bugün

kendimi ikide bir bu başlığa yazarken buluyorum. hayır niye böyle oluyor anlamıyorum.
insanlar gelmeleriyle yalnızlıklarını dağıtanları severler, gitmeleriyle kendilerini yalnız bırakanlara aşık olurlar. özdemir asaf
görsel
aşk... Yanında kokusunu ıstersın ama gıtmek zorundadır. Onu dusundugunde ıcın ısınır, kalbın pırpır eder. Gulusu, konusması sana o malum bakısını hatırlarsın hep... Ozlersın... yanındayken dokunamıyorsan bıle ozlersın... Hep sarılasın koklayasın gelır. Gozlerının ıcıne dalıp dalıp gıdersın... Senındır aslında ama hıc senın degılmıs gııbı hıssedersın.. Gıdecek bır daha donmeyecek dıye korkarsın. Kalbını carptırır o duygu. Sarılırsın... O sıcak gulumsemesı, sana bakması, yanagına dokunması senı dunyanın en mutlu ınsanı eder. Sankı bır kelebek sankı bır melek gıbı hafıf hıssedersın kendını... Aslında aşk kendını onda bulmaktır... Gozlerıne baktıgında bır ayna gıbı kendını gormektır... O'na doyamamaktır aşk... Hıc bır zamanda doyulmayacaktır, hep eksık kalacaktır... Tamamlamak ıstesen bıle... Aşk karsılıklı olsa bıle uzer, korku verır. Ona bısı olmasın, hep yannda olsun, gıtmesın dıye korkutur acı verır... Aşk.... Kalbın atması yasadıgını anlamaktır,,,
seneler evvel ekşi'de görüp bilgisayarıma kaydettiğim güzel bir yazı/anı. özet geç lan piççiler için özet en altta.

''siz hiç yıllar sonra, eski fakat eskimeyen sevgilinize rastladınız mı? bir zamanlar hayatınızın geri kalanını ''onunla paylaşacağım, hiç
ayrılmayacağım'' dediğiniz sevgilinize. ortada hiçbir sebep yokken, siz onun için her şeyin en iyisini düşünürken, bütün hayaller onunla beraber
mutluluk üzerine kurulurken bir anda sizi hiç gibi ortada bırakıp giden sevgilinize. ben de rastlamadım. çünkü rastladığımda o, o değildi. uğruna
ölümü bile değil yaşamayı göze aldığım, hayatı yeniden yaşamaya çalıştığım, bir parça mutluluğu için kendimi yiyip bitirdiğim o değildi. zaten eski
de değildi. bir türlü eskitemediğimdi, bense eskittiği. kullanılmış bir eşya değildi benim sevgim. ütüsü bozulunca, kırışınca, iplikleri sökülünce,
rengi solunca bir köşeye atıp bıraktığım ve bir daha üzerime hiç giymeyeceğim. ömürlüktü. hayatım boyunca bir kez aşık oldum. yıllarca bekledim. öyle
bir inandırdım ki kendimi. bir gün o gelecekti, o geleceğimdi, gelecektekimdi ve geldi de. ansızın çalarak kalbimin kapısını, hiç beklemediğim bir anda.
peki ya ilk görüşte aşka inananlardan mısınız? ben inananlardanım. onu ilk gördüğüm an, zaman durmuştu. etrafımdaki her şey kıpırtısız olmuştu. sanki
o an bir film karesiydi ve o kare donmuştu beynimde. hayatın boyunca gözlerinle çektiğin en güzel fotoğraf karesi hangisi diye sorsanız ''o an''
diye cevaplarım. eğer görseydi ay hatta güneş bile kıskanırdı. abartı gelebilir belki bilemem. ikisi de böyle tutulmamıştır diyebilirim. tutulan sadece
ben
değildim nutkum da tutulmuştu. bu adeta ''biz tutulması''ydı. tutulup kalmıştım, önce gözlerine sonra da kalbine. sonrası mı? sonrası mutlu günler.
sesini duymadan, yüzünü görmeden, geçmeyen saatler, geceler, günler. o yanımda yokken bile yanımdaydı. daldığım her boşluktaydı. nereye baksam onu,
gülüşlerini görüyordum. tıpkı şairin dediği gibi; ''sabah uyandığımda nefes aldığımın bilincinden çok ilk aklıma gelen oydu.''

