bugün

ODTÜ'de medya üzerine yakın ve mesai arkadaşı Bülent Çaplıile dersler vermektedir.
Medya üzerine Yağmurdan Sonra adlı derleme kitabı da dikkat çekicidir.
yılbaşının gece yarısı bir umut kapısıdır. yeni yılın daha mutlu geçeceğine dair bir inancın geçidi..
her 31 aralık ı, hayatımızın dönüm noktası gibi görmek istememiz bundandır belkide...
yılbaşı geceleri eğlenceye koşmamızda..
1 ocak, yeni, temiz bir sayfadır hayatımızda...
ama eski 1 ocak larımızı 31 aralık, larımızla karşılaştırdığımızda o temiz sayfaların her birinin gönlümüzce dolmadığını da farkederiz. her tarih kitabı gibi, baz sayfalar zafer coşkuludur, bazı sayfalar hüzün kokulu...
2006 yı biraz yorgun kapatıyoruz. belki yaşanmış 12 ayın tortusu, belki yaklaşan 2007 nin vaat ettiği dinamizmin etkisiyle...
bir fırtına öncesi sessizlik tedirginliği var üzerimizde..
türkiye önemli kararlar arefesinde...
dünyanın kulağı ortadoğu daki savaş tamtamlarının ensesinde...
ama umutsuzluğa kapılmanın gereği yok, tarih bize öğretiyor ki, toplumlar büyük sıçramalarının o gerginliklerin ardından yapar.
cumhuriyet e o zorlu kurtuluş savaşı , nın ardından kavuşmadık mı? neden 2007 den bir zafer çıkarmayalım? 31 aralık gecesi bize ' her yılımız böyle geçsin' dedirtecek bir yıl olmasını diliyorum 2007 nin..
hepimiz için...

kaynak: divan life
Almanya da ilk düzenli şehir içi ulaşım seferleri ile başlangıçta
orta ve alt sımıftan insanlar kenti bir ucundan bir ucuna gezme
imkanına kavuştuklarında, Alman sosyolog Georg Simmel o korkunç
teşhisi koymuştu; "insanlık tarihinde ilk kez iki insan yan yana bu
kadar yakın oturup, bedenlerine dokundukları halde saatlerce
birbirleriyle konuşmadan yolculuk yapıyorlar"
Bir iletişimci olarak beni ilgilendiren, düşündüren, kaygılandıran
bir saptama bu.

"X KUŞAĞI". Bu yalnızlığa nicedir aşinayız. Çocuklarımız bir
süredir, uyku öncesi masallarını yataklarının başucuna konan bir
teypten dinliyorlar.

Oyunlarını bilgisayarda oynuyorlar. Derslerini videodan izliyorlar,
kahramanlarını televizyondan seçiyor, sevgilileriyle internette
buluşuyorlar. Bütün bunlar olup biterken bir odanın içinde
yapayalnızlar.

Yüzyılın bizi getirip bıraktığı nokta burası.....

Onlara "Biberon kuşağı" demek geliyor içimden.

80 lerin ekonomik özgürlüğünü kazanmış, "yuppie"
annelerinin "memelerim sarkar" endişesiyle emzirmeden yetiştirdiği
bebekler, büyüyüp yüzyılın sonunda ergen oldular.

Daha cinsellikle tanışamadan, AIDS ile karşılaştılar. Doğum Kontrol
haplarının yaygınlaşması sayesinde özgür seksin kapısını aralayan
ebeveynlerinin aksine, tanımadıkları bir virüs yüzüden özgür seksin
kapısını çektiler.

Bu korkunun zoruyla, giderek yalnızlığın güvenli ıssızlığını
keşfettiler.

Şimdi "dokunmadan yaşamanın" tadını çıkarıyorlar. Markete gitmeden,
internetten sipariş verip, bilgisayar aracılığıyla alışveriş
yapıyor, doktorlarına röntgen filmlerini "mail"leyip, uzaktan
muayene oluyorlar.

Onlara "X kuşağı" da deniliyor ; "ölü kuşak" ya da "ne idiğü
belirsiz nesil" anlamında...

En belirleyici özellikleri yalnızlıkları...

Danstan, "bir bele sarılmanın hazzı"nı anlayan büyüklerinin aksine,
kulaklarında walkmanle "techno" ritminde tek başına dans etmekten
haz alıyorlar. Sofra başında aileyle birlikte değil, odalarında
ekran karşısında veya burgercide ayaküstü, ama mutlaka
yalnız "atıştırmayı" tercih ediyorlar.

