bugün

Ata sporudur. Doğal olarak Türkiye'de federasyonu vardır. Federasyona bağlı olmayan Ufak ve özel klüpler de bulunur. Okçuluğa başlamak isteyen minikler, bir kaç ay serum lastiği çeker, sonra sadece yayı çekip-bırakarak antrenman yaparlar. Bu süre sonunda ise sırt ve omuz kasları çelik gibi olur. insanın Durdugu yerden ok atması kolay görünse bile hayli yorucu bir iştir.
Önce yay çekilir, daha sonra sol kolun kıvrılma noktası (yani dirseğin tersi) alttan sola doğru bükülmelidir. Yoksa ok kola çarpar. Dalgınlıkla unutulursa, Aluminyum olanları can yakar*
durusun, yayi tutusun, oku tutusun; her seyin bir teknigi ve her teknigin de cesidi oldugundan ögrenmesi epey zaman alan, üzerine de yaylarin, oklarin cesitlerini ögrenme gerekliligi eklenince insana "ögren ögren nereye kadar?" diye sordurabilecek fakat olaganüstü keyifli oldugundan mutlaka bir denenmesi gereken spor dali. yayi gerip hedefe bakarken hissedilenler, ardindan okun firlayip tam da gitmesi gereken yere varmasi aninda duyulanlar tasvir edilemez.
öğrenmesi zor , ustalaşması zor olduğundan pek rağbet görmeyen sporumuz.ayrıca ok atmak kolay gibi gözüksede , insanın götünden ter aktırır.bu sporun size sağladığı şey , çabuk konsantre olabilmenizi sağlamısı ve hiç kullanılmayan sırt kaslarının gelişmesidir.
TÜRKLERiN ATA SPORU: 'OKÇULUK'

Okçuluk, Türklerin meşhur sporlarındandır. Çok eski zamanlardan beri harp sahasında kendileriyle karşılaşanlar, Türklerin ok atmadaki ustalıklarından hayranlıkla bahsetmişlerdir. Türkler kısa fakat çok kuvvetli yaylar kullanırlardı. Oku gerek piyade ve gerekse süvari olarak kullanmakta emsalleri yoktu. Süratle giden bir atın üzerinden hedefe isabetli ok atarlardı. Okmeydanı'nda kurulan meşhur kemankeşler ocağı, 15 ve 16. asırda emsalsiz üstatlar yetiştirmiştir. Bu arada lodos, poyraz, gün doğusu, batı, kıble, karayel, yıldız gibi istikametlerde esen rüzgarlara göre atılan kamış ve tahta oklarla kurulan menziller, yani kırılan rekorlar erişilemeyecek kadar yüksektir.

iHA muhabirinin derlediği bilgilere göre, Araplar ve Türkler, yaycılık ve ok atmada çok ileri seviyeye ulaşmışlardı. islamiyet'ten önceki ustalıklarını Müslüman olduktan sonra daha da geliştiren Araplar arasında, uzakta, hareket halindeki bir ceylanı anında vurabilen kimselere "rammet-ül hadak" (gözünden vurucu) denilirdi. Eshab-ı kiramın büyüklerinden ve cennetle müjdelenmiş olanlardan biri olan Sa'd bin Ebi Vakkas, okçuların piri idi. islamiyet yolunda ilk ok atan o olup çok nişancıydı.
ESKi TÜRKLERiN MiLLi SiLAHI

Ok, eski Türklerde de milli silah olarak kabul edilmekte, çeşitli destan ve halk hikayelerinde ondan bahsedilmektedir. Okun aynı zamanda sembol olarak kullanıldığı da olmuştur. Oğuzlar, Bozoklar ve Üçoklar diye iki, Göktürkler de on oklar diye on büyük kola ayrılmışlardı. Orta Asya'da yapılan arkeolojik kazılarda ele geçen oklar, Türklerin ok yapımında çok maharetli olduklarını göstermektedir. Dede Korkut hikayelerinde bir Türkün alp, yani kahraman olabilmesi için, uçan kuşları ok ile düşürmesinin de şart olduğu belirtilmektedir. Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey, hususi mektuplarında, ok ve yayı tuğra olarak kullanıyordu.
OSMANLI'DA OKÇULUK

