bugün

2012 danimarka yapımı, sinirleri bir hayli zorlayan film.
vinterberg bu filmle olağanüstü dönüşümünü gerçekleştiriyor.
hatırladığımız gibi vinterberg lars von trier ile birlikte dogme 95 akımını başlatmışlardı.
o gündür bu gündür kendisinden iyi haberler alamıyorduk, filmekiminde izleme şansına nail olanlar,
koltuklarından kalkıp neredeyse haykırıyorlardı "onur savaşı"nı..
çaresizliğin en iyi aktarıldığı filmlerden.
aklıma (bkz: ulan o kadar mesaimiz var insan nereye der) lafını getiren filmdir. ulan öyle bir durumda adama sormazlar mı bu kız ne diyo diye. ama çok iyi film.
gecenin bir yarısı, aylar sonra sözlüğe entry girmeme neden olan thomas vintenberg imzalı,mads mikkelsen'in döktürdüğü film. itiraf edeyim ikisini de ilk defa izledim.** hayran oldum. bu adamları bu zamana kadar tanımıyor olduğum için kendime kızdım. bi kaç da küfür ettim. tanınası izlenilesi adamlar. jagten izlenmesi gereken bir film. son yıllarda izlediğim en iyi filmlerden bir tanesi diyebilirim. vakti olanların biraz gerilmek biraz üzülmek biraz çaresiz kalmak biraz suçlanmak biraz isyan etmek isteyenlerin izlemesi gereken bir film jagten.
(bkz: çamur at izi kalsın)

işin içinden bir türlü çıkamadağım mevzu. lan bir insan bir şeyi yapmadığını nasıl kanıtlar ki, bir de tek şahit çocuksa ve konu gerçekten hassas bir konuysa. çocuk bile "o yapmadı" diyor, etrafındakiler yok yok yapmıştır sen korkuyorsun bizden saklamaya çalışıyorsun diyor. hayır, benim başıma gelse muhtemelen bende filmdeki karakterlerle aynı tepkileri verirdim. ne yani adam "tecavüz ettim" mi diyecek, tabi inkar edecek. üniversitede öğretim görevlisi olsam bunu sorardım yeminle. mis gibi de ödev. 'siz olsanız bu işin içinden nasıl sıyrılırdınız.' bu mevzuyu kimsenin üzerinde çamur kalmayacak şekilde açıklayabileni "benim sana öğretebileceğim şey yok der" kafadan mezun ederdim.
insanların nefrete nasıl kısa bir sürede ulaşabileceklerini derinlemesine gösteren film. suçluyu ya da suçu insanların çözmesine izin verildiğinde neler olabileceğini gösteren film. anlamayanlar olabilir sert bi konu ama insanların kutsalları ya da değer verdikleri insanlar hakkında işlenen suçlar için çözüm unsuru olarak kendilerini görmeleri sonucunda linç kültürün tehlikesini tüm ön yargılara rağmen çok iyi işleyebilmiş film. insanlar kendilerince yanlış hatalı yada suçlu gördükleri insanları cezalandırmaya kalktığında neler olduğunu Madımakta gördük hala da görüyoruz bakın ellerinde palalarla sopalarla sokaktaki insanlara.
--spoiler--
"bütün orospu çocuklarını toplamışlar ve bir filme doldurmuşlar" dvd arka kapak yazısı olur bundan.

film konusu itibariyle gerçekleri ülkemizde belki de çok yaşanıyordur. böyle izlemesi değişik oldu ama. tabi ülkemizden bir fark var. burada kahramanımız suçsuz. salak bir veletin yüzünden adamın hayatı alt üst oldu. koca adama kimse inanmadı gerzek bir velete herkes inandı. fanny bile o kızdan kat kat zekiydi ki bu olay yüzünden kurban oldu. onun öldürülmesi gerçekten içimi parçaladı. bu kadar insafsız olunmaz ben arkadaşım.
filmi izlerken bildiğin acı çektim. konuyu çok iyi yaşattı film. sanki o suçlamalara ben maruz kaldım.

ayrıca eve taş atılması ve son saniyedeki atış yerimden hoplattı.
--spoiler--
yönetmenliğini Thomas Vinterbergin yaptığı, başrolde yalnızca Mads Mikkelsen olduğunu düşündüğüm, 2012 yapımı danimarka filmi.

