bugün

sözlük yazarlarının küçükken yaptığı maçlardır.

şimdilerde oynanmayan oyunlardır. günümüz çocukları artık bilgisayar başından karşılıklı maç yapıyor ama oyynayanlarda var tabi mese bizim mahalledikiler gibi. hergün birisi top getirir ve top patlayana kadar oynaralar. bende hiç sıkılmadan izlerim onları. çocukluğum gelir aklıma ne güzelde top oynardık o günlerde.

arada sırada kavga çıkar ben kalkıp yerimden ayırırım. anlaşmazlıkta şundan çıkmıştır.

- ayağıma bastı faul.
- basmadım yalan söyleme.
- hayır hayır yalan söylüyorsun deyip gözleri doldu.
- karşıdakide büyüklük bende kalsın diye çekilmiştir geriye.

birde mahalleler arası maçlar vardır. kavga etmek yerine en güzel tercihtir ve bizim mahallenin çocuklarıda bu yolu seçerler. ama bir türlü yenişemezler çünkü karşı mahalle takımı hep kavga çıkarırdı. bu yüzdende hiç bir maç bitmezdi.

şu basit kurallara uyamazlardı. işlerine gelmez di çünkü. sadace önemli iki kural vardı.

- 3 korner 1 penaltı.
- en iyi oynayan 2 kişi aynı takımda olmazdı.

işte bütün sorun bundan ibaretti. ama öyle böyle çok eğleniyorlar. ve ben onlara baktıkça çok mutlu oluyorum.
daha maç başlamadan 'beyler penaltı olursa ben atıcam ha ona göre' dediğimiz maçlardır.
topun sahibi takımı kurar ve kaleye geçmez.
pis burun vuran falakaya yatırılırdı. yenilen takım kola, gazoz alırdı genellikle. defans anlayışı sıfırdı. olan hep biz kalecilere olurdu. ama güzeldi.
deplasmana giden takım için cehennem ortamına dönen maçlardır.

hangi mahallede oynanıyorsa o mahallenin yaşça büyük çocukları gençleri de kendi takımlarına katılırlar ya da saha kenarında kalabalık oluştururlardı. takımlardaki yaş dengesi hatta bazen sayı dengesi bile bozulur; mesela 7 kişiye 7 kişi başlayan maç ev sahibi takım lehine 9'a 7 biçiminde devam edebilir; saha kenarından içeriye müdahaleler olabilirdi. tüm bunlara karşın konuk takım mücadelesini sonuna kadar devam ettirir; kendi sahasında oynanacak maçı düşünerek sahadan ayrılırdı.
Mutlaka topun biryerlere kacacagi tarla kenarı, balkon yani gibi yerlerde oynanır. Top saha dısında bı yerlere kaçtığında gol olursa kaleci alır, tac veya out(böyle mı yazılıyor bilniyorum) ise atan alır. Top balkona kaçarsa korkarak zile basıp istenir. Topu verir veya vermez evsahibi o belli olmaz ama her iki durumda da azar isitilecegi kesindir. Sık sık yaşlı bı amca çıkıp burda oynamayın gürültü oluyo, toz kalktığından camlar kirleniyor tarzı serzenişlerde bulunur.

Sahada genelde kale direği yoktur. Bu durum duvara kiremit parçası, kömür parçası veya hiç olmadı yeşil yapraklarla kale çizilerek ortadan kaldırılır. Duvar yanında otnanmiyorsa iki tas konarak kale yapılır. Her iki kalenin enine eşit büyüklükte olması icin adımlarla sayılarak kalenin yatay mesafeleri ölçülüp esitlenir. Kalenin yüksekliği kalecinin ellerini yukarı kaldırdığında ulaşabileceği yükseklik kadardır. Kale konusundaki bu sorunlar maclarda sık sık goldu, hayır degildi, direğin üstünden gitti vs. Tarzı tartışmalar doğurur. Sonunda kenarda izleyen birinin görüşü alınarak Tartışma sonlandirilir ve mac kaldığı yerden devam eder.

En zevklileri de mahalleler arası yapılan maclardir. Her takımda sadece o mahallede veya o sokakta oturan cocuklar oynayabilir. Yakındaki mahalleler veya sokaklarla mac yapılır.

Bu konuyu sevdim, anıları yazmayı surdurucem...
(bkz: adamın gol diyo)
sonucuna bakılmaksızın maçın sonunda kavga çıkan maçlar .
maçın başında ortaya bir bahis konulur kaybeden taraf hiç bu bahse uymazdı .
Üç korner Bir penaltıydı

En iyi oynayan iki kişi aynı takımda yer alamazdı

Maçlar minyatür kalede oynanıyorsa, penaltı boş kaleye ters şekilde topukla vurulurdu.

Abanma ve burun vurmak yoktu, vurulursa eleştirilip küfür edilirdi.

Maçların hayali kale direkleri arası adım ile sayılır, olmaları gereken yerler iki taş ile işaretlenirdi.

Anne-baba çağırınca maç biterdi.

Topu patlatan parasını öderdi

Takımlar kurulurken ilk oyuncuyu seçme hakkı, adım almayı iyi bilenindi.

Kaleci topu 3 kere sektirirse rakibe Açılsana 3 kere sektirdim derdi rakip açılırdı.