Osmanlılar zamanında okçuluk büyük bir ehemmiyet taşımış, okçuların yetişmesi ve eğitimi meselesi devlet seviyesinde ele alınmıştır. Anadolu beyliklerinde ve Osmanlılarda okçu birlikleri savaşlarda çok önemli rol oynamışlardır. Özellikle Birinci Kosova, Varna, Gazze, Mısır Seferi ve 1521 Belgrad Muhasarası'nın zaferle neticelenmesinde bu birliklerin payı çok büyük olmuştur. Böyle güçlü birlikler teşekkül ettirebilmek için ok tlimleri ve müsabakalarının yapıldığı ok meydanları düzenlenmiştir.

ilk olarak Orhan Bey Bursa'da, sonra Yıldırım Beyazıt Gelibolu'da, Fatih Sultan Mehmet istanbul'da gemileri karadan Haliç'e indirdiği yerde ve Yavuz Sultan Selim de Yenibahçe'de ok meydanları inşa ettirmişlerdir. istanbul'daki ok meydanlarının sayısı otuz civarında idi. Belgrad, Üsküp, Edirne, Bağdat, Kahire, Amasya, Şam, Diyarbakır ve Cidde gibi daha birçok yerde de ok meydanları bulunuyordu.
ŞAMPiYON 'KEMANKEŞLER'

Bu meydanlarda ok talimlerinden başka koşular, pehlivan güreşleri ve diğer atletizm müsabakaları da yapılırdı. Divan şairleri usta sayılan kemankeşler (okçular) için methiyeler, şiirler yazarlar, rekor sayılan atışlarda nişantaşları dikilirdi. Üçüncü Sultan Selim'in attığı okun düştüğü yere dikilen menzil taşı bugün hala yerindedir. ikinci Beyazıt Han, Genç Osman, Dördüncü Murad, Dördüncü Mehmed Han, Üçüncü Selim Han, ikinci Mahmud Han ve Sultan Abdülaziz Han gibi padişahlar, kabri Ok Meydanı'nda olan Damad ibrahim Paşa, Kemankeş Ali Paşa, Kemankeş Ahmed Paşa, Kemankeş Kara Mustafa Paşa ve Deli Hüseyin Paşa gibi vezirler, okçulukta zamanlarının şampiyonu idiler.
TEKKE SPORU

Ok talimleri rüzgarın yönüne göre yapıldığından, böyle her rüzgara maruz yerler meydan olarak seçilmezdi. Ok meydanlarının bakımı ile uğraşanlara "ihtiyar" denilirdi. Her meydanın üç ihtiyarı olup, baş sorumlu "şeyhü'l-meydan" diye adlandırılırdı. Bunlar aynı zamanda okçuluk tekkesi şeyhliğini de yaparlardı. Şeyhü'l-meydan, kemankeş pehlivanların en kabiliyetli, zeki ve dürüst olanları arasından seçilirdi. Kemankeşliğe yeni başlayanlar ondan müsaade alırlardı. Şeyhü'l-meydan ile menzil ihtiyarı ve mütevelli, meydanın ve okçuluğun bütün meselelerini, ihtilaflarını çözerlerdi. Burada talim yapanların imtihanlarını yaparlar ve gençleri okçuluğa teşvik ederlerdi.

Üç yüz metreye ok atabilen okçu, "kemankeş" unvanını alırdı. Okçuluk tekkesi, her sene altı mayısta ok talimlerine başlamak için açılır, pazartesi ve perşembe günleri olmak üzere talimler altı ay devam ederdi. Okçular, müsabakalarına "koşu" derlerdi. Okçu meydanına öğleden evvel gelip yemekler yenildikten ve namaz kılındıktan sonra müsabaka başlardı.