--spoiler--

filmde işlenen konu her insanın başına gelebilecek cinste. küçük bir çocuğun iftirasına maruz kalan lucas ın çevresindeki insanlar tarafından nasıl dışlandığını öylesine anlatmış ki yönetmen, film oldukça yavaş ilerlemesine rağmen insandaki merak duygusu sonuna kadar izlettiriyor filmi.

herkes lucasın suçlu olduğunu düşünmeye başlar ve filmin sonuna kadar bunu savunurlar. aslında seyirci anlayabiliyor suçsuz olduğunu ancak o kadar insanın tutumunu görünce acaba diyebiliyor.

filmin 1 yıl sonra diye başlayan son sahnesinde her şey düzelmiş gibi gözükse de tüm o gülümsemelerin sahte olduğu anlaşabiliyor. filmin sonunda ateş edenin kim olduğu çok ta önemli değil aslında, küçük kızın abisi olabilir ya da sıradan biri hiç fark etmez. önemli olan bunca yaşanana rağmen hala aynı düşünceye sahip insanların olduğu ve lucas ın üzerine atılan çamurla bir ömür boyu yaşamak zorunda oluşudur.

--spoiler--
konusu bakımından pek orijinal olmayan, fakat anlatım ve yaşattığı tecrübe için 10/10 verdiğim filmdir.

şahsen yavaş ilerleyen filmlerden sıkılan bir insanım, ancak bu beni kendine kenetledi resmen. her duruşu bakışı yorumluyorsunuz ister istemez. öyle sığ bir film değil bu, vakit kaybı olduğunu söyleyen yorumlara aldanmayın. kafanızın rahat olduğu bir ara oturup vakit ayırın derim.

--spoiler--

mads mikkelsen'in canlandırdığı baş karakter Lucas, tipi itibariyle aslında bana göre itici, soğuk ancak çocuklarla kurduğu bağ ve iletişimin gücünü gördükçe ısındığınız bir karakter oluyor filmin başlarında. ayrıldığı eşinin göstermediği oğluna özlem duyan, aynı zamanda da hayvansever bir abimiz oluyor kendisi. bir gün çalıştığı kreşte ona fazlaca yakınlık duyan bir kız çocuğunun cinsel içerikli uydurmalarıyla bir anda insanların gözünde sapık bir canavara dönüşüyor. her şey güzel giderken Lucas'ın bir anda toplumdan haksız yere dışlanmasına içiniz giderken, hala azimle hak ve onur arayışına şahit oluyorsunuz.

her şey tatlıya bağlandıktan ve aradan bir sene geçtikten sonraki bir sahne var ki insana kendi ahlaksızlığını sorgulatır cinsten. küçük kız yerlerdeki çizgilerin üzerine basmaktan hoşlanmadığı için kapıdan içeriye giremiyor. ve film boyunca haklı olduğunu bildiğiniz, asla birini incitmeyeceğini düşündüğünüz adam, bu sahnede küçük kızı kucağına alarak kapı eşiğine kadar ona yardımcı oluyor. kız önce çekiniyor adamdan, kas katı ve soğuk duruyor kucağında. işte o sırada aklımdan adamın gerçekten kızı taciz ettiği düşüncesi geçti ve tiksindim bu görüntüden. film boyunca adamı suçlayan zihniyet nasıl içime işlediyse, adamın suçsuz olduğunu bilmeme rağmen kız adamın boynuna sarılıncaya kadarki o kısa süre içinde tiksindim Lucas'tan. işte burda yönetmeni tebrik etmek lazım. insan zihninin bu şekilde kirlenmeye nasıl elverişli oluğunu bana gösterdi.

kilise sahnesi muhteşemdi. film afişine konulmuş o bakış, çok yerinde bir seçim. Lucas kimse tarafından sevilmeyen istenmeyen biri olup çıktıktan sonra sığınacağı tek şey tanrı oluyor. ama gururuna yediremeyişi ve hala kendini doğru ifade etme isteği var içinde. işte o an o bakışı atıyor bir zamanlar en iyi arkadaşı olan ama şimdi onu kızının sapığı olarak gören adama.
gururdan gözleri doluyor...

"the hunt" ismiyle bu film ne alaka derseniz: adamcağız eski yaşantısına dönüp tekrar geyik avına çıkıyor sevdikleriyle. kendinden emin ve güvenli. ancak bir anda bir kurşun kafasının üzerinden ağaca saplanıyor. hayal meyal üzerine tüfeğini doğrultmuş birini görüyor ve bu görüntü kayboluyor. işte orada aslında avcı değil de halen bir av olduğunu anladığındaki yüz ifadesi var ki mikkelsen'i bir kere daha takdir etmek lazım. işte hayat da bu ahlak anlayışı ya da anlayışsızlığı düzeyinde aslında böyle değil midir bazen. birilerinin attığı çamur çıkmaz üzerinden, asla anlatamazsın derdini. hukuken temize çıksan bile, bir yerde birilerinin zihninde hep o şüphe kalacaktır mutlaka.

son bir şey daha. bu insanlar o kadar arkasından konuşup çamura buladıkları adamın nasıl yüzüne bakabilmektedirler akıl alır gibi değil. yüzüne bakmayı bırak, tekrar eskisi samimi davranıyorlar bir de, tabi görünüşte. bu nasıl bir riyakarlıktır yav. belki danimarka toplumu böyle bir toplumdur bilemiyorum. ama değil 1 sene, aradan 10 yıl bile geçse ben o adamın yüzüne bakamazdım utançtan.

