bugün

güneydoğu dan öyküler önce vatan

daha önceki örneklerine göre "soft" olmasından mıdır bilinmez, söyledikleri daha bir itibar edilmiş olur. lakin mahsun kırmızıgül'ün "sen ölünce şehit, ben ölünce terörist olacam" muhabbeti bile daha oturgaçlıdır. putlara biat mümkün mertebe şiarımızdır.

dağ taş "önce vatan" yazıyordu mesela bizim orada. doğu anadolu'dan bahsediyorum, dersim'den. taş üstünde taş komazlardı ya nedense tek sabit kalan taşlar "önce vatan" yazısındaki onlarca bembeyaz taştı ama mesela geceleri kurşunların gökyüzündeki dansını seyretmek de güzeldi çocukluğumdan bakınca. tunceli-elazığ il sınırı'ndan girene kadar pek sıkıntı yoktu elbette ama sınırdan sonra dağlar taşlar uçan kuşlar martılar filan "önce vatan"dı. her yerde ya "önce vatan" yada "ne mutlu türk'üm diyene". diyen mutludur elbette "önce vatan"ında. sonra sonra devlet baba espiriler yapmayı da öğrendi. bu kez sınırdan girer girmez her tepenin başındaki tankları, akrepleri filan görmeniz sıradandı haliyle, tabi "önce vatan"lar filan gırla. il merkezine kadar yol boyunca askerler, silahlar sonra taşlarla yazılmış koca koca vatan-millet-sakarya'lar yahut silistreler sonra yine askerler, silahlar ve en son il merkezi girişinde "gülümseyin, tunceli'de güvendesiniz" tabelası. biz de devlet baba'nın bu şen şakrak espiritüel haletiruhiyesinden kelli dörtayak gülerdik. kimliklerimiz yüzünden yarım saat beklemek de onurumuza dokunmazdı, hala dokunmaz. doğum yerimizi devlet baba görmeyince vallaha da unutuyorduk doğum yerimizi ama doğumdan kalma lekeler hep var tabi.

esentepe'deki bir tim noktasının birazcık aşağısında otururduk ve tim noktasıyla evimiz arasında tepeye 90 metrelik bir kuş uçuşu çıkışı yapabilirsiniz. mesafe takriben böyleydi de bu mesafenin bir yerinde o bembeyaz taşlardan yazılmış yazıyı okuyup dururduk heceleye heceleye;

"önce vatan..."

peki ya sonra?

sonrasını sormadık kendi içsesimizden başka kimseye. ama rahat durduk çünkü devlet baba adını yazmıştı dağlara taşlara. şimdilerde gazetelerin sizlere bağırdığı yalanları biz o vakitler harbi harbi görüyorduk. önceki gece "yeşil öldü" diyorlardı, sonraki gün biz yeşil namıyla mağrur adamı yol aşağı inerken görüyorduk. böyle zamanlarda öleni öldüreni sormak sevap değildir. sormak şüphe etmektir, şüphe etmek güvenmemektir. güvenmemek zamanla araştırmaktır, araştırmak zamanla karşı çıkmaktır ve karşı çıkmak "önce vatan"ı yok saymaktır...sonra gazeteler bas bas bağırır; "x köyü teröristlerce basıldı..."

köyümüzü devlet korurken(!) her nasılsa toplu halde yakılıyordu evler? yakanları da görmedik tabi ki değil mi? hem görsek n'olurdu ki, şahitliğimiz sayılır mıydı? "örgüt baskısı altında yalancı şahitlik kem küm vesaire falan filan feşmekan..."

böyle dizileri izleyin koçyiğitler. böyle dizileri izleyin ki o dağlarda hep baki kalsın "önce vatan"lar... asit çukurlarında, toprak diplerinde mezarsız yatanlar...