Atışlar mesafe atışı ve "hedefe atış" olmak üzere iki çeşitti. Bir de zarp vurma denilen sert cisimleri delme yarışı vardı. Hedefe atışlarda, hedef tabla veya "puta" denilen kalın meşinden yapılmış ve içi saman dolu cisimlerdi. Tabla iki ayak üzerine tespit edilir. isabeti haber vermek için etrafına çıngıraklar konulurdu. Menzil atışına katılanlar meydan sorumlularından olan ihtiyarlar ki "azmayiş" denilen okları kullanırlar, dokuz yüzcüler, binciler ve bin yüzcüler diye dörde ayrılırlardı. Seksen gez aralıkta dikilmiş iki bayrak arasına düşmeyen oklar müsabaka haricinde tutulur, oku en uzağa atan kemankeş müsabakayı kazanırdı.
PARÇALANAN REKORLAR

Tarihte meşhur kemankeşlerin menzil dereceleri şöyledir:

Tozkoparan iskender 1281 gez (845,4 m), Arap kemankeş 1124 gez (741,8 m), Subaşı Sinan 1109 gez (731,9 m), Havandelen 1235 gez (815,1 m,), Kazzaz Ahmed 1037 gez (684,4 m), Benli Karagöz 1161 gez (766,2 m), Deve Kemal 1205 gez (795,3 m), Çullu Ferruh 1223 gez (807,1 m) Kaptan Sinan 1232 gez (813,1 m), Bursalı Şela 1271 gez (838,8 m) Solak Bali 1239 gez (817,7 m) (Bir gez 66 cm'dir)

Okçular ok atarken, sol dizlerini yere koyup sağ dizlerini kaldırırlar "Ya Hak" diye sala verip oku fırlatırlardı. Abdestsiz ok atmazlardı. Kazanan kemankeşin boynuna çaprazvari şal takılır. Okçular tekkesine götürülürdü. Şeyhü'l-meyadin de kazanana iltifat ederdi. Müsabakalarda mükafat koymak, sadece padişahlara, vezirlere ve şeyhü'l-meydanlara mahsustu.

Her yıl binlerce kemankeş yarışırdı. Topkapı Müzesindeki bir belgede, 1671'de sadece Ok Meydanı'nda 3 bin 375 kemankeşin ok attığı belirtilmektedir. Okçular, kullandıkları aletlere hürmet ederler, talim veya müsabakalardan sonra yay ve oklarını tekkedeki dolaplarına koyarlardı. Okçuluk tekkeleri iki odadan müteşekkil olup birinde sohbet edilir diğerinde ise yemekler yenirdi. Okçuluk sporunun ve tekkelerinin kendilerine ait kuralları olup, bunlara riayet etmeyenler, kemankeşlikten men edilmeye kadar varan birçok müeyyidelere tabi tutulurlardı.

istanbul, Edirne, Bursa gibi pek çok şehirde ok imalatçıları büyük çarşılar halinde toplanmışlardı. Osmanlı ordusunun ok ihtiyacını cebeci ocağı karşılamakta, bu ocak tarafından imal edilen oklar sandıklarla savaş meydanına götürülüp burada kemankeşlere dağıtılmaktaydı. Padişahı ise, dört yüz okçu muhafaza ederdi.
OKUN ÖZELLiKLERi

Okun, sap ve ucu sivri bir demir başlıktan müteşekkil olup, uzunluğu, ağırlığı ve genişliği yaya göre değişmektedir. Her ok her yayda kullanılmayıp, yayın ağırlığı azaldıkça okun ağırlığı da azalır. Mesela altı dirhem ağırlığındaki ok, yüz dirhem, beş dirhem ağırlığındaki ok da doksan dirhem ağırlığındaki yay ile atılır. Yay, kıvrık ve esnek bir cisim olup, iki ucuna bağlanan ipin gerilemesiyle oku fırlatmaktadır. Eskiden manda boynuzundan yapılırken daha sonra ağaç, maden ve başka değişik maddelerden de yapılmıştır.

Okun baş tarafını teşkil eden ok başı, önceleri de çakmak taşından yapılırdı. Sonra bunun yerini bronz, demir ve çelikten mamül maddeler almaya başladı. Ok başı küçük, kemikli olanlara "peşrev" denilmektedir. Okun ucundaki sivri demir, kemik gibi sert maddeler, okun havada baş tarafının önde uçmasını, çarptığı yere derin girmesini sağlamaktadır. Okun bu parçasına "temuren, temren" denilmektedir.

Ok sapının arka ucunda, yay ipinin üzerinde durmasına ve ipi kuvvetle çekmeye yarayan bir kertik bulunur. Sap üzerindeki "yelek" denilen kuş tüyleri ve kanatçıklar, okun havada düzgün uçmasını sağlamaktadır. Zırhlı elbiseleri delmek için sapa bağlanan ve kurşun topuzlar ile takviye edilen oklara 'kurşunlu ok' denilmektedir.