hayatımın en mutlu anı. onu gördüğüm mayıs akşamı. tarih, saat, yer ve zaman her şey halen en ince ayrıntısına kadar aklımda. takvimler mayıs ayını gösteriyor.
hava ne soğuk ne de sıcak, hafif bir rüzgar var. güneş henüz batmamış. bense heyecandan, mutluluktan karma karışığım. dilim damağım kurumuş. buluşacağımız yere
ondan önce gitmiştim, yol üstünde bir büfeden su almıştım. onu beklerken 2-3 dal sigara içmiştim bir yandan da heyecanımı dindirsin diye suyu. beklenen an telefonum
çalıyordu arayan oydu ve o an; karşımdaydı tam karşımda el sallıyordu. son sorum: zamanın durduğu bir an oldu mu sizin hayatınızda? işte uzun gibi gelen şu kısacık
hayatımda zaman o an zaman durmuştu. her şey ama her şey kıpırtısız olmuştu. karşımdaydı, gülümseyerek yanıma geldi, ''merhaba'' dedi o cennetten
gelme gülüşleri eşliğinde. ben elini mi sıksam, öpsem mi diye düşünürken sarıldı en kocamanından. heyecanım kat kat artmıştı bu beklenmedik samimiyet
karşısında ve aklım çoktan gitmişti benden. hayallerimde, aklımda, kalbimde yere göğe sığdıramadığım o kadın karşımdaydı. sanki benden mutlusu yoktu
dünya üzerinde. o günden sonra benim için hayatın anlamı değişmişti. hayatın anlamı onunla gerçeğe bürünmüştü. yıllarca beklenilen, beklettiğine
değdirmişti. sadece fotoğraf çekilirken zoraki gülümseyen ben, artık içten gülümsüyordum. gülüşlerim yüzüme yansımıştı ve en önemlisi gerçekti.

bu ilk buluşmanın üzerinden çok zaman geçti, yıllarla ifade edilen. bana sorarsanız her şey daha dün gibi. ona dair en ufak ayrıntıyı bile unutmadım. bu
ayrıntıların bir çoğu mutlu anıların bir parçası. romantik bir komedi filmiydi adeta yaşadıklarımız. mutluyduk, en azından mutluydum ve onu da mutlu ettiğime
inanıyordum. çoğu zaman neşeli ve mutlu olsa da bazı anlarda dalıp gidiyordu. ''ne oldu?'' diye sorduğumda ''hiç'' diye geçiştiriyordu. her ilişkide olduğu
gibi bizimkinde de sorunlar oluyordu elbette. ufak tefek kavgalarımız, küsmelerimiz, birbirimizi kızdırmalarımız. fakat, çok uzun sürmüyordu bunlar.
çünkü sesini duymadan, yüzünü görmeden geçmiyordu günlerim. onun sayesinde hayata sıkı sıkı bağlandığımı fark ediyordum. artık hayallerim ve hedeflerim vardı.
içinde ikimizin olduğu ve sonsuza dek süreceğini düşlediğim. güzeldi her şey. sanki yıllarca birbirini beklemiş, aramış ve bulacağına inanmış iki insanın mutluluğuydu
bu, herkesin imrenerek baktığı mutlu bir çifttik. bizi tanıyan herkes bu aşkın evlilikle sonuçlanacağını düşünüyordu benim gibi!

bu satırları yazarken aklıma öyle şeyler geliyor ki acı bir tebessüm yerleşiyor dudaklarıma. pişmanlık mı? asla. var belki de. gururuma yedirip inkâr ediyorum.
sadece keşkelerin ardı ardına sıralandığı cümleler. onu sevdiğim için asla pişman olmadım. keşkelerime eşlik eden 'neden?' diye soramadığım bir dil yarası var,
başka hiçbir şey yok içimde. ben onda her şeyin ilkini tatmıştım. ilk kez bir kadına ''seni çok seviyorum'' diye ona söylemiştim. bunu söylemek o kadar
zordu ki benim için. sevmediğimden, gerçek olmadığından değil, yıllarca söylemediğim için. kendime bir söz vermiştim. ''ilk seni seviyorum dediğin,
son seni seviyorum dediğin olacak, bunu unutma.'' demiştim. unutmadım. ne gariptir ki verdiğim bütün sözleri her zaman tuttum.
size de olur muydu, yolda yürürken birbirine sarılmış o mutlu sevgilileri görünce imrendiğimiz, içinizden ''ey sevgili nerelerdesin?'' diye geçirdiğiniz.