--spoiler--
çok sıradan basit bir olay aslında filmin anlattığı. laf arasında duysanız üzerinde düşünmeden yaftayı yapıştıracağınız cinsten. avrupa sinemasına da ilgili biri olarak hayli zamandır izlemeyi kafama koyup bir türlü fırsat bulamadığım, izlemenin bugüne nasip olduğu film.

--spoiler--

ince düşünen kolay kolay kimseye şöyledir, böyledir demeyen biriyim. bu filmde dünya üzerinde en çok nefret ettiğim kıt kafalı, insanları kolayca yaftalayabilen tiplerden bolca vardı. bazıları şüpheye düşse de toplum psikolojisine uyup " çamur atıp iz bıraktıran " insanlar. hepsine lanet okudum film boyunca. masum, günahsız, içine kapanık bi adamın hayatı nasıl sikilip atılır ortaya koydular. çok da zor değil yani; sonuçta film boyunca gördüklerimiz hayatta kolaylıkla karşımıza çıkabilecek cisten.

masumiyetini kanıtlayamayan hatta bunun için çabalayamayan lucas'ı gördükçe içiniz parça parça oluyor film boyu. mads mikkelsen'in oyunculuğunu tartışmaya gerek duymuyorum ki adam hissederek oynamış ve bizlere de hissettiriyor o psikolojiyi, helal olsun.

masumiyet demişken yıllardır yakın çevremde barım barım bağırdığım lakin kimseyi inandıramadığım "çocuklar masum değildir" sözünü kanıtlar nitelikte bu film. kızın iki lafıyla adamın dünyası mahvoldu ama o kız masum öyle mi? yerim öyle masumiyeti. çocukken kardeşimle bir çok kavgamızda "şöyle dedi, böyle yaptı" iftiralarından sonra anladım ben çocukların masum olmadığını. kafalarına ne eserse söylüyorlar düşünmeden etmeden. yazık oldu lucas'a. çamur attılar izi kaldı.

--spoiler--

ilk kez bir film hakkında bu kadar uzun yazıyorum, ama gerçekten hakediyor. mutlaka izlenmeli, izlerken utanmalı film. 9/10.

not: kilise sahnesi gözlerde buğulanmaya sebep olabilir.
kesinlikle izlenmemesi gereken bir film. bakın hayatım boyunca kaç defa boş ve gereksiz film izledim sayamam. rahatsız edici şiddet filmleri; testere, hostel, ucundan kıyısından srbski film... ama hiç bir film beni bu film kadar rahatsız etmemiştir. bir insanın, hem de gayet kendi halinde, kimseye zararı dokunmayan bir adamın nasıl bu kadar kolay harcanabildiğini görüyorsunuz. tabi burada oyunculukların, özellikle de mads mikkelsen'in oyunculuğunun insanı inanılmaz bir biçimde filmin içine çekmesi durumu söz konusu. şu an sinirimden ne yapacağımı şaşırdım resmen. tabi ki de tüm bu bahsettiklerim, filmin ne kadar başarılı olduğunu gösteriyor, yoksa ilk cümleye aldanıp da bu filmi gereksiz ve saçma bir film olarak nitelendirdiğimi sanmayın.

bu da sözlükte yazdığım son entri olarak dursun burada. ola ki tüm uyarılarıma rağmen filmi izleyip de şu an sinir krizleri geçiren arkadaşlar varsa: (bkz: yalnız değilsiniz) haydi kalın sağlıcakla.
çok sevdiğim iskandinav sinemasının yüz akıdır, en iyisidir. bir kere ne olursa olsun empati kurduruyor film. genç ol yaşlı ol öğretmen ol asker ol, geçmişte bu tarz bir olaya uğramış ol yapmış ol.. bu film illa yakalar abi seni bir yerden ve izlersin sonuna kadar. 2-3 gün boyunca da aklına gelirya bir sahnesi ya da o linç edilme duygusu.