Ok, boy itibariyle; tarz-ı has, kiriş endam ve şem endam olmak üzere üç çeşittir. Tarz-ı has, ok sapının boğazı ince ve uzunluğunun üçte bir yerinden başlayarak kalınlaşan, sonra da baldıra doğru incelen oklara denilmektedir. Boğazı, göğsü ve baldırı aynı incelikteki oklara "kiriş endam" boğazı ince, uzunluğunun üçte biri tok ve sonra giderek inceleşen oklara da "şem endam" denilir. Ok boyları, 20 santim ila 2 metre arasında değişmektedir.
OKUN YAPILIŞI

Ok, çam ve gürgen başta olmak üzere muhtelif ağaçlardan, kamıştan yapılır. Kayın ağacından yapılanlara "hadenk" denir. Ağaçlar önce kurutulup, sonra ikişer santim kalınlığında kesilir ve "kuştere" denilen aletle düzeltilir. Bu vaziyette iki ay durduktan sonra mutedil hararetli bir fırında sararıncaya kadar bırakılır. Fırınlama meselesi çok mühimdir. Çünkü hararet fazla olursa ağaçlar yanıp kavrulabilir. Az olunca da ağırlığını muhafaza edip hareketi yavaşlatabilir. Fırından çıkartılan ağaçlar havadar ve rutubetsiz bir yerde on gün sonra yine rutubetsiz bir mahzende üç-beş sene bekletilip ok yapmaya uygun hale getirilir. En kıymetli oklar, Çanakkale'nin Bayramiç kazası Çavuş Köyü yakınındaki Kumunç Dağı'ndan kesilen çamlardan yapılırdı.
CUMHURiYET DÖNEMiNDE OKÇULUK

Osmanlının son zamanlarına doğru, özellikle ikinci Mahmud Han zamanında ateşli silahların iyice yerleşmesiyle, okçuluk eski önemini kaybetmeye başladı. Cumhuriyet dönemiyle birlikte, 1923-1937 yılları arasında, eski Türk okçularının ailelerinden gelen üç-beş kişi, aralarına hevesli gençleri de alarak, istanbul'un çeşitli semtlerinde ok atışları yapmışlar ve geleneksel sporu yürütmeye çalışmışlardır.

Türk okçuluk tarihinin efsanevi ismi Tozkoparan'ın ikinci kuşak torunları olan ibrahim ve Bekir Özok ile, Türk okçuluğuna ilk kitabı armağan eden Mustafa Kani'nin torunu Vakkas Okatan, bu spora yakın ilgi duyan Prof. Necmettin Okyay, Hafız Kemal Gürses ve yine o devrin Beyoğlu Vakıflar Müdürü ve Milli Sporlar Federasyonu Başkanı Baki Kunter'in girişimleri sonucu kurulan Okspor Kurumu adındaki kulüp, Cumhuriyet döneminin ilk ciddi adımı olmuştur.
OKÇU SAYISI, 35'DEN 3 BiNE

Okçuluğun, 1961 yılında ayrı bir federasyon olarak örgütlenmesinden sonra ilk kez uluslararası yarışmalara katılmaya başlayan Türk okçuları, federasyon organizasyonundaki eksiklikler sebebiyle, ne yazık ki, uzun yıllar başarılı olamamışlar, malzeme, tesis, teknik adam gibi sorunlar sebebiyle okçuluk, yurt düzeyine de yeterince yayılamamıştır.

1 Ocak 1982 tarihi itibariyle sadece 35 olan lisanslı sporcu sayısı, o günden bu yana izlenen yeni bir yönetim anlayışı ile günümüzde 3 binlere ulaşmış, daha da önemlisi, sporcu kalitesi hızla yükseltilerek, önemli tüm uluslararası yarışmalarda Türkiye imajının en üst noktalara çıkarılması mümkün olmuştur.

Bugün Türk sporcuları, tüm büyük okçuluk organizasyonlarında dereceye girmenin mutluluğunu yaşamakta, Olimpiyat, Dünya ve Avrupa rekorlarına sahip bulunmakta, Türkiye Okçuluk Federasyonu ise, tüm dünya okçularına hizmet vermenin haklı gururunu duymaktadır.