Top insanın pek münasip olmayan bir tarafına gelirse işetilirdi

Penaltılarda kaleci değiştirilirse 2 penaltı atılırdı. Eğer ilk penaltı gol olursa ikincisi atılmazdı.

Frikiklerde baraj mesafesi, frikiği kullanacak olan kişinin kocaman 3 adım atmasıyla belirlenirdi.

Top, oyun alanı içerisindeki herhangi bir arabanın altına kaçarsa büyük bir şevkle arabanın altına yatılıp top alınırdı. Topu ilk kim kaparsa o takımda başlardı.

Gol olduktan sonra eğer tartışmalar olursa ve golü yiyen takımın bir oyucusu golü kabullenirse gol yiyen takım 180 derece dönerek durumu kabullenirdi.

Eğer bir oyuncu faule maruz kalmışsa ama devam etmek istiyorsa, rakip futbolculardan birinin yürümesini dahi bahane ederek: “Adamın devam ediyor.” derdi.

Atan alır mevzusu vardı. Eğer top kime çarpıp abuk zubuk biyere kaçmışsa topun gittiği yer neresi olursa olsun koşa koşa gidip alırdı.

Eğer kaleci dahil herkes çalımlanmışsa kale çizgisinde yere yatılarak topa kafa vurulurdu.

En kaliteli top kimdeyse o kaleci olmazdı yada güçlü takımda olurdu.

Belki de en zor olanı, yokuşta maç yapmaktı. Lan şimdi düşünüyorum da her gün yükleme idmanı yiyormuşuz yokuş yukarı in-çık 2 saat...
*Hava kararmışsa, birilerini annesi cağırmışsa herkes anlardı ki mahalle maçının sonu gelmiştir.
*Bir takım 8, diğer takım 5 kişi olabilir normaldir.. Küçükleri oyuncudan saymazlar..
*Bizim zamanımızda kaleciler hep Schumacher olurdu, oyuncular da Maradona.
*Top patlarsa, patlatan kişi yeni top almassa tekme tokat girişilebilir.
o zamanlar daha futbol topu yoktu balonu alır şişirirdik patlayana kadar oynardık hey gidi günler..
-Lan tuvalete mi gidiyosun?! (baraj kurarken 3 adımı hayvan gibi atan rakip oyuncuya)
Penaltı oldugunda abanmak yoktur, teknik vurulur. Topa Karaburun vurAn ayiplanir. Takimdaki teknik oyuncular tarafından ayak ici vur, falso ver falan diye egitilip yönlendirilir. Ama asla ogrenemeyecektir...
halısaha mı vardı ozamanlar. taşlı, dikenli boş alanlarda top oynardık biz.
heyecanı güzel olurdu mahalle maçlarının.
adım saymayla adamlar alındıktan sonra "oo ama siz böyle çok güçlü oldunuz ramo'yu bari bize verin kardeşim" diye itiraz edilir.Ramo=Ramazan.Mahallenin göbekli rakıcı abisi forvet mevkiine kapak atar orda tüm paslar ona çıkarılır, korkudandır biraz da. penaltı olur onu da o atar dallama, kaçırır büyük ihtimalle ,pis pis sırıtır.ibne ibne fauller yapar çalım yiyip yetişemeyince. 5-6 sıfır yenikken lider ruhlu,çalımcı orta sahacı bağırır "hadi başlıyoruz beyler hadi yeter bu kadar avans".karanlık basınca mutlaka birinin annesi ya da babası gelir niye gelmiyosun lan eve akşam olmuş,derslerine bakmadın bile diye bi sopa atar.öylece maç biter herkes dağılır yavaş yavaş,cigalaralar yakılır.
(bkz: tek vuruş)
(bkz: çift vuruş)

evet, kız olmama karşın bayağı oynamışlığım vardır. hep de kaleci yaparlardı beni.*
top sahibi kötü oynasada kesinlikle takımda oynardı.
top mutlaka acayip bi yere kaçar.boş bi inşaata,komşunun bahçesine vs. kim gidip alcak diye tartışma çıkar. top gelene kadar kaynatılır.
maçın aniden bitirilmesi gerektiğinde, saat geç olduğunda filan "süper final gibi bişey icat edilir"di, "atan alır beyler".
patlamış futbol topunun içine bakkaldan alınan plastik baklava desenli topu yerleştirilirdi.
tebeşirden saha çizilirdi. hey gidi günler..
'adamın gol diyo' vardı. gol olup olmadığı anlaşılamayan anlarda golü yiyen taraftan biri gol derse o gol geçerliydi ve itiraf ediyorum o adam hep ben olmuşumdur.
es kaza cam filan kırıldığında ''kırılan camlar yere düşene kadar'' olay yerinde hiç kimse kalmazdı. en göbekli çocuk bile fırtına kesilirdi.
gazoz kapaklarının bile top olarak kullanıldığı dönemler. ne günlerdi be abi.
Fatih terim modeli bir oyun tarzi benimsenirdi. Kimse defansta durmaz, herkes forvete giderdi. Defansta tek yakalanan kisi takım golü yiyince ileridekilere " ey beee! Yeter artık azıcık defansa gelin!" tarzından bagirirdi.