bugün

şöyle bir kıyaslamanın, yurdumdaki halini anlatabileceği nesne;

(bkz: kitap) (22)
(bkz: ajdar anık) (257)
yaz günü pencerenin kenarında oturmuş kitap okuyorum. dışarısı cıvıl cıvıl. babam "oğlum manyakmısın çık dışarı sokak çocuk dolu" demişti. bende " baba benim manyaklığım birşey değil ne manyaklar var, bir-iki günde okunacak kitabı beş yılda yazıyor demiştim." babam beni anlamamış ve büyükler ile nasıl konuşulacağı hakkında bayağı birşeyler söylemişti.
kutsal bilgi kaynagi.
insanı en uzağa götüren gemi. *
yaşamaktır kitap. arka sokağında neler olduğunu tahmin edebilmektir. kendi üçgenin dışında evreni görebilmektir.
hayatın ta kendisidir.
okuyana ve anlayabilene herşey bir kitaptır.
zor bir olgudur.

yazma sürecini ele alalım mesela, bilhassa bizimki gibi ülkelerde asla karın doyurmayan bir uğraş olduğu için muhtemelen kitabı yazarken dünyevi işlerini kayyuma devretme şansın olmaz. iki arada bir derede yazarsın hatta çoğu zaman.

sonra, bastırma süreci vardır. ki en zoru budur. üç yıl boyunca elinde dosyasıyla, sanki adliye koridorunda idamı bekler gibi yayınevi kapılarında bekleyen abilerim var mesela benim. şanslıysan, en az bir en çok üç-dört yılda bir yeri bulup, iyi kötü bir sözleşmeye imzanı atarsın. sonrası yayınevine kalmış, ki belki bulma sürecinden bile uzun sürecektir basılma süreci.

ve en son olarak, bunun duyurulması vardır ki, kolay olduğu kadar rezilce bir iştir. kırk yıllık arkadaşlarından bile çekinir insan, kişisel facebook hesabında ikinci kez yazmaktan çıkarttığı kitabın duyurusunu. ama el mahkum, çok tanıdık bir isim olmadığın için olması gereken şey (yeni çıkanlar rafı'na konulması) değil de, gelen kolinin direk türüne göre bir rafa konulması hadisesiyle karşı karşıya kalmışsındır. yapacak bir şey yok, kendi çabanla duyurmaya çalışırsın. ki bu çok tehlikeli bir süreç olacaktır: bu süreç yüzünden yirmi beş yıl önce şiir yazmaya tövbe eden bir tanıdığın varken hele, bilirsin, ucu nereye kadar gidebilir...
bir romanı, bir öyküyü okumaya başladınız mı tasalarınızdan kurtuluverirsiniz.
okunan her kitap, insana güçlüklerle mücadele etme yolunda ipuçları verir.
üç beş kitap ookuduktan sonra düşüncelerinin olgunllaştığını, iç dünyasının zenginleştiğini fark etmeyen yoktur.
kitap, siz istediğinizde sizle konuşan, istemediğinizde susan, hiçbir zaman size küsmeyen bir doosttur.
tutkudur. bu tutku damarlarınıza girdiğinde emek ister, okumaktan bahsetmiyorum o işin en zahmetsiz tarafı, yeni çıkan kitapları takip et, sahafları dolaş yeni baskısı olmayan eski kitapları incele, tozlarını yut, kokularını tüm bedenine çek, o kitabı senden önce kimler nerede hangi ruh haliyle okumuş düşün, kitapçı da unuttuğun zaman kavramını için randevularına geç kal, bekleyen dostların seni anlayamadıkları için seni bırakıp gitsinler ve satın aldığın uykusuz gecelerinin arkadaşı ile eve döndüğünde okuyup binlerce kitabının içine koyacağın yeni dostuna odasını göster..
görsel
En gereksiz içeriklisinin bile birilerinin derdine derman olabilecek kudrete sahip olduğu gürültülü sessizliktir.
Yolculuk, kafa dinleme sebebi, geniş bakış açısı kazanma yardımcısı.
"Beni oku! içimdeki gölgeler ayınlansın. Beni oku! Ben okundukça kitap, sen okudukça insansın!"
Ne kadar çok iyi kitapla tanışırsan, birlikte olmaktan zevk aldığın kişilerin sayısı o kadar azalacaktır.

Ludwig Andreas Feuerbach
hepsi birer hikayedir boy boy kitapların. aynı hayatta yaşayanlarının bile farklı cümlelerde nefes aldığı beyaz sayfalardır bunlar. bildiklerini, hissettiklerini saklayarak paslanır, yaşlanırken birinin dokunuşuyla bayram eder her bir yaprakları. bildiklerini aktarmanın zevkiyle irkilir eskimiş ciltleri. hepsinin ağzında aynı şiir vardır kulak verenlerin fısıltılarını duyabileceği:

ne çektiysem bir bana her gün sert hamlelerle dokunanlardan
bir de raflarda tozlar içinde yaşlanırken yüzüme bile bakmayanlardan.
ne arkadaşlarımı gördüm okunup ellerde dolaştıktan sonra ateşlerde yakılan,
ne akrabalarım gitti üzerlerine dokunan sivri kalem uçlarıyla, kanamalardan.
ben bir korkarım yırtılmaktan, haşlanmaktan,
bir de korkarım çocukların ellerinde sayfalara ayrılacak yem olmaktan.
soyum gelir ağaç soyundan da, ben fotosentez yapamam;
tüm suçum bu mudur acaba bu kadar kötü hikayelere baş kahraman olmam?
biri çıksa yine alsa beni kucağına, tüketse içimdekileri paylaşımlarıyla;
ama benimle uyuyup ezip yırtmasa tenimi, kolumu, kanadımı acımasızca.
neden kimse yıkamıyor beni kuru bezlerin yumuşaklığında?
ya da neden kimse altın, gümüş madalyalar kadar değer vermiyor bana?
alınan her ödül benim sayemde sanırdım ben de bilmezce,
halbuki ne bir genç ne bir yetişkin gördüm, adımı anan ulaştığı yüksek mertebelerde. *