bugün

selam kederden ölen adam, yanına geliyorum.
Hala, hala, hala. Aylardır hissettiğim o lanet sevgi bitmiyor. Gelmeyeceğini bildiğim bir durakta, hem de kışın ayazında, seni bekliyor gibiyim. Sen gelmeyeceksin, sen gelmezsin. Ama isterdim gelmeni, ya da gitmeyi, sen beklerken beni.
bir kez daha sarılsak sonsuza inanacak gibiyim. bir kez daha buluşsak gecenin bir vakti, ben yine geç kalsam, içsek, sabahlasak yine. otursak o banka yeniden. burnumdan öpsen önce, sarılsak. istediğim çok değil, biliyorsun. bilmediğin, aslında sana ne kadar çok ihtiyacım olduğu. bilseydin, görseydin ne kadar inanmak istediğimi, 1 gün daha beklemezdin geri dönmek için.
Ayrılık değil, sevgisizlik yoruyormuş. Sevgisizliğin yoruyormuş.
sana daha yazmıyorum.
cevap vermedin insafsız.
(#20165843) ve (#20202519)

herkes istiyor güzel şeyler olsun hayatında elbet. sorsam, herkesin öncelikli isteği huzur olur sanırım. sevgilim sen bunları siktir et, nasılsın? içbükey bir şeyler var gibi üzerimde, içimi göremiyorum. sabah oldu, uyuyamıyorum. neden uyuyamıyorum bilmiyorum. oysa kahve bile içmedim kasten. kedi her yeri mahvediyor. makineden çıkardığım çamaşırların üzerinde bile kılları var. ilgi istiyor. madem uyuyamıyorum dedim, kalkıp bir kahve yapayım kendime. sevmediğim birinin şarkısını dinliyorum. neden dinliyorum bunu da bilmiyorum. ama güzel şeyler söylüyor şarkı. aslında kötü şeyler söylüyor ama amacına uygun bir şekilde. odamın içine güneş vuruyor. rahatsız oluyorum. masamın üzerinde 6 tane boş sigara paketi var. benden daha aptal insanlar beni salak yerine koymaya çalışıyor, farkında değilmiş gibi davranıyorum. farkındaymış gibi davranıp ne yapacağım? yorgunum uğraşmaya. kedi çok zeki bir şey. söylemiştim. böyle anlarda gelip kucağıma yatıyor. üzüldüğümü anlıyor sanki. öyle de sevimli ki. seni de kediye benzetiyordum bağzı zamanlar. hatırladın mı? uyuyorken de kedi gibisin demiştim sana. haftaya istanbul'a gidiyorum. moda'da çay içmeyi, kadıköy sokaklarında köpek gibi gezmeyi özledim. oturup da herhangi bir binanın kapısına bira içmeyi. ne güzel şey. bu dinlediğim adam ne hüzünlü geldi sabah sabah bana. bağzı şeyler yazmam gerekli. ama kendimi kandırıyorum gerekli şeyleri yazmayarak. onları yazmak yerine bu tür şeylere harcıyorum düşüncelerimi. sözde kendimi engellemiş oluyorum. geciktirmiş oluyorum. hasiktir dedi şu an bana iç sesim. haftalardır romanıma dokunmuyorum. kaldı öylece ikinci bölümde. aklımda ama yazasım yok. yazmam gerekiyor onu da. bu arada o yazmam gereken asıl bağzı şeyleri yazmamak için başka şeyler yazıyorum demiştim ya. farkında olmadan bir deneme kitabı daha hazırlamışım neredeyse. nasıl oldu anlamadım. basılmamış bir deneme kitabı ve tamamlanmamış bir roman varken bir de bu çıktı başıma. aslında aklımdan geçen şey bu iki kitabı rafta gördükten sonra bir deneme kitabı hazırlamaktı ama o kendi kendini hazırlamış bile. ne sabırsız şey şu deneme dedikleri halt. çağrı'yla buluşmak istedim istanbul'a gittiğimde ama o kaş'ta programdaymış. sezon bitene kadar çalacakmış. senin için bağzı şeyler yazmıştım, onlar bir müzik albümü olsun istiyorum. çağrı da güzel adam. ben güzel değilim ama o sana yazdığım şeyler gerçekten güzel. o yüzden güzel adamlar yapsın istiyorum o şeyleri şarkı yapacaksa. saltuk abi de güzel adamdır. ona da gideceğim. ne biçim iş bu. insanlar bana salak demesin diye, senaryo hakkında bağzı gerçekleri söylemiyorum. çünkü o zaman hepsi her şeyi biliyormuş gibi yargılara varıyorlar. salak falan gibi şeyler söylüyorlar. benim bunu bildiğimi bildikleri halde ısrarcı davranıyorlar. ben de bundan yoruluyorum. bu adam hala hüzünlü söylüyor bu şarkıyı. niye onu listede yalnız başına bıraktıysam? söylediği şarkı beni anlasın diye belki. bende çok yalnızım. aklıma 2010 senesi geldi. ne kadar sancılı zamanlardı onlar. örümcekten çekinirim. yatağımın içinden çıkmıştı bir keresinde o zamanlarda. sonra güvendiğim dağlar var ya. onlar ne biçim karın altında kalmıştı. bembeyaz olmuştu o dağlar. sonra o dağlar üzerime devrilmişti. göğsümde bir fay varmıştı. bağzı geceler hareketleniyormuştu.