Gazete okumuyor, "göz atıyor"lar. DVD deki filmi zıplayarak izliyor,
kitabı sayfa atlayarak okuyorlar.

Internette gezinirken, aynı anda telefonla konuşabiliyor, yemek
yiyebiliyor, televizyon izleyebiliyor ve dergilere göz
atabiliyorlar.

Uzun sevişmeler yerine üstünkörü "dokunuş"ları, uzun konuşmalar
yerine, kısa "sunuş"ları seviyorlar.

"Internette gevezelik" sitelerinden birine girip, yarattıkları yeni
dili görmelisiniz. Hep bir yere yetişme telaşındaymış gibi düşünen,
konuşan, yazan bir neslin kendine özgü dilini kuruyorlar;

"Hi" ile başlayıp "Bye" ile biten "N aber" sorusunun "N olsun" diye
yanıtlandığı garip bir geyik muhabbeti.....

En çok, kitapçılarda "ünlü Roman özetleri" türünden kitaplar görünce
onları anımsıyorum.

Yüzyılın başındakilerin hayata bakışlarımı değiştiren kitaplarin
sadece konularıyla ilgileniyorlar.

Sağlıklı yaşıyor, iyi kazanıyor, kolay harcıyorlar....hem parayı hem
dostlarını.....

Markalarını, okullarını, kariyerlerini, ailelerinden,
arkadaşlarından, fikirlerinden daha çok önemsiyorlar.

Hayatı "zap" layarak yaşıyorlar.

Bilgisayarlarında olduğu gibi özel hayatlarında da "sörf" yapmayı,
derine dalmadan yüzeysel ilişkiler kurmayı, kök salmadan dolaşmayı
yeğliyorlar.

Bu "kök salamama" meselesi, Türkiye açısından özellikle önemli....

Geçenlerde bir arkadaşım "Farkında mısın ? "dedi, "hiçbirimiz
dedemizin mezarının olduğu kentte oturmuyoruz artık" .

Hrant Drink in televizyonda anlattığı öykü daha da dramatikti. Her
gittiği yeri çiçeklerle bezeyen bir dostunun, son yerleştiği evinin
bahçesini çırılçıplak bulunca nedenini sormuş.

Hrant şu yanıtı almış;

"Ne zaman bir ağac ektim de meyvesini yiyebildim ki...."

Öylesine köksüz, öylesine göçebe, öylesine gezgin bir toplumuz ki
hala...Yerleşemedik gitti..... Dedelerimizin mezarlarının olduğu
yerleri terk ettikten sonra, ilkin evimizi, derken işimizi, aşımızı
ve nihayet bütün yaşamımızı değiştirdik.

Bütün bunlar yarım asır içinde olup bitti ve hepimizde öyle bir
travma yaratti ki, hala altından kalkamıyoruz.
sağdan baksan solda,soldan baksan sağda insan
yazdigi kitaplar, yaptigi belgeseller, gazetedeki köse yazilari, ses tonu, konusmasi, o yalin anlatimiyla Türkiyede bu isi ciddi anlamda güzel yapan bir elin parmaklarini gecmeyen kisilerden biridir.
"Doğumdan sonra hayat var mı?" adlı uyarlama yazısını okuduktan sonra, yaşama farklı gözlerle bakma kaynağı degerli yazar.

Buyrun: http://www.candundar.com.tr/index.php?Did=1411
yakın arkadaşı hrant dink'in cenazesinin kaldırılacağı gün milliyet gazetesinde yazdığı yazıyla insanı duygu seline sürükleyen usta kalem. işte o yazı:

Ey güzel ülkem!