çok kere olmuştu bu bana, ona rastlayana kadar. ben ilk kez onun ellerinden tutmuştum. ilk kez onun omzuna başımı dayamıştım. ilk kez onun dizlerinde uyumuştum.
onun yanında en savunmasız halimle en güçlüydüm. sanki ikimiz bir devdik. kabul, dev değildik ama bizim de büyüktü aşkımız. aşk böyle bir şeydi işte. neler neler
geliyor aklıma. en güzelleri de hayallerimdi. ''hani her aşk sonsuza kadar sürecekmiş gibi hayal kurar ya bir taraf, ben o tarafmışım işte.'' uzun zaman sonra
anladım ''o taraf'' olduğumu. çok sordum kendime 'neden böylesin, bu kadar sevecek ne vardı?' diye. her seferinde mantığıma değil de kalbime yeniliyordum.
bütün cevapları kalbim veriyordu içimdeki sesi susturarak, onun önüne geçerek.

terk bile edilmedim. bu da garip. terk edilsem en azından gururumu hiçe sayıp ''terk edildim, mutlu edemedim, olmadı'' derdim.
ayrılığın amortisi olurdu, hiç değilse kendimi böyle teselli ederdim. ne olduğunu ben bile bilmiyorum. tek bildiğim; bitmeden bitti. üzüldüğüm tek nokta,
bizim ardımıza kondu. inanın, bilmiyorum. uzun zaman ben de merak ettim bunun cevabını. neden bitti, ne yaptım. sanki aşkımız bir sözleşmeydi ve onun tarafından tek
taraflı feshedilmişti. neden bittiğini, ne yaptığımı bilmiyorum. tek bildiğim bu aşkın bittiği ve bittiğimdi.

yıllar sonra; ben, ben değilken hiç ummadığım bir an karşıma çıktı. görmezlikten gelsem mi diye düşündüm. yılların acısı, yılların yalnızlığı, yılların yarası, yılların
pişmanlığı vardı her bir hücremde. yapamadım, beceremedim. uzun uzun yüzüne baktım. bir zamanlar mutlulukla yaptığım gibi. o an ise düşünceli ve sorular soran bir yüz
ifadesiyle. bakışlarından belliydi; korkuyordu, içinden 'acabalar' yüklü trenler geçiyordu sanki. birinin söze başlaması gerekti artık. son vermeliydik bu mezar sessizliğine.
eğer o konuşmasa tek kelime etmeden yoluma devam edecektim, her şeyi kalbime gömerek ve asla ölmeyeceğini bilerek.

''görmeyeli ne kadar çok değişmişsin, neredeyse tanıyamayacaktım'' dedi.
sustum ilk önce. bir zamanlar bakmaya kıyamadığım gözlerine baktım acı bir tebessüm eşliğinde.
kendimi yılların intikamını almak isterken yakalıyordum, içimdeki sesi de ''sakın ha'' derken.
''biraz'' dedim.
''saçların daha da beyazlamış'' dedi.
''sensin sebebi, sensizliğimdi.'' diyemedim.
''yıllar'' dedim. ''yıllar; yıllar insanı yaşlandırıyor, saçlarını da beyazlatıyor.
''cümlelerin aynı, yine şairane konuşuyorsun'' dedi.
aynıydı ona dair cümlelerim. yıllar ne cümlelerimi ne de rengini değiştirmişti.
ona söylediğim tüm seni seviyorumlar pembeydi.
