüs durağa yaklaşırken en arkadadaysam orta kapıya yürüyorum inince yuruyecegim yolun zamanından 5 adım tasarruf ediyorum.

not: 5 adım lafın gelişi 37,5 numara ayakkabı gitmiyorum
Ben hala 27.01.2013 tarihinde gece tam 3'te bana yazdığın o doğum günü mesajını okuyorum ve itiraf ediyorum hayatımda aldığım en güzel mesajdı...
babamin bile buluşup sohbet edip kahve içebilecegi arkadaşı varken benim yok. buluşup 2 kelam edeceğim kimse yok. yaşlı insanlar gibiyim diyordum. yaşlı insanlar gibi bile değilim. Onların bile sosyal hayatı var.
ben ne zaman yazar olucam biri bir şey desin böyle beklemesi çok sıkıcı. boşa yazıyormuşum gibi hissediyorum kendimi. ya da en azından çaylaklar bölümü açında yazılarımız orada çıksın.
az evvel ispanyol iş arkadaşım: çay içer misin ve kaç şeker diye sordu.
ofis iş yapma isteğimi kamçılayan bir aura sundu bugün bana,

iyi akşamlar, takım elbiseli güzel adamlar.
Doğduğumdan beri yalnızım. Hala da öyleyim. Etrafımdaki insanların hiçbiri benden haz etmez. Yalnızlığa gideceğim elbet. Giderken bile yalnız olacağım.
Servis ile ya da otobus ile giderken yandaki araclarin/servislerin/otobuslerin icinde bulunan insanlarla goz goze gelmeye ugrasiyorum(ozellikle bayan). Elinde telofon olanlarin ise telefonlarinda naptigini gormek icin biraz kafami oynatiyorum. Rontgencilikte son nokta benim bence.
ver firina yi hep ver firtina diye okudum ne alaka yemekle ilgili programda firtina degil mi? oyle de bi insanim.
inanılmaz baskı altında hissediyorum, sanki kalbimde yumruk varmış gibi. 2 hafta sonra ielts sınavına girmem gerekiyor, kendimi hazır hissetmemin yanında ne bilip ne bilmediğimden de emin değilim. sanki 5 dk sonra sınava girecekmiş gibi heyecanlıyım şu an. öyle kelebekler uçuşuyor midemde. birde akrabanın araya girmesi ile staj yapma durumu var ki bu dahada karışık, söz konusu akrabamız benim e-posta adresimi bir akedemisyene yollamış oda sivil toplum kuruluşu gibi bir örgüte önermiş ismimi oldukça spesifik bir konuda çalışan bir kuruluş ve yabancı dilden , belli düzey alan bilgisine dair birçok şey istiyorlar. benim ise şu aralar 4.sınıfa geldiğim ve kendimi 4 koca boş seneden sonra vasıfsız hissettiğim bir dönemdeyim. sanki orada staj yaparsam kuruluşda kim varsa daire olup beni aralarında cahil cahil diye tokatlayacaklar gibi hissediyorum. sosyal ilişkilerim çok mu zayıf acaba bu yüzden mi bu şekilde hissediyorum? kendime güvenim mi az? güvensizlik olduğu doğru ama ne yapabilirim bilmiyorum. eğer önerisi ufak bir tavsiyesi olan varsa sarartsın mesaj kutumu sözlük biraz 3.bakış açısına ihtiyacım var.
Alcak merve sana guvendim yine yolda kaldim.
3 gündür dışarı çıkmadım.
Mutsuzluktan geberiyorum sözlük.
sözlük, hayal kurmakla hayalperest olmak ayrı şeyler. ben hayalperest değilim ama hayal kurardım. yani hedef koyma, onları yaşama konusunda hayallerim vardı. benim -farkettim ki- aylardır hayalim yok. hiçbir konuda hem de. ya ayaklarım yere basıyor ya da başka bir şey ama şu var hayat böyle tatsız. hayal, insanı renklendiren, motive eden bir nimet. hayal kurmaktan geri kalma sözlük.