--spoiler--

ailesinden beklediği ilgiyi ve fedakarlığı bulduğu hm aile dostu hem kreşte öğretmeni olan johan'a aşık olan ve onu öpecek cesareti bile bulan bir kızın reddedildikten sonra çocuksu bir gevezelikle bir insanın hayatını mahvetmesi anlatılıyor. sanırım burada en az suçlu olanlardan biri o kız çocuğu. öğretmenine iftira atarken kullandığı argümanları abisinin pornografik fotoğrafları ona göstermesiyle öğrenen, ailesi tarafından kreşe götürülmeyen bu kız çocuğunun söylediği yalanlara kolayca inan bir kasaba var önümüzde. yalanlar söylendikten sonra esas suçlu karşımıza haklı ve mağdur olarak çıkıyor. bu öylesi bir hastalıklı ruh hali ki en yakın dostları bile söz konusu öğretmene yaptın mı diye sormaya gerek bile duymuyor. bu linç fırsatını kasabanın çok büyük bir çoğunluğu kaçırmıyor.yönetmen öğretmenin suçsuz olduğu ortaya çıktığında her şeyin normale döndüğünü zannettirse de son sahnede bu çamurun izinin geçmeyeceğini hissettiriyor. toplum bunu yansıtmasa bile öğretmenin üzerinden bu bulutun dağılması mümkün olmayacak. film de kusurlu bulduğum hiç bir nokta yok. üstelik gerçekçiliği o kadar iyi ki kendinizi filmin büyük bir kısmında johan'ın yerine koyuyorsunuz ve küçük kıza özellikle de filmi izlerken fırıncı küreğiyle vurmak istiyorsunuz. ama film bitince küçük kız ve johan'a inanan bir kaç kişi hariç hepsine fırıncı küreğiyle girişmek istedim. şiddetle öneririm.

--spoiler--
iftiranın nasıl bir lanet olduğunu gösteren film. önyargılarımızdan kurtulmalı, yargısız infaz yapmamalı, soğukkanlı olmalıyız ta ki tüm gerçek gözümüzün önüne gelene kadar.
normal bir hayat sürerken, birden çocuk taciziyle suçlanmanın ne boktan bir durum olduğunu anlatan filmdir. film, sizi o ortamın içine öyle bir sokar ki, verdiği o rahatsızlıktan gerim gerim gerilirsiniz. sinirlenirsiniz. öfkelenirsiniz. izlemeyin ya cidden gidin güzel güzel yaşayın, psikolojinizi bozmayın amk. nerden izledim lan gece gece.
mads mikkelsenin başrolde efsane bir oyunculuk sergilediği zaten aşikar.
ancak filmin bazı eksik kalan noktaları olduğunu düşünüyorum.

--spoiler--
grethe'nin isim veremem falan diyip olayı yargıya taşıdığı süreçte lucas'ın hiç bir şeyden haberi yok gibiydi. bu nasıl mümkün olabilir arkadaş, dalga mı geçiyorsunuz.
--spoiler--

bir de lucas, kimseye "o beni öpmeye çalıştı, hediye verdi, reddettim diye bir savunma yapmaması insanı iyice sinirlendiriyor.
çok etkileyici bir film
son dönemde izlediğim en iyi filmlerden
mads mikkelsenin oyunculuğu enfes
fakat atlanmaması gereken şu ki karşı taraf kıyısından da olsa anlayışı hak ediyor
100 kişiden 90 ı aynı tepkileri sergiler , mantıklı düşünmek çok zor
2 kez izlememe rağmen küçük kızın merdivenin başında dikildiği ve avlanırken birinin ateş ettiği sahneleri çözdüm dersem yalan olur
bir şeyler uydurulabiliyor ama yönetmen belki de çözmemizi istememiştir.
Olaydan çok anlatmak istediğine odaklanıldığında ne denli başaralı olduğunu anlayabileceğimiz bir film.Son sahne için bile izlenmeye değer.
özellikle çocukları sevmeyen bir erkek olan beni çok huzursuz eden ama oyunculuklarla gerçekçilikle aynı anda izlediğime çok mutlu eden film.

Mads Mikkelsen'in ne kadar mükemmel bir oyuncu olduğunu tekrar gösterir.
lars von trier'in "ayakkabınızda taş varmış hissi"ni yaratan film diyecektim ki yönetmen zaten trier ile kafadarmış. sinir zıplatır bu film. ayrıca fena halde dogville'i de çağrıştırdı. aynı tip kıt kafalı, yapmacık insanlar ve bir kasaba.

herkesin izleyip gereken dersi almasını öneriyorum.
Cidden insanın sinirlerini bozan film. Tekrar tekrar izlenilir. Her seferinde ağlanılır.