''nasılsın?'' diye sordu, nasıl olduğumu gayet iyi bildiği halde.
onsuzdum yıllardır, nasıl olabilirdim ki?
berbattım, saçım sakalım birbirine karışmış, üstüne başına özen göstermeyen
bir adam olup çıkmıştım onun karşısına tesadüfen bile olsa. sanki yaşamaktan ümidini kesen,
vazgeçen ve ölmeyi bekleyen bir insan gibiydim.
''evlendin mi?'' diye sordu.
''hayır'' desem üzülecek gibiydi. en son isteğimin bu olmasına rağmen, ''hayır'' dedim.
belki de bu ona ilk 'hayır' deyişimdi.
''peki ya sen?'' diye soramadım bile. ilk gözüme çarpan şey parmağındaki yüzüğüydü.
''mutlu musun?'' diye sordum sadece.
onu tanıdığım andan itibaren tek dileğim buydu çünkü: ''mutlu olması.''
''mutluyum'' dedi.
inanmadığımı anlayarak. bana bir şey söylediğinde gözlerimden anlardı, söyleyip de söylemediklerimi.
sevindim dedim, içimdense ''hiç sevilmedin.''
''vaktin var mı?'' diye sordu.
''elbette'' dedim.
koluma girdi bir zamanlar çıkmadığı, ''hadi yürüyelim biraz deniz kenarında'' dedi.
ne sarıldı, ne de öpüştük. birbirini çok iyi tanıyan iki yabancı gibiydik.
hiç konuşmadan kol kola 10 dakika kadar yürüdük, sonra oturduk deniz kenarındaki banklardan birine,
cebimden sigaramı çıkardım, birer tane yaktık.
''sigaran bile aynı, değiştirmemişsin.'' dedi.
unutmamıştı. nasıl unutsun ki? en iyi bilen oydu tutkularımı.
''evet'' dedim, ''tutkularımdan hiç vazgeçmedim.''
her lafım ondan intikam alırcasınaydı sanki.
''hayallerin?'' diye sordu.
''olduğu gibi duruyorlar'' dedim.
''hepsi mi?'' dedi.
''hepsi'' dedim, buna da şaşırdı.
''neden'' dedi.
''hepsi iki kişilikti'' dedim.
derin bir nefes çekti sigaradan ve sustu.
biliyordu, kendisiydi gerçekleşmemesinin tek suçlusu.
''halen aynı bakış var gözlerinde'' dedi.
çünkü ona bakıyordum o anlarda. bilmediği belki de unuttuğu, ben bir tek ona bakardım öyle.
yine hayallerime gitti aklım.
''çocuğun var mı?'' diye sordum.
''evet'' dedi.
sustum, sanki hem kalbime hem de dilime bıçaklar batıyordu.
içimdeki gözleri kanatıp ağlatıyordu. çantasını karıştırmaya başladı,
''bir dakika'' diyerek, resmini çıkardı ''işte öykü'' diyerek.
''gözleri aynı sen'' dedim gözlerimi silerek.
''ne oldu'' dedi birden.
''sigara'' dedim, ''sigaranın dumanı gözüme kaçtı.''
evet, o rüzgârda. kim inanır ki? o da inanmadı, seni çok seviyorum dediğimde inanmadığı gibi.
her gece yastığa başımı koyduğumda beynimi kemiren o soru geldi aklıma.
''ne yaptım ben sana'' dedim, ''neden'' dedim.
yine sustu bir sigara daha aldı paketten, yaktı deniz gözleriyle denize bakarak;
''bir insanın yapabileceği en güzel şeyi'' dedi.
''sevdin, delicesine sevdin, bekledin, inandın ama ben seni hak etmedim'' dedi.
''gitmeni mi gerektirirdi?'' diye sordum.
''başka çarem yoktu'' dedi.
her zaman yaptığını yapmıştı, tek çıkış yolu kaçmaktı ve kaçtı.
ardında deli divane bir adam bırakarak, hayalleri yarım bırakarak, bir aşkı hiçe sayarak.
lafı değiştirmek istediği her halinden belliydi.
''benden sonra birisi girmedi mi hayatına'' diye sordu.
''senden sonra birisinin gireceği bir hayatım kalmadı,
senden sonrası yoktu, senden sonrası yokluğundu, dolmayacak bir boşluktu'' dedim.
her pası doksana gidiyordu.