Seni yürüyeceğiz bugün; adım adım... kaldırım kaldırım...
Taşlarında büyüdüğümüz, serpilirken diz kanatıp taban çürüttüğümüz o kaldırımların kabir şimdi bize...
Beynimiz bir kin tuzağında nar gibi dağılıyor; cesedimize serilen
gazetelerin başlıklarında kardeşlik çağrılarımız kanıyor.
Ağrı dağı sallanıyor, yürek ağrımızın şiddetinden...
***
Yürüyeceğiz bugün, mayınlı bir güzergâh boyunca:
Uğur Mumcu caddesinden geçip Musa Anter meydanına yöneleceğiz.
Ahmet Taner Kışlalı merkezinin oradan Hiram Abas parkına döneceğiz.
Metin Göktepe'yi öldürdükleri köşeden Bahriye Üçok'u bombaladıkları eve doğru çıkacağız.
Abdi ipekçi heykelini geçip Hablemitoğlu çıkmazına gireceğiz.
Gün Sazak sokaktan, Muammer Aksoy bulvarına, oradan Nihat Erim sapağına, Doğan Öz mahallesine...
Derken kendimizi Hrant Dink mezarlığında bulacağız.
işte budur bize miras, kanlı atlas...
Sıra hangimizde endişesiyle arşınlayacağız yollarını; içimiz tıpkı sen gibi; kâh köpük köpük umut, kâh katran karası hicran...
***
Güvercinleri sever sanıyorlar seni; şahinliği konduramadıklarından sana...
Oysa sen, en çok sana zulmedenleri başına taç yapan bir bivefasın; elinde al kanlar, yüzünde pençe pençe darbe izleriyle umarsızsın.
Gurur duyarsın, sahte sevdalılarınla...
Katillerin gezinir yollarında elini kolunu sallayarak; dokunmazsın.
Ayırırsın çocuklarını; kayırırsın.
Çatışırlar soyları kırılasıya, göz yumarsın.
Sanki en çok, seni sevenlere düşmansın.
Nasıl da kıyarsın, zulmedersin onlara; yargılar, hapseder, gömersin en işlek caddelerine, güpegündüz, uluorta...
Aldırmazsın.
***
Seni sevdik diye bütün bunlar; şu halinle bile sevdiğimiz sen, şu halde olmayasın diye...
Selameti eli kanlı cellat sürülerinde aramayasın diye...
Eskisi gibi yüzünde güller açsın, dilinde her dilde türkü çalsın diye...
insanlık ailesi sana gıpta etsin; senden övgüyle bahsetsin; evlatların dünyanın her köşesini alnı açık gezsin diye...
Zar zor, yana yakıla, can pahasına dokuduğumuz bir güzelim halısın; lakin öyle narinsin ki bir kibritlik canın var.
Işıklı bir beyne sıkılan üç hain kurşun, o hayali cennetten ebedi bir cehennem yapar. Kararır yine ümidimizin ufukları...
Düşeriz yollara, kan kırmızı atlaslar boyunca, kayıplarımızın peşi sıra... Yaslı bir duduk çalar Ermeni mezarlığında...
istanbullu Bedros Turyan'ın dizeleri vasiyetimiz olur:
***
Solgun benizli ölüm meleği
sınırsız bir gülüşle karşıma dikilse de,
acılarımla ruhum buhar olup uçsa da,
bilin ki hâlâ yaşıyorum.

Terli alnımla
taş kesilmiş vücudumu,
kefene sarıp kara tabuta koysalar da,
bilin ki hâlâ yaşıyorum.

Acımasız ölüm meleğinin titrek gülüşü
dokunaklı çanın çalmasıyla,
tabutum ağır ağır ilerlese de,
bilin ki hâlâ yaşıyorum.

Yas şarkıları söyleyen insanlar,
siyah giysileri ve asık suratlarıyla
tütsü ve dualar yaysalar da,
bilin ki hâlâ yaşıyorum.

Çukurumu kazıp beni gömseler de
yasa bürünmüş sevdiklerim
Ağlaşıp ayrılsalar da
bilin ki hâlâ yaşıyorum.

Ama eğer bir köşede
unutulup giderse mezarım,
ve hatıram da solarsa,
Ah işte ben o zaman ölürüm.
Hrant Dink süikasti ile ilgili entellektüel camiadan belki de en çok canı acıyan insandır. yazdıklarıyla ve söylediği sözlerle ne kadar cesur olduğunu her defasında kanıtlayan, susmayan belki de susturulamayan yazardır. iyi ki de susmayacaktır iyi ki de "neden?" diye bir program sunarak bu konuyu aydınlatmaya bir neden bulmaya çalışmaktadır.
cezmi ersöz ün siyaset ögrenmiş versiyonu.
16 Haziran 1961 yılında Ankara'da doğdu.

1982 yılında A.Ü. S.B.F. Basın Yayın Yüksek Okulundan mezun oldu.