damarımda akmaya devam etseydin ne olurdu ki? hangimiz incinirdi bundan? şimdi o damarlarımda başka başka şeyler dolanıyor. ölü bir balık gibi duruyorum gibi hissediyorum. geçen gün yağmur yağıyordu barlar sokağına. çok güzeldi. herkes içeri kaçarken ben sokağa çıktım. çünkü düşündüm ki, sende yağmuru seversin ve belki yürüyorsundur altında o an. aynı şeyleri hissedebiliriz. olmadı kedişmpcyeotıursfas,j.üs,

kedim bilgisayarın üzerine oturdu. o sana kızıyor sanırım. hissediyor beni üzdüğünü ve bir şeyler yazmamı istemiyor senin için. haklıdır belki de. ne diyordum? olmadı diyordum. olmadı şey düşündüm, ölü bir balık gibi duruyorum gibi hissediyorum madem, dedim yağmurun altında durayım da bu hissim değişsin. tanrının bir balıkçı olduğunu, tezgahtaki balığı eliyle serptiği suyla ıslattığını hissederim. ne şımarık bir kedi bu böyle. bütün gün sevsem hala ilgi istiyor. ben bu kedinin istediğinden çok çok çok daha az şeyler istemiştim senden. öptüm onu şimdi. ağzıma tüyü geldi ama yuttum. belki kist olur ve böylece ölürüm. sem nerde bilmiyorum. merak ediyorum. gelir belki bir gün. belki değil kesin gelir. kötü şeyler düşünmek istemiyorum ama endişeleniyorum da. yazdığı şeyleri okudum. en son yazdıklarını. kırgın bi vedalaşma var gibi. eğer öyleyse cehenneme yeni bir kapı daha açılıyor hayatı taklit eden şu şeyde. ne âlâ! küçükken annemle pazara giderdim. poşetleri taşıma karşılığında bana ödemeyi kuş lokumu ile yapardı. mükemmel mutlu olurdum o kuş lokumlarını yerken. sonra bir daha hiç mutlu olamadım. bir sabah senin yanında uyanana dek. biraz kedi, biraz kuş lokumuydun sen. sonra kedi kaçtı, kuş lokumu bitti. ben sonra bir daha hiç mutlu olamadığım zamanlara geri döndüm. allah beni kahretsin diye ağladım. allah seni bildiği gibi yapsın diye de bağırdım. sana kötü bir şey diyemiyordum çünkü. haplıydım. kusarken klozetin kapağı boynuma düşmüştü onu bir dost sandım ve seni anlattım. ağlıyordum. onun klozet kapağı olduğunda gülmeye yatay geçiş yaptım. kahkaha atarken de yastıkla göz göze geldim. meğer klozet değilmiş o. meğer ben banyoda değil yatağımdaymışım. meğer sen beni hiç sevmemişsin. meğer. ne meğeri lan!