''yapma böyle. yılların pişmanlığı var üzerimde.'' dedi.
''benim de yılların yalnızlığı var tenimde, ellerimde'' dedim.
yaşlar çoktan süzülmeye başlamıştı gözlerinden.
bir mendil gibi uzattım ellerimi sildim gözlerini.
sarıldım ''ağlama'' diyerek.
''beni affedebilecek misin'' diye sordu.
''senin bir suçun yok ki'' dedim.
''nasıl yani, beni suçlamıyor musun? dedi.
''suçlu varsa o da benim'' dedim ve ''cezamı çekiyorum yıllardır, müebbet yalnızlık yedim.''
''canımı acıtıyorsun, ne olur affet beni'' dedi.
''haklısın, ne desen haklısın ama yapamadım, olmadı, başaramadım bizi ayakta tutmayı'' dedi.
''biz'' dedim üstüne basa basa ''biz'' dedim tekrarlayarak, o alaycı tebessümümü takınarak.
yine onun için lafı değiştirmenin tam zamanıydı.
''oraya gidiyor musun'' diye sordu
''her salı ve cuma akşam saatlerinde'' dedim.
''tek başına ne yapıyorsun'' diye sordu bu sefer.
''kim söyledi tek başıma olduğumu'' dedim.
''birisi mi var hayatında'' diye sordu.
''hayır'', yalnızlığımla kendime iki çay söyleyip oturuyorum saatlerce'' dedim
''yine doksana'' gitmişti.
en büyük aşkta ofsayttan çıkamayan ben, en büyük ayrılıkta ardı ardına goller atıp yıldızlaşıyordum sanki.
''delilik gibi gelebilir bu belki de öyledir, oraya her gittiğimde gülüşlerini getiriyordum aklıma.
hayallerimizi, beraber gezeceğimiz yerleri, mutlu mutsuz olduğumuz anları.
her şey eski bir türk filmindeki gibi geçiyordu gözlerimin önünden, ''huzur buluyorum orada'' dedim.
''bazen de bizi buluyorum, dokunacak kadar yakın olduğum hayalimiz, ellerimin ucunda her gittiğimde.''
''hatırlıyor musun bir keresinde ''seni seviyorum, beni unutma'' demiştin, dünyanın ve dünyamın bir ucundayken.
sen duymasan bile o an ''unutmayacağım, söz'' demiştim.
belki de beni günlere getiren tek şey seni unutmamaktı, beni sevdiğine inanmaktı.
her neyse zaten sahipleri ve garsonlar alıştılar yıllardır gide gele bazen hesap bile almıyorlar.
tek merak ettikleri herkes gibi; ''sana ne olduğu, bize ne olduğu.''
senin hakkında tek kelime etmedim hiç kimseye, hiçbir şey söylemeden çekip gitti bedenimden kendini ve kalbimi diyemedim.
o günden sonra bir ay evden dışarı çıkmadım. sadece bir kaç lokma bir şeyler yiyip, tüm gece karanlıkta oturup sigara içiyordum.
güneşin doğmasına yakın yatağın içinde saatlerce kıvranarak uyumaya çalışıyordum. resmen ölüme yatıyordum.
gündüzleri uyuyup geceleri seni düşünüyordum, sabahlara kadar fotoğraflara bakıp karanlıkta oturuyordum.
sana yazdıklarımı okuyordum bazen. tesadüfen onları okuyanlar meraktan çıldırıyorlardı.
herkes aynı soruyu soruyordu. ''kim bu kadın, böyle delicesine sevilen ve buna rağmen giden.''
verecek bir cevabım yoktu. bazıları ise yazdıklarımı şiir sanıyordu. aslında yazdığım her dize sensizliğe ağıttı, kimse anlamadı.
her gün içten içe biraz daha eriyordum. delirdiğimi düşünenler oldu, doktora götürmek isteyenler.
hatta bizimkiler kendimi öldürmemden korkuyordu. beni kendini öldürecek kadar güçlü sanıyorlardı.
o zamanlar hayatımdaki herkes senin öldüğünü düşünüyordu benim de yaşadığımı!
ne garip değil mi?
anlamadı yine deniz gözleriyle boş boş baktı.
sözlerimde ne kadar çırpınsa da boğuluyordu.
böyle konuştuğum zamanlarda hep bunu yapardı.
bir gerçeğe bir geçmişe gidip geliyorduk.
bir yanım ''al diyordu al, yılların intikamını acısını çıkar işte fırsat''
sol yanımsa ''sen bunu ona yapamazsın'' diyordu.
sol yanım; en çok yaralı olan yanım.