bır de sozluk, benım hıcbırseye müptelalığım yok. hıc bırsey ıcın onsuz yapamam dıyemıyorum ya da fanatık olamıyorum. soyut ıslem donemıne ulasmamıs çocuklar gıbı, sevdıgım/takıp ettıgım sey gozumun onunden gıttıgı zaman kısa sure sonra ondan gönlüm gecıyor. bu ıyı mı kotu mu bılemedım. ben nıye boyleyım acaba.
yalnızım dostlarım yalnızım yalnız. yalnızlık içinde yüzüyorum.
Hayatı oluşturan ‘an’ lar ve anılar bütününün üzerinde durduğu kolonlar vardır. Bir romanın, bir öykünün iskeletine benzetebiliriz bunları. Tanrı bize bir hayat bahşetmiş ve adına kader denen bu iskeleti bir mimar oluverip çizmiştir. Yaşamların mimarı. Bizler ise bu iskelet ve kolonların etrafını ‘an’ tuğlaları ile çevirip doldururuz. Bu kolonlara ya da iskeletlere bizler dönüm noktası demişizdir. Kimileri için bir ilk öpücük, bir kardeşin veya arkadaşın gülümsemesi, bir savaş trajedisi bir ölüm veya yeni bir hayat dünyaya getirmektir. Kimileri içinse çok daha farklı etkilerdir. Yaşamın, anlar bütününün karmaşıklığına ve subjelerin adedine göre tüm bu dönüm noktalarını kişiliğin bize sunduğu çıktılar olarak tanımlayabiliriz. Evrenin merkezinde, yani benim 24 senelik yaşantımda bu iskeleti ayakta tutan kolonlar bütünü hiçbir zaman bir karmaşa olmadı. Yaşamımın geçmiş 23 senesi boyunca bir düzenin içine girmeyip gelişigüzel yaşamama rağmen bu kolonlar, bu dönüm noktaları hiçbir zaman tahmin edilemez olmadılar. Bu ve gelecek güncelerimde sana hayatımdan ve bu hayatın kolonlarından bahsedeceğim
Hafızamın göğünde, rüzgarların zaman zaman savurup bilinç güneşini özgürlüğe kavuşturduğu, zaman zaman gökyüzünü boylu boyunca kaplayıp unutturmaya meyilli yağmurlara önayak olduğu bulutların varlığından haberdarsındır muhakkak. Bugün, az evvel telefonumu kapayıp belki de son kez duyduğum sesinin talimatlarını izliyorum şu an. Aldığım ödev gereği bu gece bulutlarım dağıldı ve aklıma gelen ilk anım annem ve babamı ilk evimin alçak balkonunda kahvaltı sofrasında görmem oldu. Ben henüz yürümeyi öğrenmemiş, bir örümceğin oturağında ilk adımlarımı atmayı öğreniyordum. Mutlu bir andı o an eminim. Ses yoktu hiç. Kafamı sağa doğru çeviriyordum ve bir bebek boyuna göre dev bir ormanı andıran ayçiçeklerini ve bahçeyi çerçeveleyen duvarların yüksekçe uçlarını görüyordum. Tekrar sola döndüğümde ise bana elleri ile gel yapan annem ve babam vardı. Birkaç saniye… dünyaya dair hatırladığım ilk şeylerdi bunlar. Evrenimin düzenini, bağlarını kurduğum ilk anlarım.
Düşünme yetimi kontrolüme aldığımda ise uzağımda olup bana gel gel yapan adlarını bildiğim ilk arkadaşlarım olmuştu. Benim gibi etten ve kemiktendiler. Aynı dili konuşup aynı oyunlar ile eğleniyorduk. Yine de tarifi zor bir his sürekli bana farklılığımı fısıldıyordu. Hiçkimsenin benimle aynı olmadığını tüm insanların, tüm bebeklerin, yetişkinlerin ve çocukların yaşamımın hiçbir evresinde benim gibi düşünüp benim gibi hissetmeyeceğini ve aynı beden kıyafeti altında olsak bile içimizde bir yerlerde bu dünyadaki iki farklı türün farklı üyeleri olduğumuzu söylüyordu. Bu his, bu vebalı düşünce ben yaşamımı sürdürdükçe peşimi bırakmadı. Annem ve babam, akrabalarım, ilk arkadaşlarım, ilk flörtüm, ilk sevgilim ve peşi sıra gelen hayatımın tüm obje ve subjeleri bundan nasibini ister istemez aldılar. Şimdi bunları düşünürken aklımdan geçen şey ise kurduğum tüm ilişkileri sağlama oturtmama engel olan bu hissin oluşmadığı tek kişi olan sen ile nasıl olup da yürütemediğimiz. Tüm bu farklılıklar kendimi, kendi iç dünyamı tüm bu yabancı soğrulmalardan korumamı öğütledi durdu bana. Fakat sen ve ben o kadar aynı idik ki hissettiğim korku kendime olan korku idi. Bir ayna ile savaşırcasına savaştık. Ve yine bir aynayı öpercesine sevişip durduk. Tüm bu öpüşmeler, tutkunun anların içinde eriyip gidişi, vücut ısılarımızın bedenlerimize yayılışı ve nihayete bir türlü eremeyişimiz. Bunların bütünü daha önce yaşadığım her şeyin gerçelliğini zan altında bırakırcasına canlı idi. Tartışırken öylesine tıkanıyordum ki bu dışarıya ses vermeksizin düşünce gücü ile kendimi alt etmeye çalışmak gibiydi. Kendimle satranç oynamayı hiç beceremediğim gibi senle kavga etmek işinde de başarılı değildim.
Kolonlardan bahsetmiştim yukarıda. Hayat kubbemin altındaki en ihtişamlı kolon seninle tanışmam oldu diyebilirim. Bir önceki paragrafta bahsettiklerime eklemem gereken şey ise hayatımda aldığın rolün diğerlerinden çok farklı olarak beni alışageldiğim düzenden ya da düzensizlikten farklı bir nehir yatağına kaydırmış olman. Senin kelimelerinle kıskanç, klasik, tekdüze ve kendimi anlatamayışımdan kaynaklanan sıkıcı bir geleneksellik. Bana göre ise sorumluluk hissinin verdiği sağlam basmak ve sahiplenmekten kaynaklanan seni kendime hapsetmek ve sana hapsolmak isteyişim. Bu kelimeleri sen sevmesen de, yaptığımız her hata, birbirimize ve birbirimizle işlediğimiz her günah ikimizinde içselleştirdiği kişilik çatışması haline büründü. Hatalardan ve günahlardan ibaret değildik ikimiz de. Seni kızdıran, küstüren her davranışımın temelinde yatan hiçliği hep bildim, hep gördüm. Aksiyonlar çok kesin ve acımasız gözükse de gözün görmeyip kulağın işitmediği yerlerde keskin hiçbir kenarın olmadığı ve dahi sertliğe, taşlaşmışlığa en küçük bir yer tahsis etmediğime emin ol.