Antalya'daki, dünyanın birkaç önemli okçuluk tesisinden birisi olan 100. Yıl Okçuluk Sahası ile bölgenin elverişli iklimi ve muhteşem tabiatı birleşince, dünya okçuluğunun kalbi, bu güzel kentte atmakta, birçok yabancı sporcu sezona Antalya'da hazırlanmaktadır. Dünyanın en iyi okçuluk antrenörlerinden birisi olan Mario Codispoti'nin Türkiye'ye gelmesi de okçuluğun gelişim sürecini hızlandırmıştır.

Bugün faal 4 uluslararası hakeminin dünyanın tüm önemli yarışmalarında görev yaptığı Türkiye, okçuluk sporunda yapmış olduğu büyük atılım sonucunda, dünya ve Avrupa okçuluğunun yönetiminde de etkin görevler üstlenmekte, sahip olduğu büyük teknik imkanları tüm dünya için seferber etmektedir.
öğrenmek kolay ustalaşmak zordur.
o kirişi germek, tutmak ve bırakmak dışardan çok kolay görünüyor ama kirişi burnunuza değecek kadar çektikten sonra el hemen titremeye başlıyor. baya zor o halde beklemek.
bir de benim gibi ilk günden kirişi kolunuzdaki aynı noktaya 3'ten fazla çarptırmayın, kolun içi mosmor oluyor valla.
'nasıl olsa koşmaca, zıplamaca, geberircesine egzersiz yapmaca gibi yorucu tarafı olmayan tek spor, en iyisi ben bunu yapayım' düşüncesiyle kendisine çektiği benim gibi tembel insanları çok fena mor eden spor dalı. fizik direncinin yanı sıra zihin ve konsantrasyon gücünü de geektiriyor.ama herşeye rağmen karizmatik ve asil bir spor oluşundan gram eksilmiyor.
yoğun dikkat ve özveri isteyen ata sporudur.ayrıca; yay, ok, sadak, parmaklık, tetik, ip, kolluk gibi edavatlara ihtiyacınız olacaktır bu sporu yapmak için.
Atlı olanı çok daha güzeldir. Tez zamanda kulübünü kuracağız efendim.

Atlı kılıç, atlı okçuluk, atlı kargı kullanımı.

Olay tarihi savaş sporlarıdır.
ata sporumuz evet.
nerde peki abi madalyalar. bu branşta dağıtılan madalyaların çoğunu neden alamıyoruz peki.
yeterince çalışmıyoruz o zaman ya da her zamanki gibi ülkemiz sporcuların makus talihi:imkanlar.
nevin yanıt ın röportajında dediği gibi bazen koridorlarda çalıştım bazen şu şartlarda vs.
sonra madalya alınca gurur duyuyoruz. bizim kızımız diyoruz.
hadi ordan.
görsel
olimpiyat oyunlarında bir disiplin olarak müsabaka edilmesi 1920 yılına denk gelir.
--spoiler--
Türklerde Okçuluk

Türklerin ok ve yaya verdiği önem, onun inanç dünyasını da etkilemiştir. Eski dönemlerinden beri Türkler için ok ve yay hâkimiyet sembolüydü. Hakan tahtında otururken elinde ok ve yay tutardı. Komutanlarını toplamak için onlara anlamı belli, değişik oklar yollardı. Çetirlerinde, damga ve sikkelerinde ok ve yay resmi vardı. Okçuluktaki bu töre ve semboller, daha sonra Selçuklularda da devam etmişti. Büyük Selçuklular 1040'da Dandanakan zaferini kazanınca, komşu ülkelere gönderdikleri fetihnâmelerin başında eski Türk hâkimiyet sembolü olan ok ve yay işaretleri bulunuyordu.

Öte yandan, tüm dünya uluslarınca benimsenen gerçekte, ok-yay ve okçuluğun Türklerce dünyaya tanıtılmış olmasıdır. Bu gerçekle ilgili tarihi kanıtların bir bölümü Ergenekon ve Oğuz Destanlarında yer alır. Bedenlerini çeşitli uğraşlarla en iyi biçimde eğiten Türkler, ok ve yayı çok iyi değerlendirmişlerdir. Maden çağının açılması ve atın eğitilmesi sonrası Türklerin Orta Asya'dan göçleriyle ok ve yayın kullanımındaki becerilerini dört bir yana yaymışlardır. Türk, Orta Asya steplerinden uzandığı her yere elinde yayı, sırtında ok sadağı, altında atı ile gitti ve bunları gittiği her yerde tanıttı.