''bir kez ölümden döndüm biliyor musun?'' dedim.
hep geleceksin diye bekledim. hastane odasında gözlerim hep kapıdaydı.
yüzlerce insan geldi gitti, hiçbirisi sen değildin.''
herkes, ''ucuz atlattın'' diyordu, bense içimden ''keşke ölseydim'' diyordum.
sol yanımdaki derin ameliyat izini gösterdim, dayanamadı ''kapat lütfen'' dedi.
''işte hayatımı kurtaran yara bu'' dedim. hayatımı mahveden yara ise karşımdaydı ve hiç kapanmayacaktı.
yine ölmemiştim. nasıl bir bedense her türlü acıya göğüs geriyordu.
''normal hayatına, nasıl döndün, nasıl atlattın bunları?'' diye sordu.
bir sigara daha yaktım, ''bu'' dedim ''işte bu.''
''eğer alkol kullansaydım şu an belki de çoktan alkolik olmuştum
ya da o sarhoş anlarımın birinde son nefesimi vermiştim'' dedim.
''eşin'' dedim, ''eşin nasıl mutlu mu? sana iyi davranıyor mu?''
''ben seninle konuşmayı bile hak etmiyorum, sen halen benim mutluluğumu düşünüyorsun''
''ben sadece senin mutluluğunu'' düşündüm hep mutlu olmanı, her gece iyi olmanı diledim'' dedim.
öyle garip bir durumdu ki içinde bulunduğumuz, bir yandan hasretle konuşup bizsiz geçen yılları
anlatmayı, dinlemeyi istiyorduk birbirimizden. diğer yandan da kelimeler tokat gibi yüzümüze vuruyordu.
sarıldığımız an özlemimizden birbirimizi nefessiz bırakıyorduk sanki bir de yılların acısı çıkıyordu kalpten.
o ara telefonu çaldı, eşiymiş.
''akşama gelirken bir şey istiyor musun'' diye soruyordu anladığım kadarıyla.
kalbime tekrar binlerce bıçak saplanmıştı o anlarda, hayalim gözlerimin önünde bir başkası tarafından
gerçeğe bürünmüştü ve ben tüm bunlara seyirciydim.
o mutluluğa çok sevindiğim halde kabullenemiyordum ''ben olmalıydım'' diyordu sol yanım ''telefonun diğer ucunda'',
bir yanımsa ''insan sevdiğinin mutlu olmasını ister.''
her şeye rağmen bir kez bile ah etmedim ona. eğer etseydim tutulurdu. bildiğim tek şey buydu.
benden biraz çekinerek, biraz da geçiştirerek konuştu eşiyle ve kapadı telefonu.
yıllardır onsuz geçmek bilmeyen zaman akıp gitmişti. hava kararmaya yüz tutmuştu, içim gibi.
başlamayan bir kavuşmanın ayrılığını yaşayacaktım tekrardan.
''son bir sigara içelim'' dedi, şarkıdaki gibi.
sigaraları yaktık ama yanan sigara değil de sanki ciğerlerimdi.
telefon numaramı istedi.
''senden ayrıldıktan sonra cep telefonu kullanmadım hiç'' dedim.
buna da şaşırdı ''neden?'' diyerek.
''içim acıyordu, yolladığın mesajları okuduğum zaman.
her sabah arayıp ''günaydın'' derdin, günüm aydınlanırdı.
günlerce aramanı bekledim. telefon her çaldığında arayanın sen olduğunu düşündüm
ve hiç aramadın. bir gün sinirden telefonu fırlatıp kırdım.
o günden beri kullanmıyorum, zaten gerek kalmadı.
sen gittikten sonra benim için her şey bitmişti.'' dedim yine sustu.