--spoiler--

Klara küçük şeytan. Senin gibi çocuk olmaz olsun. Annen de sen de o baban olacak theo da lucas'ı bitirdiniz. Adamı paramparça ettiniz be. Keşke lucas cidden şu kıza bir şey yapsaydı da benim de içim rahat etseydi.

Gelelim olayın baş sorumlusu müdüre grethe kızım sen nasıl bi insansın. Küçücük bi çocuğun söylediği bir sözü nasıl ciddiye alıp adamı suçlu çıkartırsın ya. Neymiş efendim çocuklar yalan söylemezmiş. Çocuk yalan söylemiyor da koca adam mı yalan söylüyo. Hey allahım sen akıl ver.

Lucas canım. Sen de niye kendini savunmadın. O küçük şeytan bana aşık oldu öpmeye kalktı demedin niye be niye. Ama o kilisede ağlayışın theo'ya suçsuz olduğunu kanıtlaman içimi dağladı be..
Köpeğin öldüğü ve lucas'ın oğlunun kavga ettiği sahneler muazzamdı. Ama filmin sonunda anladık ki lucas avcıyken av oldu. Bu leke de üstüne yapıştı kaldı...

--spoiler--
iyi ki canımız sıkıldı bi film izleyelim dedik. gecemin içine sıçmıştır, senaristinden ışıkçısına kadar hepsin... teşekkür ederim. filmin sonunda bi yıl sonra iyi adamın suçsuzluğu anlaşılınca bi kere diğer o şerefsizler adamın ayağına kapanıp özür dilemeliydi. ben öyle bir sahne görmedim. bu filmin izleyicisine yaptığı büyük bir saygısızlık. içim rahatlamadı. enerjim içimden alınmadı. onların o acınası, suratlarına tükürülesi halini görmeliydim. o yüzden bok gibi filmdi işte. hiç sevmedim. böyle film mi olur lağ. olan köpeğe oldu ben ona acıyom. katili de o cadalozdur.
kuzey avrupa sinemasının en güzel örneklerinden biri. filmde ki rolü mads mikkelsen'e cannes'te en iyi erkek oyuncu ödülünü kazandırmış ama az bile kalmış ödül.

--spoiler--
film boyunca lucas sakin kalmayı başardıkça ben kendimi o kadar sıkmışım ki o gün boğazım şişti. iftira ne lanet şeymiş. en yakın arkadaşına da anlatamıyosun derdini. klara'nın ailesi çocukla o kadar ilgisiz ki kızın bazı takıntılarının bile farkında değiller. abi desen ayrı bir mal. kasabalı zaten iki yüzlü. fatura da kendi halinde oğluyla yaşama mücadelesi veren lucas'a kesildi.
--spoiler--
Sinir hapı içmeden izlenmemesi gereken bir film...

iftiraya uğrayan abimizi bağıra çağıra savunmak istedim.

Böyle bir senaryo Amerikan Sineması'nın popülarite , para kazanma arzusu ile çekilseydi çok sıradan olurdu.Filmdeki o durgunluk ve sıradan insanlar izliyormuş hissi gerçekçiliği en üst seviyelere ulaştırıyor.
mads mikkelsen'in bu rolden sonra hannibal gibi bir karakteri canlandırması isabet olmuş.

keşke dizide de o amına koyduğumun kasabasına gitse ve kendisini haksız yere dışlayan tüm kasaba halkını bi kesip yese.

tanım: 2012 yapımı danimarka filmi. puanım 8/10
izlerken insanı sinir krizlerine sokan nadir filmlerden biridir. ayrıca insanı etkileyen çok az sayıdaki avrupa filmleri arasında da rahatlıkla yerini alır. çocuk, hadi çocuk olduğu için aptaldır ama öğretmenlerin ve velilerin de bu kadar aptal olması insanı deli ediyor. tamam konu hassas. ailelerin endişesi de anlaşılabilir ama o yaştaki veletlerin hayatının yüzde ellisi yalandan, yüzde eliisi de hayal güçlerinden ibaret zaten. böyle de yargısız infaz yapılmaz ki.

bu filmi izleyenlerin hoşuna gidebileceği o nadir filmlere iki örnek ise;
(bkz: ben x)
(bkz: klass)

şimdi spoiler;

--spoiler--
filmin son sahnelerinde, taciz suçlamasıyla iftira atılan adamın oğluna av tüfeği veriliyor ya. ve adamı tacizle suçlayan herkes de o sırada orada ya. işte tam o anda çocuk o tüfekle herkesi katletse süper olurdu ya nesyse.
--spoiler--