Ünlü Türk Hakanı Oğuz Han, Gün, Ay ve Yıldız adlı üç büyük oğluna "Bozok", Gök, Dağ ve Deniz adlı üç oğluna da "Üçok" demesi, Türklerin oka verdikleri önemi yansıtması bakımından büyük değer kazanır. Çin kaynakları Eski Türklerin ok ve yay yapımındaki üstün başarılarını da anlatır. Ok sözcüğü, Eski Türklerde kabilelerin adlandırılmasında da kullanılırdı. Oğuz Destanında "Üçok" diye bir ada rastlanır. Bu da "Üçkabile" anlamındadır.

Tarihte kurulmuş 16 Türk devletinde at ile birlikte ok ve yayın önemi ayrıdır. Orta Asya'da Kapçal, Kazire Nehri kenarındaki Minusink bölgesinde, Altay Dağlarındaki Kuray ve çalışman Nehri yakınındaki Kutirge, Tuyak, Kutan bölgelerinde, Orhun ve Tula bölgesinde özellikle Çu Vadisi'nde, Srotski'de, Kızat'ta Aşağı Volga'da ve Volga Boylarında, Nijni, Başkuncak ve Mainz'de, öteki yörelerde bulunan mezarlar, Hunlar, Göktürkler, Kırgız, Yenisey, Hazar Devleti, iskit ve Alanlar dönemindeki kalıntıların incelenmesi ok ve yayın önemini yansıtır.

Türklerde okçuluk binicilikle birlikte beden kültürü anlayışının öncüsü olmuştur. Okçuluk sadece bir savaş uğraşı değil, zevkli bir idman ve yarışma biçimine getirilmiştir. Böylece düzenlenen her türlü törenlerde en büyük yarışmaların sembolü ok ve okçuluk olmuştur.

At üzerinde okçuluğun temel eğitimi için şu nitelikler zorunlu idi: çok iyi ata binmek, yer eğitiminde çok başarılı olmak, at hızla giderken yay kurabilmek, hareket halindeki atla ön taraftan arkaya dönerek bu dönüş açısı içersindeki özellikle hareketli hedefleri vurmak ve üzerine atılan oklardan korunabilmek için atin değişik yerlerine bedenini gizleyebilmek. Bu nedenle at üzerinde okçuluk çok zor bir uğraştır.

Eski Türklerde oklar sırtta ya da atın eğerine takılan özel torbalarda taşınırdı. Bu torbalara "Sadak" ya da "Okluk" denirdi. Eski Türklerde ok ve yay sosyal yaşamda değişik anlamlarda da kullanılırdı. Eski Türklerde, "Akika" adı verilen bir ok atma töreni vardı. Buna, "Sehmi itizar" da denirdi. Bir kabile halkından biri barış günlerinde karşı kabileden birini öldürürse, onunda, öldürülmesi gerekirdi. Ancak, iki kabile ileri gelenleri anlaştıkları durumlarda bir meydanda ok atışı yapılırdı. öldürenin oku, karşı kabile ileri gelenlerinin istediği yere düşerse ölüm cezası kaldırılırdı.

Kaşgarlı Mahmut'un Divan-i Lûgat-it Türk adlı eserinde, okun ayni zamanda "Pay" anlamına geldiği belirtiliyor. Yüzyıllar boyu süre gelen bu gelenek Anadolu Türklerinde de benimsenmiştir. örneğin, bir tarlanın paylaşılması için bir ok eşit parçalara ayrılır ve pay alacaklara yumurta, renkli taş gibi birer nişan verilir. Bir yabancıya da nişanlanan tarla bölümlerine konulması istenir. Kimin nişanı hangi parçaya rastlarsa o bölüm onun olur ve buna "Ok deydi" denirdi.