çantasından bir kağıt ve kalem çıkarıp kendi numarasını yazdı, ''ne zaman istersen arayabilirsin'' diyerek.
diyemedim, ''sensiz geçen her anımda seni aradım her yerde.'' kırılmasın diye ''tamam'' dedim isteksizce.
bu arada bitiyordu sigaralarımız. gitme vaktinin geldiğinin habercisiydi sanki biten sigaralar.
delice sevdiğimdi ama sevgilim değildi, nasıl vedalaşmalıydı ki, çabucak karar vermeliydim buna.
sevgiliden çok artık o sizin için en iyi tanıdığınız yabancıdır siz de onun için, tıpkı şarkıdaki gibi birbirini çok iyi tanıyan ''iki yabancı.''
ölümle karşılaşmak kadar kötüdür bu. ölümle yüzyüze gelecek cesareti olan siz, onunla yüzyüze gelme cesaretini bırak
aynı gökyüzü altında nefes aldığını bilmek bile en acı işkencelerden daha ızdırap verici gelir o anlarda, geldi de.
ayrılırken yıllardır boynumda asılı duran kolyeyi çıkardım, ona uzattım.
''al dedim, lütfen tek kelime söyleme ve al bunu. senden bana binlerce hatıra bıraktın,
al bu da benden sana biz olamayan bizden sana hatıra olsun.''
''peki ya bu iki yüzük'' dedi.
nasıl anlatsam ki hani böyle iç çekersin ya dudaklarını geriye götürürsün yüzünde bir tebessüm oluşur,
fakat pişmanlığın, keşkelerin tebessümüdür bu. öyle bir şeydi işte.
''onlar mı'' dedim, ''onlarda o kolyede takılı kalsın.''
o gün sana ''benimle evlenir misin?'' diyecektim.
sana evlenme teklif etmeyi düşünürken ayrıldık, ayrıldın benden.
işte o iki yüzük o zamandan kalma benim gibi.
aynı o kolye gibiydim. bir zamanlar onun boynuna dolanan ben, şimdi bir yabancıdan ibarettim.
bu ayrılığı daha fazla uzatmanın bir anlamı yoktu. onu üzmek istemediğimi anlamıştım artık.
ne yalnız geçen yılların ne de bu sebepsiz terk edilişin intikamını almayacaktım.
vazgeçmiştim. yıllardır yapamadığım şeyi o gün orada yaptım. vazgeçtim, ona mutluluklar dileyerek.
''lütfen ara beni, bir hafta sonu görüşelim. bir şeyler içeriz, oturur konuşuruz'' dedi.
''tamam, arayacağım'' dedim.
ayağa kalktık, sanki idama giden ama hayatı çok seven iki insan gibiydik.
ayrılmak istemiyorduk ve bunu susarak dile getiriyorduk sanki.
''başka bir yerde, başka bir zamanda, başka bir hayatta'' der gibi bakıyorduk birbirimize.
ne kadar belli etmemeye çalışsak da ikimizinde gözleri doldu.
sarıldık sımsıkı. o an son kez kokusunu içime çektim. saçlarını kokladım son bir kez.
yine gül kokuyordu saçları, dikenleri tenime batıyordu her içime çektiğimde.
''mutlaka ara, hoşça kal'' dedi.
''kızını benim için öpmeyi unutma'' dedim.
''yeter artık başlasın bu ayrılık'' dedim içimden de. daha ne kadar uzatabilirdik ki.
ikimizde ters istikametlere doğru yöneldik.
ilk önce o sırtını döndü, her zaman yaptığı gibi. hiç değişmemişti. yıllar onu da değiştirmemişti.
arkama bakmadan yürümeye devam ettim, eğer baksaydım iyi biliyordum bir adım dahi atamayacaktım.
gözlerimde şimşekler çoktan çakmaya başlamıştı, yüzüm yağmurun yağmasına yakın grileşen gökyüzüne benziyordu.
dokunsalar ağlayacaktım, o giderken dokunmuştu çoktan.
elimde telefon numarasının yazılı olduğu kağıt duruyordu. sıktım avucumun içinde, bütün sinirimi ondan çıkarırmışçasına iyice buruşturdum,
fırlattım sırf gözlerine benziyor diye saatlerce seyrettiğim denize. en iyi bildiğim şey buydu. kullanılıp işi bittikten sonra buruşturulup
fırlatılmış bir kağıt parçası gibi atılmak. bir sigara daha yaktım, ölene kadar binlercesini yakacağımı bilerek karanlığın içinde kaybolup yittim.