moda'da çay içmeyi özledim demiştim de. seninle de içecektik. kısmet olmadı hiç. adalara da gidecektik. bisiklete binecektik. kafamda plan kurmuştum, seni bisikletten itecektim. psikopatlık değil. çocukluk işte. yanında nasıl çocuklaştığımı anla diye yapacaktım bunu. hayır hayır, ağlamıyorum kedicik. kalk kucağımdan. ne moda'da çay içebildik, ne kadıköy sokaklarında gezebildik ne de adalarda bisiklete binebildik. kısmet olmadı. sen bir daha istanbul'a gelemedin. gelememekle kalmakla hayatımdan da gittin. gelmedin amenna ama bari gitmeseydin. ya da gelseydin, beraber gitseydik. adalarda kalırdık da he. toprakta yatardık. üşümezdin. ben ısıtırdım seni. o gün o kulenin dibinde nasıl yaptıysam, nasıl ısıttıysam ellerini. yine öyle ısıtırdım seni. ben hiç üşümene izin verir miyim? bir hastane seninle şirin göründü gözüme. ki şuanda bile hastane yazarken iliklerimde bir karıncalanma oluyor. pipetle bira içecektik amına koyayım! özür dilerim. küfrettiğim için. beynim ve çaresizliğim beni ele geçirdi sanki. kontrolüm dışında oluyor her şey. biliyor musun, hoş nereden bileceksin... gerçi farkına varmışsındır ama... senin yanında küfretmekten çekindim hep. düşünsene, en sevdiğim şeyi yapmaktan bile çekiniyordum. rahatsızlık duyma diye. hastalandığın gün nasıl da fırlamıştım evden. bir şey itiraf edeceğim. evden ilk çıkarken parmak arası terliklerimle çıktım, kapıyı çekmeden farkına varıp ayakkabılarımı giymiştim. eylül'dü. soğuktu. ayaklarım üşürdü. bütün gün yanında durmak, saçlarını okşamak güzeldi. sen hasta olsan da. çirkin görüntünden rahatsızlık duysan da... yabancı mıydım ben? bence değildim. ama öyleymişim sanırım. içinde kedi kılı olan kahvemden büyük ve kocaman bir yudum aldım. o kıl da gitti boğazımdan içeri. kist riskimi çoğaltıyorum. babam kumarbazdır. ondan öğrendim bu tür numaraları. o paralarıyla ve oyun kağıtlarıyla oynuyor. benim param yok. hayatın değerli olduğunu söylüyorlar hep. o yüzden bununla oynuyorum bende. o zaman da param yoktu. çalışmıyordum. sana istediğin, seni mutlu edecek gözlükleri almak için 1 paket sigara az içmiştim. ucuz, kıytırık bir gözlüktü belki ama işte seni mutlu edecekti. öyle de oldu. şu halime bak... sigaradan bahsediyorum. resmen ondan bile feragat etmişim. 1 paket az içmişim. sen mutlu ol diye. ne büyük sihrin varmış senin... şu an anladım. sen bana gaz versen ben dünyayı da fethedebilir mişim. sigara konusunda böyle davrandığıma göre. "mişim" i neden ayrı yazdım bilmiyorum sanırım ayrı yazmam gerekiyordu? bunu düşünemeyecek kadar karışık, yoğun ve hızlı bir trafik var şu an beynimde. nöronlarımın "ya yeter ulan yat uyu" diye bağırdığını duyar gibiyim. onların işi de zor he... 7 gün 24 saat seni görüyorlar. sana dair yükler taşıyorlar. ne pis bir durum. düşünsene sende öyle olduğunu. senin nöronlarının 7 gün 24 saat bana dair şeyler taşıdığını. ne kötü bir durum değil mi onlar için? gerçi konu ben olunca bu senin için de kötü bir durum oluyor. zaten o kadarına gerek yok. artık... ayda yılda bir bana dair şeyler taşısa o nöronlar, yeter. ben hissederim. diyemem bunu. dersem yalan söylemiş olurum ama belki bir gün gerçekten hissederim. çarpışır hislerimiz. göz göze gelirler. sonra benim nöronlarım senin nöronlarının çarpışma esnasında yere düşürdüğü sinyalleri toplar, verirken göz göze gelirler. nöron dedim de. en son hastaneye kaldırıldığını duydum tekrardan. bir şey demiyor mu doktor? ne biçim doktor o öyle? eğer senin içinde uygunsa ben beynimi verebilirim sana. biraz fazla yıpranmışlığı, dolmuşluğu var ama bir elektroşokla sıfırlanır her şey... elektroşok kötü bir şey. bağzı zamanlar elektrik olmadan da gerçekleşiyor. geçen yıl kurban bayramının ilk günü saat 19:44'de olmuştu bana. beynimde şimşekler çak. ne şimşek çakması be. beynime zeus saldırmıştı. sonra sıfırlandı her şey. fabrika ayarlarıma geri dönmüş gibi oldum. tatsız, tutsuz. neden gittin ki? hadi ama... o kadar da kötü bir adam değildim ben. yeşilçam filmlerini bile izlerken ağlayan bir adam, ne kadar kötü bir adam olabilir ki? ağlamak demişken. hastaneye ikinci kez kaldırıldığın gün, yani o gece yarısı yanına gelmek için otobüse binmeden önce kafamın içinden bir ses senin için "sen ne zaman nankörlük edeceksin acaba?" demişti. kızmıştım o sese. tabii o kafamın içindeki ses değil de kanımdaki ketamin ve eser miktarda amfetamin de olabilirdi, bilemiyorum ama kızdım o şey her neyse. sonra yolda beni tuttu bir ağlamak... ama ne ağlamak. hüngür hüngür. sakallarımdan utanmadan. saat gecenin dördüydü ve otobüsteki herkes uyuyordu. hıçkırıklarımı bastıramıyordum. en son görevli adama "cenazem var, babam vefat etti" diye yalan söylemiştim durumu kurtarmak adına. neden babam dedim bilmiyorum ama sanırım o anda koltuk başındaki ekranda dönen "babam ve oğlum" filmiyle alakalı bir şeydi bu. sonra da filme ağladım. yani kendimi bu konuda kandırdım. senin yanına geldiğimde hala ağlıyordum. bu sefer gerçekten ağlamamı gerektiren sahneler yaşanıyordu. ilaç kokulu, boktan bir devlet hastanesinin boktan, cezaevi koğuşu gibi demirli bir karantina odası... ve odanın içinde serumlar ve daha değişik bir şeylere bağlı olarak uyuyan sen. sikeyim! ne boktan görüntüler bunlar. fotoğrafı geç. fotoğrafı geç. ama yine yalan söyledim. senin için ağlıyorum diyemedim, üzülme diye. yolda babamın öldüğünü düşündüm ne alakaysa dedim. ona ağlıyorum dedim. bir de bu hastalığın falan. duygusallaştırdı beni dedim. birçok şey dedim aslında ama. demediğim şeylerden daha az.