Osmanlılar zamânında da okçuluk büyük bir ehemmiyet taşımış, okçuların yetişmesi ve eğitimi meselesi devlet seviyesinde ele alınmıştır. Anadolu beyliklerinde ve Osmanlılarda okçu birlikleri savaşlarda çok mühim rol oynamışlardır. Özellikle Birinci Kosova, Varna, Gazze, Mısır Seferi ve 1521 Belgrad Muhâsarası'nın zaferle neticelenmesinde bu birliklerin payı çok büyük olmuştur. Böyle güçlü birlikler teşekkül ettirebilmek için ok tâlimleri ve müsâbakalarının yapıldığı ok meydanları düzenlenmiştir. ilk olarak Orhan Bey Bursa’da, sonra Yıldırım Bâyezîd Gelibolu’da, Fâtih istanbul’da gemileri karadan Haliç’e indirdiği yerde ve Yavuz Sultan Selim'de Yenibahçe’de ok meydanları inşâ ettirmişlerdir. istanbul’daki ok meydanlarının sayısı otuz civârında idi. Belgrad, Üsküp, Edirne, Bağdat, Kahire, Amasya, Şam, Diyarbakır ve Cidde gibi daha birçok yerde de ok meydanları bulunuyordu. Bu meydanlarda ok tâlimlerinden başka koşular, pehlivan güreşleri ve diğer atletizm müsâbakaları da yapılırdı. Divan şâirleri usta sayılan kemankeşler (okçular) için methiyeler, şiirler yazarlar, rekor sayılan atışlarda nişantaşları dikilirdi. Üçüncü Sultan Selim’in attığı okun düştüğü yere dikilen menzil taşı bugün hâlâ yerindedir. Yavuz Sultan Selim Han'ın önünde ok atan kemankeş için zamânından çok sonra Yahya Kemal’in yazdığı şiir bunların en güzellerinden biridir. ikinci Bâyezîd Han, Genç Osman, Dördüncü Murâd, Dördüncü Mehmed Han, Üçüncü Selim Han, ikinci Mahmûd Han ve Sultan Abdülazîz Han gibi pâdişâhlar, kabri Ok Meydanı’nda olan Dâmâd ibrahim Paşa, Kemankeş Ali Paşa, Kemankeş Ahmed Paşa, Kemankeş Kara Mustafa Paşa ve Deli Hüseyin Paşa gibi vezirler, okçulukta zamanlarının şampiyonu idiler.

Ok talimleri rüzgârın cihetine göre yapıldığından böyle her rüzgâra mâruz yerler meydan olarak seçilmezdi. Ok meydanlarının bakımı ile uğraşanlara “ihtiyar” denilirdi. Her meydanın üç ihtiyarı olup, baş sorumlu “şeyhü’l-meydan” diye adlandırılırdı. Bunlar aynı zamanda okçuluk tekkesi şeyhliğini de yaparlardı. Şeyhü’l-meydan, kemankeş pehlivanların en kabiliyetli, zeki ve dürüst olanları arasından seçilirdi. Kemankeşliğe yeni başlayanlar ondan müsâde alırlardı. Şeyhü’l-meydan ile menzil ihtiyârı ve mütevelli, meydanın ve okçuluğun bütün meselelerini, ihtilaflarını çözerlerdi. Burada tâlim yapanların imtihanlarını yaparlar ve gençleri okçuluğa teşvik ederlerdi. Üç yüz metreye ok atabilen okçu, “kemankeş” ünvânını alırdı. Okçuluk tekkesi, her sene altı mayısta ok talimlerine başlamak için açılır, pazartesi ve perşembe günleri olmak üzere tâlimler altı ay devâm ederdi. Okçular, müsâbakalarına “koşu” derlerdi. Okçu meydanına öğleden evvel gelip yemekler yenildikten ve namaz kılındıktan sonra müsabaka başlardı.