1979'den itibaren sırasıyla Yankı, Hürriyet, Nokta, Haftaya Bakış, Söz ve Tempoda çalıştı.

1986 da ingiltere'de, London School of Journalismi bitirdi.

ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünde Siyaset Bilimi dalında yüksek lisansını 1988'de, aynı bölümünde doktorasını 1996'da tamamladı.

Televizyona 1988'de TRT de başladı. 1989 32.Günde çalışmaya başladı. Mehmet Ali Birand ve Bülent Çaplı ile birlikte 1991 de Demirkıratı, 1994'de 12 Mart yaptı.

1992'de Cumhuriyet'in Kraliçelerini, 1993'de Sarı Zeybeki hazırladı.

1993-94 yıllarında Birand'la birlikte Çapraz Ateşi yaptılar.

1994-95 yıllarında Gölgedekiler belgesel dizisini hazırladı.

1996-97 de hazırladığı 10 bölümlük Aynalar belgeseli Show Tv'de yayınlandı. Yine Show Tv'de 2 yıl süre ile 40 Dakika haber programını hazırlayıp sundu.

1998'de Yükselen Bir Denizi hazırladı.

1999'da ismet Paşa belgeselini Bülent Çaplı ile birlikte hazırladı.

"Zaten Tiyatro Dediğin Nedir Ki?" isimli Devlet Tiyatroları belgeselini 1999'da hazırladı. Köy Enstitüleri için hazırladığı belgesel 2000 yılında ATV'de yayınlandı. 2000 yılında NTV'ye 10 bölümlük 4.Nesil ve iş Bankası belgesellerini, 2001 de CNN Türk Halef belgeselini hazırladı.

2002 Ocak ayında hazırladığı Nazım Hikmet belgeseli CNN Türk kanalında yayınlandı.

2002'de 3 bölümlük Fenerbahçe'nin tarihinin anlatıldığı Bahçedeki Fener belgeselini hazırladı.

2003 yılında Bir Yaşam iksiri belgeselini ve O Gün belgesel dizisini, 2004 te Yüzyılın Aşkları ve Karaoğlan'ı hazırladı.

2005 yılında "Yetiştik Çünkü Biz!.." Mülkiye Belgeseli'ni hazırladı.

2006 Şubat'ında Adnan Menderes-Ayhan Aydan aşkını anlatan "Tatarım" belgeselini yaptı.

Köşe yazarlığı 1994'te Aktüel'de başladı. Aynı yıl günlük köşe yazıları yazmaya başladığı Yeni Yüzyıl gazetesinde 5 yıl çalıştı. 1999 Ocak'ından 2000 Aralık sonuna kadar Sabah gazetesinde köşe yazarlığı yaptı.

2001 Ocak ayından beri Milliyet Gazatesinde köşe yazılarına devam etmekte.

1994-2005 yılları arasında Aktüel dergisinde köşe yazıları yazdı.

Basılı Kitapları; Demirkıra, 12 Mart Sarı Zeybek, Gölgedekiler, Hayata ve Siyasete Dair, Yağmurdan Sonra, Ergenekon, Yarim Haziran, Benim Gençliği, Köy Enstitüleri, Yaveri Atatürk'ü Anlatıyor, Nereye?' Uzaklar, Yükselen Bir Deniz, Savaşta Ne Yaptın Baba?, Büyülü Fener, Bir Yaşam iksiri, Atatürk Aramızda, Sedat Alp, "Kırmızı Bisiklet", Yıldızlar, Duvar, Nazım, ilk Durak-iETT, "Özel Arşivinden Belgeler ve Anılarıyla Vehbi Koç", "Yüzyılın Aşkları". (bkz: http://www.kimkimdir.gen.tr/kimkimdir.php?id=3546)

Can Dündar, insanları Kendinden Geçirn, Düşündüren , Sevgiyi, Aşkı Ve Yaşamı iyi Bir Dille Anlatan , Asla Hiçbirşeyden Çekinmeyen, Yaşamı Ortada Olan Mükemmel Bir insan Ve Yazardır.
izlediğim de okuduğumda duruşu ile konuşma uslubu ile
huzur bulduğum yüce insan.
neyi yazdığına ne kadar önem verse de nasıl yazdığıyla hatırlanacak mükemmel yazar, belki de en iyisi. Yazılarını okurken sesinden dinliyor hissini veren tek yazar.
(bkz: ilef öğrencileri ve hocaları)
mesleğindeki başarısına, konuşması ve ses tonundaki mükemmeliyet de eklenesi gazeteci.
hrant dink cinayeti ve sonrasindaki olaylarla calkalanan turkiye nin cok gercekci bir portresini bugun 1 paragrafta cizmistir:

"100 binlik Dink yürüyüşü bizi yanıltmasın. Bir yayıncı dostum, yayınevinin internet sitesine koyduğu "Dink'in katlini kınıyoruz" ilanından sonra site ziyaretçilerinin üçte bir azaldığını söyledi dün...
Bunlar toplumun okur-yazar kesimi...
Daha bilinçsiz kesimlere inildikçe tahammülsüzlüğün hepten ağırlaştığı, ırkçı-milliyetçi tepkinin yoğunlaştığı, yobazlığın koyulaştığı ortaya çıkıyor.
Bahsettiğim araştırmada "Ramazanda lokantalar iftara kadar kapalı olmalı mı?" sorusuna yüzde 49'un "Evet" dediğini anımsayalım.
Toplum, komşusunun acısını paylaşmaya dönük bir sloganı bile hoş göremeyecek kadar kör bir milliyetçiliğe sürükleniyor koşar adım..."

Bu tespit elbette yeni bir sey degil ve bir cok insanin farkinda oldugu bir durum, ama yine de yazilmasi onemli ve maalesef ulkenin gelecegi icin cok tedirgin edici.
üstatın bugün kü yazısına bakmamız son güzlerde "hepimiz ermeniyiz" cümlesinin tam olarak açılımını yapacak herhalde.
http://www.milliyet.com.t...7/01/30/yazar/dundar.html
bugün yazmış olduğu yazısında * ; toplumdaki sağduyu nasıl uyandırılır ve bu sağduyuyu uyandırmak için nasıl tespitler yapmak gerekir konularında adeta ders vermiş akl-ı selim yazar.
acı türkiye gerçeklerini anlatmakta usta yazar.

Yazının son cümlesine özellikle dikkat!!

--spoiler--
Harçlık isteyen çocuklara bu yazıyla birlikte veriniz.
Hayat dersi niyetine...
--spoiler--

milliyet.com.tr/2007/02/10/yazar/dundar.html
tel çerçeve yuvarlak gözlüklerin hala moda olduğu ve şimdiki gibi mallık değil entellektüellik belirtisi sayıldığı yıllarda, gözlüklerinin hakkını fazlasıyla veren adamdır.
ahmet hakan, yilmaz erdoğan, yasar kemal, elif şafak, orhan pamuk gibileriyle bu ülkeye aydin(!) olmuş, emperyalizm düşmanlarica nefret edilen aydın doğanın* yalaması, gene emperyalizm ayaklarindaki sahsiyetlerce yuceltilen mumtaz kimse.****
alaattin cakicinin tekirdag f tipi kapali cezaevinden ntv deki mit ile ilgili neden programinda ki konusmalari nedeniyle akilli! olmaya davet ettigi, tüm medyada sayisi bir elin parmaklarini gecmeyen okunasi degerlerden biri.umarim minik kurtcuklardan birinin hedefi olmaz.
bugün izlediğim röportajında "iyi bir roman okuyucusu değilim" itirafını yaparak beni şaşırtan, süpersel bir ses tonuna sahip gazeteci.

(bkz: basın yayın ve görsellik)
farklı bakış açısıyla lezzetli edebiyat tatları sunan güleryüzlü gazeteci. politikaya takılıp kalmayan, eminem' in çocuklar arasında popüler olmaya başladığı dönemde yazdığı makale gibi bir sürü eseriyle okunan isim.

--spoiler--
bir süre sonra oğlum eminem dinlemeyi azalttı. rahatlasak ta, bazı yağmurlu gecelerde hala eminem' in salladığı kürek kulağımıza çalınmıyor değil. * *
--spoiler--
yeni şafak gazetesi'nin haberine göre tehdit altında olan tipsiz kişi.
http://www.yenisafak.com....GD/Dündar/tehdit/altında/

Araziye yattığın gün sıra sana daha gelmemiş miydi Can kardeş?
http://haber.gazetevatan.com/Haber/408347/1/Gundem
(#1332127)