sabaha karşı bir makale okudum. yeni dünya düzeninden bahsediyordu. yıkılsın amına koyayım bütün dünya. bütün düzen. ortalık karışsın. kötüler geçirsin her yeri ele. bir de öyle deneyelim bakalım. iyilerden medet uma uma bu haldeyim. bu haldeyiz. bu haldeler. bari kötüler olsun da, bahanemiz olur. şimdi aklıma "biri de çıkıp sikmedi benim o şakacı yanlarımı" karikatürü geldi. böyle bir karikatür yok da işte karikatürün içinde böyle şeyler geçiyor. kendimi o adam gibi hissettim. seni özlüyorum. yeni bir dünya ve yeni bir düzen vardı sen varken. sonra bombalar yerleştirdin o dünyanın muhtelif yerlerine ve kapıyı üzerime kapatıp gittin. düğmeye basmadan önce de izledin uzun uzun beni. bir fanusun içindeki deney faresi gibiydim ben. gece edip cansever'den bir şeyler okudum. sen yokken hep edip cansever'den şeyler okudum. okuyorum. sen varken cemal süreya okuyordum. ayrı güzeldi. sana bir gün cemal süreya olacağım, sende bunun sebebi olacaksın demiştim. yılbaşından hemen sonra sana gönderdiğim kitabı bağzı yerlerini çizerek geri gönderdin. o bağzı çizdiğin yerlere bağzı eklemeler yapmıştın. o bağzı eklemeler ise benim sana konuşurken kurduğum cümlelerdi. yazılı bir kaydı olmayan. yani ne mesaj olarak atılmış, ne yazı olarak yazılmış ne de mail olarak gönderilmiş şeyler değillerdi. sen bunların hepsini aklında tuttun. noktasına virgülüne kadar. sonra kitapta bağdaştırdığın cümlelerin altını çizerek sana kurduğum o bağzı cümleleri yazdın yanlarına. sonra da kitabı bana geri postaladın. ve dedin ki, sen benim gözümde olmuşsun bile cemal süreya. bende dedim ki, hayır bayan hayır. istemiyorum böylesini. senli bir şeyler olsun. senli olsun da, siktir et, manav ismail de olsam olur ama senli olsun. sonra sen cevap vermedin. ben kendi kendime devam etmeye devam ettim bu monolog hikayeye. ne kadar garip değil mi? hala devam ediyor gibi hikaye ama monolog. bunu kimseye çaktırmıyorum. bir hikayenin içinde yaşadığımı. o sana kurduğum bağzı cümleleri unutmaman, beni çok mutlu etmişti. ağlayarak okumuştum. "ah poli" diye söylenmiştim yeşilçam filmlerindeki yaşlı teyzeler gibi. annemden kapmıştım bunu da aslında. utku'nun cenazesinde o da "ah utku" diye ağlıyordu. ve ekliyordu, "seni böyle mi görecektim oğlum." sonra bunları beynime kazımışım ben farkında olmadan. farkında olmadan seni de kazımışım. şimdi kazıdığım şeyleri kazımaya çalışıyorum. beynimden, ruhumdan, kalbimden. beynim aşındı, ruhum patlak, sızdırıyor, kalbim bok gibi. geçen gün bakkala dedim ki, abi ruhum patlak. sızdırıyor. sende sızdırmayan ped var mı? anlamadı. aslında ben bunu belki bana saldırır, kafama sert darbelerle vurur ve beni öldürür diye düşünerek yapmıştım. bu tarz şeyleri sık sık yapıyorum. biri de çıkıp öldürmüyor ki. eylemlerde kasten en önde durdum. fişeğin biri alnımdan sıyırdı da geçti. ben yerden taş almak için eğilmiştim. her şey saliseler içinde oldu doğrulurken alnım sızladı birden elimi götürdüğümde kanıyordu. ben fişeğin geldiğini görmedim bile. geldiğini görseydim alnımı ortalar ve kafamın bir kabak çiçeği gibi açılmasını, içi seninle dolu beynimin orada kaldırıma akmasını sağlardım. bir de sırtımdan yedim kapsül. ne eğitimsiz adamlar şu polisler. bunları polis yaparken hiç mi eğitim vermiyorlar? insan hedef almayı öğrenir. sırtıma attığını eğer 20 santim daha yukarı atabilse beni tam ensemden mıhlayacaktı. o zaman yine içi seninle dolu beynimin kaldırıma akma ihtimali doğardı. olmadı birkaç gün komada kaldıktan sonra kavuşurdum ateşe. cehennemde yanacağım biliyor musun?