ben de isterdim bu hikayenin mutlu sonla bitmesini. onun evlenmemiş olmasını, öykü'nün bizim öykümüz olmasını.
olmuyormuş, bazen yazınız; okunan, okundukça okunmak istenmeyen bir hikaye oluyormuş. son zamanlarda herkes aynı şeyi söylüyor, ne kadar çok
sigara içtiğimden dert yanıyor. hiç kimse bilmiyor, anlamıyor. içtiğim sigaraların sigaradan çok 'anlatamama sigarası' olduğunu. anlatamıyorum,
bir kelam edemiyorum. ne yaparsam yapayım vazgeçmiyorum ve ardı ardına sigaraları yakıyorum. iyi biliyorum yanan sigara değil aslında yanan ciğerim.
yapacak bir şey yok. ne yaparsan yap olmuyor. sen ne kadar boyamaya çalışırsan çalış, hayata bazı zamanlar en çok gri renk yakışıyor. sen boyadıkça
gözlerinden yağan sağanak toz pembelerini akıp götürüyor.

eski sevgiliye rastlamak, çocukluğunda oturduğun mahalleye yıllar sonra bir yabancı olarak geri dönmeye benzer. her şey değişmiştir. arkadaşların
taşınmıştır, yeni binalar dikilmiştir bir zamanlar top koşturduğun çimenliğe. dalına salıncak kurup sallandığın çam ağacının yerinde yeller esiyordur.
tanıyamazsın çocukluğunu, yoktur artık yıllar önce bıraktığın o yerde. hele de bu ayrılığı isteyen sen değilsen. bitmeden biten bir ayrılıkla
sonuçlandıysa. böyle bir şey işte eski sevgiliye rastlamak. en mutlu yıllar artık gözlerinde ve zihninde bir hayalden ibarettir ve bunları kime
anlatırsan anlat bir anlamı olmuyor. aşkı iki kişinin yaşadığından olsa gerek, diğerleri asla aynı anlamı veremiyor.''

özet: oku lan işte bi bok kaparsın belki.
aşk bir alarm gibidir kapatana kadar kafa züker.
zaman kötü kolla götü.
gelirken de sormaz giderken de.

sorsa adı aşk olmazdı.
çift kişilik düşünülen tek kişilik yaşanandır.
garip bir duygu, sol yanın acır.
hergün tanım girilen garip şey.
yaramaz bi çoçuk gibidir.evladımız gibidir.kızarız küseriz ama kıyamayız yine sarar sarmalarız.böle bişey işte..
Bazı erkekler hatta kadınlar için sadece bacak arasındadır .
budur:

görsel
Sanmayasın ki; aşk akıl işidir,
Gül ki her gönlün mürşididir...
Kimini kokusuyla şâd eder,
Kimini de dikeniyle irşad eder... Şems i Tebrizi
bizi imtihan eder,
cesurluk ve korkaklık konusunda..
eğer cesursan kalırsın acı çeksen de kalırsın,
eğer korkak isen gidersin.
sol frame'de gördükçe insanın sinirlerini tepesine çıkartan kelimedir.
Oldum olası üç harflilerden korkarım.
Seks düşünemeyecek kadar çok sevmektir.
Sabah kalktığında uykulu haliyle size cevap vermesidir. O kadar da tatlıdır.
(bkz: aşk bağımlılık yapıyor)
gereksiz duygu.
Hayal kırıklıklarının kanattığı yaradır aşk.

Sakın aşık olmayın. Canınız çok yanar acısı battığında.
3 harfli, kücük ünlü uyumuna uyan bir kelime.
''Aşk bazen vazgeçmek demektir.''