Atışlar mesâfe atışı ve “hedefe atış” olmak üzere iki çeşitti. Bir de zarp vurma denilen sert cisimleri delme yarışı vardı. Hedefe atışlarda, hedef tabla veya “puta” denilen kalın meşinden yapılmış ve içi saman dolu cisimlerdi. Tabla iki ayak üzerine tespit edilir. isâbeti haber vermek için etrafına çıngıraklar konulurdu. Menzil atışına katılanlar meydan sorumlularından olan ihtiyarlar ki “azmâyiş” denilen okları kullanırlar, dokuz yüzcüler, binciler ve bin yüzcüler diye dörde ayrılırlardı. Seksen gez aralıkta dikilmiş iki bayrak arasına düşmeyen oklar müsâbaka hâricinde tutulur, oku en uzağa atan kemankeş müsâbakayı kazanırdı. Târihte meşhur kemankeşlerin menzil dereceleri şöyledir: Tozkoparan iskender 1281 gez (845,4 m), Arap kemankeş 1124 gez (741,8 m), Sübaşı Sinan 1109 gez (731,9 m), Havandelen 1235 gez (815,1 m), Kazzaz Ahmed 1037 gez (684,4 m), Benli Karagöz 1161 gez (766,2 m), Deve Kemal 1205 gez (795,3 m), Çullu Ferruh 1223 gez (807,1 m) Kaptan Sinan 1232 gez (813,1 m), Bursalı Şela 1271 gez (838,8 m) Solak Bali 1239 gez (817,7 m) (Bir gez 66 cm’dir)

Okçular ok atarken, sol dizlerini yere koyup sağ dizlerini kaldırırlar “Ya Hak” diye salâ verip oku fırlatırlardı. Abdestsiz ok atmazlardı. Kazanan kemankeşin boynuna çaprazvârî şal takılır. Okçular tekkesine götürülürdü. Şeyhü’l-meyâdin de kazanana iltifât ederdi. Müsâbakalarda mükâfât koymak, sadece pâdişâhlara, vezirlere ve şeyhü’l-meydanlara mahsustu. Her yıl binlerce kemankeş yarışırdı. Topkapı Müzesindeki bir belgede; 1671’de sâdece Ok Meydanı’nda 3375 kemankeşin ok attığı belirtilmektedir.

Okçular, kullandıkları âletlere hürmet ederler, tâlim veya müsâbakalardan sonra yay ve oklarını tekkedeki dolaplarına koyarlardı. Okçuluk tekkeleri iki odadan müteşekkil olup birinde sohbet edilir diğerinde ise yemekler yenirdi. Okçuluk sporunun ve tekkelerinin kendilerine âit kuralları olup, bunlara riâyet etmeyenler, kemankeşlikten men edilmeye kadar varan birçok müeyyidelere tâbi tutulurlardı. istanbul, Edirne, Bursa gibi pek çok şehirde ok îmâlâtçıları büyük çarşılar hâlinde toplanmışlardı. Osmanlı ordusunun ok ihtiyâcını cebeci ocağı karşılamakta, bu ocak tarafından îmal edilen oklar sandıklarla savaş meydanına götürülüp burada kemankeşlere dağıtılmaktaydı. Pâdişâhı ise, dört yüz okçu muhâfaza ederdi.

Osmanlının son zamanlarına doğru özellikle ikinci Mahmûd Han zamânında ateşli silahların iyice yerleşmesiyle, okçuluk eski önemini kaybetmeye başladı.
--spoiler--
ogrenmek istedigim sporumsu sey. ama nerde kursu var yayimi okumu kendim mi alicam falan hi bilmiyorum. bu seneden sonra arastirip baslamak hedefim.
okullarda beden egıtımı derslerınde her spor gıbı egıtımı kısada olsa verılmelı, yeteneklı gencler secılmelı ve en onemlı ozelıklerınde bırı lan hızlı odaklanma konusunda ınsanların kısısel gelısımınede katkısı olabılır.
Yetenekli olduğumu hissettiğim, kişiliğimi tamamlayan, uçuk fiyatlar yüzünden uygun bir kulüp bulamadığım, tutkunu olduğum, en sevdiğim spor.

Edit: Sonunda kulübümü buldum, kaydımı yaptırdım ve 1 aydır devam ediyorum, hızla da gelişiyorum, sonuç olarak son derece mutluyum, mesudum arkadaşlar.

10 yıl sonra gelen edit: o kulüpten lisans alıp sonra anca üniversitede seçmeli derste ok atabildim, o da çok kısa sürdü. Çok özlüyorum.
Sözlükte yapmış veya yapmakta olan biri varsa allahını severse benle irtibata geçsin dediğim, hayranı olduğum spor.

"wir sind die Jäger!"