çok sigara içme... çikolata ve biradan uzak dur. dışardan da yemek yeme. sonra ciğerlerin yoruluyor, hastanelere kaldırılıyorsun. bak, bende yokum. bu sefer seni tekerlekli sandalyeye koyup hastane bahçesinde dolaştıracak kimse yok. sıkılırsın odada...

neyse.

nasılsın? iyi misin?
geldim, gittim. üç kere. üçüncüsünde ama, bir daha gitmeyeceğim dedim. sözümü de tuttum. gitmedim hiçbir yere. ama sanırım karşılıklı değildi bu. olmayacaktı zaten, ne yapalım?

he, tamam. yaptığım hayvanlık aga, biliyorum. nişanlın da var kuzum, onu da biliyorum. belki de hiç o muhabbetlere girmememiz gerekiyordu. belki de sen sadece yaptığımızın roleplay geyiğiyle olduğunu düşünüyordun. ya da belki yaptığımız şeyi gözünde büyütmemek için böyle bir kılıf uydurdun, tamam. dinledim, sabahlara kadar dinledim seni. zorunda olduğum için değil. sorunlu olduğun için değil. sadece seni deliler gibi sevdiğim için. seninle geçen her dakikamın, benim için bir ömür olduğunu bildiğim için. sen yanımdayken kalbimin küt küt attığı için.

seninle konuşmayınca, he bi de çok afedersin benim yarr*k bir haraketimden sonra bana kızıp konuşmadığında, zamanın benim için nasıl geçmediğini de bi ben bilirim. trip attığında, konuşurkenki ses tonunda, özellikle de bir şey isteyince sesini deli gibi inceltmenin beni benden aldığını bir ben bilirim. resmine bakarken, sıkaypdan görüntülü konuşurken, binbir maymunluk yapıp da bir tebessüm attığında kalbimin çarpmasını, başımın dönmesini bir ben bilirim.

senin için neydi bilmiyorum. ben sana demiştim ama, bunun sadece bir arkadaşlık, bir geyik olmadığını benim için. seni sevdiğimi, sana aşık olduğumu söylemiştim. karşılık beklemediğimi de. seninle onun aranda en iyisini olmasını istediğimi de. kuzenimle konuşurken bile demiştim; Kuzen, bir kız var. Of. Of. Deli gibi aşığım lan. He, bi' de nişanlısı var. Dünya tatlısı çocuk, evlenecekler de evlenemiyorlar. Yeminlen evlenince onlar, onlardan mutlu olacam diye. Olurdum, olurum hatta. Arabesk modda da değil. sizin birbirinizi sevdiğinizi de biliyorum. ama canım, kuzum, ciğerim; yine de olmuyor. günlerim geçmiyor. zaman akmıyor. fotoğraflarına bakınca şimdi, sadece canım acıyor.

sevdim seni sadece. sadece seni sevdim. üçüncü kere aşık olmuştum, üç sene önce. gittim, geldim, üç kere. ve üçüncü kere, kalbim yarr*k gibi kırıldı. ortada kaldım. leyla'mdın bir yerde. he, tamam, mecnun gibi hayattan bin haber olmayacam. yine sevecem, bulursam, yine yakın olacam insanlara. gün gelir evlenebilebilirim.

ama sis.

ama.
kaç gündür buraya yazmanı bekliyorum farkında mısın?

not: net. *
Yokluğunu beklemek, ne zor... Bunları düşündükçe, şu anda uzaklarda bir yerlerde üşüdüğünü sezinleyerek panikliyorum. Bütün engelleri aşıp, terk edilmiş caddeleri, kimsesiz sokakları, yalnız bulvarları arşınlayarak sana ulaşmak, sessizce başını okşamak, kulağına sevgi sözcükleri fısıldamak ve yavaşça üzerini örtmek geliyor içimden... Paylaştığımız bir mazinin, yitirdiğimiz bir geleceğe dönüşmesinden hicran duyuyorum. Gizli gizli hüzünlendiğim akşamlardan birinde, terk etmişlere özgü bir terk edilme korkusunu da yüreğimin derinliklerinde duyarak sana koşmak, yaptıklarım ve daha çok da yapamadıklarım için özür dilemek ve "Dön bebeğim" demek istiyorum: "Geri dön... Matilda'n seni bekliyor...
hani numaramı istedin ya, sana numaramı veremediğim için kahroldum, ama sonra verdim ya, hep aramışın ya hep kapalıymış ya çok koydu o bana. ama seninle alakası yok işte, dolayısıyla imkanlar dahilinde paslaşıcaz, seninle alakası yok. keşke verebilseydim, keşke telefonda saatlerce susmayan hede keşke seninle başka zamanda karşılaşsaydı o zaman gör muhabbeti. kusura bakma.
tanrı sana öyle bir ceza versin ki meramın bende değil toprakta olsun.
azcık anla yanımda ol. bak azıcık diyorum.
anlatmam lazım seni birilerine.
sana anlatamıyorum kaç gündür sevgimi, birilerine anlatmam lazım. sesini ne kadar sevdiğimi söylemem lazım mesela.
ilk duyduğum günü ya da her duyduğumda artan heyecanımı.
gözlerini anlatmam lazım mesela. nerden başlasam? kirpiklerinden mi?
kırmızı olur içtiğinde kan kırmızısı, dalga geçmelerimi mi?
buğulu baktığında içimin acımasını mı?
yandan gülüşünü anlatmam lazım mesela. seksi seksi böyle ve umursamaz gibi ama gülerken dünyaları anlattığın gülümsemeni mi?
ellerin var bir de güzel ince parmaklar, kusursuzdu. kesmiştin ya içim acımıştı benim, bakamamıştım ya attığım nice dikişler vardı ama senin o güzel parmağına bakamamıştım ya. iyisin ama şimdi, iyisin dimi? iyi olmalısın.
daha bencil olmaya başladım işte. kimse sevmesin istiyorum seni,
sadece benle mutlu ol, öyleydi dimi çok mutluyduk birlikteyken?
mısır olaylarını konuşalım mesela, tartışalım ortak noktalarımız olsun.
darbeyi desteklememe kızmazsın sen hoşuna gitti dimi?
sen de darısı başıma dedin. böyle bi cümle kurmazsın tabi.
az kaldı biz de yapıcaz devrimi edin mi? inancını o kadar çok seviyorum.
tam bunları konuşurken evlenme teklif et mesela yine bana. durayım ben şaşkınlıktan.
sen acaba hayır dicek mi diye telaşlan bir iki saniye. sana olan aşkımı anlatmaya başlayayım sonra
rahat bi nefes alalım. birlikte alalım mı o nefesi? telefon çekmesin kapansın sonra. neden kapattın de bana.
biliyosun dimi vericeğim cevabı. özledim kapatmayı telefonu biliyor musun?
tabiki biliyosun.
sarılmaların var bir de. uyumalarımız. en masum halin.
en savunmasız ve aynı zamanda en güvenli.
hala senle uyuduğumu da biliyosun sen. evet sağ taraf benim sevgilim.
neyse ben bana kalan şeyleri topluyorum.
aşkın terazisinde tartıyorum sevgimi, ağır geliyor içimdeki şeytanın günahlarından.
bana fazlasıyla mistik bir ödül veriliyor ödülümü ikiye bölüp yarısını sana veriyorum.
gündüzler senin oluyor sevgilim
geceler de benim.

he bi de şey hasta oldum ben. yaralarımı senden saklamaya çalışırken öpersin her zerresini dimi?
Benim koskoca adamım ağladı bugün. Çok farklıydı bugün benim için evet daha önce ağladığını gördüm ama bugün ilk defa acıdan ve daha sonra çekeceği acılardan korkarak ağladı. Benim koskoca adamım güçlüydü hep yine bugün ilk defa onun güçsüzlüğüne bu kadar yakından şahit oldum. Bir yandan ondan delicesine nefret ederken bir o kadar da severken o iki duygu arasındaki çizgide savrulurken onu bu şekilde görmek beni derinden üzdü. Ona yakıştıramadım, konduramadım o benim küçüklüğümün gücü, o benim muhteşem kahramanım, o benim şu hayattaki duygu karmaşam, o benim en değerlim, o benim babam ve o şimdi hasta. Çevrede verdiği değerli tavsiyelerle ünlenen ben en yakınıma tavsiye veremiyorum ve onu iyi hissetiremiyorum. Bu yüzden kendimden nefret ediyorum. Neden yapamıyorum diye sorduğumda kendime net bir cevap alamıyorum ve aslında ona tavsiye vermek istemiyorum çünkü o benim değerli tavsiyelerimi haketmiyor demekten çok korkuyorum. Ona kendini iyi hissetirmek benim için zor bir şey olmamalı ama ona bunu gösteremiyorum. Ondan bu kadar nefret etmem ve onu bu kadar sevmem arasında gidip gelirken bu durumda nefret kısmı ön plana çıkmamalı, çıkartmamalıyım. Bu yanlış. Bana yanlış, ona yanlış. Onu seviyorum ve kaybetmekten çok korkuyorum bazı zamanlar onsuz hayatın çok güzel olabileceğinin hayali içinde savrulurken bile. Ağlıyorum gözlerim şişene kadar, acıyana kadar yorulana kadar ta ki bu yorgunluktan sızana kadar. Onun hakkındaki kötü düşüncelerim bana yaptığı iyilikler vicdanım bu çatışmayı yaşadıkça korkuyorum ben kötü bir insanmıyım diye.

Evet yaşlı huysuz babam bir gün hayatını kaybedecek. Doğanın kanunu bu değil mi? Doğ, bebek ol, emekle, konuş, çocuk ol, ergen ol, kavga et, mutlu ol, ağla, seviş, olgunlaş, hastalan, yaşlan ve öl. her zaman bu sırayla olmasa da sonunda her canlının tadacağı ölüm var. Sorun şu ki ben bu ölüme hazırmıyım? Erken ölüm benim için babamın ölümü hep erken olucak, beklenmedik olucak. O benim kahramanım. Kim kahramanının ölümünü düşünür? Kim kahramanına ölümü yakıştırabilir ki? O benim babam.

Her ne kadar muhteşemimin güçsüzlüğünü görsem de bu ikimize de umutsuzluk vermeyecek ben onun arkasındaki gizil güç olmaya devam edeceğim onu elimden geldiği kadar destekleyeceğim çünkü o benim bu dünyadaki – o bilmese de – tek dayanağım. Onun için kendi yaşantımda çoğu şeyi es geçtiğimin farkında değil. Ona karşı gelerek acı bir şekilde karşı gelerek onu üzerek, onu ezerek bir çok şeyi yapabilirdim ama yapamam ona kıyamam o benim en değerlim o benim her şeyim, intihar eşiğindeyken düşündüğüm tek insan, o benim babam!

Odamda oturmayı seven ben, salonda oturmaktan nefret eden ben babam gittiğinden beri salonda onun yerinde oturuyorum. Onun gibi sigara içiyorum, onun gibi televizyon seyrediyorum, onun gibi gazete okuyorum, duruşum onun gibi, onun gibi burnuma dokunuyorum, onun gibi konuşuyorum onun cümleleriyle ve bunları farkedişim yeni. Arkadaşımla mesajlaşırken babana benzemişsin görüşmeyeli lafıyla irkiliyorum evet ben onun gibi oluyorum. Onu daha yakından hissetmek için mi yapıyorum bunu yoksa aslında ben onun tıpatıp aynısıydım da olgunlaştıkça mı bu durum belirginleşmeye başladı bilemiyorum. Ben onun kızıyım o benim babam ve onu seviyorum. Onu kaybedeceğimi düşünmek kendimi kaybetmek aynı zamanda. Ona yakınlarda söylediğim birl af geliyor aklıma ‘ya birlikte batacağız ya birlikte çıkacağız hodri meydan!’unutma bunu baba!
sensiz yaşanan günler soğuk geceler uzun, yaşlanarak büyüyorum. seni düşündüğüm günleri bile özledim belki gittin ama hiç bitmeyeceksin.

ve biliyorum sensiz hiç bir zaman aynı olmayacağım.
bazen senin yüzünden bok gibi hissediyorum.
promil değeri yüksek, kallavi şiirler yazıyorum son günlerde. hiçbirini okutmuyorum sana, vazgeçtim öyle yapmaktan. ben, suskunluğunu gölgelemekten çekinirim hem.

şarkılar geliyor aklıma, kısık sesle dinliyorum ki duymayasın diye. bazen de daha önceden yazılıp da yönelmiş şiirler söylüyorum kendi başıma. üvercinka diyorum mesela, promil değeri yüksek gene. orada hani afrika dahil diyor ya, o kısmına gelince sesim titriyor. ama boynunda olduğumu söylerken, boynunu benim kadar kimse değerlendiremez derken neşemi buluyor ve cesaretimi topluyorum.

fazlasıyla dengesiz bir psikolojideyim, ip cambazı olsaydım ancak bu kadar yaşayabilirdim kendimi sakatlamadan. ne demek biliyor musun? boşver.

iyisindir sen. ki olmamak için bir nedenin de yok. hem o gözlerle neye baksa güzel görürdü bana kalırsa insan. iyi ol zaten, senden isteğim en nihayetinde budur.

o zaman saçların da iyilerdir, yanakların, omuzbaşların, kirpiklerin, kaşların. he kaşların demişken bir tane asi kıl vardı orda akşam, sabah uyandığımda gitmişti. sanırım bir sınırötesi operasyona maruz kaldı, ya da gözaltına alındı ne bileyim. ben uyarmadım seni, aslında hoşuma bile gitmişti açıkçası baş kaldırışı. hem senin kaşındı ki nihayetinde, mutlaka bir hinlik planı olmalıydı.

bir de şortun geliyor aklıma arada bir. hani şu bana vermeye kalkıştığın şortun. olmazdı bana ama kotla yatmama laf etmeseydin belki de işler bu kadar karışmayacaktı. hayır, benim açımdan değil, senin açından. ben seni, tüm karşı konulmazlığına rağmen sakınabiliyordum hem gazabımdan o ana kadar, bilmem dikkat ettin mi hiç.

neyse bunu bir diyalog haline getirmek doğru değil. hem sonra "çok hoş koktu" dersin, sen de içmek istersin bir iki yudum ve sonra ben komalık olurum yok yere.

şiirlerim mi? ateşe veriyorum, yanıyorlar. aslında havalar da fena sıcak ama yanan bir şeyler olunca kendimi yalnız başıma hissetmiyorum sanırım.

hem zaten ağır kokularıyla yanmayı o kadar hakediyor, o kadar hakediyorlar ki. görsen, anlardın beni. gene de senin gözlerine yaraşmaz benim görünürlüğüm.

şimdilik sus bakalım az daha, elinin gizliden gizliye değdiğini hissediyorken ben. biraz daha suskunlukta boğ bakalım kendini, ne kadar daha karşı koyabileceksin ki?
korkma.

her ne ise korkun, sen yenemezsen kimse yenemez.
bu yaziyi okuyana kadar coktan korkularin bosa cikmis olacak zaten.
(bkz: kuzu)

ama sabah sabah öyle şeyler söylersen böyle şeyler duyarsın.
kötü günümde yanımda olmayanın
iyi günümde işi ne?
dostum, canım, meleğim... ben bu okuyacağın yazıyı sana yazdım. iyi ki doğdun... aslında yazı yazmak yerine bu söyleyeceklerimi ve daha fazlasını kendimi kameraya çekip cd ile sana verecektim, hediye olacaktı ömür boyu saklayacaktın ama yapamadım. hep aklımdaydı, unutmadım, zor da değildi yapmak biliyorum ama olmadı işte. bugün 4 temmuz ve benim meleğimin doğum günü. yanında değilim şu an, keşke olsaydım. sarılsaydım. o kadar çok isterdim ki. hüzünlüyüm. ama ne olursa olsun yine de mutluyum. sen de mutlusun biliyorum. çok uzun zamandır beklediğin birinin yanındasın çünkü. gülümsüyorsun, daha ne isterim ki? birini ömür boyu saklaman için, diğerini de takman için iki adet hediye aldım. ben doğum günlerine önem vermem, hediye almayı da sevmem bilirsin ama iş senin doğum gününe gelince değişiyormuş demek ki. 1 buçuk yıla doğru yaklaşıyor tanışmamız. ben 1.yılda neredeyse tüm güne yakın çoğu konuşmanın arasında "1.yıl" vurgusu yapmıştım, sen de hoşuna gidiyor değil mi bunu vurgulaman demiştin. ne yalan söyleyeyim gidiyordu. zaman çabuk geçiyor. daha önceden de dediğim gibi bu süre az belki, dediğim gibi belki senin çocukluktan beri tanıdığın insanlar kadar da olamadım yanında ama sürenin ne önemi var ki? bak 1 buçuk yıla yakın olmuş. ve sen bu sürede benim canım, kanım olmuşsun. kendi açımdan konuşacak olursak, benim çocukluktan beri tanıdığım insanlar senin yanından bile geçemez biliyor musun... çünkü onlar senin gibi mutlu etmedi beni, onlar senin kadar yanımda olmadı, onlarla senin ki kadar huzurlu olmadım, onlar senin verdiğin güveni vermedi, onlarla senin gibi gülmedim, senin gibi ağlamadım. evet, bazen üzüyorsun beni. ama olur böyle şeyler diyorum kendime. sevginden hiçbir zaman şüphe duymuyorum. bende de hata oluyor çoğu zaman, biliyorum. her problem halledilir, yeter ki halledecek kadar insanlar birbirine değer versin. biz de hallediyoruz hep. ben senin için, mutluluğun için ne gerekiyorsa yaparım. bundan sonra da olacak her sorunun üstesinden geleceğimize inanıyorum. çünkü ben kolay kolay kaybedecek kadar az sevmiyorum seni. her şey için çabalarım, ama gitmem. gidemem... seneye yanındayım, ne olursa olsun. iyi ki doğdun meleğim, iyi ki hayatımdasın, yanımdasın. seni çok seviyorum...
koca bi ilişkiyi 1 günde yaşamak o an için mükemmel ama sonrası için kabus... hele hele birkaç gün sonra dünyanın 2 ayrı uç noktasına uçacak kişiler için. bu kadar duygusal olmayı ben istemedim... seni otobüse bindirirken keşke vedalaşsaydık. nerden bilebilirdim ki birer yabancıya dönüşeceğimizi... gün içinde defalarca cüzdanımdaki resimlerimize bakıyorum. verdiğin tokayı kokluyorum... bir günde şehir değiştirdik kocaman ıssız bi koya demirleyip içtik yedik seviştik çıplak yüzdük... hiç tanımadığımız birinin evinde kaldık... gece boyunca ilerisini düşünmeden birbirimizi mutlu ettik... saat tam 24 saate tamamladığında o ilk karşılaşmamızın üstünden geçen 24 saat geçtiğinde büyü bozuldu... otobüse binmiştin ve bana son bi gülücük attın... amerika ve rusya birbirinden çok çok farklı dünyalar... bir erkeğin rusya da sadık kalması kadar bir kızın amerikada sadık kalması imkansız... bu denli spontane gelişen olaylardan bi gelecek doğamaz... ama insan etkileniyor işte... aklında kalıyor. bu kadar olayı bi güne sığdırmak sonrasında düşünmeye sevk ediyor insanı...

yengeç burcu erkeğinin lanetidir tek günlük ilişki...
senden öyle nefret ediyorum ki kakam geliyor seni düşündükçe.
sana yazdım diyeceğim, ama, hangi sana, o kadar çok sana var ki. çok güzel çok iyi hatunlar var, bak zaman geçiyor, yeni hatunlar eskileri siliveriyor, sana diyorum ya sana o oluyor bebeğim. o hatunlar.
sonra adımı haykırdığını duydum. * ben hala yaşayan ölüyüm.